Gönderen Konu: Tasavvuf ve Maneviyat Dünyamız  (Okunma sayısı 109972 defa)

0 Üye ve 6 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1338
Tarikattaki İsraflar Nelerdir?
« Yanıtla #75 : 27 Kasım 2008, 11:59:49 »

Şeri`at`te israf, doyduktan sonra yememektir.
EHL-İ-TARİK`in israfı ise, doyuncaya kadar yemektir.
EHLULLAH`ın israfı ise Huzur-u-ma Allah`sız yemektir.
VELİYULLAH`ın israfı ise, emniyet ile yemektir.
Bu ve buna benzer şeylerde, israf bunun gibidir.Mesala, şeri`atte giyecek şeylerin israfı, haddini tecavüz ettirmektir.
Tarikatte, yetecek kadarından fazlası israftır.
Ehlullah`a göre elbise giyilince, emniyetle muhabbet etmek israftır.
Veliyullah`a göre elbise giyilince, emniyetle muhabbet etmek israftır.
Dünya meta`ından olan bütün eşyanın israfı, bundan kıyas olunmalıdır.Hepsi belirtildiği gibidir.
İSRAF, şeri`at dilinde boş, faydasız ve manasız söz söylemektir.
Tarikatte, faydalı ve manalı şeyleri söylemektir.Çünkü, tarik ehline boş faysasız ve manasız sözleri söylemek değil, faydalı ve manalı sözleri söylemek hiçbir şekilde el vermez.Çok söz söylemek, kalbi öldürmektir.Bu sebeple aşık-ı didar olan kimseler, Cenab-ı Hakkın rızasını düşünürler ve rızaya uygun sözler söylerler.Yani, şeraite dair tarikat usulünden söz söylemeye ruhsat vardır, arta kalanlar israftır.
Ehlullahà göre, huzur-u-ma Allah`sız söz söylemek israftır.
Uyku da böyledir:Şeraitte, 8 saatten fazla uyku israftır.
Tarikatte, altı saatten fazla olursa israftır.Hem de, yatacağı zaman abdest almak ve teveccüh ile yatmak gerekir.Tarik ehlinin uykusunda, bu üç şart vardır ki, eğer birisi eksik olursa, o gece uykuyu israf etmiş olur.
İsraf da haramdır.Tarikatte haram olan, hakikatte küfürdür.Bu yüzden, hakikatten uzak kalmasına sebep olur.
Ehlullah`a göre, huzur-u-ma Allah`sız uykuya yatmak israftır.
Veliyullaha göre huzuru filahsız uykuya yatmak israftır.
Bütün mübah olan şeyler, böyle hareket edilirse, hürmet altına girer.


"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1338
Mürakabe ne demektir?
« Yanıtla #76 : 28 Kasım 2008, 11:56:51 »
Zakir, zikrinin neticesi olarak bazı belirtiler zuhur edince, mürşidine bildirir ve onun izin ve icazeti ile zikri terk ederek mürakabe`ye başlar ki, bu mürakabeye Hadis-i şerifte işaret vardır:
Mana:Bir saat tefekkür etmek, yetmiş yıl ibadet etmekten hayırlıdır, buyurulmuştur.Bir ayet-i kerime de:
Mana:Nice adamlar vardır ki; ne ticaret, ne alış veriş onları Allahu Tealayı zikretmekten men`edip alıkoyamaz.(En-Nur:37) buyurulmak suretiyle, mürakabeye işaret olunmuştur.
Salik, alışık olduğu teveccühle, kalbinde müşahadesine muvaffak olduğu yedi letafin belirtilerini, nefiy ve isbat ve bütün ihsanullarının lütfu ile ve tam temizlik içinde, kıbleye yönelerek oturmalı ve mürakabede bulunmaldıır.Bu mürakabenin en az bir saat olması lazımdır.Daha fazla olursa aşk olsun; Allah rızasının yoludur ki, üç şekilde olur.
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1338
Salikin Mürakabesi Naıl Olur?Mürakabenin 3 Mertebesi Nedir?
« Yanıtla #77 : 29 Kasım 2008, 12:51:23 »
1-)Salik, yukarıda tarif olunduğu gibi, temiz ve gizli bir yerde oturur.Gözlerini yumar, kendisini bütün düşüncelerden uzaklaştırır.Sanki ölmüş gibi bütün azalarını hareketten alıkoyar.Bir kar ve zarar diyarı olan bu fani alemi, ins ve cini, melekleri, feriştehleri, hurileri ve gılmanları,cenneti ve cehennemi, yeryüzünden gökyüzüne ve gökyüzünden yeryüzüne varıncaya kadr her zerresiyle bütün mevcudatı,sanki hiç yaratılmmaış ve kendisi de mahv ve yokolunmuş farz ederek, her gün bu usül üzere mürakabe ile meşgul olur ve sonunda, Allahü sübhanehü ve teala`nın lütuflarıyla vuslat sırları fetholunur ve Allahü Teala`nın ihsanlarına mazhar olacağı umulur.
2-)Aynı şekilde mürakabe ile meşgul bulunduğu sırada, her türlü isteklerden, arzulardan vazgeçer, kendisini bütün düşüncelerden uzaklaştırır, zikrinde ve fikrinde hiçbir şey bırkamaz, ölü gibi bütün azasınu hareketten alıkoyar ve gözlerini kapayarak, emr-i hak vaki olmuşta ölmüş, mezara konulmuş, aradan uzun zaman geçmiş, teni ve kemikleri çürümüş ve büsbütün mahvolmuş, vücudundan hiçbir eser kalmamış farz ederek, en az bir saat, ortalama iki saat ve en çok üç saat müddetle bu murakabeye devam etmek suratiyle:
Mana:Ölmeden evvel ölünüz.
Sırrı fetholunur ve böylelikle Allahü Teala`nın lütuf ve ihsanına mazhar olunacağı umulur.
3-)Aynı şekilde mürakebe ile meşgul bulunduğu sırada, her türlü isteklerden arzulardan vaz geçer, kendisini bütün düşüncelerden uzaklaştırır, zikrinde ve fikrinde hiçbir şey bırakmaz, emr-i hak vaki olmuş, kabire konulmuş, bütün azası yok olmuş ve vücudundan hiçbir eser kalmamış kıyamet kopmuş, yeryüzünden gökyüzüne kadar bütün mevcudat mahvolmuş, Haktan başka bir şey kalmamış farzederek, bir saat, iki saat veya üç saat müddetle bu mürakabeye devam eden salike:
Mana: (Bugün mülk kimindir?) diye sorulur.Kimse cevap veremez.Allahü Teala buyurur: (Tek ve kahhar olan Allah`ın) El-Mü`min:16
Ayet-i kerimesinin sırrı zuhur eder, sessiz ve harfsiz:
MANA: Ey emin ve mutma`in olan nefis! Ondan razı olarak ve rızsını kazanmış bulunarak Rabbine dön! Gir, Salih kullarım zümresine…Gir, onlarla birlikte cennetime… El-Fecr:27,28,29,30 hitabına mazhar olur ve vuslat sırlarına kavuşmuş bulunur.
     Aşıkların al canını,
     Ver onlara cananını;
     Aşık neyler can-ü-teni?
     İster hemen cananını…
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1338
1-) Tecellisi gereğince, kendisinde başkalarını irşat kabiliyeti bulunduğundan, ona o veçhile hilafet verilir.
2-) Kendisinde irşat kabiliyeti bulunmadığından, ona da o veçhile ihsan olunur.
3-) Kabiliyeti dolayısıyla sülükü ihmal ettikten, ona da o veçhile ihsan olunur.
Ancak, bunlardan birisi tekmil-i sülük ederek, hilafet makamını ihraz edince:
-Halife oldum, ben de bir şeyhim derse Allah korusun bu büyük bir tehlikedir ki, yedi derya paklayamaz.
Salikin, bu makamda selameti kendisini herkesten aşağı görmesi ve şeyhine karşı teveccüh ve muhabbetini artırmasıdır ki, bu taktirde kendi derecesi yücelir ve yükselir.Eğer başkalarına karşı böbürlenir ve şeyhini eskisi kadar sayıp sevmezse, kendi derecesinden o kadar kaybeder ki, hesabını ve sayısını bulamaz.
Salik, bir anda arşı ve ferşi müşahade edebilecek kudrette olsa bile, yularının yine mürşidinin elinde olduğunu bilmeli ve her husuta teslim olmalıdır.
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1338
Müktedi salikin ve muktedi talibin teveccühü 3 şekilde olur
« Yanıtla #79 : 02 Aralık 2008, 13:30:05 »
1-) Şeyh huzurunda, dizi dize oturur gibi kıbleye yönelmeli, kendi kalbini bir tekneye veya başka bir kaba, şeyhinin kalbimi ise bir engin denize benzetmeli, kendi kabını altına tutup o en gin denize benzeyen mürşidinin kalbinden ilahi feyzi doldurmaya çalışmalıdır.Böylece, en az bir çeyrek saat, ortalama yarım saat ve en çok bir saat oturmalıdır.
2-) Şeyhini ibr çadıra benzetmeli, kendisini de o çadırın altında oturur farzederek dört yanından ilahi feyzin bu çadıra aktığını düşünerek durmalıdır.
3-) Şeyhinin ruhaniyetini, engin bir denize ve kendisini de bir damla gibi o engin denize karışmış farzetmeli ve böylece teveccühte bulunmaldır.
Bu üç şekilden hangisi kendisine daha kolay gelirse, ona devam etmeli ve ilk şekilde gösterildiği gibi, bir çeyrek saat, yarım saat veya bir saat, kendisini alıştırdığı müddet kıbleye müteveccih oturup, kendisine ihsan olunan zikrini ve teveccühünü bozmayarak okumalı, en sonunda FATİHA diyerek dua etmelidir.
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1338
Bu makamın rabıtası da 3 şekildedir
« Yanıtla #80 : 04 Aralık 2008, 12:09:18 »
1-) Salik, gezip oturduğu her yerde şeyhinin elinde ve daima huzurunda oturur gibi olmalıdır.
2-) Şeyhinin ruhaniyetini bir hırka, bir cübbe veya başka bir elbise gibi bedenine giymiş olduğunu ve her zaman onunla gezip oturduğunu düşünmelidir.
3-) Şeyhinin hırkası kenarına ve koltuğu altına gizlenmiş ve daima kendisiyle birlikte bulunur gibi olmalıdır.
Bu üsüller üzere giden salik, uykuya niyet edince, sanki başını şeyhinin mübarek ayaklarına koymuş da, orada uyuyor gibi yatmalıdır.
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1338
Mütevassıt salikin teveccüh ve rabıtası da 3 şekilde olur
« Yanıtla #81 : 05 Aralık 2008, 12:29:19 »
1-) Diz dize huzurda oturur teveccühünde, şeyhi huzurda bulduğu zaman; şeyhinin kendinsin alıp Huzur-u-faiz-in-nur Hazreti Resul-ü-Ekrem sallAllahü aleyhi ve sellem efendimize götürdüğünü farz etmeli ve sanki aleyhissalatü vesselam efendimizin müvacehe-i şeriflerinde bulunuyorlarmış da, kendisi şeyhinin hırkası altına gizlenmiş, Sahib-i şeriat efendimiz mücevherlerle bezenmiş yüksek bir kürsü üzerinde oturuyorlar, cihar-ıyar-ı Güzin efendilerimiz de sağ ve sollarında bulunuyorlamış gibi, huzur ve hüşu içinde bir çeyrek saat, yarım saat veya bir saat müteveccih durmaldıır.
2-) Çadır gibi şeyhini bürünmüş, her yandan ilahi feyzin nazil olduğunu görür gibi teveccüh ile şeyhini bulduğu zaman; şeyhinin bir örtü veya elbise gibi kendisini her yanından örtmüş ve kendisi içeride kalıp mahvolmuş ve bu hal üzere Huzur-u-pür-nur-useyyid-il-enbiya aleyhi ve alihi ekmel-ül-tehaya efendimize varılmış Resul-u-zişan efendimiz evvelce olduğu gibi yüksek ve müzeyyen bir kürsü üzerinde oturmuşlar, bütün enbiya-i izam ve resul-ü kiramdan aleyhimüsselam efendilerimiz de sağ ve sollarlında birer kürsüde oturmuşlar farz etmeli, şeyhini huzur saadete müteveccih oturmuş, ayn-i nur olan mübarek kalplerinden şeyhinin kalbine altın oluklardan ilahi feyizler aktığını düşünerek huzur ve huşü içinde. Bir çeyrek saat, yarım saat veya bir saat müteveccih durmaldır.
3-) Şeyhinin ruhaniyetini bir engin deniz ve kendisini de o engin denize karışıp kaybolmuş bir damlacık mesabesinde mahvolmuş teveccühünde şeyhini bulduğu zaman; o engin denizle Huzur-u-Hazret-i-seyyid-il-enbiya ve sened-il evliya veletkiyaya varıp, sAllahu teala aleyhi ve sellem efendimizin bütün mevcudatı kaplamış ve kuşatmış bir umman, sağ ve sollarında buluna enbiya-i izam ve resul-ü kiram aleyhimüsselamı da birer derya farzetmeli, bir engin deniz olan şeyhinin, bir umman olan Resulüllah`ta mahvolmuş bulunduğunu düşünmeli ve böylece huzur ve huşü içinde, bir çeyrek saat, yarım saat veya bir saat müteveccih durmalıdır.
Bu üç teveccüh şeklide zuhur eden eserleri, şeyhinden başka hiç kimseye söylemek gerekmez.Zira, Fena-fiş-şeyh makamıdır.

"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1338
Rabıta Ve Alakalı Konular
« Yanıtla #82 : 06 Aralık 2008, 11:37:09 »
RABITA:Rabıta farz ve sünnet türü bir ibadet olmayıp ihvanın yetişmesinde psikolojik ve ruh haline uygun olan bir ameldir
KURAN VE SÜNNETİN EMRETTİĞİ RABITA:Bazıları tasavvufta tarif ve tavsiye edilen rabıtayı tenkit etmekteler. Kimi bu tenkidin şiddetini artırıp rabıtaya şirk diyecek kadar ileri gitmektedir. Acaba birisine göre ibadet, diğerine göre felaket olan bu rabıta nedir?

Tasavvufta rabıta, terbiyenin temeli ve en büyük zikir sebebi görülürken, onu şirk gören kimse hangi delil ve mantıkla bu sonuca varabiliyor?

Gerçekten şirke götüren bir rabıta çeşidi mevcut mudur?
Rabıtanın Kur’an ve Sünnet’te bir örneği, benzeri, delili ve tarifi var mıdır? İnsan terbiyesi için rabıtanın gereği nedir? Bütün bunlar, cevap arayan sorulardır.


Aslında çözüm kolaydır. Aramızda bir ihtilaf varsa, yapılacak iş hakeme gitmektir. Din işlerinde hakem Kur’an ve Sünnet’tir. Biz de önce Kur’an ve Sünnet’e bakacağız. Onlarda rabıtanın nasıl ele alındığını inceleyeceğiz.

“Rabıta”, “ribat”, “murabata” kelime olarak “rabt” kökünden gelmektedir. Rabıta ve rabt, sözlükte iki şeyi birbirine iyice bağlamak anlamına gelir. Bu kelimeye, iki şeyi birbirine bağlayan ip, alaka, şiddetli muhabbet, münasebet, ilgi ve sevgi ile bir şeye bağlılık, cesur ve dayanıklı olmak gibi manalar da verilmiştir. (Cevherî, Sıhah; İbnu Manzur, Lisanu’l-Arab; Zebidî,Tacu’l-Arus.)

Bu kelimeler kullanıldıkları yere göre, bir şeyin üzerinde sabit durmak, kendini hapsetmek, başkasından kesilip bir şeye tam yönelmek gibi manalar da taşımaktadır. (Razî, Tefsir-i Kebir; Kurtubî, el-Cami li Ahkami’l-Kur’an; İbnu Kesir, Tefsir.)

Kur’an ve Sünnet’te anlatılan rabıta çeşitleri de, bu manaların birini veya birkaçını içermektedir.
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1338
Kuran-ı Kerimde Rabıta Geçiyor mu?
« Yanıtla #83 : 06 Aralık 2008, 11:39:13 »
Kur’an’da rabıta kelimesi açıkça zikredilmektedir. Bunu şu ayette görüyoruz:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sabredin, düşmanlarınız karşısında sebat gösterin, rabıta yapın / Allah’ın korumanızı istediği sınırları bekleyin, Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmran, 200)

Bu ayetteki “rabıta yapın” emri, her mümini ilgilendiren bir emirdir. Tefsirlerde burada geçen rabıtaya şu manalar verilmiştir: Düşmanların saldıracağı yerleri gözetleyin, sınırları bekleyin. Dininizi tehlikelerden koruyun. Nefis ve şeytan düşmanlarına karşı uyanık olun. Onların kalbinize girmesine yol vermeyin. Allah’ın çizdiği sınırları iyi gözetin, ilâhi hükümlere harfiyen uyun. Namaz vakitlerini gözetleyin ve mescitleri ibadet, taat ve zikir ile mamur edin. (Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur; İbnu Kesir, Tefsir.)

Yüce Allah’ın her müminden istediği rabıta, kalbini Yüce Allah’a bağlamaktır. Her işte O’nun rızasını gözetmektir. Bütün yaptıklarında helal ve haram sınırına dikkat etmektir. Kalp kâbesini günah kirlerinden temizlemektir. Oraya Allah’ın sevmediği şeyleri sokmamak için gönlü kontrol altında tutmaktır. Kısaca, Yüce Allah’ın düşman olduğu şeyleri gönülden çıkarmak ve kötülüklerin esaretinden kurtulmuş, hür bir müslüman olmaktır.

Rasulullah s.a.v. Efendimiz, “rabıta yapınız” ayeti indiği zaman, ashabına ayette anlatılan ribat ve rabıtanın ne olduğunu şöyle açıklamıştır:

“Zor ve sıkıntılı zamanlarda güzelce abdest almak, kalbi mescitlere bağlı olmak, ibadet yerlerine çokça gidip gelmek ve bir namazı kıldıktan sonra diğer namaz vaktini gözetlemek var ya; işte sizin için ribat budur, işte asıl ribat budur, işte asıl ribat budur.” (Buharî, Tirmizî, Nesaî, Malik)

Bu hadisten ribatın iki türlü manasının olduğunu anlıyoruz. Birisi manevi, diğeri maddi sınırları kontrol altında tutmaktır. Korunacak manevi sınırlar ilâhi emirler ve kalbimizdir. Maddi sınırlar ise düşmanın saldırı noktalarıdır.

Kalbin Yüce Allah ile ne halde olduğunu kontrol etmeye murakabe denir. Zahiri düşmanları takip ve kontrol etmeye ise mücadele denir. Her ikisi de mümin için vazgeçilmez birer vazifedir. Çünkü ayette kurtuluş bunlara bağlanmıştır.

"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1338
Ayetler ve İbretler
« Yanıtla #84 : 07 Aralık 2008, 12:05:00 »
Yüce Allah, Kur’an’da bütün varlıklara, yerlere, göklere, dağlara, denizlere, aya, güneşe, yıldızlara, geceye, gündüze, yağmura, rüzgara, insana, bitkilere, hayvanlara, tarihte olan olaylara “ayet”, “delil” ve “ibret” ismini veriyor ve onların yaratılmasına, seyrine, sevk ve idaresine, hareket ve sonuçlarına ibretle bakmamızı, onların üzerinde derin derin düşünmemizi emrediyor. Bir sivrisineğin halini, arının yaptığı balı, örümceğin ördüğü ağı misal vererek, akıl sahiplerinin ibret almasını istiyor. Cennet, Cehennem, Sırat, Mizan ve diğer ahiret hallerini safha safha anlatarak, hepsi üzerinde düşünülmesini bekliyor.

Kısaca önümüze iki türlü ayet konmuştur. Birisi Kur’an ayetleri, diğeri kainat ayetleridir. Yüce Allah, bütünüyle Kur’an ayetlerini düşünüp öğüt almamız ve Allah’ın tek ilâh olduğunu anlamamız için indirdiğini haber veriyor. (Nisa, 82; Yusuf, 2; İbrahim, 52 v.d.)

Aynı şekilde yerler, gökler ve içindekilerin de aynı hedef için yaratıldığını bildiriyor ve onlardaki bu ilmi insanların okumasını, içindeki mesajı almasını istiyor. (Bakara, 164; Âl-i İmran, 190-191; Yunus, 101 v.d.)

Bu ayetler bize sadece kainatta olanı biteni haber vermek, onların isimlerini öğretmek ve arada bir kendilerini konu etmek için anlatılmıyor. Bunların tek hedefi kalbi uyandırmak ve Yüce Allah’a bağlamaktır. Çünkü disiplinli düşünmek, bir halden diğerine geçmek içindir. Tefekkürle kalp dirilir, hali değişir, sıfatı güzelleşir. Bu dirilik ve güzellik diğer lâtifelere yansır. Kalp gibi ruh, sır, hafi, ahfa, vicdan, akıl ve şuur da ayet ve delilleri tefekkürün sonucu oluşan ilim ve feyzden nasiplenir. Sonuç güzel ahlâktır.

Tefekkürle cehaletten ilme, dünya hırsından zühde, kibirden tevazuya, benlikten edebe, nefretten sevgiye, korkudan emniyete, vesveseden zikre, boş işlerden ibadete, fani dostlardan ebedi sevgiliye yöneliş ve geçiş sağlanır. İşte buna seyr u sulûk, yani Allah’a gitmek denir. Bu hedefe giderken her şey bir vesileden ibarettir. Tefekkür de en güzel vesiledir. Bunun için, “uyanık kalple bir saat tefekkür yapmak, gaflet içinde bir sene ibadet yapmaktan hayırlıdır” denmiştir. (Ebu’ş-Şeyh, Kitabu’l-Azame; Gazalî, İhya)

Kur’an’da, ayetlerden ibret almak ve sonuç çıkarmak için samimi iman, uyanık kalp, güzel yöneliş, takva, temiz akıl ve sabır gerekli görülmüştür. İman etmeyen ve aklı midesine, kulağı para sesine, gözü cüzdanına bağlı yaşayan kimseler, bu halleriyle kör, sağır, dilsiz, hissiz ve kıymetsiz birer varlık olarak tanıtılmıştır.

Görüldüğü gibi tefekkür lazımdır. Tefekkürün hedefi şirkten kurtulmak, tevhide ve şükre ulaşmaktır. Bu şekilde tefekkür etmek, ibret almak, kendini kontrol etmek ve amellerini muhasebeye çekmek her müminin günlük amelleri arasında yerini almalıdır. Hadiste, aklı başında olan her müminin, gününün bir kısmını bu tefekkür için ayırması gerektiği belirtilmiştir. (İbnu Hıbban, Sahih; Ebu Nuaym, Hilye)



"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1338
Rabıta’nın bir çok çeşidi vardır
« Yanıtla #85 : 12 Aralık 2008, 11:14:00 »
I – Üstazın Huzurunda :
Mürid kendisini tahta oturmuş bir hükümdarın önündeki dilenci gibi düşünür. Kalbini de keşkül ( dilenci çanağı) gibi düşünerek onu hükümdarın önüne koyup bağışlayacağı şeyi bekler. Üstad hazır bulunduğundan burada hayal etmek gerekmez ve hayali rabıta yapılmaz. Mürid’de şuhud ( olağan dışı görüntüler), mahviyet ( kendini yok bilme), kalp sızlanması gibi şeyler olur ve korkmazsa bu hallerin artmasını ister.
Fakat korku olursa rabıtayı bırakır. Eğer kendisinde herhangi bir hal belirmezse mürit üstadından yardım istemeyi en büyük kazanç bilir. Çünkü aciz ve cimri değildir. Fakat her şey Allah-u Teala’nın (c.c) ezeldeki ilmine göre belirli bir zamanda olur, daha önce açığa bakmaz. Mürid nefsine : “ Büyüklere bağışlanan sevgi ve aşktan sana da pay verilir” diyerek avutur. Nefsi inanmaz ve kendisine; “Sen kötü talihli ve yoksunsun” diyerek karşı çıkarsa, mürit derhal Allah’a (c.c) sığınarak : “ Nefsim kusur sendedir” suçlamasıyla yalvarmalıdır.
Ayrıca nefsinin iyi işlerinden ve kemaliyetinden ( olgunluğundan) Allah’a (c.c) sığınmalıdır. Allah’ın ezelde kendisi hakkında iyilik ve yardımının olduğunu; yüce hedef ve amaçların O’nun bağışlanmasıyla gerçekleşebileceğini bilmelidir. Her türlü kemalatı ( olgunluğu) O’ndan istemelidir. Mürit yeteneğine güvenmemeli; yalnızca Allah’ın iyilik ve cömertliğini kendisi için yeterli görmeli ve üstadının yardımını dileyerek kesinlikle kendisiyle Allah-u Teala (c.c) arasında aracı olduğuna inanır. Bu düşünce onun nefsini tembellik ve ümitsizlikten kurtarır. Cenab-ı Hakk’ın (c.c) şu ayeti bunu göstermektedir.
“ Bizim yolumuzda ciddiyetle çalışanları, yolumuza ileteceğiz.”
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1338
Üstazın Bulunmadığı Yerde
« Yanıtla #86 : 13 Aralık 2008, 13:14:24 »
2-) Hatme yapılırken rabıta : Hatme başlamadan önce hatmenin hoş geçmesi, gönül rahatlığıyla yapılması ve mürşidinin orada hazır bulunması dilenir. Böylece onun yardımıyla kalp huzuru elde edilir. Hatme duası okunurken isimleri geçen tarikat büyüklerinin ruhaniyetleri hazırdır. Her biri kendine uygun muhabbet ( sevgi) , ma’rifet ( Allah’ı (c.c) bilme), dünyayı terk etme, sabır, sıkıntılara katlanma gibi kıymetli armağanlarla birlikte gelirler. Bu armağanların dağıtılması üstaz hatme yapılmasına aracı olduğundan onun eliyle olur. Hatme yapılması müritlerin yararı içindir ve onlar da bu armağanları ancak üstazlarından isterler.
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1338
Şekli ( suri ) ve manevi rabıta
« Yanıtla #87 : 14 Aralık 2008, 11:54:49 »
Şekli (suri) rabıta:Müridin şeyhini gözünde canlandırarak düşünmesidir. Sanki üstaz karşısından oturmuş, yüzü ayın ondördü gibi nur saçar. Oradan çıkan ışıklar müridin kalbine gelir, sonra da tüm bedenine yayılır. Şekli rabıtanın diğer bir çeşidi de müridin mürşidini tüm bedenini saran nurdan bir giysi gibi düşünmesidir. ( Telebbüs – elbise – rabıtası ) Bu giysiden yayılan ışığın kalbine, diğer latifelerine ve sonra tüm bedenine yayıldığını düşünür.
Bu tür rabıta, rabıtadan feyz alan kişilere verilir. Yine bu rabıta vesveselerine saldırısı arttığında, kalbin sıkıntı ve hayrete düştüğü anlarda ve üstazın müridin gözünde heybetinin kaybolduğu durumlarda yararlıdır. Bu rabıta şeyhin müride geçmesi ve birleşmesiyle olur. Bu durumda mürit kendisini zarf olduğunu, şeyhinin de içine girdiğini düşünür.
Bu şekilde mürit çoğu zaman hiçlikte olur; kendi yerine mürşidini görür, ondan fani (yok) olur ve onunla birleşir. Şöyle ki; birleşme ve yok olma ancak muhabbet ( sevgi) ve mahviyet’in ( kendini yok bilme) en son derecesinde gerçekleşir.
Manevi Rabıta:
Bu rabıta şekil ve nurlarla ilgisi olmayan, duyularla belirlenemeyen, yüce bir anlam olup ancak kalp ile bilinir. Şekli rabıtadan sevgi, manevi rabıtadan ise ihlas ( içtenlik ) doğar. Bazen her iki rabıta birleşir, parlak dolunay gibi mananın heybeti ve görüntüsü birlikte gözlenir. Düşünüş veya görünüşün sonucuna göre sevgi veya ihlastan her biri diğerini bastırır. Hangisi çoksa diğerini yok eder. Bazen de her ikisi eşit olarak beraberce bulunurlar.
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1338
Manevi Rabıtanın Çeşitleri
« Yanıtla #88 : 15 Aralık 2008, 12:29:10 »
Üstazın sözlü emirlerini o bulunmasa bile yerine getirmek; yasaklarından sakınmak; hoşlanmadığı şeyleri bırakmaktır.
 Üstazın her şeyi kuşattığını ve her şeyde tasarruf ettiğini ( etkileme yetkisi verildiğini) düşünmek; üstazın kemalatının dışa vurduğunu açıkça görmek.
 Üstazını görmeyi ve onunla buluşmayı kalbi yanarak aşırı istemek. Onunla ilgisi olan şeyleri ( evladını, mallarını, evlerini, bağlılarını ve hizmetçilerini) düşünmek. O’ndan ayrılmaktan üzülmek.
 Bir günahtan kaçınırken, yolda yemek yerken, üstazını kendi ile birlikte görmek. ( bu durumda edebli olunmalıdır. )
 Mürid uyurken, ayağını uzatırken ve abdest bozarken kıbleden sakındığı gibi üstazının bulunduğu yönden de sakınmalıdır.
 Üstazın bulunduğu yönü nurla kaplanmış, diğer yerleri karanlık görmek ve şeyhinin bulunduğu yöne yönelmek.
 Mürit bütün ibadetlerini hal ve hareketlerini tümüyle rabıta yapmalıdır. Namazdan, uykudan, ders alma e vermeden önce rabıta yapmalıdır. Çünkü ki rabıta arasında yapılan işler tamamen rabıtayla geçirilmiş olur.
 Uyandıktan sonra üstadını başı ucunda düşünmek. Böylece yatarken , kalkarken edebe uyulur.
 Dost ve arkadaş toplantılarında, yemek davetlerinde mürşidinden öğrendiği sohbetleri yaparsa maddi iştahtan önce manevi iştah elde edilir.
 Müridin hanımı ile buluşmadan önce mürşidinin sohbetini yapması çok yararlıdır. Buna özen gösterilmelidir. Bu sohbetten hanımında manevi şehvet doğar, sonra ruhta manevi sevgi oluşur.
 Müridin diğer alim ve şeyhlerin yanındayken ve özellikle kendi şeyhine karşı iseler rabıtaya önem verir. Böylece onlar mürşidine olan sevgi ve ihlası azaltıcı etkide bulunamazlar ve manevi halini ortadan kaldıramazlar.
« Son Düzenleme: 01 Mart 2010, 16:45:11 Gönderen: fazıl14 »
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1338
Haset ( çekememezlik) ve gıpta ( imrenme)’yı önleyen rabıta
« Yanıtla #89 : 16 Aralık 2008, 11:50:24 »
Güzel binek, değerli yiyecek, şahane evler, yeşil ve etkileyici yerleri gördüğünde mürit rabıta yaparak şu şekilde düşünür: “ Keşke mürşidim burada olsaydı şu su başında sohbet etseydi, ne güzel olurdu veya şu güzel giysileri giyseydi, şu güzel binite binseydi, şu şahane köşkte otursaydı.” Bu şekilde düşününce haset ve gıpta yerine sevgi doğar, insan günah işlemekten kurtulur. Ayrıca bu durum nazara ( gözdeğmesi) da engel olur.
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"