Gönderen Konu: Zamanın Sahibini Bulma Yolunda ...  (Okunma sayısı 98438 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı yagub

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 44
  • Oku ve Tefekkür Et.
    • http://www.bilinmeyennamrun.com/
Ynt: Zamanın Sahibini Bulma Yolunda ...
« Yanıtla #90 : 26 Ocak 2013, 14:53:48 »




     Adıyamanlı şeyh abuzer efendi zamanın sahibi mürşidi kamil olduğu müridlerince bana aktarıldı. Bir defaya mahsus zikirlerinde aynı ortamda bulundum. Ama aradığım o tadı bulamadım. Bir bilen varsa bana anlatsın. Acaba bizim nasibimiz mi yok .
OKU VE TEFEKKÜR ET.

Çevrimdışı yurt2

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 123
Ynt: Zamanın Sahibini Bulma Yolunda ...
« Yanıtla #91 : 26 Ocak 2013, 15:34:37 »
Adıyamanlı şeyh abuzer efendi zamanın sahibi mürşidi kamil olduğu müridlerince bana aktarıldı.

 gh7))

« Son Düzenleme: 26 Ocak 2013, 16:01:16 Gönderen: yurt2 »

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Zamanın Sahibini Bulma Yolunda ...
« Yanıtla #92 : 26 Ocak 2013, 17:24:17 »
 Yagup kardeşim;   Adıyamanlı Şeyh Abuzer Afendi kimdir..? Ona bakmak lazım. Özellikle Türkiye de, müslüman Türk milletinin sırtından para kazanmaya çalışan menfatperest sahte şeyhlerden geçilmiyor. Anadolu da adı şeyh olan ve etrafına bir sürü insan toplayanlar var.İyi inceleyip sık dokumak lazım. Müridleri söyledi diye kanmamak gerekir.  Dünyanın değişik yerlerindeki müslüman topluluklarının içine sokulmuş,adı müslüman ama yaşama tarzı ve hayatı müslümanlıkla alakası olmayan binlerce sahtekarlarla karşılaşabiliyoruz. Türkiye de ise nerdeyse her ilde,her ilçede,her mahallede islam dini üzerinden müslümanları sömüren sahte şeyhler mevcud.Bunlara dikkatle incelemek lazım. kimdir bunlar ? Ceplerindeki paraya güvenip müslümanları sömürmeye çalışan bir sahtekar'mı ?yoksa, makam, mevki,şan,şöhret, peşinde koşan uyanıklar'mı?  yolksa,gerçekten islam dini için bir şey yapmaya çalışan samimi din adamları'mı..?

    Baktığınız zaman,incelediğiniz zaman bunları görebilirsiniz,anlayabilirsiniz. Allah'ın dini için ne yapmışlar? müslümanlara ne gibi faydaları dokunmuş? Kur'an-ı Kerim yayılaması ve öğretilmesi babında bir emek sarf etmişler'mi? yukarıda da belirttiğim gibi amaçları nedir? niyetleri nedir?müslümanlara ve ümmeti Muhammed'in evlatlarına bir şeyler öğretmek için uğraşmış mücadele vermişlerse onlar Allah'ın istediği kullardır.Yoksaher kendini mürşid,zamanın sahibi olarak idda ednlere kanmamak lazım.Tabi bunlar kendilerini ne ile ifade ettiklerini de bilmemiz lazım.

  O arkadaşınızla zikir meclisinde bulunmuşsunuz. Aradığınız tadı bulamadığınızı yazıyorsunuz. Aramaya devam edeceksiniz. bıkmak yok. Nasip konusuna  gelince onu bizim bilmemize imakan yok. Onu Allah bilir
Zamanın zahibini ve zamanın sahibine bağlı olanları bulmayı  Rabbim nasip etsin.  Zamanın sahibini bulanlara da, o yolda kalmak ve o yolda ölmek nasip olsun.İnşAllah bulanlardan olursunuz.

Çevrimdışı selcukdemirci

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 2
  • Sadakat Forum
Ynt: Zamanın Sahibini Bulma Yolunda ...
« Yanıtla #93 : 25 Ekim 2013, 23:38:42 »
kimdur?nedur ne kutbu nediyorsunuz

Çevrimdışı moderntrajedi

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 1
  • Sadakat Forum
Ynt: Zamanın Sahibini Bulma Yolunda ...
« Yanıtla #94 : 28 Ekim 2013, 04:32:58 »
Bulabilmeyi bulabilmeyi çok isterim öyle bir kılavuzu.
Sağa bakarım yok sola bakarım boş.
Rabbimin ilmine ve kudretine sığınırım ve Ondan beklemek dahi ümidime ümit katıyor.


Allah razı olsun.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Zamanın Sahibini Bulma Yolunda ...
« Yanıtla #95 : 03 Nisan 2014, 17:40:19 »
Bulabilmeyi bulabilmeyi çok isterim öyle bir kılavuzu. Sağa bakarım yok sola bakarım boş. Rabbimin ilmine ve kudretine sığınırım ve Ondan beklemek dahi ümidime ümit katıyor. Allah razı olsun.

"Salih zatların (mürşidlerin) peşine takıl!
Kimin Salih kimin münafık olduğunu bilemediğin için gece kalk,
iki rekat namaz kıl ve ardından şöyle dua et:
"Ya Rabbi!
Bana Salih kullarını göster.
Beni sana getirecek klavuzu göster.
Gözümü sana yakınlık nuru ile nurlandırarak mükemmelleştir.
Bana başkalarının gördüklerini anlatan değil, bizzat gördüklerini haber verecek bir klavuzu bildir"
"
[Abdülkadir Geylani (k.s.)]

Çevrimdışı ChicRoR

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 7
  • Sadakat Forum
    • Her gün en az 5 paylaşım
Ynt: Zamanın Sahibini Bulma Yolunda ...
« Yanıtla #96 : 28 Mayıs 2014, 08:12:49 »
zaman gecip gidiyorda onemli olan amelelr
Her gün en az 5 paylaşım. Takip edin: http://melinamina.blogspot.com/

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ
"Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe ve kûnû meas sâdikîn (sâdikîne)."

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Bir de sâdıklarla beraber olun."
[Tevbe sûresi, âyet 119]


Sâdıklar, Allâh’a vuslat yolunu gösteren mürşidlerdir. Sâlik; onların ahbâbı ve kapılarının eşiğinde hâdimleri olduğu zaman, bu mürşidlerin muhabbet, terbiye ve velâyet kuvvetleri ile mâsivâyı terk ederek ‘seyr-i ilallâh’ mertebelerine ulaşır.’ [Bursevî, İsmail Hakkı, Tefsîru Rûhu’l-Beyân, 3, 532]

Ubeydullah Ahrâr k.s., ‘Sâdıklarla beraber olmak, sîreten ve sûreten onlarla bulunmak mânâsınadır. Bu mânevî beraberlik ise, râbıtadır buyururlar.

Sâfî Mevlânâ Ali b. Hüseyin (k.s.) de Reşahât Aynü’l-Hayât’ta (s. 273-274) şu açıklamalarda bulunuyor:
Sâdıklar ile olmanın iki mânâsı vardır:

Biri zâhir bakımından, öbürü de mânâ bakımından onlarla beraber olmaktır.

Birincisi sâdıklarla düşüp kalkmayı, ikincisi de o tâifeye gönül verip onların üstünlüğünü kabul etmeyi ve izlerinden gitmeyi gerektirir.

Birincisinde ülfetin yalnız sûreti, ikincisinde hem sûreti hem de rûhu vardır.

Sâdıklar şu kimselerdir ki, mâsivâ (Allah’tan gayrı her şey) onların gözünden silinmiştir. İnsanoğlunda; temas ettiği, irtibat kurduğu şahıstan-kişiden tam mânâsıyla müteessir olma (etkilenme) kabiliyeti bulunduğu için, sâdıklarla düşüp kalkmakta birinci derecede ehliyetlidir, yani bu işe en ehil ve en liyâkatli varlık insandır.”


İşte onun içindir ki Mevlâmız, mü’min kullarına; öncelikle Allah’tan korkunuz / takvâ sahibi olunuz, bunu takiben de sâdık-sâlih kulları yani Rasûl-i Zîşânımın vârisleriyle bir ve beraber bulununuz, buyuruyor. Böylece mürşid-i kâmil ü mükemmile irtibat ve onun lüzumuna işaret ediyor. Bunu kim emrediyor: Rabbimiz celle şânuhu ve amme nevâluhu hazretleri… Usûl-i fıkıh ilminde meşhur kaidedir; karineden mücerred mutlak emirler, vücûp ifade eder. Binaenaleyh, şeriatın bâtınıyla alakadar olan âlimlerce, mü’minin bir mürşid-i kâmil ü mükemmili arayıp bulması, onunla beraber olması (ona intisabı, bağlılığı) dinimizce gerekli oluyor.

(‘Aynü’l-Hakîka fî Râbıtati’t-Tarîka’, Sahife 110-111)


***

Bir insan hayatı boyunca sırasıyla şu üç fiili yapmalıdır.

1- İtikadını Ehl-i Sünnet Vel Cemâ'at İtikadına uydurmalı,

2- İlmihalini öğrenip ihlâsla uygulamalı (ilim->amel->ihlâs),

3- Mürşid-i Kâmil ü Mükemmil olan "Zamanın Hakiki Sahibi"'ni arayıp bulmalı, eteklerine yapışıp ölene kadar bırakmamalıdır.( Hakikisi mi? İstidraç Sahibi Sahtesi mi?)


***

"Zamanın Hakiki Sahibi"
Zamanın Sahibini Bulma Yolunda ...

Ey iman edenler! Allahtan korkun ve ona yaklaşıp vasıl olmak için vesile arayın…”(Maide 35); “Kim ki zamanın sahibini bilmeden ölürse cahiliyet üzerine ölmüştür” h.ş. ve “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” gibi bir çok nass ve delaleti nass, mürşid-i kamile temessükün elzemliğinden bahsetmektedir. Ayette geçen vesileden muradı Fahreddini Razi Hazretleri tefsirinde, “mürşidi kamil” olarak tefsir etmiştir.

Emr-i ilahi olan bu muazzam devlete müracat etmek akıllı bir müminin ilk yapacağı iştir. Yavuz Sultan Selim hazretlerinin de dediği gibi:
Cihana (dünyaya) sahip olmak kuru bir kavgadan ibaretmiş, bir mürşidi kamile bent olmak(onun müridi olmak onun terbiyesi altında yetişerek nefsini tezkiye etmek ) her şeyden evla imiş.

Bu mukayese ve bent olmak aklın tartıp anlayacağı bir şey değildir. Akıl ne kadar zorlarsa zorlasın müritlik mürşitlik rabıta tasavvuf vs. kavramların özünü tartamaz. Başka bir ifade ile maneviyat aklın bittiği yerde başlar.Bu ifadelerle kalbimizi tenevvür ederek  gönlümüzü neş’elendirdikten sonra ibtida-i kelam yapalım;

Yukarıdaki uyarılar hak olunca şer’i emirleri kusursuz bir şekilde yerine getiren her müminin yapmakla yükümlü olduğu husus, zamanın sahibinin emrinde hareket ederek ona mürid olarak nefsini tezkiye etmektir. Fakat hikmet-i ilahidir ki; zamanın sahibi ve mürşidi kamil olan zatları bulmak herkese nasip olmamaktadır.

Hatta bir kimseye nasip olmayınca demir ayakkabı giyerek ve Nuh a.s. kadar yaşayarak bu zatı bulmak için gayret sarfetse bile onu emeline ulaştıramaz. Fakat nasip derken tesadüfen bulunması, ya da şansa bağlı olmak anlamında düşünülmemelidir.

Bu kapıya adım atan her mürid bunu ya akıttığı göz yaşı ırmaklarına ya bir hayır duaya ya ecdadına ya da başka Rıza-i İlahiyi celb eden durumlara borçludur. Madem ki nasip işi, o halde nasibim varsa zaten ulaşırım o zata diye kenarda oturmakta çok yanlış bir harekettir. Zira o uğurda gayret sarf etmek bile ne yüce bir saadettir. Asıl nasipsizlik hiç umursamadan bu zatları arama peşinde olmayan tembel ve cahillerdir.

Her şeyin sahtesi olduğu gibi bu yüce zatları da taklit edip halkı kandıranların olduğu da unutulmamalı ve bu zatların alametlerini çok iyi bilerek hakikisi sahtesinden ayırt edilmelidir. Bu zatlar kimlerdir? Efradını câmî ağyarını mani şekilde nasıl izah edilmelidir?

Zamanın sahibi, aynı zamanda mürşid-i kamillerdir. Malum olduğu gibi Peygamberler hidayeti beşer ile vazifeli olup bu makam kesb ile yani gayretle elde edilen bir makam değildir.Hazreti Allahın tensibi ve takdiri ile ezelden muayyendir.

Hatem-ül Enbiya olan Efendimiz s.a.v’den sonra yüzyıllar geçeceği ve bunun neticesinde de insanların dinden soğuyacakları göz önünde bulundurulduğu zaman, insanları İslamiyet’e tekrar ısındırmak ve zayıflayan dini celili İslamı kıyamete kadar canlı tutacak müceddidler, Peygamber varisleri, zamanın sahipleri, mürşidi kamiller geleceği haber verilmektedir.

Bu makam da kesbi değil vehbidir.Yani bu makamlarda ezelden belirli olup çalışmakla gayretle binlerce kitap yazmakla, gece gündüz ibadet etmekle, zikirle, ulaşılacak makam değildir.Mürşidi kamillerdeki ezelden muayyenlik evsafı, kesbi sonucu velayet yolunda mesafe kat eden evliyaullah ile Mürşid-i kamilleri birbirinden ayırır.Yani mürşidi kamillik ezelden belirli olup kişinin kendi isteği ile ulaşacağı makam değilken evliyalık makamı ise kişinin kendi gayreti ile elde edeceği bir makamdır.

Mesela İmam-ı Gazali hazretleri iman hakikatleri ile ilgili başta olmak üzere yüzlerce mevzuda harika eserleri olmasına rağmen, unutulması mümkün olmayan gönül sultanlarımızın başında olmasına rağmen, bütün ilimleri yutmasına rağmen, tüm bunlar mürşid-i kamil olması için yeterli olmamış ve hiç bir zaman da böyle iddiada bulunmamıştır.Hiç bir zaman ben şu kadar kitap yazdım o halde ben müceddidim dememiştir.

Hatta o müstesna zatları ve müntesiplerini övgü için, velilik ve velayet sırları hakkında  “el munkızu mineddalal” isimli eserinde şu izahatı yapmaktadır:
“Zahiri ilimleri bırakıp, çalışma ve gayretimi tasavvuf üzerine verdim.Yakinen anladım ki, hak  yolunda olanlar ancak tasavvuf erbabı olan sofilerdir.Onların iç alemleri (kalpleri ), yolları ve ahlakları en güzel şekildedir.

Eğer akıl, ilim ve hikmet sahipleri bir araya toplanıpda sofilerin tarikatini değiştirip ondan daha yüksek ve daha güzel bir yol bulalım diye birleşseler, mümkün değil bulamazlar.”
Hatta tasavvufa sonradan da olsa girmesi neticesinde geçmiş hayatı ile ilgili şu itirafları yapmıştır. “Anladım ki hakiki kurtuluş Rasülüllah’ın ruh ceryanına bağlanmaktan ibaretmiş.

Gerisi (binlerce kitap yazmak vs.) hayal ve vehimden ibaret.”
Aynı şekilde amelde mezhep İmamımız İmam-ı Azam hazretleri de mezhep kurmak kadar maddi ve ledünni ilme mazhar olmasına rağmen “(tasavvufa girdiğim) son iki senem de olmasaydı helak olmuştum” diyerek mürşid-i kamillik makamının müstesnalığını ifade etmişlerdir.

Nasıl ki Peygamberler günah işlemekten masumdurlar, bu zatlarda mahfuzdurlar.Bu zatlar o kadar geniş yetkilere sahiptirler ki hadisi şeriflerde de zikredildiği gibi yağmur onlar sebebi ile yağar, yardım olunanlar onlar sebebi ile yardım olunur hatta yeryüzü onlar sayesinde ayakta durur.Yeryüzünün gerçek çivileridir, harcının demirleridir en yüksek tepeleridir.

Mektubat-ı Rabbanide de buyrulduğu gibi;  Onların irşadının ve hidayetinin nurları bütün dünyaya yayılır. Yer küresinin ortasından ta arşa kadar herkese; rüşd hidayet iman ve marifet onların yoluyla gelir.

Bu mübarek zatlar her devirde mutlaka bulunurlar.Sayıları bir, iki en fazla 3 tür.Veliliğin en üst derecesindeki bu zatlara kutbul aktab, gavsül azam ve kutbul üla denir.Bunların en büyüğü de kutb-ul aktabtır.İşte bu zat Peygamber efendimizin tam varisidir.Peygamberimizin tam varisive her biri tasavvuf müntesibi olan bu zatlar bölük bölük parça parça değil bir bütün halinde Hz Ebubekr r.a. dan itibaren kopmadan, tasarrufu sona eren diğerine görevini devrederek bir silsile halinde aynı meşrebten ve aynı menbağdan feyizlenerek, aynı doğrultuda aynı metodlarla görevlerini devam ettirmişlerdir.

İşte bu tasarruf sahibi zatlara silsile-i sadat (seyyidler zinciri) denmektedir.Kendi aralarında derece olan bu zatların en alt derecesindeki makamda olan birisiyle bu silsileden olmayan en büyük evliyanın arasında bile mukayese edilemeyecek kadar fark olduğu büyüklerimizden  haber verilmektedir.

Bulundukları zaman içerisinde tasarruf sahibi olan bu mürşidi kamiller, silsilei sadatın bu müstesna şahsiyetleri, tam varis olmaları hasebiyle zamanlarının sahibidirler.

Tasavvuf hakkında bilgisi olmasına rağmen, o balı anlatmasına rağmen tatmamış, hem hal olmamış, bir mürşidi kamil olarak etrafına feyiz ve nur dağıtma yetkisi kendisine verilmemiş, ya da tasavvuf ehli olsa da sadece bir mürid olarak bu müessesede yer almış,

bu silsilei saadatın devamı şeklinde olarak kendisinden önceki mürşid-i kamilden emaneti teslim almamış, zamanında yapmış olduğu hatalara her ne kadar tövbe etse de “o mürşidi kamiller ki günah işlemekten mahfuzdurlar” kaidesine uymayan bir evliyaya; gösterdiği birkaç keramet ve yazdığı etkileyici kitaplardan esinlenerek; “-bu kadar muhteşem bir zat ancak zamanın sahibidir.” diye sadece aklı kullanarak yorum yapmak, o zata olan bir saygısızlık ve aynı zamanda akılla anlaşılamayacak olan tasavvuf müessesine, zamanın gerçek sahibine, hakiki mürşide, kendisine bu asrın veraset-i tammesi verilmiş zata  karşı olan bir nasipsizliktir.

Çünkü ilim erbabı bir zat bilir ki; denizde yürümek, hava da uçmak, kılık değiştirmek, binlerce kitabı kısa zamanda ezberlemek, zamanındaki alimlerin hepsini mağlup etmek gibi kerameti evliyalar bu manevi yolda çok basit ve oyuncak mesabesindeki hallerdir.İmam-ı Rabbani Hazretlerinin de mektubatta ifade ettiği gibi, bu kerametlere kendisini kaptırmak tıfılların işidir.Asıl keramet müminlerin kalbine nuru ilahiyi tutuşturabilmek ve akıtabilmektir.

O halde;  zamanın sahibine kavuşma yolunda olan bir mümin, her zaman bu nimete mazhar olabilmek için bol bol dua ve iltica etmeli ve Cenab-ı Allaha yalvarmalıdır. Abdülkadir Geylani (k.s.) Hazretleri bir sohbetinde dinleyenlerine şöyle der;

“Salih zatların peşine takıl.Kimin Salih kimin münafık olduğunu bilemediğin için gece kalk; iki rekat namaz kıl ve ardından şöyle dua et:
- Ya Rabbi! Bana Salih kullarını göster.Beni sana getirecek klavuzu göster.Gözümü sana yakınlık nuru ile nurlandırarak mükemmelleştir.Bana başkalarının gördüklerini anlatan değil, bizzat gördüklerini haber verecek bir klavuzu bildir.”


Bu tür halis muhlis bir niyetle, zamanın sahibi zata bağlanıyorum niyetiyle başka birisine intisap etse bile bir kişi, zamanının sahibinden feyz alacağını İmam-ı Rabbani hz’leri Mektubatında  haber vermektedir.

Yeter ki tasarruf sahibi zat incitilmesin.Beyazid-i Bestami hazretlerinin de söylediği gibi “Hakikat yolu aramakla bulunmaz ama bulanlarda arayanlardır” sözünü de unutmayarak bu aşkından şevkinden hiçbir zaman sapmamalıdır.Ne mutlu tasarruf sahibi zatı bulup o devletten istifade edenlere, müjdeler olsun Peygamberimizin sünnetinden zerre miktarı sapmadan İslamı yaşayabilenlere....




Miftahulkuluub
12.03.2006


***

"Hakikisi mi? İstidraç Sahibi Sahtesi mi?"

Şu Bostan Korkulukları Meselesi...

Üniversiteye gelene kadar dini ve tasavvufi dünyayı kendi içimde yaşamaktaydım. İtikadi anlamda anlatılan her şeyi şeksiz şüphesiz kabul ediyor, huzurlu bir hayat sürdürüyordum. Zaten sistemin getirdiği gereksinim de bunu icap ettiriyordu. Okulun en tenha yerinde masumane bir şekilde kılınan namazı bile magazin malzemesi yapan bir sistemden ne beklenebilirdi?


Ama üniversite dünyası her yönüyle özgürlükler alemi olarak karşımıza çıktığı için hayata ve insanlara bakış açısı da çok değişiyor insanın.Oradaki atmosfer sanki dünyanın özeti gibiydi.Yemekhane koridorlarında sosyalistlerinin afişlerinin olmadığı bir güne rastlamaz idik. Anfiye ders dinlemeye giderken önümüzde 100 kişilik bir grubun "Kahrolsun faşizm!" tempolarıyla yaptıkları eylemler günlük duyduğumuz rütin sesler arasındaydı. Ahlaksızlık örneklerine ise isterseniz hiç girmeyelim.

Böyle bir ortamda da dini gruplar inanılmaz gizli çalışma içindeydi. Hatta  üniversiteye kaydolurken saatlerce yanımda durup bana ilgi alaka gösteren birisinin, muallakta, sahipsiz bir insan olmadığımı anlayınca benimle ilgilenmekten vazgeçtiğini dünkü gibi hatırlarım. Mutlak manada, bu tür çalışmalara menfi yönde bakmıyorum. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, “şeytanın  insan  kurdu  olduğunu,  herkese  pusu  kurduğunu  ve  cemaattan  ayrılan,  tek  başına  kalan  kimseyi  kolayca  yuttuğunu”  haber  veriyor. Ancak işin mukayyed kısmına girdiğimiz zaman, bazılarının ehli sünnet çizgisinden çıkarak su gibi berrak kalpli öğrencileri maddi imkansızlıkları da koz olarak kullanıp kendi taraflarına çekip zehir aşıladıklarını görünce de karşıma çıkan her insana, acaba? gözüyle bakıyor,bana biraz sıcak ilgi gösteren birisinin nereye gelmeye çalıştığını gizliden gizliye süzmeye çalışıyordum..

Böyle bir dünyanın ve arkadaş ortamının içerisine girince, yıllardır kalbimizde saklı olan özel dini hususlar ve sadece kendi taifemizde olduğuna inandığımız ayrıcalıkları arkadaşlarımızla müzakere etme gereksinimi duyar olduk. Bir çok cemaate mensup arkadaşlarım ile samimiyetimize istinaden özel bilgileri de paylaşıverirdik ara ara. Ve yine internette de İslami forumlara olan ilgimin başladığı yıllardı bu yıllar. Orada da kendilerini İslam’ın kurtarıcısı olup başkalarını iraptan mahalsiz sayan gruplara, cemaatlara cevap yetiştireceğiz derken bazen cevap vermede yetersiz kaldığıma kanaat getirdim.  İşte o zaman iç dünyamda daha önce hiç aklıma bile gelmeyen bazı endişeler meydana gelmeye başladı.

Kendimizde olduğu için Mevlamıza sonsuz hamd ettiğimiz bazı özel bilgiler, durumlar, vasıflara; başka meşrepler, gruplar da sahip olduklarını iddia edince kafamda bulanıklıklar meydana geldi. Çünkü zamanın sahibinin kim olduğu, vazıfları, göstermiş olduğu kerametler ile alakalı bilgilerim, onların bilgileri ile çakışıyordu. Hatta gerçek hayattan alınmış bazı romanları (yazarının sağlamlığına güvendiğim) okuyunca, iyice kafam karışmaya başladı. Bir örnek vermek gerekirse; romanın birindeki bir genç çok ciddi bir kaza geçiriyor ve rüyasında AbdülKadir Geylani Hz.leri ve zamanın sahibi olarak takdim edilen kimse onu tedavi ediyordu. Hatta görülen bir rüyada o zat  Efendimiz s.a.v. ile yurt binaları bile  açmaktaydı.

Cemaatlerin özel bilgilerine, işledikleri fiillere ehli sünnete muğayir olmadıktan keri söz söylemek haddime değildi hiçbir zaman. Ama bazıları o kadar iddialı sözler söylüyorlar ve kendilerini o kadar ayrıcalıklı görüyorlardı ki hayretler içerisinde kalıyordum. Çevremdeki dostlarıma bu tür konuları açtığım zaman espri mahiyetinde söyleseler de “seni de kaybettik” diyorlardı. Yapayalnız kalmıştım bu hususta. İçime gömülü şekilde yıllar birbirini kovalıyordu. Neyse ki uzun bir zaman sonra Hz. Allah bana El- İbriz Kitabıyla tanışma fırsatı verdi. Sorularımın cevabını kitabî olarak bulmuştum ya ! Dünyalalar benim olmuştu.


Kitaptaki sorumuzu ilgilendiren hususları kısa kısa aktaralım. A.Debbağ hazretleri şöyle buyuruyor:

"Ümmet-i Muhammedin Allah-ü Teala yanında büyük kıymeti vardır. Bunun için bir ümmet, hiç kimsenin defnediğilmediği bir türbede toplansa, orada büyük bir zatın yattığı kanaat olsa, Cenab-ı Hak süratle icabet eder ve onların duasını kabul eder."

Demek ki, çevremizde duyduğumuz, falanca zat şuraya (alakasız bir yere) gitmişte şifa bulmuş, şurası çok bereketli bir yermiş, şu zattan dua istimdat etmişte hastalığından kurtulmuş gibi söylemlerin uydurma olmayıp, halis niyetlere göre Cenab-ı Hakkın bir lütfu olduğunu anlamış oldum.

Aklıma takılan hususlardan birisi ve en önemlisi ise bir takım insanların hayranlık duyduğu ve benim ise bir türlü bu hayranlığı anlayamadığım şeyhler, üstazlar dini liderlerdi. Zira gerek yapmış olduğu hal hareketler, söylemiş olduğu sözler vb. ahvalden ötürü evliya olması tasavvur bile edilemeyecek, hatta dinden çıkmamış olması bile kendisine verilecek en güzel sıfat olup piyasada dolaşan bir çok  sözde mürşidlere, üstazlara insanların tabi olması, hatta tabi oldukları halde manevi anlamda istifade etmeleri yıllardır çok garibime giden ve cevabını veremediğim hususlardandı. Yine bazıları vardı ki hakikatte evliyaydı belki ama zamanın sahibi yakıştırmasının yapılması çok ağırıma gidiyordu.

Abdülaziz eddebbağ hazretleri bu hususu ise şöyle izah ediyor:

"Bir kimsenin halk indinde veliliği meşhur olsa bu diri veliyle Allah'a tevessül edenin  Allah ihtiyaçlarını yerine getirir. Halbuki o kimsenin velayetten hiç nasibi olmasa bile.
O dua eden halktan kişinin haceti, zamanın kutbu olan, tasarruf ehli olan veliler, o veli olmayan kimseyi veli suretine ikame ederler.

Sebebi de bütün zulmet ehli onun etrafına toplansın, duaları kabul ediliyor diye ibadet ve dua etsinler, kurtulsunlar diye. Misali  şu ki: O kimseyi yani veli olmayan kimseyi tasarruf ehli veliler korkuluk kabul ederler.
Bir bostan tarlasındaki korkuluktan kaçan kargalar gibi, hakikatte bostan sahibinin yaptığı fiilden kaçtıkları gibi, tasarruf sahibi velilerde veli olmayan kimseyi korkuluk gibi oraya dikmişler ve zulmet ehlini oraya toplarlar.
Orada tasarruf edeni, halk o kimse zannederler, esası bilmezler. Onlara bunun esası bildirilemez, çünkü takat getiremezler."


Ve bütün şifrelerin çözüldüğü andı...Arkadaşlarımın anlatmış olduğu ve yalan olmadığına inandığım ama inandığım zamanda benim içimdeki bilgilerle çelişen durumları, romanlarda anlatılan yaşanmış esrarengiz hadiseleri yukarıdaki anlatılan şablona oturtuvermiştim.
Aklıma şu da geldi. Tasavvufta zamanın mürşidi kamiline temessük etme hadisesi bir nasipten ibaretti. Şimdi bu nimet kendisine nasip olmamışların da başıboş dolaşmasındansa en azından bir yere bağlı olmaları ve böylece dini daha derli toplu yaşamaları açısından bostan korkulukları çok güzel bir fırsat değil miydi? Ve çevremde duyduğum o esrarengiz rüyaların, kerametlerin, mazhariyetlerin hepsinin asıl kaynağı sahibüzzaman değil miydi?

İzahın devamında şu misali veriyordu, Debbağ Hazretleri:


"Böyle hakiki kıymeti olmayan bir kimseyi şeyh edinen bir kimse geldi. Gece kendisine tuzak kurulan bir yerden geçmek istiyordu. Şeyhine dedi ki:(Ey efendim, Rasülüllah s.a.v. efendimizin yüce makamı hürmetine sana yöneliyorm. Bu yoldaki tehlikeden beni kurtar. Beni kurtarırsan  sana bir hediye de yapmayı vaad ediyorum.
Bu adamın bu yalvarmasını bazı tasavvuf ehli veliler işittiler. Rasülüllah s.a.v. efendimizin ismi şerifine tazim ettiler. Tasarruf sahibi veli o adamla bizzat gitti ve o adamın kalbine ünsiyet verdi, o yolu beraber kateddiler. Adam o tasarruf sahibi veliyi görmüyordu. O eşkiyaların da kalbine Allah korku ve uyku verdi. Ona bir şey yapamadılar. Bu hal üzerine müridin şüphesi kalmadı ki onu kurtaran şeyhi (sahte şeyh) zannetti. Vaktaki yoldan döndü ve şeyhine vaad ettiği dört miskal altını da hediye etti... "


Ne mutlu Peygamberimiz (s.a.v.) ' in ve Ashabı Kiramın yoluna  milimi milimine, hüvesi hüvesine  tabi olanlara.

Müjdeler olsun sahibüzzamana kavuşup onun yoluna köle olma nimetine mazhar olanlara...

---------------------------------------------------------------------------------------

Not: Yazıda hiç bir cemaat, tarikat ya da grubun reklamı yapılmamıştır. Olağan tasavvufi bilgiler hikaye tarzında aktarılarak bir iç dünya muhasebesi yapılmıştır. Yorumlarda da aynı hassasiyeti göstermeniz temennisiyle..



Miftahulkuluub
12.01.2008



***

Zamanın sahibi nasıl bulunur?

-Bu zamanda, öyle Mürşid-i Kamil nerede bulunur?
Bilinmesi ve bulunması gayet zor ve kıymetli olan bir şey, diyecek olursan bu itirazın bir bakıma yerindedir.
Fakat, insaf ile düşünür ve insaf ile hakkı teslim edersen, nefsin hile ve oyunu bu sözünde açıkca görünmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Mürşid-i Kamil aramak hususunda noksanlık yine sendedir. Eğer; sen tetik ve uyanık bulunur, sözünde sadık olursan, Cenab-ı Feyyaz-ı mutlak, sıdk-u hulus ile yolunu arayan kulunu haşa sümme haşa mahrum bırakmaz. Sen, doğrulukla onu ararken, bakarsın, o seni elinden tutuverir.

-Nişanı yok, alameti belli değil; Mürşid-i Kamil olduğunu nasıl bileyim?
dersen, alameti pek çoktur. Fakat, sana söyleyeceğim 3 husus kafi gelecektir. İyi dinle ve belle:

1- Huzuruna vardığın zaman, bütün gamın kederin gider. İçinde bir ferahlık ve muhabbet uyanır.
2- Meclisinden ayrılmayı istemesin. Birer inci tanesi gibi söylediği her sözden, şevkin ve muhabbetin artar.
3- Ziyaretine gelen herkes, büyük veya küçük, genç veya ihtiyar, hatta devlet reisi bile olsa, elini öpmeğe mecbur ve hayır duasını niyaz ile mesrur olurlar.

İşte bu 3 vasfı nefsinde toplayan Zat-ı Şerif'in bütün hareketleri, davranışları, durumu, tutumu, Resulullah`ın siyretidir.
Bu üç işaret ve alamet; riyasız, gösterişsiz hangi zatta görülür ve bilinirse hiç durma, hemen git, teslim-i külli ile teslim ol! Ölü yıkayacının elindeki ölü gibi, emrettiği yerde dur, her emrine uy, hizmetlerini ve emirlerini kendine nimet bil, emirleri gereğince hizmetinde ol.


« Son Düzenleme: 24 Kasım 2015, 13:39:42 Gönderen: Mücteba »

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Zamanın Sahibini Bulma Yolunda ...
« Yanıtla #98 : 24 Kasım 2015, 14:56:15 »
« Son Düzenleme: 06 Mayıs 2016, 00:31:40 Gönderen: Mücteba »