Gönderen Konu: Rûhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân'dan Derin Hakikatler  (Okunma sayısı 411858 defa)

0 Üye ve 24 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Sihrin Dini Hükmü
« Yanıtla #600 : 06 Eylül 2013, 11:55:36 »

Sihrin Dini Hükmü

Âlimler, sihrin hakikatinde ihtilaf ettiler. Yani sihrin hariçte sabitliği manasında görüş ayrılığına düştüler.
Cumhur, sihrin varlığını ve hariçte sabit olduğu zehabındadırlar (görüşündedirler).
Mutezile: "Sihir yoktur ve hariçte etkisi de olamaz," dediler. Belki insanların büyü dedikleri şey hayal ürünüdür. Mücerred (soyut) olarak görünmeyen ve hakikatte var olmayan şeylerin hayal yoluyla görünmesidir, insan bu şekilde, ipleri yılan olarak görür. Bu bir çeşit hokkabazlıktır. El çabukluğuyla oluşan şeylerdir. El hareketlerinin gizlenmesi veya hilenin yapılış şekillerinin seyircilere gizlenmesi suretiyle meydana gelen bir yanıltmadan başka bir şey değildir, görüşündeler. Bunlar şu âyeti kerimeye dayanmaktadırlar
"Bir de ne görsün Onların ipleri ve değnekleri, yaptıkları sihirden ötürü kendisine sanki yürüyorlarmış gibi geldi."
Bizim (Ehl-i sünnetin) bu konuda iki yönde delilimiz var. Birincisi, cevazına delâlet eder; ikincisi, onların meydana gelmesine delâlet eder.

Birincisi: Kendi nefsinde sihrin meydana gelmesinin mümkün olması ve onun da Allahü Teâlâ'nın kudretinin şümulünün altında olmasıdır. Sihri ve etkisini yaratan Allah'dır. Sihirbaz ise, fail ve kâsibtir. O işin meydana gelmesini isteyen ve kesbedendir. O işleri hakikî mana’da yaratan ise Allah'dır. Çünkü kul, kâsib, Allah; haliktır.

İkincisi: ikinci delilimiz de şudur:
İşte bunlardan karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah'ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi." "Ayeti kerimesidir. Zira bu ayeti kerime, sihrin sabit ve hakikaten var olduğuna işaret edilmektedir. Yine ayeti kerime, sihrin, sadece irade ve göz boyama olmadığını, sihirde tesiri meydana getiren ve yaratanın Allahü Teâlâ hazretleri olduğu işaret edilmektedir.
Amma şa'veze (hokkabazlık ve el çabukluğu) ve ona benzer şeyler ise, bazı hendesî âletlerin tertibi vasıtası, el çabukluğu ve gizliliği, bazı hususî ilaçlar ve taşlar ile acâib şeyleri izhar etmektir. Bu tür şeylere sihir denilmesi ise mecazî’dir. Veya bu işlerde büyük bir incelik olduğu için bunlara büyü denilmiştir. Çünkü aslında büyü, kaynağı lâtif olan ve sebebleri gizli olan her şey demektir. Güzel konuşmak bir nevi büyülemedir. Bu manadaki sihre bazıları helaldir demişler, insanlardan sihir ile uğraşanların çoğu kadınlardır. Özellikle kadınlar, hayız hallerinde sihirle uğraşmaktadırlar. Çünkü kötü ruhlar, umumiyetle, mağ-lûb edilmiş tabiatli kişilere, rezil kişilere görünür ve sefil nefislere görünürler. Her ne kadar bunların belirli bir riyâzatı olmazsa bile, kadın, çocuk ve kötü karakterli kişilere hemen görünürler, insan nefsini (kişiliğini) ve mizacını bozduğu zaman, insanlara zarar verecek şeylere iştah duyar ve zarar verilen şeylerden lezzet alır. Elinden gelirse, birini diğerine âşık eder, aklını bulandırıp bozmaya, dinini ifsâd etmeye, ahlâk, yaratılış ve bedenine zarar vermeye çalışır. Şeytan habistir. Şeytan azimet ve kasem sahiplerine, sihirle ilgili ruhanî kitaplar ve benzerlerine yaklaşır. Onlara küfür ve şirkten sevdiği şeyleri verip, karşılığında onların dediklerini yapar. Bu da rüşvet gibi olmuş olur. Şeytanlar, sihirbazların kâfir ve müşrik olmaları için onların isteklerini kabul eder. Onların istediklerini onlara verir ve böylece onların bazı arzularını yerlerine getirirler. Bu para ile katil tutmak gibidir. Birine para verip, kendisi için birini öldürmesini istemek veya bir fuhuşu işlemek için kendisine yardım etmesini istemek veya birine para verip onunla fuhuş yapmak ile aynı şeydir, işte bundan dolayı, büyücüler ve onlar büyü yapmaya azmettirenler, çoğu kere Allah'ın kelâmını necaset, kan ve benzeri pisler ile yazmaktadırlar, insan ve insanların dışındaki kötü kişiler ve buhurlar kullanırlar, namaz ve oruç gibi ibadetleri terkederler. Kan dökmeyi mubah görürler ve kendisiyle haram olanları nikâhlamak, zina etmek (livata gibi) kötü fiillerde bulunmak ve Mushaf şerîfi pisliklerde kullanmak, Kur'an-ı kerimi necaseti galiza gibi kötü pislikleri gidermede kullanmaları ve bunlara benzer, Allah'ın razı olmadığı ve kendisine gadab ettiği büyük günahları irtikâb ederek, şeytanların ve kötü ruhların sevgisini kazanmaya çalışırlar.
Büyücüler bu şekilde yazıları ve yaptıktan ile küfre girdiler. Şeytanlar onlara maksatlarının gerçekleşmesi veya bazı aruzlarının yerine gelmesi için yardım etti. Bu suyu değiştirmek, (suyun üzerinde yürümek) hava'da durmak, bir anda başka bir mekâna (yere) gitmek, şeytanların çalmaları (hırsızlık yapmaları şekliyle) onlara halkın mallarından getirmeleri, şeytanların çoğu kere hainlerin mallarını ve malını bir yere koyarken üzerine Allah'ın adını anmayan (besmele okuma-yan)ların mallarını çaldıkları gibi mal çalarak onlara getirirler. Bunlardan başka büyücülerin düşmanlarını öldürmeleri,

Onlara hastalıklar vermeleri veya onların istedikleri kişileri celbetmek, gerek sevgilerini kazanmak ve gerekse onları hipnotizma edip, bütün akıllarını başlarından alıp iradesiz bir hale getirmek, âşık etme gibi hizmetlerini görürler. Çoğu kere şeytanlar sihirbazların şekliyle tasavvur olunurlar. Yani şeytanlar, büyücülerin kılığına girerler. Arafat’ta vakfe yapar. Onu görenler, iyi kişi sansın ve kendisi hakkında iyi düşünsünler diye insanlara iyi insan imajını verir. Şeytan, sihirbazlara yapmış olduğu harikulade şeyleri, Salihlerin (evliyanın) kerametiymiş gibi süsleyip; göstermektedir. Oysa bütün bunlar, şeytanın işi (iyi ile kötüyü birbirine) karıştırmasındandır. Allahü Teâlâ'ya farz, vâcib, sünnet ve müstehab olan şeyler ile ibadet edilir. Sihirbazların yaptıkları ise şeriatta ne vacip ve ne de müstehab'tır. Onların yaptıkları belki yasak ve haram olan şeylerdir. Haram olan bir şeyin ibadet olarak telakki edilmesi ve itikat edilmesinden Allah'a sığınırız. Dalâlet ehli olan (sapık insanların) şer-i şerife muvafık ibadet etmeyen insanlardan bazı kereler, mükâşefât ve tesirler meydana gelebilir. Bütün bunlar, şeytanların onlara göstermiş olduğu zuhurattır. Onlar, çoğu kere, şeytanların yerlerine yani kendisinde namaz kılmanın caiz olmadığı yerlere gelirler, hammam, mezbelelik, çöplük, deve ağılı ve bunlara benzer necaset ve pislik yerleridir. Çünkü şeytanlar, o pis yerlerde onlara gelir. Ve oralarda onlara bazı işleri buyurup konuşurlar. Kâfirlere hitab ettikleri gibi... Veya şeytanlar putların içine girip, orada puta tapanlar ile konuştukları gibi...

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:1 S:714-715-716717)


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Üftâde Hazretlerinin Cinlere Sara Hastalığı İle Alakalı Mektubu
« Yanıtla #601 : 09 Eylül 2013, 12:16:57 »
Üftâde Hazretlerinin Cinlere Sara Hastalığı İle Alakalı Mektubu

Aziz Mahmud Hüdâyî hazretleri Vâkıâf'ında şeyhi, hazreti şeyh Üftâde hazretlerinden hikâye etti.
"Üftâde hazretleri, sara hastalığına tutulmuş bir hasta için cinlerin sultanlarına (padişahlarına) bir mektup gönderdi. Cinlerin sultanı, Üftâde hazretlerinin emrine uydu, ona saygı gösterdi. Hastaya musallat olan cinnin boynunu vurdu. Sara’ya tutulan kişi hemen o anda iyileşiverdi."

Mesnevî'de buyruldu:
Her peygamber tek geldi dünyaya
Ferd ferd insanı hidayet ettiler.
Büyük âlem onun sihriyle nakış nakış oldu.
Zaifler sadece onu göremediler. Hidayete eremediler.

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:1 S:718)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Tesbih Edenlerin Sevabları | Tesbih Duâsını İlk Defa Okuyanlar
« Yanıtla #602 : 16 Eylül 2013, 17:10:52 »
Tesbih Edenlerin Sevabları

Hazreti Allah'ı tesbih etmek, bir ölçek altın tasadduk etmekten daha hayırlıdır.
Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, ashabını sadaka vermeye teşvik ettiler. İnsanlar tasadduk etmeye başladılar. (Sahâbîlerin fakirlerinden olan) Ebû Ümâme el-Bahilî (r.a.) Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin yanı başında oturuyordu. Dudaklarını hareket ettiriyordu. (Bir şeyler okuyordu).
Efendimiz (s.a.v.) hazretleri ona sordular:
"Dudaklarını kımıldatıyor, ne söylüyorsun öyle?" Ebû Umâme el-Bâhilî (r.a.) cevap verdiler:
-"Ya Resûlellah (s.a.v.) Görüyorum ki, insanlar bir şeyler tasadduk ediyorlar. Benim ise tasadduk edebileceğim hiçbir şeyim yok. İçimden: "Sübhânellahi velhamdü lillâhi velâ ilahe illallâhü vellâhü ekber" diyorum" dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) hazretleri:
-"Bu kelimeler, sana, miskinlere bir ölçek altın tasadduk etmekten daha hayırlıdır," buyurdular. Bizim dilimiz zikre alışkındır.
Ey Enîs münîsi, hep yad edip hatırla,
Bu can bu tende bulundukça.

Tesbih Duâsını İlk Defa Okuyanlar

"Sübhânellahi velhamdü lillâhi velâ ilahe illallâhü vellâhü ekber" Kelimelerinden teşekkül eden, tesbih duasının her bir kelimesi, büyük bir zattan hediyedir.

"SübhânAllah" (Allahım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Tesbihini ilk defa söyleyen Cebrail (a.s) Bu da (yani ilk defa tesbih okumasının sebebi de:) Allahü Teâlâ hazretleri onu yarattığında, gözü Arş'a ilişti. Arşın büyüklüğünü gördü. Ve hemen: "Sübhânellah" (Allahım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim.) dedi. Kim "Sübhânellah"  derse Cebrail (a.s)'ın sevabına nail olur.

"Elhamdü Lillah" Hamd Allah'a mahsustur." ilk defa hamdeden Safiyullah Âdem (a.s)'dır. Âdem (a.s)'a ruh üflendiği zaman; "Elhamdü Lillah" Hamd Allah'a mahsustur." Dedi. Kim bunu söylerse, Âdem (a.s)ın faziletinden nasîbdâr olur.

"La ilahe illAllah" (Allah'tan başka ilâh yoktur.) kelime-i tevhidini ilk söyleyen En-Neciyyüllah Nuh (a.s)'dır. Nuh (a.s), tufanı görüp, şiddetli belâları müşahede ettiği zaman; "La ilahe illAllah" (Allah'tan başka ilâh yoktur.) demişti. Kim bunu söylerse, Nuh (a.s)'ın sevabından büyük bir nasîb ve pay alır.

"Allahü Ekber" (Allah en büyüktür) ilk defa tekbir getiren İbrahim (a.s)'dır. İbrahim (a.s), İsmail (a.s) için gelen fidyeyi o da bir koçtu görünce "Allahü Ekber" (Allah en büyüktür) dedi. Kim bunu söylerse, İbrahim (a.s)'ın feyzinden bir feyze nail olur.

Allahım! Bizleri, zikredenler ve şükredenler eyle. Âmin!

"Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur."

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:2 S: 554-555)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Cihâd İki Kısımdır
« Yanıtla #603 : 18 Eylül 2013, 11:07:00 »
Cihâd İki Kısımdır

Allah yolunda yapılan cihâd da iki kısımdır.
1- Cihâd-ı asgar,
2- Cihâd-ı ekber.


Cihâd-ı asgar, kâfirlere karşı olan cihâd ve savaştır.
Cihâd-ı ekber, nefsi emmâreye karşı yapılan cihattır. Nefs ve şeytanla yapılan cihâd, "cihâd-ı ekber" yani en büyük cihâd oldu. Birincisinin, yani kâfirlerle yapılan cihadın gayesi zahiri islâh etmektir.
Cihâd-ı ekberin (yani nefisle yapılan mücâhedenin gayesi ise batını islâh etmektir.

Batını islâh etmek daha zor ve daha kuvvetlidir.

Birinci cihadın gayesi, (yani kâfirlerle yapılan cihadın maksadı) Cennet ve rahmettir.
İkinci cihadın yani nefisle yapılan mücâhedenin gayesi ise, Hakkı müşahede etmeye vasıl olmak ve mutlak olarak Cemâlüllahı seyretmektir.

Birinci cihadın gayesi, şahadettir.
İkinci cihadın gayesi ise, sıddîkıyettir.

Sıddıklar mertebe bakımından şehitlerden daha üstündürler. Allahü Teâlâ hazretleri buyurdukları gibi:
"Öyle ya! Her kim Allah'a ve Peygamber'e muti olursa, işte onlar, Allah'ın kendilerine in'âm eylediği enbiya, sıddîkler. Şüheda ve sâlihîn ile birliktedirler. Bunlarsa ne güzel arkadaş..." (Sûre-i Nisa, Âyet 69)
Bu ayet-i kerimede Allahü Teâlâ hazretleri, sıddıkları, şehitlerden önce zikretti.
Kişi, cihâd-ı ekber ile nefsi islâh etme mertebesine ki bu mertebe kibriti ahmerdir ulaştığı zaman, kullara merhamet eder ve onlara zarar vermeye kastedemez.


(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:2 S: 531-532)

Çevrimdışı rahle

  • okur
  • *
  • İleti: 95
Ynt: Rûhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #604 : 19 Eylül 2013, 02:00:35 »
Selamün aleyküm  yukarıda gecen sara rahatsızlığı ile ilgili sorum olacak . bulunduğum bölgede  genç bir hocanım kardeşimiz  kurs da hizmet ederken  üç defa nöbet geçirdi .bütün tetkikleri yaplıdı ama herhangi bir rahatsızlıgı tesbit edilemedi .en son kriz anına talebeler de şahit oldu ve şu an hocanım evine gönderildi .fakat çok hizmet etmek istiyor kendisine rahatsızlığı için nasıl yardımcı olabiliriz bilgisi olan varsa lütfen yardımcı olabilir mi acaba

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Cehennemdeki İnsanın, Hz. Allah’a Olan Hüsnü Zannı Sonucu Affedilmesi

Rivayet Olundu:
Kıyamet günü, cennet ehli cennete yerleşip; cehennem ehli cehenneme girdiklerinde; cehennemin içlerinde çok hazin bir ses şöyle nida eder:
-"Yâ Hannân! Ya Mennan! Ya ze'l-Celâl-i ikram!" diye çok acıklı bir sesle yalvarır.
O zaman Allâh-ü Teâlâ Hazretleri. Cebrail Aleyhisselâm'a:
-"Ey Cebrâill Cehennemdeki bu kulumu çıkart!" diye emir verir.
Cebrail Aleyhisselâm da o kişiyi, etleri dağılmış ve cismi eri¬miş bir güvercin yavrusu gibi simsiyah bir halde cehennemden çıkarır.
O kişi:
-"Ey Cebrail! Beni Allah Teâlâ'nın huzurunda durdurma, çok korkarım!" diye yalvarırsa da mekândan münezzeh olan Allah-ü Teâlâ Hazretleri'nin huzuruna getirilir.

Allah-ü Teâlâ ona seslenir:
-"Ey kulum! Şu şu senede işlemiş olduğun şu şu günahları hatırlıyor musun?" diye sorar.

O:
-"Evet! YaRabbi!" der.

Allah-ü teâlâ buyurur:
-"Kulumu cehenneme götürün!"

Kul (cehenneme götürülürken ısrarla dönüp bakar ve böylece ondan) iltifatlar meydana gelir.
(Bunun üzerine) Allah buyurur:
-"Kulumu bana geri getirin!" der.

Kul, Allah'a döndürülür. Allâh-ü Teâlâ hazretleri, (işin gerçeğini) kendisi daha iyi bildiği halde, ona:
-"Niye hep dönüp dönüp baktın?" der.

Kul:
-"Ben günah işledim; senin rahmetinden ümidimi kesmedim!
Beni hesaba çektin; senin rahmetinden ümidimi kesmedim!
Beni cehennem ateşine soktun; senin rahmetinden ümidimi kesmedim!
Beni cehennemden çıkartıp yüce katına çağırdın; senin rahmetinden ümidimi kesmedim!
Beni cehennem ateşine geri döndürdün; senin rahmetinden ümidimi kesmedim!"


Allâh-ü Teâlâ ve tebâreke hazretleri buyurur:
-"İzzetim, Celâlim ve ululuğum hakkı için, elbette kulumun bana karşı taşıdığı zannın yanında olacağım ve mutlaka onun bana karşı olan ümidini gerçekleştireceğim! Haydi, bu kulumu cen¬nete görün (onu bağışladım!)"

(Ruhü’l Beyan Tercümesi C:3 S:370-371)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"İnsan, Huy ve Ahlakı üzere Haşr Olunur"
« Yanıtla #606 : 27 Eylül 2013, 18:54:12 »
"İnsan, Huy ve Ahlakı üzere Haşr Olunur"

Mesnevide buyuruldu;
"Kalbini vatan edinen ve içine yerleşen her hayal Haşr günü bir surete bürünür."
"İnsan Huy ve Ahlakı Üzere Haşr Olunur"


Mesnevide buyuruldu:
Onun için hasetçiler, Mahşer günü şüphesiz kurt şeklinde olacaklardır.
Haram yiyici ve haris kimseler, Hesap gününde Hınzır suretinde haşr olacaklardır.
Zina edenler, mahrem uzuvları koparılmış bir halde, Şarap içenler ise kopuk ağızlı olduğu halde haşr olurlar.

Gönüllerde gizli olan fena kokuları iyi bil; Onlar elbette mahşer günü ortaya çıkar ve hissedilir. İnsanın vücûdu bir ormana benzer. Onda iyi ve kötü nice huylar gizlidir. Nefiste binlerce kurt ve domuz. Temiz ve pis, güzel ve çirkin huylar var. Hangi huy daha üstünse hüküm onundur. Altın bakırdan fazlaysa o altın sayılır. Sende hangi huy hâkimse, O şekilde haşrolunacaksınız.

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:7 S:198)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Rûhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #607 : 10 Ekim 2013, 18:23:54 »
Hikâye (Şeytanın vesvesesi)

Hikâye olundu:
Evliyâ'dan bazıları, Allâhü Teâlâ hazretlerinden kendisine şeytanın insanlara nasıl geldiğini ve insana nasıl vesvese verdiğini göstermesini istediler.
Allâhü Teâlâ hazretleri ona insanın heykelini bir billur suretinde gösterdi. İnsanın iki omzunun arasında, bir kuş yuvası gibi simsiyah bir ben vardı...
Hannâs olan şeytan ona geldi. Onun bütün taraflarından hessediliyordu. Şeytan hınzır (domuz) sûretindeydi. Filin hortumu gibi bir hortumu vardı, insana iki omzunun arasından geldi. Kalbinin tarafına (yönüne doğru) hortumun soktu, insana vesvese vermeye başladı, insan, Allâhü Teâlâ hazretlerini zikredince, şeytan hemen geri  çekildi.  Pusuda bekledi.  Bundan dolayı şeytana  Hannâs" [1]  adı verildi.

Mü'minin kalbinde zikrin nuru hâsıl olduğunda, şeytan hemen gerisin geriye kaçar. [2]


Hacamât'ın Sırrı

Bu ilâhî sırdan dolayı, Efendimiz (s.a.v.) hazretleri iki omzunun arasında hacamat yaptı (kan aldırdı) [3]..
Cebrail Aleyhisselâm bunu Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine vasıyyet buyurdu. (Bu hacamat) şeytan maddesinin zayıflığı ve onun gözetleme ve cereyan etme yerinin darlığındandır... Çünkü şeytan vesvesesi kanın aktığı yerlerde (kan damarlarında) hareket edip cereyan eder.. [4]



[1]- Hannâs kelimesi "Hunûs'tan mübalâğalı ism-i fail veya o vezinde ism-i mensub olarak vesvâsın sıfatıdır. Çok hunûs edici, hunûs âdeti olan demektir. Küvvirat Sûresi'nde "Gündüzleri kaybolup geceleri ortaya çıkan bütün yıldızlara." (Küvvirat, 81/15-16) âyetinde de geçmiş olan hunûs, lugatta lazım fiil olarak teahhur ve rücû yani gerilemek ve geri dönmek, sıkılıp büzülmek, sinip kaybolmak ve görünmez olmak mânâlarıyia ilgili olduğu gibi, müteaddî fiil olarak geriletmek, munkabız etmek, sindirip kaybetmek mânâlarına gelir. Tefsirciler çoğunlukla lâzım fiilden geç kalma ve inkıbaz ile sinmek mânâsını esas tutarak tefsir etmişlerdir ki, bundan "hannâs" geri çekilerek veya büzülüp sinerek fırsat bulunca dönmek âdeti olan demek oluyor. Onun için biz bunu sinsi diye tercüme etmeyi uygun bulduk. Keşşafta: "Hunûsa mensup, âdeti hunûs yani geri kalmak olandır. Çünkü Sâid b. Cübeyr'den rivayet olunmuştur ki, insan Rabbini zikrettiği zaman şeytan hunûs eder, geri kaçar, gaflet edince de döner vesveseye başlar." der. Ragıb da der ki:
-"Hannâs, hunûs eden, yani Allah anıldığı zaman geri kalan şeytandır.1 Bunlara göre "Vesvâs-i hannâs" şeytan demek olmuş oluyor ki, müfessirlerin de çoğu da bunu söylemişlerdir. Onun için Kur'an'ın başında şüpheyi bertaraf etmekle, imân ve âhireti bilmek korunmanın, kurtuluşun ilk şartı olarak tesbit edildiği gibi, sonunda da her şerre sürükleyen sinsî vesvesenin şerrinden sığınma emrolunarak buyuruluyor ki: ye mütealliktir. O hannâs vesvesecinin şerrinden, yani geri geri çekilip sinen, sinip sinip aldatmak, Hak yolundan geriletip fenalığa sürüklemek için döne döne vesvese vermek âdeti olan o dönek, o sinsi, o geri I etici vesvese kaynağının şerrinden sığınırım. Esasen vesvese mânâsına masdar İsmi veya muzaaf rubâînin masdarı bu vezinde de geldiğine göre masdar olmakla beraber çok vesveseci, müvesvis mânâsına mübalağa için sıfat ve İsim olarak kullanılmıştır ki, aynı vesvese kesilmiş vesvese kaynağı demek gibidir. "Lâm" ile "el-vesvâs", şeytanın bir ismi olmuştur. Çünkü Keşşafın dediği gibi bütün meşguliyeti, sanatı ve daima üzerine düştüğü hep vesvese ve azdırmadır. Öyle vesvese vermekle bilinen odur. Bahru'l- Muhit'de Ebu Hayyan der ki: "el-Vesvâs, şeytanın İsmi demişlerdir, bununla beraber vesvas şehvetlerin fısıldadığı vesveseye de denilir ki yasaklanmış olan nefsin arzularıdır." Vesvese nedir? Keşşafın ve Ragıb'ın da söyledikleri veçhile vesvese esasen fis, hiş demek, yavaş fısıltı yapmak, fiskos etmek gibi gizli sese, gizli fısıltıya denilir. Zinet eşyası hışıltısına "vesvâsü'l-huliy" denilmesi bundandır. Kamus'un kaydettiği veçhile avcının ve köpeklerin yavaşça seslerine vesvese ve vesvâs denilmesi de bundandır. Bundan hâtırâ-i redîeye, yani nefsin veya şeytanın kalbe koyduğu hayırsız, faydasız, alçak hatıra ve dağdağaya vesvese denilmek meşhur olmuştur, dilimizde bilinen de budur. "Nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz," (Kâf, 50/16) âyeti nefsin vesvesesi hakkında, "Şeytan ona (Âdem'e) fısıldadı." (Tâhâ, 20/120) âyeti de şeytanın vesvesesi hakkındadır.
"cinlerden ve insanlardan" diye genelleştirerek beyân olunacağına göre bu da yeterlidir. Bununla beraber Ebu Hayyan bunun nefse de şümulünü ve tam sinsilik mânâsını göstererek Bahir'de demiştir ki: "el-Hannâs, "İzi üzere geri dönen, zaman zaman gizlenendir." Ve bu vasıf, şeytanda yerleşmiştir. Kul Allah Teâlâ'yı zikrettiği zaman şeytan geriler, çekinir. Şehvetlere gelince: Bu da imân ile ve meleğin ilham iyle, haya ile siner, çekinir. Şu halde bu iki mânâ "vesvas'ta mevcuttur, da "Şeytanlardan ve insanların nefislerinden" demek olur. Yahut vesvâs ile murad, şeytan ve kötü yakınlardan yaldızcı, kışkırtan, da o "vesvâs'ı beyan olur. "Hunûs" müteaddi olabileceğine göre de "hannâs", geriletîci veya sindirici demek olur. Şeytan ve şehvetler hakkında bu da doğrudur. Çünkü bunlar vesveseleriyle insanı geriletir, insanlık ruhunu hak yolunda İlerlemekten alıkoyar. Akıl ve fikrini çelerek sabır ve metanetini
azim ve irâdesini kırarak imân ve seksiz ilimden, güzel ameller için mücahededen çekindirir, sırf hayvanT, fani zevklere ve yanlış yollarla türlü hilelere, aldatışlara sevkederek geriletir, aşağılatarak ve soysuz I aştırarak fânî hayatta çürütüp bi t irmek ister. Allah anıldıkça, hak korkusu göründükçe geriler, siner, fırsat buldukça döner, yüz buldukça şımarır, musallat oldukça olur, musallat olduğunu da düğümlere üfleye üfleye vehimler ve hayâller içinde sindire sindire alçaltı r ve adı kötüye çıkmış eder bırakır. Bu mânâ itibarıyla da yine sinsi diye tercemesi uygun olur. Ibnü Sİnâ demiş ki: Vesvâs, vesvese veren düşüncedir. Bu da hayvansal nefsi kullanmaya geçişi, sonra da hareketi aksine oluşu cihetıyle hayâl gücüdür. Zira nefsin asıl veçhesi ayırıcı prensipleredir. Hayal edici güç onu madde ve ilişkileriyle meşgul olmaya doğru tuttuğu zaman o güç, hunûs etmiş, yani tersine hareket etmiş olur. Bazıları da demiştir ki, kuruntu gücüdür. Çünkü o başlangıçlarda akla uygun gelir. Fakat iş sonuca gel i nce çekinir, vesvese vermeye, şüpheye düşürmeye başlar. Âlûsî'nin bunlara karşı, 'Allah'ın kelâmını böyle tefsir etmek vesvâs-i hannâsın şerrinden olduğu gizli değildir." demesi de yerinde olmamıştır. Zira kuruntu ve hayâl atılınca vesvesenin yeri kalmaz. Allah'ın kelâmını, yarattığı tabiata bakarak, afakî (nesnel) ve enfüsî (öznel) alâmetlerini düşünüp ve inceleyerek anlamaya çalışmak şeytanın vesvesesi değil, Kur'ân'ın bakma (nazar) ve tefekkür emirlerinin gereği olduğunun da unutulmaması gerekir. Nitekim Beydâvî de vesvese vereni vehim kuvveti gibi diyerek izah etmiştir. Bunu bir temsil değil, sadece düşündürmeye yorup da vehmin ve hayâl vesveselerinin şerrini istiâze (sığınma)den hariç bırakmak şeytanın en çok kullanmak istediği aracılarını ihmâl etmek demektir. "Vesvâs'ın vesvese veren kuvvet demek olduğunda ve vesvesenin hayâl etmek ve kuruntu ile ilgili bulunduğunda vesveseye düşülmeye sebep yoktur. Ancak bunu tahsise kalkışmayıp da şu ilâhî beyanın umûm ve şümulü üzere anlamak elbette daha doğrudur. Zira "Vesvâsi'l-hannâs" nedir, diye tereddüde düşülmemek için şöyle beyan ve açıklama buyurulmuştur: O ki insanların sinelerinde vesvese verip durur. Yani insanların içlerinde: gerek ferd olarak içlerinde, gönüllerinde ve gerek toplum olarak içlerinde, aralarında, yahut Allah'ı unutanların göğüsleri, bağırtan içinde iç ve dış duyularından hatırlarına, gönüllerine türlü vesvese sokar, sezilir sezilmez fiskos eder gibi yavaşçadan gıcıklayarak kötü telkinler yapar, kötü kötü eğilimler, alçak alca k hisler uyandırır. Bu şekilde akıl ve fikirlerini çeler, türlü fenalıklara düşürür. Allah yoluna gitmekten, İnsanlık gayesine ermekten alıkor, nihayet din ve imandan çıkarır, ebedi helake sürükler. O vesvâsi'l-hannâs işte böyle her şerrin başı olan vesveseyi gafil insanların sînelerinde fısıldayıp duran sinsi etken her ne ise odur.... Elmalı tefsiri, c. 9,s. 6423,


[2]- İsmail Hakkı Bursevi  ( K.S.) Ruhu’l Beyan Tefsiri, Fatih Yayınevi: 9/606-608.

[3]- Hacamat: İki omuz arasından, sırttan, başın arka tarafından yahut vücudun herhangi bir yerinden tedavi maksadıyla bardak, şişe veya boynuzla kan aldırmaktır. Hacamat (yani kan aldırmak), Efendimiz (s.a.s) hazretlerinin sağlıkla ilgili tavsiyelerinden ve bizzat tatbik ettiği sünnetierindendir. Hacamat, sebebi belli bir hastalığın tedavisi olmaktan ziyade kan fazlalığının vücutta meydana getirdiği rahatsızlıkları gidermek için kullanılan genel bir tedavi usûlüdür. Eskiden yaygın olarak "hacamat bıçağı' veya "hacamat zembereği" denilen bir aletle tatbik edilen bu usûl, bugün yerini enjektörle kan almaya bırakmıştır. Hacamat bıçağı, tarak biçiminde, vücutta bir sıra çizik meydana getiren bir alettir. Bir yüzünde birçok yarık bulunan bakır bir kutu içinde tetikli bir zembereğe bağlı olan bıçaklar, düğmesi basılınca zembereğin boşalmasıyla yarıklardan dışarı fırlar ve vücutta çizikler meydana getirir. Bardak vb. bir şeyle çizikler üzerinden kan çekilir. Bir cins sülük de bu iş için kullanılmaktadır. Sülük vücudun ağrıyan bölgelerine konularak kanı emmesi sağlanır. Hangi araç ve metodla olursa olsun önemli olan kan aldırmaktır. Uzman bir hekimin muayenesi ve tavsiyesiyle yaptırılan hacamat faydalı ve İslâm'da caiz olan bir tedavi usûlüdür. Ameller niyetlere göre değer kazanır. Sünnete uymak niyetiyle ve bize
emanet olan vücudumuzun sağlığına kavuşması için yaptırdığımız hacamat bir ibadet değeri taşır. Çünkü ibadetlerimizi ve diğer görevlerimizi ancak sağlıklı bir bedenle tam olarak yerine getirebiliriz. Hacamatın emredilme zamanı: Miraç gecesinde yanından geçtiği bir melek grubunun Efendimiz (s.a.v.} hazretlerine: "ümmetine hacamatı emret!" diye söylediğini Abdullah b, Abbâs (r.a) rivayet etmektedir (Tâc, c. 3, s. 203).
Efendimiz (s.a.v,) hazretleri, (s.a.s) bizzat kendisi Ebû Taybe adında bir Haccâm'a hacamat yaptırmış ve başından kan aldırıp haccâma ücretini ödemiş ve şöyle buyurmuştur: "Kan aldırma yollarının en güzeli hacamattır, (yahut hacamat sizin en iyi tedavi yolların izdir) "(Buhâri, Tıb 13; Müslim, Musakat 62, 63; Ebû Dâvûd Nikâh 26, Tib 3).
Nâfi der ki; İbn Ömer (r.a) şöyle dedi: Ben, Resulullah (s.a.s)'den şu buyruğu işittim: "Hacamat olmak aç karnına daha faydalıdır. Hacamat olmak aklı ve hıfzetme (ezberleme) gücünü arttırır. Hafız olanın da hıfzetmek kabiliyetini kuvvetlendirir. Artık kim hacamat olmak isterse Allah'ın ismini anarak perşembe günü hacamat olsun" (İbn Mâce, Kiiâbu't-Tıb, 22).
Hacamatın yani kan aldırmanın insan sağlığına birçok katkıda bulunduğu tıbbî bir gerçeğe dayanır. Hacamatın aynı şekilde insandan şeytanın da uzaklaştırılması ve şeytan yoluna mani olma hikmeti de vardır. Mütercim...

[4]- İsmail Hakkı Bursevi  ( K.S.) Ruhu’l Beyan Tefsiri, Fatih Yayınevi: 9/608-609.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Hasan Basrî (r.h.) hazretlerine göre Dünyada İnsanlar 5 Sınıfa ayrılırlar"

Hasan Basrî (r.h.) hazretleri buyurdular:
Dünyada insanlar beş sınıftır:
1. Âlim,
2. Zâhid,
3. Gâzî (savaşçı),
4. Tüccar,
5. Melik (idareci).

Âlimler, onlar peygamberlerin vârisleridirler.
Zâhidler, onlar delillerdirler...
Gaziler, onlar Allah'ın kılıçlarıdırlar.
Tüccarlar, onlar Allah'ın eminleridirler.
Melikler, onlar halkı idare eden (halkı koruyan ve işlerini yapan) kişilerdir.

Âlimler, tamahkâr, mala düşkün ve dünya malını toplayan kişiler olurlarsa; kime uyulacaktır?
Bundan dolayı ne güzel buyurmuşlar:
Şeyh, mala meyleder oldu.
Müridi ve hep dünyalığı arttı;
Dünya'ya malik oldukça...

Zâhidler dünyaya rağbet ederlerse, kim delil olacak ve hidayete vesile olacaktır?
Ne güzel buyurmuşlar:
Eğer zâhidler pintilik ve cimrilik baş gösterip, dünyaya meyle ve kendilerine tama ulaşırsa; (iyi bilsinler ki) zayıf su pınarları denize ulaşamaz.

Gazi riyakâr olduğu (gösterişçi ve işini Allah için değil de desinler ve övsünler diye yaptığı) zaman, (iyi bilsin ki) riyakâr kişiye amelinin hiçbir cinsi yoktur. Bundan sonra kim düşmanlara karşı zafer kazanacaktır?
Ne güzel buyurmuşlar:
İbadete eğer ihlâs ile niyet etmezse,
O kişi her ne yapsa keçi derisi kadar kıymetli olmaz!

Tüccar hain olursa; kime güvenilir ve kimden râzî olunur?
Ne güzel buyurmuşlar:
O zaman, meğer Cibril'i emir var idi.

Melik eğer kurt olursa; koyunları kim muhafaza edecek ve yayılıma kim götürecektir?
Ne güzel buyurmuşlar:
Bir padişah ki, zulüm işlemektedir.
O kişi, kendi mülkünün duvarını yıkmaktadır.
Eğer sultan isen zulüm ve haksızlık etme!
İleride senin önüne çıkmasın bunlar!

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:8 S:156-157)

Çevrimdışı ihvan

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 2398
Ynt: Rûhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #609 : 06 Kasım 2013, 11:39:58 »
emeğinize sağlık..............

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Asi Olan Dostlara Verilen Ceza Böyle Olursa Ya Düşmana Nasıl Olur?
« Yanıtla #610 : 06 Kasım 2013, 16:54:01 »
Asi Olan Dostlara Verilen Ceza Böyle Olursa Ya Düşmana Nasıl Olur?

Kurban kesmek ve Mescid-i Aksâ'nın kandilleri, Harun Aleyhisselâm'ın iki oğlu, Şibr ve Şebîr'in elindeydi. Onlara dünya ateşiyle Beyt-i makdisin kandillerini yakmama emri verilmişti. Bir gün acele ettiler; Beyt-i Makdis'in kandillerini dünya ateşiyle yaktılar. Ateş düştü. Harun Aleyhisselâm'ın o iki oğlunu yakıp yedi. Bağıranın biri bağırıp, Musa Aleyhisselâm'a geldi. Musa Aleyhisselâm dua etti ve duasında;
-"Ya Rabbi! Kardeşim Harun’un iki oğlunun yanımdaki yerlerini biliyorsun!" dedi. Allâhü Teâlâ hazretleri, kendisine vahyetti:
-"Ey İmran oğlu! Dostlarım bana asi oldukları zaman; onlara iş¬te böyle yaparım. Düşmanlarıma acaba nasıl yaparım?" dedi.

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:11 S:386)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Duâda Ellerin Sema’ya Kaldırılma Sebebi
« Yanıtla #611 : 07 Kasım 2013, 14:39:49 »
Duâda Ellerin Sema’ya Kaldırılma Sebebi

Eğer: "Allahü Teâlâ mekân ve cihetten münezzeh olmasına rağmen, dua esnasında elleri göğe kaldırmanın manası nedir?" denilirse; cevaben deriz ki: Enbiyâ (peygamberler) ve evliya hepsi böyle yaptılar. Bu Allah'ın bir mekân'da olduğu manasına değil; onun hazineleri gökte manasınadır.

Allahü Teâlâ buyurdu:
"Semada da rızkınız ve o va'dolunduğunuz! (var)(Sureyi Zariyat, âyet 22)
"Hiçbir şey yoktur ki bizim yanımızda hazineleri olmasın; fakat biz onu ancak malûm bir miktar ile indiririz.”(Sûreyi Hicr, âyet 21)


Arş, Rahman sıfatının istivasının zuhur ettiği yerdir. Dua esnasında, ellerin göğe kaldırılması ve dua esnasında göğe bakılması, dilekte bulunan kişinin, sultanlığın hazinesine işaret edip sonra sultandan o hazinesinden kendisine bir şeyler istemesi gibidir.

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:1 S:777-778)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Din Garib Geldi Garibe Dönecektir Ne Mutlu Gariblere"
« Yanıtla #612 : 12 Kasım 2013, 11:59:21 »
"Din Garib Geldi Garibe Dönecektir Ne Mutlu Gariblere"

Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
"Selâm! (ve) mutluluk garipler içindir."
"Din garib başladı ve yine garibe dönecektir. Ne mutlu gariblere! Onlar, insanların sünnetimden ifsat edip bozduklarını islâh edenlerdir."


Yine Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
"Garib olarak vefat eden kişi, şehit olarak ölmüştür." Bununla yani "garib" ve "garibler" kelimesiyle halktan kesilip halik’a yönelmektir. (Burada kastedilen gurbette yaşamak değil; kendi memleketinde garib olmaktır, insanların bozduğu sünneti ihya edebilmektir.) Bu da ancak itikat ve amelleri bozuk olan bir memleketin insan yığınlarına ve topluluğun görüşlerine ve bilhassa ibadet ve şehvetlerde onlara muhalefet edip, Allah'ın emri ve Resulü (s.a.v.) hazretlerinin sünnetlerinin doğrultusunda hareket etmekle mümkün olur.

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:2 S: 473)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Helal ve Harama Dikkat ve Şüphelilerden Sakınmak
« Yanıtla #613 : 14 Kasım 2013, 13:12:40 »
Helal ve Harama Dikkat ve Şüphelilerden Sakınmak

Efendimiz  (s.a.v.)Hazretleri Buyurdular:
"Helâl açık ve bellidir haram da açık ve bellidir, ikisinin arasında şüpheli bir takım şeyler ve işler vardır, insanların çoğu bunu bilmiyor. Her kim şüphelerden sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur. Kim şüpheli şeylere dalarsa, o kişi harama düşebilir. O kişi, korunmuş (içine girmesi yasak olan bir ekin tarlası, bağ ve bahçenin) çevresinde davarlarını otlatan ve hayvan güden bir çoban gibidir. Hayvanları o yasak ve korumalı yere düşebilir. (Ey ümmet ve ashabım!) iyi biliniz ki, her melik'in bir takım kanun ve hududları vardır. Allah’ü Teala hazretlerinin yeryüzündeki koruduğu hudutlar ise Allah’ın haramlarıdır. İyi bileniz ki, cesette bir et parçası vardır. O düzeldiği zaman bütün caset düzelir. O fasid olup bozulduğu zaman bütün ceset bozulur. İyi biliniz o kalb’tir."

(Ruhü’l Beyan Tercümesi C:3 S:711-712)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Birlik Halinde Olmanın Ehemmiyeti
« Yanıtla #614 : 26 Kasım 2013, 12:20:32 »
Birlik Halinde Olmanın Ehemmiyeti

Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri Buyurdular:
"Allah'ın kudreti, cemaatin üzerindedir."
Ve kurt ancak yalnız olan koyunu yer...

Hakîm evlâdına vasiyette bulundu; ölümü anında ve onlara;
-"Bana bir halat getirin!" dedi. Getirdiler.
-"Çekerek kırın bunu!" dedi. Çocukları topluca o halatı çok çektiler, ama bir türlü kırıp koparamadılar.
-"Onu birbirinden ayırın!"
O halatı birbirinden ayırdılar. Şu an onu;
-"Teker teker tutup kırın!" dedi.     )
Onlar onu kırdılar. Bunun üzerine Hakîm kişi, onlara:
-"Benden bu şekilde toplu ve birlik içinde olunuz; zira sizler birlikte olduğunuz müddetçe asla mağlûp olmazsınız! Eğer sizler, bulunursanız; düşmanlarınız, içinize yerleşir ve sizleri helak eder!" dedi.

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:11 S:457)