Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Muhteşem panayır

Başlatan İsra, 12 Ocak 2011, 12:34:20

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

İsra

“Muhteşem Yüzyıl”ı, yani Kanuni Sultan Süleyman ve dönemini anlatmak iddiasında olan dizinin hemen başında iki temel unsur öne çıkıyor:

1. Şiddet (baş kesme sahnesi)...
2. Cinsellik...

Bunlar dizinin hangi eksen üstünde gelişeceğini gösteriyor. Belli ki dizi şiddet ve cinsellik ekseninde gelişecek. Çünkü bunlar en çok merak uyandıran ve seyirci toplayan unsurlardır.

Peki, ama Kanuni dönemi böyle bir dönem midir? Bunu umursadıklarını sanmıyorum: Maksat ilginçlik olsun, küp dolsun!

İlginçlik uğruna tarih tahrif edilecek, Osmanlı padişahlarının en büyüklerinden biri torunlarının nazarında kirlenecek... Kimin umurunda? Nasılsa Atatürk dışında kalan tarihi önderlere hakaret ve iftira “yasak” değil... Hiçbir müeyyidesi yok... Yani “atış serbest!”

İzlediğimiz ilk bölümde resmedilen Kanuni’nin Bizans imparatorlarından, Osmanlı sarayının ise Bizans saraylarından hiçbir farkı yok...
İlginç olsun da ne olursa olsun! Ne var ki, hatalar daha ilk bölümde sırıtıyor...

1. Padişahların, sarayda yahut herhangi bir yerde, baş açık dolaştıklarını şimdiye kadar ne duyan, ne gören, ne de yazan olmuştur...

Çünkü dinen haram olmamasına rağmen, Osmanlı toplumunda erkeklerin ve kadınların baş açık gezmesi “fitne” olarak değerlendiriliyor ve “münafıklık âlâmeti” sayılıyor (Bazı bölgelerimizde, özellikle Doğu ve Güneydoğu’da hâlâ böyle görülür). Bu yüzden padişahlar, özel dairelerinde, hatta yatak odalarında bile başlarını açmaz, en azından bir takke ile kapatırlar.

Bu o kadar önemlidir ki, bir uyuz eşeğe bindirilip ölüme götürülen Sultan Genç Osman’ın kavuğu o kargaşada başından fırlayınca, eşeğin yularını tutan yeniçeri irkilmiş, hemen başındakini çıkarıp, “Pakçadır (temizcedir) Hünkârım, buyurunuz” diyerek Padişah’a uzatmıştır.

Bu yüzden, Padişah’ın âdeta “yalınayak başıkabak” dolaşmasını tarihten nasiplenmiş hiç kimse “ayrıntı” olarak göremez.

2. Osmanlı sarayında ne erkek hanedan mensupları ne de kadınlar taç takar...

Taç, Avrupa saraylarının iktidar alâmetidir. Osmanlı padişahlarının iktidar alâmeti ise kılıçtır. Tahta çıkan şehzade genellikle Eyüp Sultan Camii’nde merasimle kılıç kuşanır ve “Padişah” olur.

Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergilenen Osmanlı mirası arasında taca rastlanmaması işte bu yüzdendir.

3. Cariyeler saraya, eski dinleri ve yaşantılarıyla ilgili hiçbir alâmet sokamazlar...

Dizide Hürrem Sultan yatağının altına haç saklıyor. Bu mümkün değil. Çünkü esir alınarak ya da satın alınarak hareme getirilen cariyelerin önce geçmişleriyle maddi-manevi bağları kesilir...

Bunun ilk işlemi gözetim altında hamama sokulup banyo yaptırmak, ikinci işlemi ise üzerindeki eşyaları ve elbiseleri, geriye hiçbir hatıra kalmayacak şekilde yakmaktır.

Ondan sonra yeni bir dünyaya adım atar gibi, hareme adım atmalarına izin verilir.

4. Hareme alınan cariyenin ilk iş olarak adı değiştirilir...

Hareme alınan cariyeye hemen yeni bir isim verilir. Bu sıradan bir isimdir. Eski dünyasından kopuşun da bir simgesidir. Bu açıdan önemlidir.
Eğer cariye eğitim sürecinde zekâsını ispatlamış, bunun yanı sıra, bir padişaha eş olabilecek fazilete, bilgiye, görgüye, beceriye sahip bulunduğu yolunda bir izlenim doğmuşsa, özel eğitim birimine nakledilir. Daha disiplinli ve derin bilgilerle donatılır.

Bunları da başarır, Osmanlı inanç, ibadet, ahlâk, gelenek ve göreneklerine hiçbir tereddüt uyandırmayacak şekilde adapte olabilirse, padişah eşine ve annesine lâyık yeni bir isimle mükâfatlandırılır ve ondan sonra padişaha sunulur. Bu ismi padişahlar değil Valide Sultanlar verir. Çünkü Harem’in hâkimi Valide Sultandır ve padişah ondan müsaade almadan hareme uğrayamaz.

Haremdeki cariyeler hiçbir şekilde eski isimleriyle çağrılmazlar. Çoğunun eski ismi bilinmez bile. Hâlbuki dizideki Hürrem Sultan, sürekli “Aleksandra” olarak çağrılıyor.

Harem eğitiminin her kademesi sıkı sınavlarla doludur. Bu sınavlardan geçemeyenler saray hizmetlisi olarak ayrılır. Geçenlerin arasından en uygunları seçilip padişaha sunulur.

Devamı öbür güne bırakalım...

Yavuz Bahadıroğlu

cennet_nuru

Teşekkürler isra devamını merakla bekliyorum
O göremediğin koskoca derya gönlümdür...Gördüğün sahil ise dilim...Kıyılarıma vuran dalgalara şaşırma...!!Onlar aşktan gel-git'im...Beni kendinde,kendimde arama...Ben hem bende hem sende bir gizim...!!Beni Mecnun'dan Leyla'dan sorma...!!Ben sadece MEVLA'dan bir izim ... !!!

müjde_ci

güzel bir paylaşım olmuş
Allah razı olsun
devamını bekliyoruz
pırlantanın kıymetini hamal yükün kıymetini sarraf takdir edecekse pintiler zengin, arsızlar muteber,ciğersizler kahraman, başlar ayak,ayaklarda baş olmuş demektir

İsra

“Muhteşem Yüzyıl” isimli dizinin ilk bölümünde gözüme ilişen hataları tespite devam ediyorum...

4. Haremde kapılar dinlenemez...

Dizideki haremde, önüne gelen kapı dinliyor. Bu mümkün değil. Harem halkı, isteseler bile kapı dinleyemezler, çünkü her adımda Valide Sultan’ın gözcüleri vardır.

Ayrıca her kapının önünde hadım nöbetçiler nöbet tutuyor. Bu anlamda kamera ile donatılmış bir mekânda yapılamayacak hiçbir iş Harem’de yapılamaz. Kaldı ki kapı dinlemek, bugünkü görgü kurallarına göre bile iğrenç bir durumdur.

5. Padişahın yüzüne bakılmaz...

Osmanlı töresinde padişahın yüzüne bakmak hem edepsizliktir hem de saygısızlık. Kaldı ki saray protokolüne göre, kimse padişahın yüzüne bakamaz. Bu durum cezalandırılır...

6. Padişah konuşurken hiç kimse fısıldaşamaz...

Dizide, Kanuni konuşurken yanındakilerin fısıldaşması kabul edilebilir bir hata değil. Şimdi bile saygısızlık ve ayıp sayılan bu durum, Kanuni döneminde affedilmez hatalardan sayılıyordu...

Padişahın konuşması başlar önde dinlenir, gerekirse sessizce baş sallanarak onaylanırdı... Padişahın huzurunda bulunanların nasıl davranacağı o kadar önemsenmiştir ki, “Fatih Kanunnamesi”nde bütün ayrıntılarıyla belirtilmiştir.

Bu kuralların dışına çıkmak imkânsızdır. Böyle bir terbiyesizliği hiçbir padişah hoş görmez.

7. Elçiler öyle kabul edilmez...

Elçi kabulü konusunda yine “Fatih Kanunnamesi”nde ayrıntı vardır. En azından dizide verildiği gibi bir elçi kabulünün Osmanlı tarihi boyunca hiçbir dönemde yaşanmadığını biliyoruz...

Zaten Kanuni’nin elçi kabul belgeleri elimizdedir. Mesela, Fransız Kralı I. François’ın yardım isteği üzerine çıktığı Belgrad Seferi esnasında konakladığı sırada Fransız elçisi Antonio Ricon ve heyetini kabul etmiştir.

Kaynaklara göre, Fransız elçisine, bu kabul sırasında padişahın elini öpmesine izin verilmiştir ki, bu gerçek bir onurdur.

Eski kaynaklar olayı şöyle tasvir ediyor: Padişah Otağ-ı Hümayun’da (Padişah çadırı) tahtında oturuyor. Elçi heyeti sırayla, önce baş elçi Antonio Ricon olmak üzere Kanuni’nin önünde eğiliyorlar. Ricon padişahın elini öpüyor ve François’nın ittifakı yenileyen mektubunu sunuyor.

Dizide ise Venedik elçisi omuzlarından bastırılarak diz çökmeye zorlanıyor. Oysa iki devletin arasında belirgin bir düşmanlık da yok. Doğrusu şu ki, elçiler kabulden önce “Teşrifatçı” odasına alınır, nasıl davranacakları öğretilirdi.

8. Cellât Kara Ali’nin baş kestiği sahne...

Kara Ali, Sultan IV. Murad’ın namlı cellâdıdır. Sultan I. Ahmed’i infaz etmesiyle ünlüdür. Kanuni zamanında yaşaması mümkün değildir. Çünkü Kanuni’nin tahta çıktığı tarihte (1520) 160 yaşlarında olması gerekiyor...

Evliya Çelebi, Cellât Karaali’yi şöyle anlatıyor:

“Bu kavmin üstad-ı kâmili Murad Han’ın cellâdı Kara Ali’dir ki, pazularını sığayıp ateş saçan kılıcını kemerine bağlayıp sair işkence ve karabend ve nakışbend ve kemendbend ve zünnarbend edeceği ucu aşık yağlı kemendleri kemerine asıp vesair işkence âletlerinden kelpedan ve burgu ve mismar ve buhur-ı fitil ve deri yüzecek tentraş ve polat tas ve türlü türlü zehirli göz milleri ve el ayak kırmağa mahsus baltaları iki yanına takıştırır. Omuzlarında servi ağacından altın bezekli kazıklar bulunan kalfaları da yedişer pare âlet ile kemerlerine ziynet verip yalın kılıç merdane cünbüş ederler. Amma ne’uzü-billah hiçbirinin çehresinde nur kalmamış zehir gibi âdemlerdir.”

Tarihi gerçekler açısından sözün tam mânâsıyla dökülen bu dizi hakkında söylenebilecek en doğru söz bir deyimdir: “Ben bunun neresini düzelteyim bre hane harab?”


Yavuz Bahadıroğlu

Günbatımı

Alıntı yapılan: İsra - 20 Ocak 2011, 13:13:14
... Tarihi gerçekler açısından sözün tam mânâsıyla dökülen bu dizi hakkında söylenebilecek en doğru söz bir deyimdir: "Ben bunun neresini düzelteyim bre hane harab?"

Tarihçi olmaya gerek yok! Hatta en cahil insanların bile "ne alaka" diyebilecekleri öyle ayrıntılar var ki! Hatice Sultan'ın giydiği kapişonlu bir giysi var. Hristiyan prenseslerinin giydiklerinin aynısı! Bu kadar da olmaz dedirten cinsten!..   e45)) 
Dua'sız üşürmüş yürekler!
Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin...
Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan,
Sana ummadık kapılar açan.
Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan...


Hz. Mevlana 

cennet_nuru

Alıntı yapılan: Günbatımı - 20 Ocak 2011, 15:20:27
Alıntı yapılan: İsra - 20 Ocak 2011, 13:13:14
... Tarihi gerçekler açısından sözün tam mânâsıyla dökülen bu dizi hakkında söylenebilecek en doğru söz bir deyimdir: "Ben bunun neresini düzelteyim bre hane harab?"

Tarihçi olmaya gerek yok! Hatta en cahil insanların bile "ne alaka" diyebilecekleri öyle ayrıntılar var ki! Hatice Sultan'ın giydiği kapişonlu bir giysi var. Hristiyan prenseslerinin giydiklerinin aynısı! Bu kadar da olmaz dedirten cinsten!..   e45))
O göremediğin koskoca derya gönlümdür...Gördüğün sahil ise dilim...Kıyılarıma vuran dalgalara şaşırma...!!Onlar aşktan gel-git'im...Beni kendinde,kendimde arama...Ben hem bende hem sende bir gizim...!!Beni Mecnun'dan Leyla'dan sorma...!!Ben sadece MEVLA'dan bir izim ... !!!

Mahi