Gönderen Konu: Rûhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân'dan Derin Hakikatler  (Okunma sayısı 412198 defa)

0 Üye ve 67 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Nefsin Arzularının, Tapılan Buzağıya Benzetilmesi
« Yanıtla #375 : 23 Temmuz 2012, 11:24:40 »

Nefsin Arzularının, Tapılan Buzağıya Benzetilmesi

Te'vîlât-ı Necmiyye’de buyruldu:
Muhakkak ki her kavmin Allah’tan başka kendisine ibadet ettiği (taptığı) bir buzağıları vardır. Bir kavim, dirhem ve dinar yani para buzağısına tapıyor, bir kavim, şehvetler buzağısına tapıyor, bir kavim makam ve mevki buzağısına tapıyor ve bir kavim, hevâ (ve heves) buzağısına tapıyor. Allah'ın en çok buğuz ettiği budur.

Allahü Teâlâ her saîd'in Musa kalbine şöyle demesini ilham eder:
"Ey kavmim cidden siz o buzağıyı put edinmekle kendi kendinize zulmettiniz, bari gelin Rabbinize tövbe ile dönün." Mâsivâ'dan (Allah'dan başka şeyleri) çıkartarak, Allah'a dönün. Bu ise size ancak ve ancak nefislerinizi öldürmekle mümkün olur. "(Öyleyse) nefislerinizi öldürün,", Hevâ ve hevesi frenlemek ve dizginlemekle. Çünkü hevâ ve heves, nefsin hayat kaynağıdır. Firavun, hevâ ve hevesine tâbi olmakla Rubûbiyet iddia etti.

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:1 S:521)


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İbadetin Allah İçin Yapılacağı
« Yanıtla #376 : 24 Temmuz 2012, 11:01:14 »
İbadetin Allah İçin Yapılacağı

‘’Ve nahnü lehü abidüün’’ (Sûre-i Bakara :138) "Biz işte O'na ibadet edenleriz." Kavl-i şerifinde şuna işaret vardır: Muhakkak ki arifler Rablerine ibadet ederler. Ama ariflerin ibadeti, cennetin şevk ve iştiyakından dolayı olmadığı gibi cehennem korkusundan da değildir. Onlar sırf Allah için Allah'a ibadet ederler.

Allahü Teâlâ Zebur'da şöyle buyurdu:
"Sadece ve sadece cennet veya cehennem için bana ibadet eden kişiden daha zalim kim olabilir? Eğer cennet veya cehennemi yaratmasaydım itaat ve ibadete ehil ve müstahak olmayacak mıydım?"

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:2 S:112-113)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Hazret-i Osman ve Abdurrahman B. Avf’ın Cömertliği
« Yanıtla #377 : 25 Temmuz 2012, 11:33:18 »
Hazret-i Osman ve Abdurrahman bin Avf’ın Cömertliği

Bu tefsir âlimleri buyurdular:
Bu ayet-i Kerime ve bundan önce ki ayet-i Kerime Hazret-i Osman bin Affan (r.a.) ile Hazret-i Abdurrahman bin Avf (r.a.) hakkında nazil oldu.
Hazret-i Osman (r.a.) Tebük seferinde ceyşü'l-usra (güçlük ordusu)'na bin (1000) deveyi yükleriyle birlikte bin (1000) dinar ile tasadduk etti.
Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) hazretleri ellerini kaldırıp şöyle dua etti:
-"Ya Rabbil Ben ondan (Osmandan) razıyım; Sen de ondan razı ol"
Amma Abdurrahman bin Avf ise, malının yarısı olan dört bin (4000) dinar tasadduk etti. Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine gelip:
-"Benim sekiz bin dinarlık servetim var. Bunun dört bin dinarını kendi nefsim ve ailem için tutup bıraktım. Dört bin dinarını da Allâhü Teâlâ hazretlerine ödünç veriyorum," dedi.

Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) ona şöyle dua ettiler:
-"Allâhü Teâlâ hazretleri, senin yanında alıkoyduğunu da Allah için verdiğini senin hakkında mübarek ve bereketli kılsın!"

İşte Hazret-i Osman ile Abdurrah bin Avf (r.a.)'ın halleri böyleydi. Onlar mallarını (seve seve) tasadduk ettiler. Başa kakma ve gönül incitme gibi hiçbir şey onların akıllarına gelmedi.

(Ruhü’l Beyan Tercümesi C:3 S:134)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Arkasında Hayırlı Bir İş Bırakarak Ölene Müjde
« Yanıtla #378 : 26 Temmuz 2012, 11:42:52 »
Arkasında Hayırlı Bir İş Bırakarak Ölene Müjde

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
-"Ne mutlu ona ki dünyadan gittiği (vefat ettiği) halde arkasında ondan hayırlı bir iş kalmıştır!"


(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:7 S:61)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Yahudiler ve Hıristiyanlar Müşriktir
« Yanıtla #379 : 31 Temmuz 2012, 11:32:04 »
Yahudiler ve Hıristiyanlar Müşriktir

"İbrahim ne Yahudi idi, ne Nasrani… Velakin Müslim bir hanif idi ve müşriklerden olmamıştı;" (Ali İmran Suresi ayet:67)
Bu âyet-i kerime ile Allâhü Teâlâ hazretleri, Mekke ehlinden kendilerinin akîde ve amel yönünden İbrahim (a.s)'ın dini üzere olduklarını iddia edenleri reddetti.

Yahudiler de müşriklerdir. Yahudiler;
- "Üzeyr Allah'ın oğludur!" (Tevbe Sûresi, âyet 30) demeleriyle müşriktirler.

Hıristiyanlar ise:
- "Mesih (İsa) Allah'ın oğludur!"  (Tevbe Suresi, âyet 30) sözleriyle müşriktirler.


(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:8 S:303)

Çevrimdışı hikem1

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 11
Ynt: Rûhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #380 : 31 Temmuz 2012, 14:10:00 »
Safvetüt-Tefasir  sahibi  Es_Sabuni,  tefsirinde  Aliİmran 67 ayetinde  şunları ifade ediyor: ''İbrahim ne Yahudiliğe  nede Hıristiyanlığa  mensubdu.Çünkü Yahudilik  ,Haz.Musanın  şeriatından  tahrif  edilmiş  bir  dindir.  ''  Fakat  o,  bütün batıl dinlerden uzak, hak  dine  mensub  dosdoğru  bir  müslümandı.   O  müslümandı, müşrik değildi''  Burada    Hıristiyan ve  Yahudilerin müşrik olduklarına bir ta'riz  vardır...Bu ayet  aynı zamanda  ,İbrahimin  dinine  mensub olduklarına dair  iddialarınıda  reddeder''   demektedir.  Binaenaleyh  bu  ayeti  kerime  şimdiki  dialogcuların   ibrahimi  dinler diye  ,  hıri,stiyanlık  ve yahudiliği  gösterme teşebüslerine bir reddiyedir.Ayet  açık olmasına rağmen  büyük bir  cesaretle  batıl  dinleri  İbrahimi  dinle diye lanse etmek caddeyi  kübradan inhiraf  etmek  demektir...
« Son Düzenleme: 31 Temmuz 2012, 14:19:48 Gönderen: hikem1 »

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İnfakı Öven Hazreti Mevlana’nın Şiiri
« Yanıtla #381 : 02 Ağustos 2012, 11:28:42 »
İnfakı Öven Hazreti Mevlana’nın Şiiri

"Mal infak etmek cömert için bir şereftir.
Aşıkın cömertliği ise maşukun yolunda canı feda etmektir..

Hak için ekmek verirsen karşılığı ekmektir. Can feda edersen karşılığı candır.
Ekin eken çiftçi önce anbarı boşaltır.

Ama sonra hâsılatı pek çok olur. Fakat tohum anbarda tutulursa; israf olur. Yazık olur.
Zira onu fareler yiyip mahvederler..."

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:11 S:40)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ölçüde Hile, Zina ve Yalanın İnsanlığa Zararları Nelerdir?
« Yanıtla #382 : 03 Ağustos 2012, 15:37:12 »
Ölçüde Hile, Zina ve Yalanın İnsanlığa Zararları Nelerdir?

Hadisi Şerifte şöyle buyuruldu:
"Tartı ve ölçüde hile yapıldığı zaman, yağmur hapsedilir (oraya yağmur kıt yağar).
Zina çoğaldığı zaman, öldürmeler çoğalır.
Yalan çoğaldığında karışıklıklar (herc-ü merclik) çoğalır.

Bunun hikmeti, zina nefsi helak etmektedir. Zira veledi zina, hükmen helak olmuştur. Bundan dolayı seri bir şekilde ölüm cezası vaki olmaktadır. Çünkü ceza amelin cinsindendir.

Görmüyor musun? Keyillerde (ölçü ile satılan hububat ve tahıllarda) sahtekârlık ve aldatma meydana geldiğinde, Allah, onlara yağmur vermemekle cezalandırmaktadır. Yağmursuzluk, rızkların noksanlaşmasına sebeptir. Yalan da böyledir. Yalan insanların arasına tefrika ve düşmanlığın girmesine sebebtir. Bundan dolayı Allah, yalancı bir topluma hercü merc verir. Herc, fitne ve karışıklık demektir. Bela geldiğinde umumî gelir. Ceza vaki olduğunda, şeytanın kardeşlerine büyük belâ ve ceza’dır. Allah'ın sâlih kullarına ise, rahmettir. Çünkü ölüm mü'minin hediyesidir; fasıklar için ise hasret ve pişmanlıktır. Sonra Allah, onları amelleri ve niyetleri üzerine diriltir ve onlara amellerinin karşılıklarını verir.
Taun'dan kaçmak haramdır. Zira firar, muhtar olan faili (Allahı) unutmaktır.

İbni Mesûd (r.a.) buyurdukları gibi: Taun, kaçana ve ikamet edene fitnedir. Firar eden "kaçtım ölümden kurtuldum", der. İkamet eden ise, "ben burada, öleceğim" der.

Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri buyurdular.
"Taun'dan firar eden, savaştan kaçmış gibi (günahkârdır). Taun’un olduğu yerde kalıp sabreden ise savaşta sabreden gazi gibidir (sevap alır)."

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:1 S:542-543)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Başkalarını Karşılarken Kesilen Hayvanın Durumu
« Yanıtla #383 : 06 Ağustos 2012, 18:06:20 »
Başkalarını Karşılarken Kesilen Hayvanın Durumu

Meşânk'ül-Envâr’ın Hâdis-i şeriflerindendir. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
"Allah, anne ve babasına lanet eden kişiye lanet etsin. Allah, Allah’tan başkası için kurban kesen kişiye lanet etsin."
İmam Nevevî (r.h.) buyurdular:
Burada Allah’tan başkasının adı ile kesmekten murat, put, Musa veya ikisinden başka bir şey için kurban kesmek demektir.

Şeyh İbrahim Meravedî (r.h.) buyurdular:
Sultanların (idareci veya herhangi bir kişinin) karşılanması sırasında yakınlık için kesilen hayvanların etlerinin haram olduğuna Buhara ehli (âlimleri) fetva verdiler. Çünkü o,  Allah'tan başkasının namına boğazlanan, hayvan olmuş olur.

Râfiî (r.h.) buyurdular:
Bu haram değildir. Zira hayvan onların gelişine duyulan sevinçten dolayı kesilmektedir. Bu durum, çocuk dünyaya geldiğinde kesilen akîka kurbanı gibidir. Bunun benzerleri tahrimi icap etmez. Sözü burada bitti.

Müslümanları küfürden korumak ve amellerinin zayi olmaması için Müslümanların amelleri buna hami olunur. Çünkü müvahhid'in nazarını Mevlâsının razı olacağı amellere dikmiştir. Kendisini Allah'a yaklaştıracak kolaylıklarla Allah'a ibadet etmektedir.

Allahım! Bizleri zellelerden ve ayak kaymalarından koru! Âmin.

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:2 S:124-125)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Riya yılan, cimrilik akrep gibidir"
« Yanıtla #384 : 07 Ağustos 2012, 17:23:44 »
"Riya yılan, cimrilik akrep gibidir"

Selef-i sâlihîn, sadaka vermekte ve sadakadaki riya’dan korunmaya çok titiz davrandılar. Çünkü nefse galip olan çoğu kere riyadır. Riya sadakanın sevabını helak eder.

Kişi kabrine konulduğu zaman, onun kalbindeki riyakârlık yılan suretine dönüşür. Yani yılanın ısırıp acı vermesi gibi riyakârlık (gösteriş de) insanı ısırıp ona acı verir.

Cimrilik de kabirde bir akrep suretine dönüşür. (Akrebin insanı ısırıp, insana acı verdiği gibi cimrilikte sahibini ısırıp ona acı verir.) Bütün infaklardan maksad, cimriliğin alçaklığından kurtulmaktır.

Riya, cimrilikle imtizaç ettiği (karıştığı) zaman, akrebi, yılanın gıdası yapmak gibi bir şey meydana gelir. Bu durumda kişi akrepten kurtulur ama yılanın kuvveti (ve zehiri dolayısıyla acı vermesi) daha çok olur.

Bunların hepsi kalbte ve helak edici sıfatlar olduklarına göre, bunların gıdaları ve kuvvetleri de onların iktizalarının gereği icabet etmeye bağlıdır.


(Ruhü’l Beyan Tercümesi C:3 S:140)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Riya ile Verilen Sadakanın Durumu
« Yanıtla #385 : 08 Ağustos 2012, 12:39:58 »
Riya ile Verilen Sadakanın Durumu

Dağıttığı malından dolayı Allah'ın rızasını ve âhiret sevabını murâd etmez.
"Artık onun meseli,"
Onun acâip hâli:
"Meseli, bir kaya meseline benzer ki"
Düz, pürüzsüz ve temiz bir bir kayaya benzer.
"Üzerinde biraz toprak varmış."
Topraktan azıcık bir şey vardı.
"Derken şiddetli bir sağanak inmiş de,"
Üzerine şiddetli ve iri taneli bir yağmur yağınca:
"Onu yapyalçın etmiş bırakıvermiş..."
Üzerinde toz adına hiçbir şey bırakmadı ve onu tertemiz etti.
"İstifade edemezler."
(Bu kavl-i şerif, mukadder bir sualin cevabıdır.) Sanki: "Bu durumda onların halleri nice olur?" diye sorulmaktadır.

Onun için:
"Hiçbir şey istifade edemezler."

(Ruhü’l Beyan Tercümesi C:3 S:145)

Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Rûhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #386 : 08 Ağustos 2012, 12:44:27 »
Zikr-İ Cehrî
Ebû Musa ei-Eş’arî hazretlerinden rivayet olundu. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, Hayber’e gaza ettiğinde idi. insanların eşrefi, Rasûlüllah (s.a.v.) hazretleri bir vadiye yöneldiği zaman (sahabeler) tekbirle seslerini şöyle yükselttiler:
“Allahü ekber Allahü ekber. Lâilâhe illAllah- Allah büyüktür, Allah büyüktür. Allah’tan başka ilâh yoktur.” Efendimiz (s.a.v.) hazretleri onlara:
-”Yavaş olunuz. Nefsinizi yormayın. Çünkü siz sağır ve gaib olanı çağırmıyorsunuz. Yâni sız sağır ve uzakta olana dua etmiyorsunuz. Siz hakkıyla işiten, çok yakın olan ve sizinle beraber olan Rabbinize dua ediyorsunuz.” Buyurdular.[1]
Bu (yâni zikrin gizli veya aşikâr yapılması) meşrebier ve makamlar itibariyledir. Gaflet ehline layık olan hâtıra gelen kötülükleri sökmek (kalb’ten çıkartmak) için cehri zikretmeleridir. Huzur ehline de münâsip olan, zikr-i hafî (yâni gizli zikir daha uygun) olduğu gibi…
Sa’dî buyurdu:
Dost b na benden çok yakındır.
Ne yazık ve ne şaşılacak şey ki, ben ondan çok uzağım.
.

Kaynak :İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 2/351-352.
.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Sahih-i Buhârî: 3883; Sahîh-i Müslim: 4873; (Sahih-i Buhari’deki metin esas alınmıştır)

Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Rûhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #387 : 08 Ağustos 2012, 12:45:16 »
İlim Talebelerine Yardım
Abdullah b. Mübarek (r.h.) hazretleri, her sene fakirlere ve ilim talebelerine bin dirhem altın sadaka verirdi. Ve Fudayl bin lyaz (r.h.)’a şöyle derdi: “Eğer sen ve ashabın (talebelerin) olmasaydı ticâret yapmazdım.”
Abdullah b. Mübarek (r.h.) hazretleri, Fudayl ve ashabına şöyle derdi: “Siz dünyâ ile meşgul olmayın. İlim ile iştigâl edin. İlim öğrenmeye bakın. Ben sizin bütün ihtiyaçlarınızı karşılarım!“
(İlim Talebelerine yardım hakkında İmam-i Rabbani hazretlerinin bir Mektubu) ( 1 )
Yahya Bermekî266, Süfyân-ı Sevrî (r.h.) hazretlerine her ay bin dirhem gönderirdi. Süfyân-ı Sevrî hazretleri, secdelerinde Yahya Bermekî için şöyle dua ederdi:
-”Allahım! Yahya Bermekî benim dünyâ işlerimde bana kâfi geliyor (benim ihtiyaçlarımı giderip kendimi ibâdete vermemde bana yardımcı oluyor). Sen de âhiret işlerinde ona kâfi ol. (Onun âhiretteki hâlini düzelt ve ona yardımcı ol)” (1/295)
Yahya Bermekî öldükten sonra bâzı dostları onu rüyasında gördüler. Ona sordular:
-’”Allah sana ne etti (nasıl muamele etti?) O:
-”Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin dualarının bereketiyle Allah, bana bağışladı. Günahlarımı affetti.” dedi.
Saib buyurdu:
Bu cihan günlerinde idare lambasının kandilini yak.
Sen kandile yağ koy ki, o da seni aydınlatsın.
Allahü Teâlâ hazretleri bizi ve sizi, kitabının muktezası ve hitabının medlûlünce amel etmeyi nasîb etsin. Amin
.

Kaynak: Kaynak: İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 2/347-350.

.

( 1 )- İlim Talebelerine yardım hakkında İmam-i Rabbani hazretlerinin bir Mektubu
(Imam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sâni Ahmed Farûki Serhendi hazretleri. Bu mektûb’u. nakîb seyyid şeyh Ferîde yazmıştır. Din âlimlerine ta’zim etmek ve şeriatı garra’nın hameleleri olan ilim talebelerinin değerini bildirmenin lâzım olduğunu bildirmekdedir:
Allahü Teâlâ, Peygamberlerin en üstünü hürmeti için “aleyhi ve aleyhimüssalevât vetteslîmât vettehtyyât“, din düşmanlarına karşı olan mücâdelenizde yardımcınız olsun! İltifat yoluyla göndermiş olduğunuz mübarek mektubunuzu okumakla şereflendim. İlim talebelerine ve tasavvuf ehline sarf ve harcamak üzere, bir miktar para gönderdiğinizi yazıyorsunuz. Mektubunuzda İlim talebelerini tasavvuf ehlinin üzerine takdim etmeniz çok güzel oldu. Değer bakımından gerçekten böyledir. Zahir, bâtının- unvanı olduğuna hükmedilir. Bâtında da bu cemaatin (yâni ilim talebelerinin tasavvuf ehlinin üzerine) takdim edilmesini ümit ederiz. (Ne güzel buyurmuşlar) “Ve her kabın içinde bulunan şey dışarıya sızar.“
llm talebelerini tasavvuf ehlinin üzerine takdim etmek şeriatın ilerlemesine sebeb olur. Çünkü ilim talebeleri, nebevi şeriatın yükünü taşıyanlar ve bekçileridir. Muhammed Mustafa aleyhisseiâmın dîni onlarla kaimdir. Din, ilim talebeleriyle ayakta durmaktadır. Kıyamet günü insanlara islâmiyetden sorulacak, tasavvuftan değil… Cennete girmek. Cehennemden kurtulmak, ancak şeriat ile amel etmeğe bağlıdır. İnsanların en iyileri, seçilmişleri olan Peygamberler “salevâtüllahi Teâlâ ve teslîmâtühü aleyhim“, halkı (insanları) şeriatlere davet ettiler. Kurtuluşun medarının şeriat olduğunu beyan ettiler. O büyüklerin (peygamberlerin), gönderilme maksatları şeriatleri tebliğ etmekti.. O hâlde en büyük hayr ve iyilik, şeriatı yâni islâmiyet! öğretmek ve dinin eğitimine ve öğretimine yapılan çalışma, hizmet, yardımdır ve islâmiyetin hükümlerinden bir ahkâmını ortaya ihya etmektir. Hususiyetle İslâm şiâr’ının yıkıldığı, çöktüğü ve zayıf olduğu bir zamanda; Allah yolunda fakirlere milyonlarca sadaka dağıtmak, şeriatın meşelerinden birinin öğrenilmesine ve halk arasında revaç bulmasına asla müsâvî olamaz.. Çünki, bu işte, (yâni şeriatın öğretilmesinde) mahlukatın en büyükleri olan Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” uymak ve o büyüklerin vazifesine ortak olmak vardır. Hâlbuki, Müslümanın hasenatının en mükemmeli ancak onlara tabi olmakla mümkündür. Milyonla sadaka vermek, hayrat, hasenat yapmak ise, bu büyüklerden gayrı herkese müyesser olabilir. Şeriatın ikâmesi ve onun ahkamı ile amel etmekte nefse muhalefet vardır. Mal infak etmek (yâni hayrat yapmak) ise, çoğu kere nefsin hoşuna gidebilir. Evet, eğer malın infakı şeriatın öğretilmesi için oluyorsa, yâni İslâm öğretilmesi ve milletin ona revâc bulması, dine eğilmesi için oluyorsa, o harcamanın ve sarf edilenin üzerimizde çok yüksek dereceleri vardır… Bu niyet ile az bir şey vermek, bu niyet olmadan sarf edilen milyonlardan aşağı değildir.
Suâl: (Eğer denilse ki:) Nefsine uyan ve nefsinin elinde esir olan ilim talebesi, nefsi ile cihâd eden ve nefsin elinden kurtulan söfîden nasıl üstün olabilir?
Cevâp: (Buna şöyle cevâb veririm:) Bu suâli soran kişi, kelâmın hakîkatından sonra anlamamış ve meramın aslına muttali olmamıştır. Muhakkak ki ilim talebesi, nefsinin elinde esir olmakla beraber, mahlukatın kurtuluşuna sebebtir. Zîrâ şeriatın hükümlerinin tebliğ edilmesi, ilim talebelerine bağlıdır. Her ne kadar o ilim talebesinin kendi nefsi ondan faydalanmazsa bile (onun ilminden insanlar faydalanmaktadır.) Söfî ise, kendini kendi nefsini kurtarmakla berabar o sâdece kendisini kurtarmıştır. Mahlûkata iltifat etmemektedir (başkalarına faydası yokdur.) Fazilet ve üstünlük, kendisine taalluk eden şeye göredir. Çok kişinin kurtuluşuna sebep olmak, büyük toplulukların saadetine çalışmak, kişinin kendi nefsinin kurtuluşuna çalışmasından daha üstündür. (Yâni İslâmiyet, insanların saadetine çalışanları, kendini kurtarmağa çalışanlardan, daha üstün tutmaktadır.) Evet, şu bir gerçektir ki, (tasavvuf yolunda ilerliyen) sofi bir sâlik, fena ve beka makamlarından, Allah ile Allah’tan seyr derecelerine erer ve sonra insanları da’vet etmek için âleme döner; ilim sahibi olup halkı davet etme vazîfesi ile şereflendirilirse, Peygamberlik makamından nasîbi olur. Böylece o sofî, şeriatı tebliği eden (yâni Islâmiyeti bildirenlerden) sayılır. (Mürşid olan bu kişi) şerefli âlimlerin hükmüne girer. (Ve böylece İslâm âlimleri gibi üstün ve kıymetli olur.) Bu, (makam ve mevki) Allahü Teâlâ’nin fazl-ü keremidir. Onu dilediğine verir. Allah, büyük fazilet ve ihsan sahibidir.”

Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Rûhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #388 : 08 Ağustos 2012, 12:48:06 »
Duanın Hemen İcabet Edilmemesinin Sebebleri
Kim bir hacet için dua eder de duası hemen kabul olunmaz ve haceti hemen verilmezse, bu, yâni duanın hemen kabul edilmemesi birkaç şekilde yorumlanır:
Birincisi: Duaya mutlaka icabet hâsıl olur, icabet edilmemesi muhaldir. Muhakkak ki duaya icabet, ihtiyacın giderilmesinden ayrı bir şeydir. İhtiyacın giderilmesi de, duanın icabetinden apayrı bir şeydir… Duanın İcabeti, kulun:
“Ya Rabbi!” dediğinde, Allahü Teâlâ hazretlerinin ona:
“Buyur kulum!” demesidir.
Bu vaadedilen ve mevcut olan icabettir. Bu hal, doğrulukta O’na yönelen herkes içindir. İhtiyacın giderilmesi ise, istenen şeyin verilmesidir. Bu (yâni istenen şeyin verilmesi bir kaç şekilde tecelli eder:)
1 -Bazan hemen verilir.
2-Bazan da uzun bir süreden sonra meydana gelir.
3-Bazan da âhirete kalır.
4-Bazan da ondan daha hayırlı bir şey kendisine verilir.
ikincisi: Duaya icabet, tek bir cihetten değildir. Belki İcabetin bir çok cihet ve yönleri vardır. Hadîs-i şerifte şöyle buyuruldu:
“Müslümanın duası, şu üç sebepten biri dışında reddedilmez:
1 - Ya günah olan, ya da akrabayla ilişkiyi kesme ile ilgili olan bir konuda dua eder:
2-Veya istediği şey kendisi için âhirette bırakılır.
3-Ya da duası kadar kendisinden bir kötülük defedilir.[1]
“Herhangi  (müslüman)  bir kişi,  bir dua ile Allah’a dua ettiğinde kesinlikle duasına icabet edilir. (Bu kabul:)
1- Ya hemen dünyâda âdlen verilir.
2- Ya âhirete bırakılır.
3- Ya Duasının miktannca günahları silinir.
a) Bu kişi, günah olan bir şey istemedikçe,
b) Ya da yakın akrabayla alâkasını kesen bir kişi olmadıkça,
c) Veya acele etmedikçe, (Sahabeler) sordular:
-”Ya Rasûlellah (s.a.v.) insan nasıl acele eder?” Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
-”Ben Rabbime dua ettim, Rabbim duamı kabul etmedi” diyerek aceleci olmuş olur.[2]
“Bir (müslüman) kul dua ettiğinde, muhakkak Allah onun istediğini ona verir veya onun istediği hayır kadar ondan bir şerri defeder. Ancak günah, yâni kötü bir şey için dua eden veya akraba ile ilgiyi kesen kimse bundan müstesnâ’dır.[1]
Üçüncüsü: Daha önce de geçtiği gibi. duaya icabet Allahü Teâlâ hazretlerinin meşietine yâni dilemesine bağlıdır.
Dördüncüsü: Kulun duasına icabet edilmesinin şartı, kulun da Allahü Teâlâ hazretlerinin davetine icabet etmesidir. Zîrâ Allahü Teâlâ bu âyeti kerimede şöyle buyurdu:
-”O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iymân etsinler.
Beşincisi; Muhakkak ki duanın şartlan ve edepleri vardır. Bu şartlar ve edepler, icabetin sebepleridirler. Bu şart ve edepleri mükemmel ve tam bir şekilde yerine getirenler, icabet ehli olup duaları kabul olunur. Bunları ihlâl eden yerine getirmeyenler ise, haddi aşanlardan olur ve o kişi cevâp ve Duasının kabul edilmesine hak kazanmış olmaz.
.

Kaynak: İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 2/356-358.
.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Tirmizi: hadis no: 3441

[2] Tuhfetü’l-Ahvezi: 3747

Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Rûhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #389 : 08 Ağustos 2012, 12:49:23 »
Mevtaların Ruhları İki Kısımdır
İmam (Fahreddin Râzî), bâzı imamlardan naklen buyurdu: Ruhlar iki kısımdır.
1 - Nimet olunanlar,
2- Azab olunanlar.
Azap olunan ruhlar, hapistedirler. Onlar, azap ile meşgul olup; birbirlerini ziyaret etmekten, buluşmak ve görüşmekten men edilmişlerdir.
Nimet ve ikram olunan ruhlar, salıverilmişlerdir, hapis değiller. Onlar, birbirleriyle görüşürler, buluşurlar ve birbirlerini ziyaret ederler, ve müzâkere ederler. Yâni dünyâda olup bitenleri hatırlayıp, kendi aralarında konuşurlar ve dünyâ ehlinden söz ederler. Ruhlardan her biri, ameli kendi amelinin misli olan bir arkadaşının ruhu ile beraberdir. Bu beraberlik “Darü’l-berzâh” ta yani kabirde ve “Dârü’l-cezâ“da yani mahşerde vardır ve sabittir. “Kişi sevdiğiyle beraberdir. Hadîs-i şerifinin gereğince, insanlar, üç âlemde de sevdiğiyle beraberdir. Bu üç âlem:
1 - Dünya,
2- Kabir
3- Mahşer (Âhiret)
İnsanlar, her vatan ve her durakta sevdikleriyle beraberdir.
Bundan dolayı akıllı kişiye gereken, seçkin kişilerin sohbetini tercih etmeli, gece ve gündüz âhiret hazırlığı içinde olmalı, mal, makam ve mevkiye aldanmamalıdır. Tûli emel ile Allah’tan alâkasını kesmemelidir. Çünkü dünyâ ve dünyânın içinde bulunan her şey fânidir, geçicidir. Onun için her vakit ve her ân Allah’tan korkun, takvâlı olun.
Sâib buyurdu:
Eğer başta gaflet ve tûl-i emel varsa, o hanesini harab etmiştir