Gönderen Konu: Zamanın Sahibini Bulma Yolunda ...  (Okunma sayısı 98443 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Zamanın sahibini bulma yolunda..
« Yanıtla #75 : 29 Ocak 2012, 10:31:01 »

Aynü'l-Hakîka fî Râbitati't-Tarîka

Eserin yazarı Halis Ece

Aynü'l-Hakîka fî Râbitati't-Tarîka

(Tarikatte râbıta, hakikatin ta kendisidir)

Mehmed Fevzî Efendi
(Eski Edirne Müftüsü)

Terceme-Sadeleştirme-Tahkik-Tahriç ve Ta'lîkat
Halis ECE
Bu kitabı okumanızı tavsiye ederim.


mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Zamanın sahibini bulma yolunda..
« Yanıtla #76 : 29 Ocak 2012, 10:39:08 »





Zikirde muvaffakıyet ve Zikrin hakikati



Halis ECE
 
Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de, “Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim”(1) buyuruyor.
 
Âyet-i kerimedeki “Allâh’ın kulunu zikretmesi”nden murad, bu hususta ona yardım edip zikirde muvaffakiyet lûtfetmesi (başarılı kılması)dir.

Bir başka ifadeyle, Allah Teâlâ’nın kulunu zikretmesi; kula, kendisini zikretmeyi nasip etmesi... Kalb, ruh, sır, hafî ve ahfâ lâtîfelerinde Allah ismini zikretmeyi ona müyesser kılması, kolaylıkla yapabilmeyi ihsân buyurmasıdır. Şâh-ı Nakşibend Hâce Muhammed Bahâüddîn (k.s.) hazretlerinin îzâhatları da bu mealdedir.(2)

***
 
Zikrullâh’ın (Allâh’ı zikrin) hakikati, O'ndan başka her şeyden alâkayı kesmiş olmak, onun sevgisinden başka hiçbir şeye iltifat etmemek, kendi hevâ ve hevesi dâhil, Hak Teâlâ’dan gayri hiçbir şeye kullukta bulunmamaktır.

Zikrin hakiki oluşunun alâmeti, İlâhî emir ve yasaklar hususunda Allâh’ı unutmamak ve onun emrini tutup yasaklarından sakınmaktır. Aksi takdirde o kişinin zikri, nefsinin sözünden ve iğvâsından başka bir şey değildir.

Kulun yapması gereken; Hakk’a ve halka karşı işlemiş olduğu gizli ve açık bütün günahlardan tam bir kararlılıkla tevbe etmektir. Zira bu isyan ve aykırılıklar varken, Cenâb-ı Hakk’ın emir ve nehiylerine muhâlefet mevcut iken yapılan zikrin hakiki mânâda bir tesiri olmaz.

Zikrin hakiki olmasının şartlarından biri de, kişinin talebinde samimi olması; bütün kalbiyle bu yolda yürümeyi arzulamasıdır. Böyle olursa seyr u sülûkünde kemâle ulaşır, sülûküne mâni olan ve onu meşgul eden şeylerden uzaklaşır, kendi varlığından bile geçer. Neticede her şeyden yüz çevirip Allâh’ın zikri ile meşgul olabilir.

Bu mânâyı dile getiren bir kıt‘a:
 
Seyre geldin, kendi özünden dahi geçmen gerek.
 Râha girdin, canla tenden dahî geçmen gerek.
 Her adımda nice bin pâbend olur bu râhda;
 Bendi kırıp hânümânından dahi geçmen gerek.(3)
 
Şeyh Alâüddîn Attar (k.s.) hazretleri de bu hususu bir dörtlüğünde şöyle dile getirir:
 
Onu zikretmek her sermayenin özüdür;
 Onun zikri, ruhların zînet ve süsüdür.
 Nâm ve iyiliğinden geçip insan ol;
 Hakk’ın adını zikredip korkusuz ol.
 
Zikirden tam bir fayda sağlanması ve netice elde edilebilmesi için, onun, tasarruf sahibi kâmil ve mükemmil bir mürşidden telkin yoluyla alınmış olması gerekir.

Böyle olunca, istidat ve kabiliyet sahibi müridin kalbine düşen hakiki zikrin tohumundan velâyet meyveleri yeşerip olgunlaşır... Kalbin nûrâniyeti de, hevâ ve hevesin azaldığı nisbette artar...(4)
 
DİPNOTLAR
 (1) K.K., Bakara sûresi, 152.
 (2) Hâce Muhammed Pârsâ, Risâle-i Kudsiyye, 5. Makale.
 (3) Seyr: Hak yolunda mânevî yolculuk; râh: tarîk, yol; pâbend: ayak bağı; hânümân: ev bark.
(4) Hâce Muhammed Pârsâ, Risâle-i Kudsiyye, 5. Makale

Halis ECE

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Zamanın sahibini bulma yolunda..
« Yanıtla #77 : 29 Ocak 2012, 11:05:18 »
KUR’AN’DA TEVBE KAVRAMI


Kur’an’da günahları terk etmek, günahtan dolayı bağışlanma istemekle ilgili dört tane kavram kullanılıyor. Bunlar; nedâmet, tevbe, inabe ve istiğfardır.

 Nedâmet: pişman olmayı, yapılan hatanın farkında olmayı ifade eder.
 
Bunun fail ismi olan ‘nâdim’ beş âyette, nedâmet (pişmanlık) şeklinde iki âyette geçiyor.1

 İnâbe: kelimesi de ‘tevbe’ kelimesine yakın bir anlam taşır.  İnâbe Allah’a içtenlikle yönelme, münîb de Allah’a yürekten, samimiyetle yönelen kimse demektir.

 
İnâbe, Kur’an’da fiil ve özne olarak onsekiz âyette geçiyor. Bunlardan onbir tanesinde fiil formunda,  yedi âyette de münîb (Allah’a yönelen) şeklinde yer alıyor.
 
Kur’an mü’minlere şöyle demelerini tavsiye ediyor:
 
“... Ey Rabbimiz! Yalnız Sana güvendik, yalnız Sana yöneldik, zira bütün yollar Sana çıkar.”  (Mümtahine, 60/4. Bir benzeri; Şûra, 42/10)


 Allah (c.c.) mü’minlere hem Allah’a yönelmelerini (Zümer, 39/54), hem de kendisine yönelenlerin yolunu izlemelerini emrediyor. (Lukman, 31/15)
Kur’an, yerin ve göğün düzenini hatırlattıktan sonra, bu gibi âyetlerde Allah’a yönelenler için ibretler olduğunu açıklıyor. (Sebe’, 34/9. Bir benzeri; Mü’min, 40/13. Kaf, 50/8)

Allah (c.c.) kendisine içten, samimiyetle yönelenleri doğru yola iletir. (Şûra, 42/13. Ra’d, 13/27. Kaf, 50/33)

Kur’an,  Hz. Davud hakkında şöyle diyor:
“... Derken Davud, bizim kendisini sınadığımızı farketti, hemen Rabbinden af diledi ve baş eğip iki büklüm bir halde tevbe ederek rabbine yöneldi.” (Sad, 38/24)  

Burada Davud’un (a.s.) tevbe edip Rabbine yöneldiği konu, kendisine davalı olarak gelen kimseler hakkında acele karar vermesi olabilir. Eğer bu bir hata ise, hatadan pişmanlık duyup Allah’a af ve mağfiret için yönelme ‘inâbedir.’

 İstiğfar: kelimesinin aslı olan ‘ğafera’ filiili türevleriyle birlikte, Kur’an’da iki yüz otuz dört yerde geçmektedir. Bunlardan yetmişiki tanesinde er-Rahim ismiyle, diğerlerinin de çoğunlukla Allah’ın affedici, çok bağışlayıcı, yumuşak davranıcı, çok seven oluşunu ifade eden sıfatlarla gelmesi dikkat çekicidir.
Allah (c.c.) mü’minlere istiğfar etmelerini emrediyor:
“... Şimdi Allah’tan mağfiret dileyin: İyi bilin ki Allah, tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.”  (Müzemmil, 73/20. Bir benzeri; Fussilet, 41/6) “Rabbinizden bağışlanma dileyin, doğrusu O çok bağışlayandır (Ğafûr’dur)” (Nuh, 71/10)
İstiğfar, söz ve fiille Allah’tan bağışlanma (mağfiret) dilemedir.2  
Tevbe: kelimesi Kur’an’da, fiil, masdar, tekil ve çoğul olarak seksen sekiz yerde geçmektedir.
Mü’min, kendisine haram veya mekruh olarak yasaklanan bir fiili yaptığı, ya da emredilen bir şeyi yerine getirmediği zaman, öncelikle bunun bir hata olduğunu anlamalıdır. Bu hatasından/günahından dolayı pişman olmalı  (nedâmet duymalı).  En azından kendi kendine bunun bir günah, Allah’a karşı saygısızlık olduğunu itiraf etmeli. Günahtan duyulan pişmanlık tevbe gibidir.3 Arkasından hemen tevbe etmeli, yaptığı hatanın bağışlanmasını Allah’tan dilemelidir. Bu aynı zamanda ‘istiğfar’dır. Yani Allah’tan bağışlanma dilemedi. Günahların bağışlanması istenirken yapılacak iş, bütün bir benlikle, yürekten bir titreme ile Allah’tan korkarak ve O’ndan umarak, samimiyetle O’na yönelmedir. Bu da inâbedir. İstiğfar bir açıdan nedâmeti, tevbeyi ve inâbeyi kapsar. Bir açıdan ise tevbeyi tamamlayan duadır. Tevbe, günahtan vazgeçme, onları terk, istiğfar ise onların affını istemektir.

İstiğfar tevbe ile birlikte yapıldığı gibi, bir günaha bağlı olmadan da yapılabilir. Zira böyle bir istiğfar Allah’a saygı, O’nu anmak ve insan olarak kendi kusurunu, eksikliğini ve acizliğini bilmektir. Hadislerde geçtiği gibi hiç bir kul Allah’ın O’nun övdüğü gibi övemez.4 Hiç bir kul Allah’a O’nun layık olduğu kadar ibadet edemez. Bunun farkında olan mü’min her zaman istiğfar eder. Nitekim Peygamber (s.a.s.) günahsız olduğu halde her gün defalarca istiğfar ederdi.

“Kalbimin üzerini unutkanlık (sıkıntı-gaflet) kaplar da bunun için günde yetmiş defa istiğfar ederim.”5

Tevbe Ne Demektir  
Tevbe;  günahtan veya hatadan geri dönmek, onları terk etmek demektir. Bir başka deyişle, günah işlemekten vazgeçmek,  itaat etmeye yönelmektir.6 Bu, özür dilemenin bütün yönlerini kapsar. Zira özür dilemekte üç önemli unsur vardır.  Özür dileyen, “ben yapmadım” diyebilir. Ya da “şu sebepten dolayı yaptım” diyebilir. Ya da “ Evet, hata yaptım/günah işledim, ama onu tamamen terk ediyorum” der. İşte bu sonuncusu tevbedir.  
Din dilinde tevbe; günahı çirkin görerek onu terk etmek,  bundan dolayı pişmanlık duymak, tekrar günaha dönmemeye azmetmek, mümkün olduğu kadar ibadeti çoğaltarak Allah’a dönmek demektir. Bu dört şart bir araya geldiği zaman tevbe gerçeşleşir.7

‘Tevbe’, kula nisbet edildiği zaman, geçici olan günah halini terkedip düzgün hale (salah haline) dönmek, Allah’a nisbet edildiği zaman ise, geçici olan gazap (kızgınlık) halinden asıl olan rahmet ve af (bağışlama) haline dönmek demektir. Kul hata ettikten, dinen günah kazandırıcı bir şey yaptıktan sonra pişman olur, hatasını anlar ve Rabbine döner, O’ndan bağışlanma diler. Allah (c.c.) onun bu şekilde kendisine dönmesini kabul eder.  
‘Tâib’, tev­be eden demektir. Tevvâb, tevbeleri çok çok kabul eden anlamındadır. Allah’ın isimlerinden biri ‘et-Tevvâb’dır. Kur’an’da 9. sure Tebuk savaşından mazeretsiz geri kalan sahabelerden bahsettiği için Tevbe adını almıştır. Kur’an’da tevbe fiili insanlar için kullanıldığı zaman tek başına, Allah (c.c.) için kullanıldığı zaman ‘ala’ edatı ile kullanılmaktadır. Böylece ‘Allah kuluna tevbe etme gücü verdi, kul da tevbe etti’ anlamı ortaya çıkar.
Şu âyette aynı anlamı bulmak mümkün:
“… Sonra Allah tevbe etsinler diye onları tevbe etmeye muvaffak (başarılı) kıldı…”  (Tevbe, 9/118)

Tevbe, kulun isyandan itaate, farzları yerine getirmeye, haramları terke dönmesi, emredileni yaparak, yasaklananı terk ederek Allah’a bir yönelmesidir. Tevbe, yalnızca yapılan bir hatadan pişmanlık duyup, Allah’tan af dileme değil, aynı zamanda sürekli dua ve istiğfar ederek temizlenme gayretidir. Allah’a müracaat ve O’na dönme edebidir. Bu bakımdan Kur’an mü’minlere ‘hep beraber tevbe edin’ (24/Nur, 31) diyerek, bu yönelişi haber veriyor.
Bir hatadan veya bir günahtan vazgeçme, pişman olma anlamında tevbe çok önemli olmakla beraber asıl önemli olan kulun yerine getirmediği dinî emirlerden dolayı yaptığı tevbedir. Çünkü insanın kalbinin ve bedeninin bir takım görevleri vardır. Allah (c.c.) insana o görevleri yerine getirmesini emretmiştir. Ancak insanlar ya cahilliklerinden, ya sapıklıktan, ya da hakka karşı inatçı olmalarından dolayı bu emirleri yerine getirmezler. Tevbenin büyüğü, bu türlü inatçılığı ve gafleti terkedip Allah’a itaat etmeye dönmedir.
Müslüman yapması gerektiği halde yapmadığı veya gereği gibi yerine getirmeyip kusurlu ve eksik şekilde yerine getirdiği hususlardan ve ihmalden de tevbe ve istiğfar etmelidir. Daha iyi (muhsin) ve daha takvalı (müttakî) olamamaktan, sâlih amel yarışında en ön sıralarda yer alamamaktan, canlı Kur'an olamamaktan dolayı da tevbe etmeli, mağfiret istemelidir.
Tevbe, günahların kötülüğünü anlayıp Allah'a yönelmek, bağışlanma dilemektir. Tevbe, işlenilen günah sebe­biyle uğratılacak azaptan kurtuluş vesilesidir; tevbe bir müjdedir: Allah bu şekilde tevbe edenleri övüyor. (Tevbe, 9/112)
Tevbe etmek Allah’ın emridir
Allah (c.c.) pek çok âyette kullarına tevbe etmelerini tavsiye ediyor.  
“Allah’tan mağfiret/bağışlanma dile (istiğfâr et); Gerçekten Allah, Ğafûrdur/çok bağış­
layıcıdır, Rahîmdir/ziyadesiyle merhamet edendir.” (Nisâ, 4/106. Bir benzeri; Nur, 24/31)
“Hiç şüphesiz Allah, çok tevbe edenleri ve çok temizlenenleri sever.” (Bakara, 2/222)
“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, Ğafûr Rahîm’dir/çok ba­ğışlayan, çok merhamet edendir. Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O’na teslim olun; sonra size yardım edilmez.” (Zümer, 39/53-54)
 “Ve Rabbinizden mağfiret/bağışlanma dileyin (istiğfâr edin), sonra O’na tevbe edin...” (Hûd, 11/3)
Tevbe Etmeyenler Zalimdir
Tevbe, kurtuluş umuduyla Allah’a yönelmek, kurtuluş ümit etmektir. Tevbe etmemek ise zâlim olmak, nefse zulmetmektir. Tevbe etmemek, imandan son­ra fısktır, Allah’ın yolundan ayrılmaktır.
“... İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (Hucurât, 49/11)
Tevbe, insanın kendine zulmetme­sinden sonra, durumunu fark edip o hatadan vazgeçmesi, kurtulması, yani kendisini düzeltmesinin adıdır.
 
“Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak ki Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (Mâide, 5/39)
Kim Allah’ın emrine karşı gelirse o kendi nefsine karşı zulüm işlemiş, zalim olmuş olur. Nitekim Âdem ile eşi cennnete işledikleri hata sebebiyle şöyle dua ettiler:

“(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’raf, 7/23)
Böyle kimseler buna rağmen tevbe etmezlerse, günahlarının bağışlanmasını istemezlerse, zalim olarak kalmaya devam ederler.

 Allah Tevbeleri Çok Kabul Edendir  
“Bu Kitap mutlak galip, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı çetin, lütuf sahibi Allah tarafından indirilmiştir.” (Mü’min, 40/2)

Kur’an ısrarla Allah’ın bağışlayıcı (Ğâfir), çok bağışlayıcı (Ğafûr), hatta çok çok bağışlayıcı (Ğaffâr) olduğunu vurguluyor. İki ayette Ğâfir, doksanbir ayette Ğafûr, altı ayette Ğaffâr olduğunu söylüyor.

 Onbir ayette Allah’ın et-Tevvab-tevbeleri çok kabul eden olduğu vurgulanıyor. Bunların dokuz tanesinin Rahim ismiyle gelmesi de dikkat çekici. Bu O’nun çok merhametli oluşundan dolayı kullarının pişmanlıklarına değer verdiğini, özürlerini dikkate aldığını, bağışlanma isteklerini kabul ettiğini haber vermektedir. Kullarına her zaman rahmetiyle muamele eden Allah’ cc) şüphesiz ki onların af istemelerini karşılıksız bırakmaz.
 

“Ancak, tevbe ve iman edip sâlih amel işleyenler başka; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. Kim tevbe edip sâlih amel işlerse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.” (Furkan, 25/70-71)

 “…Günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki!?” (Âl-i İmran, 3/135)  

 “Kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri ba­ğışlayan ve yaptıklarınızı bilen O’dur (sadece Allah’dır).” (Şûrâ, 42/25)

 Tevbede asıl olan, tevbenin direkt olarak Allah’a, aracısız olarak yapılması, içten gelen bir nedametle, O’na yönelerek hatadan dönüş sözü verilmesidir.

 Allah Tevbe Edenleri Bağışlar

 Allah (c.c.)’nun bağışlaması, af ve mağfireti bol olduğu için, şirk dışında bütün günahları istediği kimseler için affedebileceğini beyan ediyor.

 “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.” (Nisa, 4/48)
 
Bilindiği gibi İslâm’a iman etmek kendinden önceki bütün hataları siler. Allah’a şirk koşan müşrikler, yeniden iman ederlerse geçmiş günahları bağışlanır.
Rabbimiz, mu’minlere tevbe ve af konusunda genişlik veriyor.
“Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar.” (Zümer, 39/53)


 
 
Bu bağışlamanın şartı da şüphesiz ki tevbedir, günahtan vaz geçmektir, hatada ısrar etmemektir. Zaten takva sahibi mü’minler, bir hayâsızlık yaptıkları (günah işledikleri) zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen tevbe ederler, günahta bile bile ısrarcı olmazlar. (Âl-i İmran, 3/135)

 “Onlar, fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp anarlar ve günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler/günahlarının bağışlanma­sını dilerler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki!? Onlar, yaptıkları kötü­lüklerde bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmran, 3/135)

 

Kabul Edilebilecek Tevbe


 İslâm’a göre günahsız olanlar yalnızca peygamberlerdir. Günahsız toplum ve kişi düşünülemez. Çünkü kişi ‘beşer’ olması dolayısıyla her an nefsinin isteklerine ve şeytana aldanabilir. Önemli olan, günahı işledikten sonra, günahta ısrar etmemek, günahı savunmamak ve hemen vaz geçmektir. Tevbenin kabul edilebilir olması için samimiyetle, pişmanlıkla, bir daha geri dönmeme niyetiyle olmalı. Kur’an buna ‘nâsuh’ tevbesi demektedir.

 “Ey iman edenler! Allah’a nâsuh (kesin) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki, Allah, sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar…” (Tahrim, 66/8)

‘Nâsuh’, sözlükte, bir söküğü dikme, halis ve saf olma anlamlarına gelir. Buradan hareketle ‘nâsuh tevbe’, samimi, temiz ve insanın günah işleyerek zedelediği dini hayatını etkili bir biçimde tamir edecek ibadettir denilebilir.

 
Kur’an, mü’minlere sürekli tevbe etmelerini, Allah’a istiğfarda bulunmalarını, O’nun karşısında boyun bükmelerini söylüyor. Böyle kimseler, inkârcılar gibi değillerdir. Tevbe edenler aynı zamanda günahın zararını, tevbenin faziletini bilen insanlardır. (Zümer, 39/9)

 Buna göre tevbenin kabulündeki ilk şart o tevbenin ‘nâsuh’ olmasıdır. Nâsuh tevbe içtendir, samimidir, saf ve arı durudur. Onda ne gösteriş vardır, ne de ümitsizlik.  

 
“Allah’ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hik­met sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca ‘ben şimdi tevbe ettim’ diyen ve kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azab hazırladık.” (Nisâ, 4/17-18)

Tevbe Önemli Bir İbadet ve Zikirdir

 Allah (c.c.) kullarına tevbe etmelerini, hatalarından vazgeçmelerini, bir günaha düşerlerse, yalnızca kendisinden bağışlanma istemelerini emrediyor.8

Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor:  

 “Ey insanlar, Allah’a tevbe edin! Muhakkak ki ben (de en azından) günde yüz defa tevbe ederim.”

 İslâm’a göre ‘tevbe’ başlı başına bir ibadettir. Bu ibadette hem günah ve hatalardan vaz geçme, hem kulluk görevini yeniden yerine getirmeye dönüş, hem de Allah’a yakınlaşma ve zikir vardır.

Bir inkârcı müslüman olduğu zaman, bir müşrik şirki terk edip İslâm’ın iman ilkelerini kabul ettiği zaman tevbe etmiş sayılır. Onların tevbeleri iman etmeleridir. Demek ki tevbe ya inkârdan, ya günahtan, ya da Allah’ın emrini yerine getirememekten dolayı yapılır. Müslüman, günahından ihlâslı bir şekilde tevbe ederse bu tevbesi kabul edilebilir. Bu kabul edilmenin anlamı, günahın verdiği zarardan kurtulmaktır. Kişi tekrar işlediği eski günaha dönmezse, o günahın dünyalık ve Ahiretteki zararından kurtulması ümit edilir.

Tevbenin zıddı inat, kibir ve hatada bile bile ısrardır; bunlar da şeytanın ve şeytan karakterindeki insanların özellikleridir. Âdem'le şeytanın farkı tevbede ortaya çıkmaktadır. O yüzden Âdem gibi olmak, yani adam olmak, şeytanlaşmamak için, bir hata yap­mış olsak hemen tevbe çeşmesiyle arınmamız temel şarttır. Bilindiği gibi, Allah’ın secde emrini dinlemeyen İblis, yaptığı hatayı savundu, isyanından dolayı pişman olmadı, tevbe etmedi. Bu yüzden de ebediyyen kovulmuşlardan oldu. Günahta ısrar ve kibirlenmek tevbenin önünde engeldir. Hz. Âdem (a.s.) ve eşi ise, işledikleri günah­tan dolayı pişman oldular, Allah’a tevbe ettiler ve tevbeleri kabul edildi.  (Bakara, 2/37)

Tevbenin bir başlangıcı bir de sonu vardır. Tevbenin başlangıcı, dosdoğru bir yol (sırat-ı müstakîm) üzerinde Allah’a dönüştür. Bu doğru yolu insanlar için O koydu. Kullar bu yolda yürüyerek O’nun rızasına ulaşırlar. (En’am, 6/153. Şûra, 42/52-53)Tevbenin sonu ise ahirette Allah’a dönüş ve O’nun kendisini Cennete ulaştıracak yola giriştir. Kim dünyada tevbe ile Rabbine dönerse; Ahirette de sevabını (karşılığını) almak üzere yine O’na döner. (Furkan, 25/71)
Hüseyin Kerim ECE
Vuslat dergisi.com

 
Kısmen de olsa düzenleme ve düzeltme yaptım...eksik varsa...
« Son Düzenleme: 29 Ocak 2012, 11:07:37 Gönderen: mazhar »

Çevrimdışı yaradana kurban

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 16
Ynt: Zamanın sahibini bulma yolunda..
« Yanıtla #78 : 30 Ocak 2012, 23:43:09 »
Allah razı olsun kardesim umarım bu yolda daimi olanlardan oluruz
Beni bir ben bilirim bir de Yaradan
Bana bir ben lazımım birde anlayan

Çevrimdışı Tesniye

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 393
  • Nişan aldık yıldızları..
Ynt: Zamanın sahibini bulma yolunda..
« Yanıtla #79 : 31 Ocak 2012, 19:56:56 »
Bundan yıllarca önce, Şeriata sımsıkı bağlı muhterem bir şeyh efendiye sormuştum: Zamanın İmamını bilmiyoruz. Ona nasıl biat edeceğiz? Şu cevabı vermişti: “Gıyabında biat edersiniz...” Yani “Ben zamanın İmamını bilmiyorum. Binaenaleyh o zat kim ise, neredeyse kendisine biat ediyorum...” diyerek biat etmek gerekir.

En azından, ulaşamayanlar için böyle gıyapta bir biat bizi inşaAllah vebalden kurtarır.

M.Şevket Eygi'den
« Son Düzenleme: 31 Ocak 2012, 19:58:40 Gönderen: Tesniye »
Ezeli sırları ne sen bilirsin ne de ben
Bu muammayı ne sen okuyabilirsin ne de ben
Perde ardında sen ben dedikodusu var amma.
Perde kalktı mı ne sen kalırsın ne de ben..
<< Lüzumsuz Konular Atlası >>

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Zamanın sahibini bulma yolunda..
« Yanıtla #80 : 01 Şubat 2012, 00:46:32 »
Bundan yıllarca önce, Şeriata sımsıkı bağlı muhterem bir şeyh efendiye sormuştum: Zamanın İmamını bilmiyoruz. Ona nasıl biat edeceğiz? Şu cevabı vermişti: “Gıyabında biat edersiniz...” Yani “Ben zamanın İmamını bilmiyorum. Binaenaleyh o zat kim ise, neredeyse kendisine biat ediyorum...” diyerek biat etmek gerekir.

En azından, ulaşamayanlar için böyle gıyapta bir biat bizi inşaAllah vebalden kurtarır.

M.Şevket Eygi'den


Teşekkürler.Duymamıştım...Çok güzel...

Çevrimdışı yagub

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 44
  • Oku ve Tefekkür Et.
    • http://www.bilinmeyennamrun.com/
Ynt: Zamanın sahibini bulma yolunda..
« Yanıtla #81 : 06 Şubat 2012, 16:36:38 »
SELAMÜN ALEYKÜM;

Hangi kategoride okuduğumu unuttum ama bu sitede bir yerde okumuştum, birazı aklımda kaldı.

 ''Bazıları ben mürşit falan tanımıyorum benim mürşidim peygamber diyorlar''  böyle bir ibare geçmişti ve buna cevap veriliyordu.
 Düşündüm ve aradım ama bulamadım, bilen varsa bir yol gösteriverirse sevinirim.

selametle....
« Son Düzenleme: 08 Şubat 2012, 13:49:23 Gönderen: yagub »
OKU VE TEFEKKÜR ET.

Çevrimdışı yaradana kurban

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 16
Ynt: Zamanın sahibini bulma yolunda..
« Yanıtla #82 : 09 Şubat 2012, 23:38:30 »
Bundan yıllarca önce, Şeriata sımsıkı bağlı muhterem bir şeyh efendiye sormuştum: Zamanın İmamını bilmiyoruz. Ona nasıl biat edeceğiz? Şu cevabı vermişti: “Gıyabında biat edersiniz...” Yani “Ben zamanın İmamını bilmiyorum. Binaenaleyh o zat kim ise, neredeyse kendisine biat ediyorum...” diyerek biat etmek gerekir.

En azından, ulaşamayanlar için böyle gıyapta bir biat bizi inşaAllah vebalden kurtarır.

M.Şevket Eygi'den
Çok güzel Rabbim hepimize zamanın sahibine biat etmeyi nasip etsin
Beni bir ben bilirim bir de Yaradan
Bana bir ben lazımım birde anlayan

Çevrimdışı nefer

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 1
Ynt: Zamanın sahibini bulma yolunda..
« Yanıtla #83 : 25 Mart 2012, 13:21:11 »
esselemünaleyküm mevzuu güzel.şiir yeter herhalde.
gel hey kardeş hakkı bulayım dersen
bir kamil mürşide varmayın'colmaz
varıpta sözünü tutmayın'colmaz.
Allah yÂr ve yardımcımız olsun

Çevrimdışı adıgüzel

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 130
Ynt: Zamanın sahibini bulma yolunda..
« Yanıtla #84 : 21 Mayıs 2012, 19:46:06 »
Alıntı yapılan: ankebut-57
Gemi gider içinde paspasda gidermiş. Mühim olan o gemiye binmek...


 :x  :x
Doğrunun doğruluğu bütün sülalesine akseder hepsini hayra götürür.

Çevrimdışı erdemlim

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 5
Ynt: Zamanın sahibini bulma yolunda..
« Yanıtla #85 : 10 Aralık 2012, 12:16:03 »
Esselamu Aleykum,
Bu konuda sorulan "mürşidi nasıl bulurum" sorularına cevap verilmiş. Ama kardeşlerimiz dikkatli okumamışlar zannederim:

Alıntı
Abdülkadir Geylani (k.s.) Hazretleri bir sohbetinde dinleyenlerine şöyle der;
"Salih zatların peşine takıl.Kimin Salih kimin münafık olduğunu bilemediğin için gece kalk; iki rekat namaz kıl ve ardından şöyle dua et:
- Ya Rabbi! Bana Salih kullarını göster.Beni sana getirecek klavuzu göster.Gözümü sana yakınlık nuru ile nurlandırarak mükemmelleştir.Bana başkalarının gördüklerini anlatan değil, bizzat gördüklerini haber verecek bir klavuzu bildir"

Konunun özü budur. Yani Allah'a,  İstihare namazı, daha önemlisi, hacet namazı kılarak müracaat edip, rehberini O'ndan(CC) sormak.
 
« Son Düzenleme: 11 Aralık 2012, 11:11:00 Gönderen: erdemlim »

Çevrimdışı erdemlim

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 5
Ynt: Zamanın Sahibini Bulma Yolunda ...
« Yanıtla #86 : 11 Aralık 2012, 11:37:08 »
Alıntı
''Bazıları ben mürşit falan tanımıyorum benim mürşidim peygamber diyorlar''  böyle bir ibare geçmişti ve buna cevap veriliyordu.
 Düşündüm ve aradım ama bulamadım, bilen varsa bir yol gösteriverirse sevinirim.

TEVBE-100. İlk muhacirler ve ensar ile onlara ihsanla tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.

Bu ayetten anlıyoruz ki, Peygamber SAV.i göremeyenler, O'na ulaşamayanlar, Sahabeye tabi' olmuşlar. Bu şekilde ittiba' edenlere Tabiin denmiştir. Sahabeyi göremeyen, onlara  tabi' olamayanlar da Tabiin'e ittiba' etmiştir. Bunlara tebe-i tabiin denir.
Bu ittiba' zinciri günümüze dek tasavvuf kültürüyle gelmiştir.
''Bazıları ben mürşit falan tanımıyorum benim mürşidim peygamber diyorlar''
böyle diyenler, Kur'an'ın bu hükmünden habersizdirler. Tabiin ve tebe-i tabiinden daha akıllı, bilgili olduklarını zannedenlerdir.

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Zamanın Sahibini Bulma Yolunda ...
« Yanıtla #87 : 11 Aralık 2012, 20:47:20 »
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).


yâ eyyuhâ   : ey!
ellezîne âmenû   : Allâh'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler
ittekû Allâhe   : Allâh'a (c.c.) karşı takvâ sahibi olun
ve ibtegû   : ve isteyin!
ileyhi el vesîlete   : O'na ulaştıracak vesileyi
ve câhidû fî sebîli hi   : ve O'nun yolunda cihad edin
lealle-kum   : umulur ki böylece siz
tuflihûne   : felâha, kurtuluşa erersiniz

Hasan Basri Çantay

    Ey îman edenler, Allahdan korkun, Ona (yaklaşmıya) vesîyle arayın ve onun yolunda savaşın. Tâki muradınıza eresiniz.


Ömer Nasuhi Bilmen


    Ey imân edenler! Allah Teâlâ'dan korkunuz ve O'na vesile arayınız ve O'nun yolunda mücâhedede bulununuz ki, felâh bulabilesiniz.


Elmalılı Hamdi Yazır


    Ey o bütün iyman edenler! Allahdan korkun ve ona yaklaşmağa vesile arayın ve onun yolunda mücahede edin ki felâha irebilesiniz


Elmalılı (sadeleştirilmiş)


    Ey iman edenler, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile arayın, O'nun yolunda cihad edin ki, mutluluğa erebilesiniz.


Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2)

    Ey inananlar, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya yol arayın ve O'nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.



Çevrimdışı tk1978

  • IZLEMCI
  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 448
Ynt: Zamanın Sahibini Bulma Yolunda ...
« Yanıtla #88 : 11 Aralık 2012, 22:35:20 »
Kurani Kerimin mucizelerin´den biridir bu Ayeti Kerime. Sirasiyla Allahüteala ne olmasi gerektigini diyor. Önce vesileyi bulup, ondan sonra onun vasitasi ile Cihadi emr ediyor. Vesile varmiymis diyenlere´de kapak olsun.

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Zamanın Sahibini Bulma Yolunda ...
« Yanıtla #89 : 11 Aralık 2012, 23:04:15 »
Manası: Ey iman edenler. Burada iman edenlere bir hitap var. İmansızlara çağrı yok. ondan sonra Allah'tan korkunuz hitapı var.Yani önce iman şartı,sonra Allahtan korkmamız emrediliyor. ittekullahe korkunuz. o Allah'a giden yoldavebtegu ittiba ediniz tabi olunuz.neye-kime ? Allah giden yolda bir vesileye tabi olunuz. yani, bir rehbere,bir vasıtaya,bir vesileye tabi olmamız emrediliyor. ondan sonra, Allah yolunda  cihad edin. umulur ki felah kurtuluşa erersiniz.

  Bildiğiniz gibi cihad iki türlü yapılır. Cihad-ı zahiriyy-i askar.cihadı batınıy-ı ekber.Küçük cihad,büyük cihad,Malla mülkle yapılan cihad,Mefisle yapılan cihad