Gönderen Konu: Rûhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân'dan Derin Hakikatler  (Okunma sayısı 411826 defa)

0 Üye ve 15 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

Resülümüz(A.S)'ın  Bir Yahudiye Tevrattan Şişmanlığın Kötülüğünü Haber Vermesi

Rivayet olundu: Malik bin Sayf, Yahudilerin âlimlerinden ve büyüklerinden inatçı bir neferle beraber Mekke'ye çıktılar. Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine bazı şeylerden sualler sormak için...
Malik bin Sayf, şişman bir adamdı. Mekke'de Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine geldi. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri ona;
-"Musa (a.s)'a Tevrâtı indiren (Allah adına) doğru söyle; sen Tevrat'ta "Allâhü Teâlâ hazretleri, şişman âlimi sevmez," diye buluyor musun?" diye sordu.

O:
-"Evet!" dedi.

Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
-"Sen şişman bir âlimsin! Sen Yahudilerin sana yedirdiği şeylerle böyle şişman ve semiz oldun! Hiç oruç tutmadın!" Yani yemekten hiç kendini alıkoymadın... Orada bulunanlar güldü.

Malik bin Sayf rezil oldu. Ve kızgınlıkla;
-"Allâhü Teâlâ hazretleri, beşerden hiçbirinin üzerine hiçbir şey (yani bir kitap ve ilâhî hüküm) indirmiş değildir!" dedi.
Malik kendi kavmine (Yahudilere) döndüğü zaman, Yahudiler, kendisine;
-"Yazıklar olsun sana! Senden bize ulaşan bu Tevrat ne oluyor? Allâhü Teâlâ hazretleri, Tevrat'ı Musa (a.s)'a indirmedi mi? Neden o söylediğin sözü söyledin?" dediler.

O:
-"Muhammed beni kızdırdı, onun için öyle söyledim!" dedi.

Ona;
-"Sen kızdığın zaman, Allâhü Teâlâ hazretlerine karşı hak olmayan sözleri söylüyorsun, kendi dinini bile terk edip inkâr ediyorsun..." dediler.

Malik bir Sayf'tan riyaset ve ilmiyle vazifesini aldılar. Onun yerine Ka'b bin Eşrefi getirdiler. İşte bu hadise üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:7 S: 592)


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Şişmanlığın İyi Olmadığı
« Yanıtla #631 : 08 Nisan 2014, 12:52:41 »
Şişmanlığın İyi Olmadığı

Ebû Hüreyre (r.a.) hazretlerinden, Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinden rivayet olundu. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:

-"Muhakkak ki elbette büyük (azman gibi) ve şişman adam kıyamet günü gelir. O şişman kişi, Allah katında bir sivrisinek kanadına bile denk (ağırlığında) olmaz, istiyorsanız; şu âyet-i kerimeyi okuyun:
-"Artık kıyamet günü biz onlara hiçbir vezin tutturmayız!"


Âlimler bu hadis-i şerifin manasının şerhinde buyurdular:
-"Onlara sevap yoktur. Onların amelleri azap mukabilindedir. Kıyamet günü mizanlarında tartılan bir hasene (iyilik ve sevapları) yoktur.    Kimin hasene   (iyiliği)   olmazsa o kişi, cehennem ateşindedir...

Kurtûbî (r.h.) hazretleri "Tezkire"sinde buyurdular: Bu konuda, fıkıhta şu vardır. (Bu âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifte şu anlaşılıyor ki:)
Şişmanlamak için tekellüflere giren (ve çaba gösterenlerin) yerilmesi vardır. Şişmanlamak için çeşitli yemekler yemek ve onlarla meşgul olmak kişiyi gerçekten mekârim (değerli ameller, iyilikler ve birçok ibadetlerden) alıkoyar...
Belki (bu ayet-i kerime ve hadis-i şerifler) çok yemenin haram olduğuna delâlet eder. Kişinin vücudunu ayakta tutacak (ibadet yapmasına kuvvet verecek ve çalışmasına yetecek) yemekten daha ziyadesini yemesi ve şişmanlamaya çalışması haramdır.

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:7 S: 603-604)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Yemek Yemenin Dört Kısmı
« Yanıtla #632 : 09 Nisan 2014, 11:24:53 »
Yemek Yemenin Dört Kısmı

Muhakkak ki yemek (dört kısımdır:)
1- Farz,
2- Me'cûr (sevap olan yemek).
3- Mübah,
4- Haram.

Farz olan yemek, kişinin nefsini helâkten korumak (telef olmayı defetmesi için yemesi farz) olur.
Sevap olan yemek, kişinin oruç tutmak ve ayakta namaz kılmak (Allah yolunda cihâd etmek ve daha fazla ibadeti kuvvet olsun niyetiyle yemek yemesi üzerine me'cûr olur) sevap alır.
Mübah olan yemek, kuvvetinin tam artması için kişinin doyuncaya kadar yemek yemesi ise mubahtır.
Haram olan yemek, kişinin doyduktan sonra yemek yemeğe devam etmesidir. Ancak,
1- Yarının orucunda kuvvetinin olması kastı,
2- Misafirinin utanmaması (için doyduğu) halde yemeğe devam edebilir...

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:7 S: 604-605)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Hazreti Allah'ın İntikam Alması
« Yanıtla #633 : 11 Nisan 2014, 11:07:45 »
-"Zalim, yeryüzünde Allâhü Teâlâ hazretlerinin adlidir. Onunla intikam alır. Sonra da ondan intikam alır." (Hadis-i Şerif)
(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:8 S:139)


Hazreti Allah’ın  Buğz Ettiği  Kişiden  İntikam  Alma Şekli

Allâhü Teâlâ Azze ve Celle hazretleri buyurdu:
-"Buğz ettiğim kişiden, buğz ettiğim kişiler sebebiyle intikam alırım. Sonra da her ikisinin de varacakları yeri cehennem ateşi yaparım." (Hadis-i Kudsi)
(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:8 S:140)


Hazreti Allah’ın Münafıklardan  İntikam  Alma Şekli
-"Muhakkak ki, ben münafıklardan münafıklar vasıtasıyla intikam alırım. Sonra da (döner) bütün münafıklardan intikam alırım." (Hadis-i Kudsi)
(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:8 S:140)

Çevrimdışı Cennetül Firdevs

  • Her gönülde Allah'a ait bir emanet vardır..
  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 8
  • Hedefi olmayan.. Hedeftedir!...
Ynt: Rabıta Ehlinin Nail Olduğu Mükâfat
« Yanıtla #634 : 12 Nisan 2014, 13:34:23 »
Allah razi olsun.. Cok guzel bilgiler.
Rabıta Ehlinin Nail Olduğu Mükâfat

Ve düşmana karşı uyanık olup nöbet bekleyen rıbat ehli (rabıta ehli) salih kişinin ameli kıyamete kadar akıp gider.

Bu kişinin bir günü diğer kimselerin bin gününe eşit olamaz.

Onun rızkı ebediyyen kendisine verilir;(şehidler gibi) kesilmez.

Düşmana karşı uyanık olup bir gün nöbet beklemek (rabıta'da olmak) dünya ve dünyanın içinde olan her şeyden daha hayırlıdır.

Gereğince rabıta yapanlar(murabıtlar), kabir fitnesi (sualleri) ve azabından emindirler. Ve Allâhü Teâlâ hazretleri ona kıyamet gününde en güzel yerler ile ikramda bulunur.

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:11 S:168)
Hey gidi günler!
Allâh, kulunu azîz eder...
Kul, sapıtır ve kendini zelîl eder!
Bahâne aramasın kimse!
Herkes, hâline kendi müşterî olur...

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Kaza-i Muallâk, Kaza-i Mübrem ve Kader İle Alakalı Hususlar
« Yanıtla #635 : 14 Nisan 2014, 12:33:45 »
Kazâ-i Muallâk, Kazâ-i  Mübrem ve Kader İle Alakalı Hususlar

Kader ve Kaza: Kadere iman etmek imanın şartlarındandır.
Kader: ezelden ebede kadar hayır ve şer (iyi-kötü) meydana gelecek bütün hadiseler hakkında Cenab-ı Allahın kendi ilmi icabı bilip takdir buyurmasıdır.
"Şüphesiz k. biz her şeyi bir takdir ile (ölçüye göre) yarattık."
Kaza: Cenab-ı Allah'ın ezelde takdir buyurduğu hâdiselerin, zamanı gelince ilim ve iradesine uygun olarak meydana gelmesidir.

Kaza ikiye ayrılır:
1- Kazâ-i Mu'allak,
2- Kazâ-i Mübrem,

Kazâ-i Mu'allak: Şarta bağlı kaza demektir. Cenab-ı Allah, bazı hadiselerin meydana gelmesini şart ve sebeplere bağlamıştır. O şart ve sebepler gerçekleştiği zaman, o hadise meydana gelir.
"Allah, dilediğini siler (mahveder); dilediğini de yerinde bırakır (sabit kılar). Kitabın aslı O'nun katındadır."
Kazâ-i Mu'allak'ta iki kısma ayrılır.
1. Zahir olan Kazâ-i Muallak,
2. Gizli olan kaza -i Muallâk.

1- Zahir olan Kazâ-i Muallak: Levh-i Mahfuz’a vakıf olan enbiya ve evliyanın rahatlıkla görüp okuduğu ve anlayabildiği kazadır.
2- Gizli olan Kazâ-i Muallak ise, Levh-i Mahfûz'a vakıf olan enbiyâ ve evliyanın vâkıf olamadıktan, sebep ve şartları çok gizli ve sadece Allah tarafından bilinen kazalara denir.

Kazâ-i Mübrem: Herhangi bir şart ve sebebe bağlı olmayan kaza demektir. Muhakkak yaratılacak ve asla değişmeyecek bir kaza demektir.
"Benim katımda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim!" (Sureyi Kaf :29)

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:11 S:637-638)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Hasedle, Hazreti Allah'a Beş Yönden Karşı Gelinmesi ve Hased edici  Neye Benzer

Bazı hikmet ehli buyurdular: Hased eden (kıskanan) kişi, beş yönden Rabbine karşı sanki kavgaya girmişlerdir.

Birincisi: Kıskançlar, başkalarının üzerine zahir olan (başkalarına verilen) her nimet dolayısıyla kin ve nefret duyup buğzederler.

İkincisi: Bunlar, "Allahım Böyle değil de, keşke böyle taksim etseydin," diyerek, Allah'ın taksimine razı olmazlar.

Üçüncüsü: Kıskançlar; Allah'ım fazlı kereminden cimrilik ederler. Hâlbuki fazilet ve lütuf Allah’ındır, dilediğine verir.

Dördüncüsü: Kıskanç kişi, evliyâullahı küçümsemektedir. Çünkü onun gözden düşmesini ve elindeki nimetin gitmesini arzulamaktadır.

Beşincisi: Kıskanç kişi, düşmanına yardım etmektedir. Yani haset eden kişi, iblise yardım etmektedir.
Bil ki, hiç şüphesiz senin hasedin (kıskançlığın) düşmanına geçmez (zarar vermez) belki senin kendi nefsinin aleyhinedir.

Eğer senin halin; uyanık ve uykuda iken (rüya âleminde) sana keşfedilmiş olsaydı, ey kıskanç kişi sen nefsini şu şekilde görürdün: Biri düşmanına taş atmaktadır. O taşla ona isabet ettirmek ve onu öldürmek istemektedir. Amma atmış olduğu taş ona isabet etmemektedir, O taş düşmana isabet etmediği gibi geri sekerek, adamın sağ kaşını yarar. Taşı atan kişinin gadabı ziyadeleşir. Daha fazla kızmaya başlar, ikinci defa birincisinden daha şiddetli bir şekilde eline taş alıp düşmanına atar. Bu taş geri sekerek, sahibinin sol gözüne değer. Sol gözünü kör eder. Adam daha da gadablanır. Can havliyle bir daha alıp düşmana atar. O taş da geri sekerek kendisinin başını yarar, kanlar içinde kalır, dumanı ise sağ ve salimdir. Adamın attığı her taş kendisine dönmektedir. O taşlar kendisine döndükçe, kendisi zarar görmekte, gadablanmakta kan beynine sıçrar gibi olmaktadır. Kıskanç kişi, düşmanına attığı taşların her defasında geri sekerek kendisine dönmesiyle halk, onun çevresini sararak, kendisiyle alay etmeye başlarlar, insanlar, ona gülmeye başlarlar, işte hasûd (kıskançların) ve şeytanın emrine girenlerin hali budur.

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:1 S:733)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Kılınan Namazlara Verilen Sevaplar
« Yanıtla #637 : 30 Nisan 2014, 11:47:04 »
Kılınan Namazlara Verilen Sevaplar

Ka'bul-Ahbâr (r.h.) buyurdu:
Allâhü Teâlâ hazretleri, Musa (a.s)la münacatı esnasında ona şöyle buyurdu:

"Ey Musa! Ahmet (a.s) ve ümmetinin kılacağı dört rekât öğle namazının:
Birinci rekâtında onları mağfiret ederim.
İkinci rekâtta mizanlarını ağırlaştırırım.
Üçüncü rekâtta, onlar için teşbih ve mağfirette bulunan melekler tayin ederim. Gökte ve yerde onlar için istiğfar etmeyen hiç bir melek kalmaz. Meleklerin kendisi için istiğfar ettiği kimselere de ebedî azap etmem.
Dördüncü rekâtta onlara gök (yani rahmet) kapılarını açarım; huriler nazar eder.

Ey Musa! Ahmed (a.s) ve ümmetinin kılacağı dört rekât ikindi namazı(ından sonra) benden ne isterlerse (ve niçin dua) ederlerse, mutlaka onu yerine getirir ve hacetlerini gideririm.
Ey Musa! Ahmed (a.s) ve ümmetinin kılacağı üç rekât akşam namazında onlar için gök açarım.
Ey Musa! Ahmed (a.s) ve ümmetinin kılacağı dört rekât yatsı namazı, kendileri için dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır ve annelerinin kendilerini doğurduğu gündeki gibi (günahsız ve isyansız olarak) dünyadan çıkarlar."


(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:2 S: 689)

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Rûhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #638 : 30 Nisan 2014, 20:22:14 »

Bu kıymetli eserin yazarı Şeyh İsmail Hakkı Bursevi Hazretleridir.

Büyük keşif ve kerametler sahibi bir velidir.
1650-1725 yılları arasında yaşamış Bursa'da vefat etmiştir.
Her biri ortalama 200 sahife olan 106 kıymetli eserin yazarı büyük alimdir.

İsmail Hakkı Hazretleri bu tefsiri yazmasının sebebini şöyle anlatıyor: "Manevi babam Muhyiddin Arabi Hazretleri'nin yardım ve delaleti ile bir gün rüyamda Resulullah Efendimiz (s.a.v) bana ikramda bulundular. Arkamı sıvazlayıp tatlı bir ifade ile 'Ümmetim için bir tefsir yaz' diye emir buyurdular. Bunun üzerine Allah-ü Teâla'dan ve Resulullah Efendimiz'in (s.a.v) ruhaniyetinden yardım isteyerek bu tefsiri yazdım." İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri bu kıymetli tefsirini Bursa Ulu Cami kürsüsünde cemaate anlatarak 12 senede tamamlamıştır. Toplam 16 cilttir.




Kırkların Her Zaman Var Olduğu

Hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri buyurdular:

"Yeryüzü kırklardan asla boş olmaz. Yeryüzünde Halilü'r-Rahman (a.s) gibi (insanlığın iyiliğini düşünen) kırk kişi asla eksilmez. Onların sayesinde sizlere su (yağmur) verilmekte ve onların yüzü suyu hürmetine sizlere yardım olunmaktadır. Onlardan herhangi biri vefat ettiği zaman, Allah, onun yerine başkasını koyar."

Mesnevide buyruldu:

Eğer dua için temiz bir nefesin ve dilin yoksa temiz gönüllü evliya ve dostlardan dua iste.
============================================

Şeyhi Olmayanın Şeyhi Şeytandır.

Büyük evliya ve mürşidi kâmillerden Peygamberlerin vârisleri olanlar için bir nasip vardır.  Veya tezkiye (kulu kötü ahlak ve sıfatlardan temizleyip ruhen arındırma) babında bir nasipleri vardır. Kul için elbette bir delil ve mürşid lazımdır. Kul mürşid-i kâmil ile maksuduna erip, gerçek hidayeti bulmaktadır.

Ebû Yezid Bestâmî hazretleri buyurdular:
"Şeyhi olmayan kimsenin şeyhi şeytandır." 

Hafız buyurdu:
"Aşk yolunda delilsiz yola çıkılmaz. Zira yolda yüzlerce tehlike vardır. Mürşidsiz hedefe ulaşılmaz."           

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:2 S:77)
(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:1 S:553)


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Rabbin Rıza Yolu,  Kaygandır

Ebedî saadet ve Rabbin rıza yolu da kaygandır, insanı o yoldan ayıran ve dalâlete düşüren sapıklığa davet eden tuzaklar çoktur. Birçok kişinin ayaklan burada kaymıştır.
Ama kim Kur'ân-ı azim, kuvvetli şeriatın kanunları ve Kerim Rabbin beyyinâtına sımsıkı sarılan kişi, sırat-ı mustakîme hidayet bulur. Cehennem ateşine götüren iğvâ ve sapıklıklardan muhafaza eder. İpe kavuşan kişiler, elim azâb'dan kurtuldukları gibi...

(Ruhü’l Beyan Tercümesi C:3 S:658)


Hazreti Allah’ın  Razı Olduğu Ve Olmadığı Hususlar

Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
"Muhakkak ki Âllâhü Teâlâ hazretleri, sizin için üç şeye razı ve üç şeyide kerih görmektedir. Allâhü Teâlâ Hazretleri'nin sizin için razı olduğu şeyler:

1. Ona ibadet etmenizi,
2. Ona hiçbir şeyi şirk koşmamanızı,
3. Ve topluca Allah'ın ipine (dinine ve kitabına) sarılmanızı ve asla düşmemenizden razı olur.


Allâhü Teâlâ hazretlerinin sizden meydana gelmesine memnun olmadığı şeyler:

1. Kîyl-ü kal (dedikodu),
2. Çok soru sormak,
3. Ve malı zayi etmek.


"Topluca yemek yeyin. Ayrılığa düşmeyin' (ayrı ayrı yemek yemeyin) Çünkü bereket cemaat ile berabedir."

(Ruhü’l Beyan Tercümesi C:3 S:659)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ebu Cehil'in Putunun Resülümüze (A.S) Terbiyesizliği ve Bir Cinin Resülümüze Yardımı

Rivayet olundu:
Mekke kâfirleri, Efendimiz (s.a.v.) hazretlerini öldürmek üzere toplandılar. Onlar bu şekilde toplantı halinde iken İblis üzerlerine (yanlarına) girdi. Şeytan onlara sordu:
-"Neden böyle toplandınız?" onlar da toplanma maksatlarını şeytana anlattılar.

Şeytan Ebû Cehil'e:
-"Ey, Ebu'l-Hakem! Sen tapmakta olduğun putu ve ma'budunu götürüp, Muhammed'in önüne koysan ve orada ona secde etsen; belki o zaman Muhammed, senin putundan bir ses işitir." dedi.
Ebû Cehil'in cevher ve yakut ile bezenmiş (altın ve gümüşten) yapılma bir putu vardı. Onu sırtına aldı. Götürüp. Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin önüne koydu.
Ve orada putuna secde etti.

Sonra da puta:
-"Ey ma'bûdum! Biz sana ibadet ederiz ve sana yaklaşmaya çalışıyoruz. Bu Muhammed, sana (putlara) taptığımız için; bizi tenkit ediyor (bize ağır sözler söylüyor). Biz senden bize yardımcı olmanı ve Muhammedi tenkit edip ona (sövmeni) istiyoruz!" dedi.
Put hareket etmeye, konuşmaya ve Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin aleyhinde kötü söz söylemeye başladı.
(Üzüntü ve kederden) bir şey, Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin kalbine girdi. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, Hazret-i Hatice annemizin evine döndü.
Çok az bir zaman geçmeden hemen kapı çalındı. Elinde kılıç olan bir genç içeriye girdi. Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine selâm verdi.

O genç:
-"Ya ResûlAllah (s.a.v.)! Emret, senin emrini yerine getireyim!" dedi.

Efendimiz (s.a.v.) hazretleri ona:
-"Sen kimsin?" dedi.

O:
-"Ben cinlerdenim!" dedi.

Efendimiz (s.a.v.) hazretleri sordu:
-Senin kuvvetin ne kadara ulaşır?"

O:
-"Allah'ın izniyle. Hirâ ve Ebû Kubeys dağlarını yerinden söküp (onları omuzlayıp) denize atmaya gücüm yeter!"

Efendimiz (s.a.v.) hazretleri sordu:
-"Şu an nereden geldin?"

O:
-"Ben yedinci denizin adasındaydım. Cebrail Aleyhisselâm bana geldi ve Putun içine girip. Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine ağır sözler söyleyen falanca Şeytana yetiş ve hemen onu bu kılıçla öldür!" dedi. Bunun üzerine dördüncü kat yerde ona yetiştim ve onu öldürdüm, dedi.

Efendimiz (s.a.v.) hazretleri ona;
-"Sen dön! Muhakkak ki ben düşmanımdan dolayı sadece Rabbimden yardım dilerim!" buyurdular:

O genç;
-"Ya RasülAllah hazretleri benim sizden bir hacet ve dileğim var!" dedi.

-"(Nedir o?)

-"Dileğim, senin dün (az önce) olduğun mekâna geri dönmendir. Onlar gidip bunu (Ebû Cehil'e haber verip) ikinci kere putları getirip senin yanında yine ona secde ederler!" dedi.

Ertesi sabah Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, yanında Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) hazretleri olduğu halde, o yere gitti. Ebû Cehîl yanında putu olduğu halde yine geldi. Dün yaptığı gibi yaptı.
(Yani orada putuna secde etti. Sonra da puta:
-"Ey ma'bûdum! Biz sana ibâdet ederiz ve sana yaklaşmaya çalışıyoruz. Bu Muhammed, sana (putlara) taptığımız için; bizi tenkit ediyor (bize ağır sözler söylüyor). Biz senden bize yardımcı olmanı ve Muhammedi tenkit edip ona (sövmeni) istiyoruz!" dedi.

Put hareket etmeye, konuşmaya başladı.

Put:
-"La ilahe illAllah Muhammedü'r-Resûlüllah- Allah'tan başka ma'bûd yoktur. Muhammed (s.a.v.) Allah'ın resulüdür... Ben sadece bir putum! Ne kimseye fayda verebilir ve nede zarar!... Allâhü Teâlâ hazretlerini bırakıp bana tapanlara yazıklar olsun!" dedi.

Ebû Cehîl ve orada olanların hepsi bunu işittiler. Ebû Cehil ayağa kalktı putunu kırdı. Ve "Muhammed putları büyüledi" dedi.

Bundan anlaşıldı ki, Allahü Teâlâ hazretleri, zahir olan her şeyde hakkı söyler. Lakin münafık ve kâfir olanlar bunu işitmezler.

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:7 S: 372-373-374)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ad Kavminin Helak Olma Hadisesi
« Yanıtla #641 : 06 Mayıs 2014, 12:04:36 »
Ad Kavminin Helak Olma Hadisesi

Ad kavmi, Yemende "Ahkâf’ta oturuyorlardı. "Rimâl"dir ki, (Yani kumluk yerdir. Ona) Umman ile Hadramevt arasında geçmekte olan "Reml-i Âlic ve Dihmân" denilir. (Merkezleri burası olmakla beraber Ad kavmi) gerçekten yeryüzüne yayılmışlardı.
Allâhü Teâlâ hazretlerinin kendilerine vermiş olduğu kuvvet ile yeryüzünün ehlini kahredip eziyet ediyorlardı.
Onların birçok putları vardı. O putlara tapıyorlardı. Putları (nın en meşhurları);
1-   Sada,
2-   Samûd,
3-   Behâ.... (ve diğerleri...
Allâhü Teâlâ hazretleri, kendilerine Hûd (a.s)'ı peygamber olarak gönderdi. Hûd (a.s), nesep bakımından onların vasatları (onlardan biri), hasep bakımında ise onların en faziletlilerindendi...
Hûd (a.s) onlara;
1-   Allâhü Teâlâ hazretlerini birlemelerini ve tevhide iman etmelerini;
2-   Allâhü Teâlâ hazretlerinden gayriye ibadet etmemelerini,
3-   Ve insanlara zulmetmekten el çekmelerini emretti...
Fakat onlar, Hûd (a.s)'dan yüz çevirdiler. Onu tekzîb edip yalanladılar. Ve ona;
-"Bizden daha kuvvetli, zulüm ve ceberut yönünden bizden daha büyük ve ziyade kim vardır?" dediler.
Allâhü Teâlâ hazretleri tam üç sene onlardan yağmuru kesti. Hatta onlar, bunun için gayret edip (yağmur talebinde bulundular.) O çağda insanlara belâ geldiği zaman (belâ'nın kalkması) talebinde bulunarak; Müslüman ve kâfiri hepsi Mekke'ye "Beyt-i Haran'a (Kâbe’ye) giderlerdi. Ve orada Allâhü Teâlâ hazretlerinden genişlik ve belâ'nın kaldırılmasını isterlerdi.
O gün Mekke ehli "Amâlîka" kavmiydi. Bunlar; Amlîk bin Laviz bin Sam bin Nuh (a.s)'ın evlâdıydılar. O gün Amâlîkalıların reisi, kendisine "Muâviye bin Bekir" denilen bir adam idi. Annesi Ad kavmindendi. Ad kavminde yağmur kıtlığı olup, yağmur aramaya çıktıklarında; onlara;
-"İçinizden bir elçi (ve temsilci) grubu hazırlayıp; Mekke'ye gönderin. Orada yağmur duasında bulunsunlar..." denildi.
Onlar da, Kiyl ibni Atr ve Mersed bin Sa'd'i yetmiş kişilik adam ile birlikte seçip Mekke'ye gönderdiler.
Mekke'ye vardıklarında Muâviye bin Bekr'in evine misafir oldular. Kendisi Mekke'nin dışındaydı. Muâviye bin Bekir, onları konuk etti ve onlara ikramda bulundu. Çünkü bunlar, onun dayıları ve hısımlarıydı.
Bunlar (niçin geldiklerini unuttular) Muâviye bin Bekrin yanında şarap içmeye, şarkı, dans ve cariyelerle eğlenceye daldılar. Onları tüysüz oğlanlar eğlendiriyordu. Muâviye bin Bekrin (kendilerine iki çekirge denilen) iki cariyesi vardı. Bunlar, on şarkı söyleyen iki cariyesiydiler. Birinin ismi Vürde (gül) diğerinin de adı Cerâde (çekirgecik) idi. Cerâde ismi vürdeye galip gelip ikisine birlikte "Cerâdeteyn" (iki çekirge) deniliyordu...
Muâviye bin Bekir, bunların kendi evinde kalmalarının uzun sürdüğünü gördü. Hâlbuki kavmi bunları, üzerlerine gelen belâ ve musibetin kaldırılması için duaya göndermişlerdi. Bu durum kendisine ağır geldi. Ve dedi ki:
-"Dayımlar ve hısımları orada, gayret ve susuzluktan helak oldular! Bunlar ise benim yanımda kalıp eğleniyorlar! VAllahi bunlara ne edeceğimi bilemiyorum. Onlara hacetleri için çıkıp (Kâbe’ye) gitmelerini emretmekten utanıyorum. Onlar, bunun kendilerinin bana ağır geldiklerinden dolayı söylediğimi zannederler..."
Muâviye bin Bekir, bu durumu şarkıcı iki cariyesine şikâyet etti. Onlar;
-"Bir şiir söyle! Söyleyenin kim olduğunu bilmedikleri bir şiin onlara terennüm et. Belki (onların hallerini beyan eden şiiri işitirler, uyanırlar ve böylece) şiir onları çıkarır...
Dikkat et! Ey Kiyl! Yazıklar olsun sana! Kalk! Kendini kontrol et!
Umulur ki Allâhü Teâlâ hazretleri bize bulutlar (ve yağmur) verir.
Ad kavminin toprağına su verir.
Gerçekten Ad kavmi, söz söylemeden gecelediler;
Şiddetli susuzluktan...
Sen, büyük şeyhi ve gençleri ümit etmiyorsun!
Hâlbuki gerçekten onların kadınları hayra himmet ettiler.
Günlerdir kadınları (susuz) gecelemekte...
Vahşi hayvanlar, gündüz aşikâr onlara gelmektedir.
Vahşi hayvanlar, Ad kavminin kendilerine ok atmalarından korkmamaktadırlar.
(Çünkü susuzluktan ve açlıktan Ad kavminin ok atacak hâlleri ve mecalleri yoktur...)
Sizler ise burada, keyfinizin arzuladığı şehevî bir hayattasınız.
Sizin gündüzünüz ve geceniz tamam...
Sizin elçiliğiniz, gerçek çirkin oldu. O kavmin elçiliğinden ki, iyi karşılanma ve selâmlamadan mahrum oldular...
O iki şarkıcı cariye bu şiiri söylediklerinde, (o yetmiş kişilik insanların) bazıları (bu şiirin tesiriyle uyandılar, kendilerine geldiler ve diğer) bazılarına;
-"Gerçekten sizler ashabınız (kavminiz) hakkında çok yavaş davrandınız! Kalkın Harem-i şerife girin! Orada dua edip, yağmur isteyin!"
(Ad kavmi, suçluluk duygusu içinde birbirine baktılar. Hareme gitmek için ayağa kalkmaya hazırlandılar....)
Mersed (r.h.) söz aldı. Ve onlara:
-"VAllahi sizin dualarınızla Allâhü Teâlâ hazretleri size yağmur vermez!" dedi.
(Onlar sordular:
-"Ne yapmalıyız?" Mersed r.h:)
-"Lakin peygamberiniz Hûd (a.s)'a itaat eder ve iman edip; Allâhü Teâlâ hazretlerine dönerek tevbe ederseniz; Allâhü Teâlâ hazretleri size yağmur (ve bereket) verir!" dedi.
Ve böylece Müslüman olduğunu açıkladı.
Ad kavminin elçileri, Muâviye bin Bekir'e;
-"Sen Mersed'i bizim adımıza hapset! Onu bizimle beraber kesinlikle Mekke'ye gönderme! Çünkü o Hûd'ün dinine tabi oldu. Bizim dinimizi terk etti..." dediler.
Sonra Mekke'ye girdiler.
Kiyl, ayağa kalktı. Mescid-i Harem'de yağmur duasında bulundu. Ve şöyle dua etti:
-"Allâhım! Ben bir hastanın tedavisi için gelmedim. Bir esirin fidyesi (kurtuluşu) için de gelmedim.
Allâhım! Bizlere su ver! Hakikaten biz (susuzluktan ve kuraklıktan) helak olduk.
Allâhım! Ad kavmine su ver! (Daha önce vermekte olduğun) su ve yağmuru ver!" dedi.
Kavmi de;
-"Allâhım! Kiyl'e dilediğini ver! Bizim isteğimizi de onun istekleriyle beraber kıl!" diye dua ettiler.
Allâhü Teâlâ hazretleri, üç bulut gönderdi:
1-   Beyaz,
2-   Kırmızı,
3-   Siyah...
Sonra sema’dan bir münadi şöyle nida etti:
-"Ey Kîyl! Bu bulutlardan dilediğini kendin ve kavmin için seç!" dedi. Kîyl;
-"Ben siyah olanı seçtim! Çünkü siyah bulutlar daha çok su dolu olur!" dedi.
Yine gökten bir nida geldi:
-"Sen Ad kavmi için köklerini kazıyan ve işlerine yaramayan bir şeyi seçtin! Bundan böyle, Ad’ın ailesinden hiçbir çocuk ve ihtiyar kalmayacaktır. Ancak hepsi, solup yok olacaklar (ölecekler)"
Sonra Allâhü Teâlâ hazretleri, Kîyl'in tercih etmiş olduğu siyah bulutu içinde bulunan azab ve belâlar- ile birlikte Ad kavmine gönderdi. Bulut, onların "Mağîs" dedikleri vadiden onların üzerine çıktı. Ad kavmi bulutu gördüklerinde sevindiler. Ve:
-"Bu" dediler,  "Bir arız '(ufukta beliren bir bulut), bize yağmur yağdıracakî"
Allâhü Teâlâ hazretleri de buyurur:
-"Hayır! O sizin acele istediğiniz şey; bir rüzgâr ki, onda çok acıklı bir azap var." (Öyle bir acı azab ki:) -"Rabbinin emriyle her şeyi tedmîr ve helak eder! "
Yani bu azab uğradığı her şeyi helak eder. Onların üzerine bu buluttan nesilleri kesen bir rüzgâr esti.
-"Musallat etmişti Allah onu üzerlerine yedi gece, sekiz gün huşum halinde..." yani devamlı olarak.
Bu akim (kökleri ve nesilleri kesen fırtına ve şiddetli azab) rüzgârı, yerle gök arasında bulunan bütün binek hayvanlarını (eşyayı) alıp yükleniyor ve sonra da onu dimağlarından (başlarından) taşlara çarpıyordu.

Ad kavmi, rüzgârın kendilerini havaya kaldırmaması için çukur kazdılar, dizlerine kadar toprağa gömülüp saklanmaya başladılar. Fakat rüzgâr, ayaklarının altına giriyor, onlardan ikişer kişiyi alıp; onları gökten birbirlerine çarpıp beyinlerini dağıtıyordu....
Vadide bunlar olurken, diğerleri de olup bitenlere bakıyordu. Sonra rüzgâr, hepsini kaldırdı ve sonra da üzerlerine toprak attı. Onların iniltileri toprağın altında işitiliyordu.
Hûd (a.s), kendisine iman eden müminlerle birlikte Ad kavminden ayrılıp bir avluya çekildiler.
Onlara (Hud (a.s) ve müminlere) o rüzgârdan hiçbir şey isabet etmedi. Onlara değen rüzgâr, onların derilerine bir yumuşaklık ve canlarına bir lezzet veriyordu....
(Rivayet ehli) buyurdular:
Allâhü Teâlâ hazretleri "Kökler kesen rüzgâr”ı Ad kavmine göndereceği zaman, akim rüzgârına:
-"Ad kavmine çık! Ve onlardan intikam ali" diye vahyetti.
"Kökler kesen rüzgârı, sadece bir öküzün burun deliği kadar çıktı. Onunla doğu ile batı arasındaki bütün yeryüzü kurudu.
(Cehennem azabının) hazeneleri (vazifeli ve bekçileri);
-"Ya Rabbi! Biz buna (akim rüzgârına) takat yetiremiyoruz! Eğer bu şekilde çıkmaya devam ederse, yeryüzünün doğusuyla batısının arası ne varsa hepsi helak olacak!" dediler. Allâhü Teâlâ hazretleri, akim rüzgârına vahyetti:
-"Bir yüzüğün deliği kadar çık!" buyurdu. Bunun üzerine akîm rüzgârı bu kadar çıkmaya başladı...
Rüzgâr
Süddî (r.h.) buyurdular:
Allâhü Teâlâ hazretleri, Ad kavmine rüzgâr gönderdiğinde; rüzgâr onlara yaklaştı. Onlar, develere, atlara (büyük yük hayvanlarına) baktılar; rüzgâr (bu büyük baş hayvanları) gökle yer arasında uçuruyordu. Ad kavmi hemen evlerine koştular. (Evlerinin en kuytu yerlerine saklandılar...)
Fakat rüzgâr, onları evlerinden çıkarttı. Ta ki zikredildiği üzere hepsini helak etti.

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:8 S:671-672-673-674-675-676)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Semûd Kavmi
« Yanıtla #642 : 07 Mayıs 2014, 12:52:50 »
Semûd Kavmi

Rivayet olundu:
Onlar deveyi öldürdüklerinde, yavrusu dağa kaçtı. Üç kez böğürdü. Salih (a.s), kendisine, deveyi katlettikleri haberi ulaştıktan sonra onlara:
-"(Koşun) yavruya yetişin! Belki sizden azab kaldırılır!" dedi. (Yavrunun arkasından koştular) ama ona yetişemediler. Yavrunun böğürmesinden sonra kaya açıldı. Yavru kayanın içine girdi. Salih (a.s) kavmine;
-"Yavrunun her böğürmesi için, bir gün vardır. Bundan sonra sizler, vatanınızda yani memleketinizde ancak üç gün geçinip yaşayabilirsiniz. Gerçekten bu yalanlanamayacak bir vaadtir..." dedi.
Semûd kavmi Çarşamba günü deveyi öldürdüler. Salih (a.s), onlara;
-"Müjdelenin! Allah'ın azabı ve cezasını bekleyin!" buyurdu. Kavmi kendisine sordu:
-"Bunun alâmeti nedir?" Salih (a.s) buyurdu:
-"Perşembe günü yüzleriniz sararacak, sonra;
Cuma günü yüzleriniz kıpkırmızı olmuş olarak sabahlarsınız. Sonra da, Cumartesi günü, yüzleriniz simsiyah (ve kararmış bir şekilde) uyanırsınız. Sonra;
Pazar gününün başında üzerinize azap gelir...."
Sonra hadise peygamberlerinin dediği gibi oldu...
Semûd kavmi Perşembe günü yüzleri sanki za'ferân (boyası) ile boyanmış gibi uyandılar; küçükleri ve büyükleri, kadınları ve erkekleri hepsi renkleri sararmıştı.
Yakinen azabın geleceğine inandılar.
Salih (a.s)'ın doğru söylediğini bildiler.
Öldürmek için; Salih (a.s)'ı aramaya başladılar. Salih (a.s) onlardan kaçtı. Bir yerde gizlendi. Salih (a.s)'ı saklandığı yerden göremeyince; onun ashabına (yani Salih (a.s)'a iman eden mü'minlere) işkence ve zulüm etmeye başladılar; kendilerini Salih (a.s)'a götürsün ve onun yerini söylesinler diye...
Cuma günü olduğunda, hepsi yüzleri kıpkırmızı olmuş bir halde sabahladılar.
Yüzleri sanki kan ile sıvanmıştı. Hepsi topluca bağırmaya başladılar. Feryat ettiler. Ağladılar.
Azabın gerçekten kendilerine yaklaştığını bildiler...
Onlardan her biri, diğerinin yüzünde görmüş olduğu kırmızılığı ona haber veriyordu.
Cumartesi günü yüzleri simsiyah bir şekilde kararmış olarak sabahladılar.
Yüzleri sanki zift, katran ve çivit ile boyanmıştı.
Hepsi birden bağırıp sayha vurdular:
-"Ey insanlar! Dikkat edin azab geldi!" dediler.
Pazar gecesi, Salih (a.s) ve kendisine iman edenler. Semûd kavminin içinden çıkıp Şam'a doğru yola kovuldular. Filistin Remle'sine indiler.
Pazar günü dördüncü gündü. Kuşluk vakti oldu.
Yırtıcı hayvanların kendilerini yememesi için, kendilerini sarısabır ile mumyaladılar. Meşin ve deri ile kefenlendiler. (Semûd kavminin kefenleri meşin ve deri idi.)
Canlarını yere attılar. Bazen yüzlerini göğe, çeviriyor ve bazen de yere çeviriyorlardı. Azabın hangi taraftan kendilerine geleceğini bilmiyorlardı.
Onlara (önce) bir sayha geldi.
O sayhanın içinde her yıldırımın sesi ve her bir şeyin sesi vardı.
(Sayha'dan sonra da) yerden bir zelzele geldi.
Göğüslerindeki kalblerini kesti, parçaladı... Onlardan büyük ve küçük hiçbir kimse kalmadı. Cümlesi helak oldu.


(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:8 S:702-703-704)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Kavmi Helak Olan Peygamberler
« Yanıtla #643 : 08 Mayıs 2014, 17:33:48 »
Kavmi Helak Olan Peygamberler

Kavmi helak olup, kendisi mü'minlerle beraber kurtulan bütün peygamberlerin işi budur. (Kavimlerinin helak olmalarından sonra Mekke'ye gelip, "Beytüllâh"ta vefat edinceye kadar, Allâhü Teâlâ hazretlerine ibadet etmektir. . . .) 99 Peygamberin Kabir?

Bazı (âlimler) buyurdular:
Rükün (Hacer-i esved) Makam (ı ibrahim) ve Zemzem kuyusunun arasında tam doksan dokuz peygamberin kabr-i şerifi vardır. Muhakkak ki;
1- Hûd (a.s),
2- Şuayb (a.s),
3- Salih (a.s),
4- İsmail (a.s),
5- (Lut (a.s) gibi)
Kavmi helak olan birçok peygamberin) kabr-i şerifleri makamdadır.

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:8 S:677)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Cezası Çok Acele Verilen İki Şey
« Yanıtla #644 : 13 Mayıs 2014, 11:26:44 »
Cezası Çok Acele Verilen İki Şey

Hâdis-i şerifte buyurdu:
-"İki şey vardır ki, Allâhü Teâlâ hazretleri dünyada onlara acilen ceza verir.
1- Azgınlık,
2- Anne ve babaya karşı gelmektir...
"


(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:11 S:487)