Kıyamet Hadis-i Şerifi
Ebû Hüreyre (r.a.) hazretlerinden rivayet olundu:
Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinden işittim şöyle diyordu. Yanında da sahabeden bir taife vardı.
"Muhakkak ki Allâhü Teâlâ ve Tebâreke hazretleri gökleri ve yerleri yaratma işinden fariğ olunca (bitirince) Sûr'u yarattı.
Onu İsrafil (a.s)'a verdi. İsrafil (a.s) Sûr'u ağzı üzerine koydu. Emir olunacak zamanını beklemek üzere gözünü Arşa dikti."
Ben:
"Ya ResûlAllah (s.a.v.) Sûr nedir? diye sordum."
Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
"Boynuzdur!"
Ben yine sordum:
"Nasıl bir boynuzdur?"
Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
"Büyüktür! Beni Hak ile gönderen Allah'a yemin olsun, muhakkak ki ondaki bir deliğin büyüklüğü, gökler ve yerin eni gibidir.
Ona üç kere üflenecektir.
Birinci üfleyiş: Korkutma üflemesidir.
İkincisi üfleyiş: ölme üfleyişidir.
Üçüncüsü üfleyiş: ölümünden sonra Âlemlerin Rabbi için yeniden diriliş için olan üflemedir.
Allâhü Teâlâ hazretleri İsrafil (a.s)'a; birinci nehfa (üflemeyi) emreder ve buyurur:
"üfle!"
O da hemen "feza nefha”sını (korkutma üfürmesini) üfürür.
Allâhü Teâlâ hazretlerinin diledikleri müstesna gök ve yerin bütün ehli korku ve dehşete kapılır. Allâhü Teâlâ hazretleri kendisine üflemeyi uzatmasını emreder. O da hiç durmaksızın uzun uzun üflemeye devam eder.
Bunlar. Allâhü Teâlâ hazretlerinin şu kavl-i şerifinin manasıdır.
"Onlar da başka değil, bir tek sayhaya bakıyorlar: öyle ki ona hık yok!"
İşte o zaman Allâhü Teâlâ hazretleri, dağları harekete geçirip yürütür. Onlar bulutlar gibi yürümeye başlarlar. Ve neticede bunlar serap hâline gelirler. Sonra yeryüzünü çok şiddetli bir sarsıntı ile sarsar. Yeryüzü, denize atılmış ve fırtınaya tutulmuş dalgaların kendisine çarptığı, tavana asılı bir kandili rüzgârlar salladığı gibi içindekileri sallayan bir gemiye benzer.
Bu durum Allâhü Teâlâ hazretlerinin şöyle buyurması gibidir:
"O gün ki sarsar râcife. 6 Onu velyeder o râdife! 7 Yürekler o gün oynar kaygıdan, 8 Gözleri kalkmaz saygıdan!" (En-Nâizât: 79/6-9.)
İnsanlar yerin üzerinde sallanırlar. Emzikli anneler, emzirdikleri yavrularından gafil olup atarlar. Hamileler düşük yaparlar. Çocuklar ihtiyarlar.
Şeytanlar, dehşetten uçarlar. Göğün kenarına geldiklerinde, melekler hemen onlara yetişir ve onları döverler, kamçılarlar... İnsanlar, arkalarını dönüp kaçarlar. Muhakkak ki onlar için Allah'ın emrinden hiçbir kurtarıcı kurtaramaz. O zaman insanların bazıları bazılarını çağırmaya başlarlar, işte bu Allâhü Teâlâ hazretlerinin şu kavl-i şerifidir:
"O arkanıza dönüp gideceğiniz gün...."
Onlar bu haldeyken yer çatlamaya başlar. Yeryüzü bir uçtan diğer uca kadar yarılıp çatlamaya başlar, insanlar daha önce benzerini görmedikleri bir hadise görürler. Bu yüzden onları büyük bir sıkıntı ve şiddet tutar. Büyüklüğünü ancak Allah bilir.
Sonra göğe baktıkları zaman onu erimiş maden gibi görürler. Sonra gök yarılır. Yıldızlar dökülür. Güneş ve ay tutulup katlanır ve dürülürler. Mezarındaki ölülerin bu hadiselerin hiçbirinden haberleri olmaz.
(Râvi) Ebû Hüreyre (r.a.):
"Ya ResûlAllah (s.a.v.)!
Hele sur üfürüleceği, Üfürülüp de bütün göklerdeki kimseler, yerdeki kimseler Allah'ın dilediği müstesna olmak üzere hepsi feza ile ürperdiği ve her biri ona hor-hakir geldikleri gün ne müthiştir?
Kavl-i şerifinde Allâhü Teâlâ hazretlerinin diledikleri müstesna olan kimseler kimlerdir?" diye sordu.
Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
"Şehitlerdir!
Dehşet ve korku ancak dirilere ulaşır. Şehitler ise Rablerinin katında rızıklandırılan kimselerdir. Allâhü Teâlâ hazretleri onları o günün dehşet ve korkularından koruyup emin kılmıştır. O günün şiddeti, Allâhü Teâlâ hazretlerinin öyle bir azabıdır ki onu mahlûkatının en şerlilerine gönderir, işte Allâhü Teâlâ hazretlerinin şu kavl-i şerifidir:
"Ey o bütün insanlar! Rabbinize korunun; çünkü o saat zelzelesi çok büyük bir şeydir! Onu göreceğiniz gün, her emzikli emzirdiğinden geçer ve her yüklü kadın hamlini vaz'eder ve naşı hep sarhoş değillerdir ve lâkin Allah'ın azabı şediddir"
O azap içerisinde bütün kullar, Allah'ın uzamasını dilediği kadar kalırlar. Sonra Allâhü Teâlâ hazretleri İsrafil (a.s)'a "ölüm nehfa"sını üflemesini emreder. İsrafil (a.s) ölüm üfürüşünü üfürür. Bu üflemenin ardından Allâhü Teâlâ hazretlerinin diledikleri hariç yer ve göklerin ehli bütün mahlûkatı hemen o an düşüp ölür.
Sonra ölüm meleği Azrail (a.s) Allâhü Teâlâ hazretlerine gelir.
"Ya Rabbi Senin dilediklerin müstesna bütün gök ve yer ehli öldü!" der.
Allâhü Teâlâ hazretleri, kimlerin kaldığını en iyi bilen olduğu halde sordu:
"Kimler kaldı?"
Azrail (a.s):
"Ya Rabbi ölmeyecek olan Sen. Hamale-i Arş (Arşı taşıyan melekler... ) Cebrail (a.s), Mikail (a.s), bir de ben (Azrail (a.s)..."
Bunun üzerine Allâhü Teâlâ hazretleri,
"Cebrail ve Mikâil'de ölsün!" buyurdu.
Böylece Cebrail (a.s) ile Hazret-i Mikail’de ölürler...
Sonra Azrail (a.s) Cebbar olan Allâhü Teâlâ hazretlerine gelir:
"Ya Rabbi! Cebrail ve Mikail de öldü!" dedi.
Allâhü Teâlâ hazretleri, her şeyi kendisi bildiği halde sordu:
"Kim kaldı?" diye sordu.
Azrail (a.s):
"Ya Rabbil Hiç ölmeyecek olan Hay, Kayyûm ve Bakî olan Sen Hamele-i Arş ve ben" der.
Allâhü Teâlâ hazretleri buyurdu:
"Hamele-i Arş melekleri de ölsünler!"
Hamele-i Arş melekleri de ölürler. Ondan sonra Allâhü Tealâ hazretleri, Arş'a Sur’u İsrafil’den almasını emreder.
Sonra Azrail (a.s) gelir:
"Ya Rabbil Hamel-i Arş'ta öldü!" der.
Allâhü Teâlâ hazretleri her şeyi bildiği halde sordu:
"Kim kaldı?"
Azrail (a.s):
"Ya Rabbi Hay, Kayyum ve Baki olan Sen ve (mahlûkattan) ben kaldım!" der.
Allâhü Teâlâ hazretleri.
"Sen de benim mahlûkatımdan birisin, seni ve gördüğün her şeyi yarattım. Sen de hemen öl!" der.
Bunun üzerine Azrail (a.s)'da öldü.
Ne zaman ki, doğurmayan ve doğrulmayan bir olup kimseye muhtaç olmayan vâhid (bir) ve Kahhar olan Allâhü Teâlâ hazretleri yalnız kalır, işte o zaman Evvel olduğu gibi Ahir de O olmuştur. Gökleri ve yeri yazılı kâğıtların tomarını dürür gibi dürüp, onları döşer. Sonra da üç kere onları kudret eliyle yakalayıp, dürmesinin akabinde üç defa:
"Cebbar Benim!
Cebbar Benim!
Cebbar Benim!" buyurur.
Sonra (harf ve ses gibi noksan sıfatlardan münezzeh olan) Allâhü Teâlâ hazretleri, kendi kelâmıyla üç kere seslendi:
"Bugün mülk kimindir?" diye nida eder.
(Bütün canlılar öldüğü için) Allâhü Teâlâ hazretleri kendi zatına cevap verir:
"Vâhid (bir) ve Kahhar olan Allah'ındır!"
Bu konuda Allâhü Teâlâ hazretleri buyurdu:
"O gün ki yeryüzü başka şekle tebdil olunur, semâvat da... ve hep o vâhid-kahhâr olan Allah için fırlarlar;"
Sonra Allâhü Teâlâ hazretleri buyurdu:
"Bir de sana dağlardan soruyorlar, binaenaleyh de ki: 'Rabbim onları un ufak edip savuracak da yerlerini düpedüz bomboş bırakacak; onda ne bir eğrilik, ne bir yumruluk göremeyeceksin!'"
Sonra Allâhü Teâlâ hazretleri bütün mahlûkata tek bir sayha ile nida eder. Bu nida üzerine mahlûkatın hepsi daha önce bulundukları gibi. o değiştirilen arazide, içinde olan içinde, üstünde olan üstünde olmak üzere bu yeri yeryüzünde bulunurlar.
Sonra Allâhü Teâlâ hazretleri, onların (yeni arazinin ve ölülerin) üzerine Arş'ın altında bir yağmur yağdırır. Göğe yağmasını emreder. O da kırk gün yağar. Yağmur insanların (ve yerin) üzerine tam on iki zira' kadar yükselir. Sonra Allâhü Teâlâ hazretleri, cesetlerin bitmelerini emreder. Cesetler, kalkan otu veya yeşilliklerin bitmesi gibi biterler. Cesetler, tekâmül ederler ve tekâmül edip, eski hâline gelirler.
Allâhü Teâlâ hazretleri:
"Hamele-i Arş, dirilsin!" buyurur. Onlar da hemen dirilirler.
Sonra Allâhü Teâlâ hazretleri, İsrafil (a.s)'a emreder: o da sura ağzının üzerine koyar.
Daha sonra Allâhü Teâlâ hazretleri:
"Cebrail ve Mikail dirilsin!" buyurur. Onlar da hemen dirilirler.
Sonra Allâhü Teâlâ hazretleri, ruhları çağırır. Müslümanların ruhları nur gibi parlayarak, kâfirlerin ruhları ise kapkaranlık (zulmetler içinde) getirilirler. Hepsini kudret eliyle yakalar ve surun içine atar.
Sonra Allâhü Teâlâ hazretleri İsrafil (a.s)'a "Yeniden diriliş nefha”sına üfürmesini emreder, İsrafil (a.s), ba's (yeniden diriliş) nefhasını üfürür. Bütün ruhlar, gökle yer arasını dolduran arıların kovanlarından çıktığı (ve etrafa dağıldığı) gibi, ruhlar da surlardan çıkarlar.
O zaman Allâhü Teâlâ hazretleri:
"İzzetim ve Celâlim hakkı için, elbette her ruh cesedine dönecektir!" buyurur.
Bu emir üzerine yerin içinde bulunan cesetlerine girmeye başlarlar, önce insanların burunlarından girip, sonra bedenlerin içerisinde (zehirli hayvanlar tarafından) sokulan kişinin içinde zehir yürüdüğü gibi yürürler, sonra da onların üzerinden toprak yarılıp açılır.
Ben toprağın kendisinden yanılacağı (ve topraktan çıkacak) kimselerin ilkiyim.
"Özleri düşkün düşkün kabirlerden çıkarlar, sanki çıvgın çekirgeler gibi çağırana koşarak der ki kâfirler:
'Bu pek zorlu bir gündür!"
Yalınayak, çıplak, sünnetsiz bir halde, dirilirler ve süresi yetmiş sene olan bir mevkifte duracaksınız. Ne sizlere bakılacak ve ne de aranızda hüküm verilecektir.
O kadar ağlayacaksınız ki gözyaşları dökeceksiniz.
Gözyaşlarınız tükenecek sonra kan ağlayacaksınız.
O kadar terleyeceksiniz ki, ter ağzınıza kadar çıkıp dayanacaktır veya çenelere ulaşacaktır.
O zaman siz:
"Bizim için Rabbimize kim şefaatçi olacak ki aramızda hüküm versin" diyeceksiniz.
Sonra Allah Teâlâ hazretlerinin kendi kudret eliyle yarattığı. Kendisine ruhundan üflediği ve kendisiyle karşılıksız konuştuğu babanız Âdem (a.s)'dan bu hususta daha hak sahibi kim olabilir diyerek; hep birden Adem (a.s)'a gelip; kendisinden bu hususta talepte bulunacaksınız.
O da:
'Ben bu işin sahibi değilim' demek suretiyle bundan çekinecek.
Böylece (insanlar) şefaat için bütün peygamberleri tek tek araştırıp dolaşacaklar. Fakat her peygambere geldiklerinde o. onlara karşı bu şefaate yanaşamayacaklarını beyân edeceklerdir. Ta ki bana gelecekler. Ben de 'Fahs'a' giderek secdeye kapanacağım.
Ebu Hureyre (r.a.) hazretleri sordular:
"Ya ResulAllah! Fahs nedir?"
Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
"Arşın ön tarafıdır"
(Sonra Efendimiz s.a.v. hazretleri devam etti:
Ta ki Allahü Teâlâ hazretleri, bana bir melek gönderir. O melek benim pazılarımdan tutarak beni kaldırır ve Allahü Teâlâ hazretleri bana:
"Ya Muhammed" diye hitap eder.
Ben de;
"Evet! Ya Rabbi!" derim.
Allahü Teâlâ hazretleri, en iyi bilen olduğu halde;
"Halin nedir?" diye sorar.
Ben de:
"Ya Rabbi Bana şefaat vaad ettin, öyleyse beni mahlûkatın hakkında şefaatçi kıl da onlar arasında hüküm ver" derim.
Allahü Teâlâ hazretleri:
"Muhakkak seni şefaatçi kıldım. Ben (hareketten münezzeh olduğum halde) size gelip aranızda hüküm vereceğim" buyurur.
Bunun üzerine ben de döner ve insanlarla birlikte dururum. Biz o halde dururken; gökten şiddetli bir gürültü duyarız da o bizi korkutur.
Derken birinci kat semanın ehli, yeryüzünde bulunan cin ve insanların iki misli olarak inerler. Yere yaklaştıklarında yer onların nuruyla parlar ve safları tutarlar.
Biz onlara:
"Rabbimiz sizin aranızda mı?" (Size hüküm mü veriyor) deriz.
Onlar;
"Hayır! O gelecektir" derler.
Sonra ikinci kat semanın ehli, daha önce inmiş olan meleklerin iki misli ve yeryüzünde bulunan cin ve insanların iki katı olarak inerler. Yere yaklaştıklarında yer onların nuruyla parlar ve onlar da safları tutarlar.
Biz onlara:
"Rabbimiz sizin aranızda mı?" deriz.
Onlar;
"Hayır! O gelecektir" derler.
Sonra (üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve) yedinci kat dâhil bütün sema tabakalarının ehli olan melekler bu katlanarak artmayla yeryüzüne inerler. Neticede Cebbar Teâlâ hazretleri, buluttan gölgeler içinde, meleklerle tecelli eder.
O gün O'nun Arşını sekiz melek taşır. Bu gün ise dört tanedir. Ayaklan yedi kat yerin son hududunda olup; yer ve gökler onların bellerine gelmektedir. Arş ise onların omuzları üzerindedir.
Onlar sesli yaptıkları tesbihlerinde:
"Arş'ın ve azametin sahibini tesbih ederiz. Mülk ve melekût'un (maddi ve manevi bütün âlemlerin) sahibini tenzih ederiz.
Hiç ölmeyecek diriyi tesbih ederiz. Yaratıkları öldürüp kendi ölmeyen Zatı tenzih ederiz.
O, son derece tesbih edilen, son derece mukaddes olan, ziyadesiyle münezzeh olandır.. O Kuddüs'dür.
Meleklerin ve Ruh'un (Cibril-i Emin'in) Rabbi olan o yüce Rabbimizi tenzih ederiz. Mahlukatı öldürüp kendi ölmeyen yüce Rabbimizi tesbih ederiz.." derler.
Bundan sonra Allahü Teâlâ hazretleri, kürsüsünü dilediği yere koyarak kendi kelamıyla kullarına:
"Ey cinler ve insanlar topluluğu! Ben sizi yarattığım günden bugününüze kadar dinledim. Sözlerinizi duyuyor, amellerinizi görüyordum.
Şimdi siz de beni dinleyin:
İşte bunlar sizin amelleriniz ve defterlerinizdir ki size okunmaktadır, artık hayır bulan Allah'a hamdetsin başkasını bulan ise kendini tenkit etsin" diye nida eder.
Sonra Allahü Teâlâ hazretleri, cehenneme emreder de ondan uzun ve karanlık bir boyun çıkar.
Bundan sonra Allahü Teâiâ hazretleri buyurur:
"And vermedim mi size 'Ey âdemoğulları Şeytan'a kulluk etmeyin, o size açık bir düşmandır!' diye. Ve 'Bana kulluk edin, doğru yol budur!' diye? Böyle iken celâlime karşı o içinizden birçok cibilletleri yoklan çıkardı. Ya o vakit sizin akıllarınız yok muydu?
Bu, işte o cehennem ki va'dolunur dururdunuz: 'Bugün yaslanın ona bakalım küfür ettiğiniz için!' "
Sonra Allâhü Teâlâ buyurur:
"Ve haydin ayrılın bugün ey mücrimler ey günahkârlar!"
Böylece Allahü Teâlâ hazretleri insanları ayırır ve ümmetler diz üstü çökerler.
Bu hususta da Allahü Teâlâ hazretleri şöyle buyuruyor:
"Ve her ümmeti görürsün ki diz çökmüştür, her ümmet kitabına davet olunuyordu Bugün o yaptığınız amellerin cezası verilecek! İşte kitabımız yüzünüze karşı hakkı söylüyor; çünkü biz sizin yaptıklarınızı hep İstinsah (kopya) ediyorduk."
Bundan sonra Allahü Teâlâ hazretleri, cinler ve insanlar hariç, bütün mahlûkat arasında hüküm verir. Vahşi hayvanlar ve diğer hayvanlar arasında hükmeder. O kadar ki. Boynuzlu hayvan aleyhine boynuzsuz için hükmeder. Kısas uygulanır.
Bütün bunlar bitip hiçbir hayvanın diğerinde alacağı kalmadığında Allahü Teâlâ hazretleri, onlara:
"Toprak olun" buyurur. Bütün hayvanlar toprak olurlar.
O gün ki kişi ellerinin ne takdim ettiğine bakacak ve diyecek ki kâfir:
"Ah ne olaydı ben bir turab (toprak) olaydım!"
Sonra Allahü Teâlâ hazretleri, kulları arasında hükmetmeye başlar, ilk hükmolunan şey kan davaları olur.
Allah yolunda öldürülenlerin hepsi şah damarları kan aktığı bir halde başlarını taşıyarak gelirler ve (katillerini göstererek):
"Ey Rabbimizl Filan filan kimseler bizi katletti" derler.
Allahü Teâlâ hazretleri en iyi bilen olduğu halde.
"Siz öldürüldünüz değil mi?" diye sorar.
Onlarda:
"Ey Rabbimiz! Biz izzet senin olsun diye öldürüldük" derler.
Allahü Teâlâ hazretleri de onlara:
"Doğru söylediniz" buyurur.
Yüzlerine güneşin nuru gibi bir nur verir, sonra melekler onları cennete götürürler. . .
Allah yolundan başka niyetlerle öldürülenler de, şah damarından kan aktığı halde başlarını taşıyarak gelirler ve (katillerini göstererek)
"Ey Rabbimiz! Filan filan kimseler bizi katletti" derler.
Allahü Teâlâ hazretleri, en iyi bilen olduğu halde:
"(Siz) niçin öldürüldünüz?" diye sorar.
Onlar da:
"Ey Rabbimiz! Biz izzet senin olsun diye öldürüldük" derler.
Allahü Teâlâ hazretleri onlara,
"Siz (benim yolumda öldürülmüş görülseniz bile. Sizin niyetiniz benim azametim, yolunda olmadığı için helak oldunuz" buyurur.
Sonra öldüren her bir kişi mutlaka öldürdüğüne karşılık öldürülür. Zulüm yapan herkes de yaptığı zulme karşılık mutlaka cezalandırılır. Yine de her şey Allahü Teâlâ hazretlerinin dilemesindedir. Allahü Teâlâ hazretleri, dilerse kuluna azap eder; dilerse rahmet eder.
Sonra Allahü Teâlâ hazretleri, kalan kullar arasında hüküm verir. O derece ki kimsenin yanında kimsenin hakkı kalmaz. Mutlaka Allahü Teâlâ hazretleri, mazlumun hakkını zalimden alır: Hatta süte su katıp satanı sütü sudan ayırması için zorlar.
Allahü Teâlâ hazretleri bundan da fariğ olunca, bütün mahlûkata sesini işittiren bir münadi:
"Her kavim, kendi ilahlarının ve Allah'ı bırakıp da taptıklarının yanına gitsin" diye seslenir.
O zaman Allah'tan başka bir şeye tapan herkesin önüne o ilahlarının bir sureti sokularak mutlaka çıkartılır...
O gün meleklerden bir melek Üzeyr (a.s)'ın suretine; diğer biri de Meryem oğlu İsa (a.s)'ın suretine sokulur. Yahudiler ona, Hıristiyanlar da buna tabi olurlar, sonra ilahları onları cehenneme çeker.
Bu hususta Allahü Teâlâ hazretleri şöyle buyurdu:
"Haberiniz olsun ki siz ve Allah'tan başka taptığınız nesneler hep cehennem mermisisiniz, siz O'na vürûd edeceksiniz. Onlâr ilâh olsalardı ona vürûd etmezlerdi, halbuki hepsi onda muhalled kalacaklar."
Artık içlerinde münafıkların da bulunduğu müminlerden başkası kalmaz.
Allahü Teâlâ hazretleri onlara dilediği bir hey' ette (şekil ve hareketten münezzeh olduğu bir halde) gelerek:
"Ey insanlar! İnsanlar (ilahlarının peşine) gitti! Siz de ilahınıza ve ibadet eder olduğunuza tabi olun!" buyurur.
Onlar da:
"VAllahi bizim Allah'tan başka ilahımız yoktur. Biz ondan başkasına ibadet etmezdik" dediler.
O zaman Mevla Teâlâ hazretleri:
"Ben sizin rabbinizim!" der.
Onlar (bunun imtihan olduğunu sanarak):
"Biz senden Allah'a sığınırız" derler.
Sonra Allahü Teâlâ hazretleri:
"Sizinle Rabbinizin arasında, onunla kendisini tanıyacağınız bir nişan ve alâmet var mı?" diye sorar.
Onlar:
"Evet" derler.
O zaman Allahü Teâlâ hazretteri, onlara yakından keşfedip (müminlere heybetini gösterip), azametiyle tecelli buyurunca, O'nun Rableri olduğunu anlarlar. Çeneleri üzerine yüzükoyun secde eder oldukları nakle yere kapanırlar. Her münafık da (secde etmek isteyince) ensesi üzere geri düşer. Allahü Teâlâ hazretleri, onların bellerini sığır boynuzları gibi yapar (da eğilmeye güç bulamazlar). Sonra Allahü Teâlâ hazretleri, onların yerden kaldırılmaları için izin verir (melekler onları) kaldırırlar.
Allahü teala hazretleri cehennemin ortasına, bıçağın veya kılıcın keskin tarafı gibi olan Sırat'ı kurar... Sırat'ın üzerinde, geçeni aşağı çeken kancalar, çengeller ve sa'dan (her tarafında demir gibi dikenleri olan, devenin atladığı bir bitki) dikeni gibi dikenler vardır. Onun önünde çok kaygan, ayakları üzerinde sabit duramayacağı bir köprü vardır.
Sırat köprüsünün üzerinde (insanların kimi)
Göz açıp kapama,
Yahut şimşek çakma,
Veya rüzgâr esmesi gibi,
Ya da iyi cins koşucu atlar.
Veya süratli koşan süvariler,
Yahut yayalar gibi ...
İnsanlar amellerine göre farkı hızlarla geçerler,
(Onlardan kimi) selametle kurtulur:
Kimi yara bere içinde kurtulur,
Kimi de yüzü üstü cehenneme şiddette atılır.
"Bizim için rabbimize kim aracı olur da (onun şefaatiyle) cennete gireriz?" derler.
Sonuçta:
"Allahü Teâlâ hazretlerinin kudret eliyle yarattığı kendisine ruhundan üflediği ve kendisiyle karşılıklı konuştuğu babamız Âdem’den bu hususta daha hak sahibi kim olabilir?" derler.
Hep birden Âdem (a.s)'a gelirler, kendisinden bu hususta talepte bulunurlar.
Âdem (a.s) bir zellesini anlatarak;
"Ben bu işin sahibi değilim, lakin siz Nuh'a gidin, çünkü o Allah'ın Resullerinin ilkidir" der.
Bunun üzerine mahşer ehli Nuh (a.s)'a giderler. Ondan şefaat talep ederler.
Nuh (a.s) da bir zellesini anlatarak;
"Ben bu işin yetkilisi değilim. Siz İbrahim’e gidin, çünkü Allah onu Halil (dost) seçmiştir" der.
Mahşer ehli İbrahim (a.s)'a varırlar, ona da aynı talepte bulunurlar.
O da bir zellesini zikrederek;
"Ben bu işin sahibi değilim, siz Musa'ya gidin, (çünkü Allah onu sırdaş olarak kendine yaklaştırmış, onunla konuşmuş ve ona Tevrat indirmiştir" der.
O vakit Musa (a.s)'a giderler. Kendisinden şefaat istendiğinde o da bir zellesini anlatarak:
"Ben bunun ehli değilim, lakin siz Allah'ın ruhu ve Kelimesi olan Meryem oğlu İsa’ya gidiniz" der.
Meryem oğlu Isa (a.s)'a gelirler.
Şefaat taleplerini arz ederler. İsa (a.s);
"Ben sizin sahibiniz değilim ve lakin siz Muhammed Mustafa (s.a.v.)'a gidin" der
Bu arada insanlar bana gelirler. Rabbim katında benim üç şefaat hakkım vardır. Allâh onları bana vaat etti. Ben de yürüyüp cennete giderim. Cennetin kapısının halkasından tutup açılmasını isterim, hemen kapı bana açılır. Selamlanır ve 'Merhaba' denilerek karşılanırım. Cennete girdiğimde Rabbime bakınca secdeye kapanırım. Allahü teala hazretleri bana mahlûkatından hiç birine izin vermediği şekilde hamd ve tanzimde bulunmam için müsaade etti.
Sonra bana:
"Habibim Ahmed Resulüm ya Muhammed başını kaldır. Şefaat et (şefaatin) kabul olunacaktır. .işte (isteğin sana) verilecektir." buyurur.
Başımı kaldırdığımda Allahü Teâle hazretleri en iyi bilen olduğu halde, "halin nedir?" diye (bana) sorar.
Ben de:
"Ya Rabbi! Bana şefaati vaad ettin! Öyleyse beni cennete girecekler hakkında şefaatçi kıl ki, cennete girebilsinler!" derim.
Bunun üzerine Allahü Teala hazretleri:
"Muhakkak ki ben seni şefaatçi kıldım ve onlara cennete girmeleri için izin verdim" buyurur. (Bunun üzerine cennet ehli cennete girerler)
Canım (kudret) elinde olan Zata yemin ederim ki, cennet ehli, ailelerini ve evlerini bildiği kadar siz, dünyada ki ailelerinizi ve evlerinizi bilemezsiniz. Onlardan her biri 72 zevcesinin yanıma girerler. Bunlardan 70'ini Allahû Teâlâ hazretleri yoktan yaratmış (huriler)dir. İkisi de Âdem (a.s)'ın evladından dünyadaki hatunlardır. Onlar (dünya kadınları) Allahü Teala hazretlerine dünyada ibadet ettikleri için, Allahü Teâlâ hazretlerinin yoktan yarattığı (cennet kadınlarının hurilerin) üzerine üstünlükleri vardır.
Yakuttan bir köşkte bulunan hanımlarından ilkinin yanına girdiğinde, onu incilerle bezenmiş altından bir taht üzerinde otururken bulur ki, üstünde ince ve kalın ipek kumaşlarından 70 kat elbise bulunur.
Sonra o kişi elini onun iki omuzu arasına koyup baktığında elbiselerinin, derisinin ve etinin ötesinden kendi elini onun göğsünden görür. Şüphesiz ki o sizin biriniz içi boş yakutun ipini gördüğü gibi hanımın bacağındaki iliği görür. Onun göbeği kocası için ayna, kocasınınki de onun için bir aynadır. O, hanımının yanında iken ne o hanımından usanır ve ne de hanımı ondan bıkar. Her defa onunla yakın olmak istediğinde mutlaka onu bakire olarak bulur. Ne onun tenasül uzvu gevşer ve ne de hanımının ki acı çeker.
O sıra kendisine:
"Muhakkak biz anladık ki, sen usanmazsın da, usanılmazsın da (sen de hanımında birbirinizden usanmayacaksınız), fakat burada hastalık ve ölüm yoktur, senin başka hanımların da var" diye nida edilir.
O da hanımının yanından çıkarak diğer hanımlarına tek tek uğrar, her birine geldiğinde, hanımı ona:
"VAllahi cennette senden güzel şey göremiyorum ve cennet içinde bana senden daha sevgili hiç bir şey yoktur" der.
Cehennem ehli cehenneme düştüğünde cehenneme Rabbinin yarattığı kullardan, amellerinin kendilerini helak ettiği bir takımları düşer ki, ateş onlardan kiminin sadece ayaklarını yakalar, daha ileri geçmez. Bazısını ateş yarı dizlerine kadar, kimini dizlerine, bir kısmını da bellerine kadar tutar. Kiminin de yüzü müstesna bütün vücudunu kaplar. Ancak Allahü Teâlâ hazretleri yüzünü ateşe haram kılmıştır.
O zaman ben:
"Ya Rabbi ümmetimden ateşe düşenler hakkında beni şefaatçi kıl" derim.
Allahü Teâlâ hazretleri de:
"Tanıdıklarınızı çıkarın!" buyurur.
Bunun üzerine içlerinden tek fert kalmayacak şekilde onlar çıkartılırlar.
Sonra Allahü Teâlâ hazretleri, şefaat izni verince, şefaat etmeyen hiç bir peygamber ve şehit kalmaz.
Allahü Teâlâ hazretleri:
"Kalbinde bir dinar ağırlığında iman bulunanı (cehennemden) çıkarın" buyurur.
Böylece onlardan bir fert kalmayacak şekilde hepsi (cehennemden) çıkarılırlar.
Sonra Allahü Teala şefaat ederek:
"Kalbinde bir dinarın üçte ikisi kadar iman bulduğunuzu da çıkarın" buyurur.
Sonra:
"Üçte bir kadar" buyurur.
Sonra:
"Dörtte biri kadar" buyurur.
Sonra:
"Bir kırat kadar" buyurur.
Ve en sonunda:
"Hatta bir hardal tanesi kadar imân bulduğunuzu (cehennemden) çıkarın!" buyurur.
Bunun üzerine onlar da çıkarılır... Hatta içlerinde iman sahibi bir kişi bile kalmaz.
Nihayet Allah için bir hayır yapan bile ateşte kalmaz ve şefaat hakkı olan bütün fertler; (Yani:
1- Peygamberler,
2- Evliya,
3- Âlimler
4- Şehitler.
5- İlim talebeleri de şefaat etmemiş kalmaz...)
O kadar ki Allah'ın bu rahmetini gören iblis bile kendisine şefaat edilir ümidiyle uzanır.
Sonra Allahü Teâlâ hazretleri:
"Ben kaldım! Ben ise rahmet edenlerin en rahmetlisiyim" buyurur ve Allahü Teâlâ hazretleri, (kudret) elini cehenneme sokup, kendisinden başka kimsenin sayamayacağı miktarda çok kimseleri, kömür gibi oldukları halde oradan çıkarır...
Onlar, hayat ırmağı denilen bir nehre atılırlar ve dere kenarında yetişen tane gibi biterler ki onlardan güneş görenler yeşil, gölgede Kalanlar sarı olur; böylece onlar inci misali yetişirler de boyunlarında, "Rahman Teala'nın azatlısı olan cehennemlikler" diye yazılırlar...
Cennet ehli onları bu yazı ile tanırlar... Hâlbuki Allah için hiç bir hayır işlememişlerdir.
Bu yazı boyunlarında olarak, Allah'ın dilediği kadar cennette bekledikten sonra onlar;
"Ey Rabbimiz! bu yazıyı bizden sil!" derler. Allahü Teâlâ hazretleri de onlardan o yazıyı siler."
Teslim Olmalıyız
Sana hakiki İslâm’ı ve teslim olmayı tavsiye ederim; tâ ki kurtulasın... Bu da vücudu terk etmektir. Âlemlerin Rabbinin hükümlerinin cereyan etmesi için; kaza bastonuna teslim olmuş kader meydanındaki top gibi (vücudu terk etmek gerekir...)
Bu da ancak Allâhü Teâlâ hazretlerinin fazl-ü keremiyle hâsıl olur. Lakin peygamberler ve evliya (mürşid-i kâmiller) vasıtalardır.
Mesnevî'nin sahibi işaret ettiği gibi (Mevlânâ k.s.) buyurdu:
"O gün ki, İsrafil (a.s), Suru’nu üfürdü.
Yüz yıllık ölüyü diriltti.
O gün peygamberlerin (ve evliyanın) kalplerinde öyle nâmeler vardır ki,
Hikmet taliplerini ihya ederler.
His kulağı, o nameyi anlamaz.
Zira o kulak zulümden kirlenmiştir.
Âdemoğlu perinin namesini anlamaz.
Zira onun esrarının mahremi değildir.
Gerçi insan ve peri namesi birdir ama.
Gönül namesi onlardan üstündür.
Peri de insanoğlu da hapishanedir.
Her ikisi de cehalete alışmıştır.
Bu, insan ve cinlere Hakkın nidasıdır.
Bu yok eden yokluğa gönül bağlamayın.
Temiz kalbe vehim ve zan layık mıdır?
Kevn-ü fesad âlemi fânidir.
Bakî olan ruhumuz doğmuş değildir."
(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:7 S: 527-528-529-530-531-532-533-534-535-536-537-538)