Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Mubarek ramazan Bayraminida idrak ettik

Başlatan Oruc_Reis, 27 Ekim 2006, 15:20:06

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Oruc_Reis

Mübârek Ramazân Bayramını da idrâk ettik

23-24-25 Ekim (1-2-3 Şevvâl-i şerîf) Pazartesi-Salı-Çarşamba günlerinde Ramazân Bayramını idrâkle şereflendik.
Çok eskilerden beri her kavim, yılın ba’zı günlerine önem vermiş, bunu çeşitli şekillerde kutlamıştır. Dînî ve millî bakımdan önemi olan, milletçe her sene kutlanan bu günlere, çeşitli isimler verilmiştir.
İslâmiyetten önce Türk kavimler ve devletler kendi inanç, örf ve âdetlerine göre belli günleri, kendileri için kutsal kabûl etmişler ve bu günleri çeşitli merâsimlerle kutlamışlardır.
Dede Korkut Hikâyelerinde belirtildiği üzere, Hânların başa geçmelerini, doğum ve zaferlerini kutlamak için toplandıkları, şölenler tertip ettikleri, ölümleri için yuğ, yanî yas merâsimi yaptıkları bilinmektedir.
Türkler müslüman olunca bu eski âdetlerini terk ettiler.
İslâmiyetten sonra bayram ma’nâsına gelen “îd” kullanılmıştır. Her yıl müslümanların neş’eli, sevinçli günleri tekrâr geldiği için böyle günlere “ıyd = îd”, ya’nî “Bayram” denilmiştir.
Bayram günleri, günâhların affedildiği, birlik ve berâberlik duygularının pekiştirildiği, yoksulların sevindirildiği günlerdir.

Bayram günlerinde
niçin sevinilir?
Şüphesiz ki bayram günleri, dînî ve millî bakımdan çok önemli olan, milletçe hep birlikte huzûr ve sevinç içerisinde kutladığımız günlerdir. Bayramların öncesindeki mübârek gün ve gecelerde günâhlar affedildiği için, müslümanlar bu zamanlarda sevinçli ve neş’eli olurlar.
Peygamber Efendimiz; “Ramazanın son günü Allahü teâlâ, oruç tutanları affeder” buyurunca, Eshâb-ı kirâm, “Yâ ResûlAllah, o gün Kadir Gecesi mi?” diye suâl ettiler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
“Bilmez misiniz ki, iş yapana, işi bitirince ücreti verilir.”
Bir hadîs-i şerîfte de buyuruldu ki:
“Bayram sabâhı müslümanlar, namaz için câmilerde toplanınca, Allahü teâlâ, meleklere; “İşini yapıp ikmâl edenin karşılığı nedir?” diye sorar.
Melekler de; “Ücretini vermektir” derler.
Allahü teâlâ da; “Siz şâhit olun ki, Ramazân’daki oruçların ve namazların karşılığı olarak kullarıma kendi rızâmı ve mağfiretimi verdim. Ey kullarım, bugün benden isteyin, izzet ve celâlim hakkı için istediklerinizi veririm” buyurur.”
Bu mükâfatları bilen bir müslüman nasıl sevinmez ve bayram etmez ki? Bayram günleri neş’elenmek, sevinmek gerekir. Tabîî ki Ramazân gittiği için değil, Ramazân ayında tutulan oruçlar sebebiyle günâhlar affolduğu için, büyük sevâp ve ni’mete kavuşulduğu için bayram yapılıyor. Böylece, müslümanların bir arada sevinme ve kaynaşma günleri olan bayramlarla, İslâm toplumunun kültür mîrâsı olan güzel örf, âdet ve gelenekler nesilden nesile aktarılmış olur.
Bayram günleri, Peygamber Efendimiz (sallAllahü aleyhi ve sellem) zamanından beri, husûsî bir şekilde kutlanmıştır. Bugüne kadar, bütün İslâm devletlerinde, müslümanların birbirleriyle kaynaştıkları, küs olanların barıştıkları, fakîr-fukarâ, garîp-gurabâ ve yetîmlerin sevindirildikleri, akrabâ ve tanıdıkların ziyâret edildiği bayram günleri, özel bir sûretle kutlanarak gelmiştir.
Bilindiği gibi bayram günlerinde herkes, temiz giyinir. Çocuklara yeni elbiseler alınır. Fakîr, öksüz ve yetîmler sevindirilir. Ekseriyâ, Bayram namazından sonra kabirler ziyâret edilir, geçmişlerin, akrabâ ve dîn büyüklerinin rûhları için Kur’ân-ı kerîm okunur, duâ edilir ve sadakalar verilir. Daha sonra da, âile büyükleri, dost, akrabâ, arkadaş ve tanıdıklar ziyâret edilir. Çocuklar babalarının ve âile büyüklerinin, gençler de yaşlıların ellerini öperler. İslâmiyetin izin verdiği ölçüler içinde neş’elenilir ve latîfeler yapılır.
Hadîs-i şerîfte; “Allahü teâlâ, Ramazanda dört sınıf insan hariç, herkesin günahlarını affeder. Bunlar; içki içmeye devâm eden, ana-babasına âsî olan, sıla-i rahmi terkeden, mü’min olmaktan ümîdini kesendir” buyuruldu. Eğer bunlar tevbe ederlerse, Allahü teâlâ onların günahlarını da affeder. Ne mutlu günâhlardan sakınarak oruç tutanlara! Bunlar, asıl bayramı âhirette yapacaklardır.
Osmanlı Devletinde Ramazân ve Kurbân bayramlarında yapılan merâsim şöyle olurdu:
Pâdişâh, bayram sabâhı ba’zan Hırka-i Şerîf dâiresinde, ba’zan da Saray mescidinde sabah namazını cemâatle kılar ve sonra hâs odaya gelirdi. Bundan sonra Bayram namazına gidiş hazırlıkları başlardı. Pâdişâh tahtına gelip, oturmadan önce, akrabâ ve yakınlarına hil’atlar giydirilip tahtın sol tarafında bekletilirdi. Bunların arkasında devlet erkânı, rütbelerine göre dururlardı.
Pâdişâh bayram namazı için kalktığında Sadrâzam sağında ve Bâbüssaâde ağası solunda olduğu hâlde büyük bir alayla yola çıkılırdı. Bayram namazı genellikle Sultan Ahmet, ba’zan da Ayasofya Câmiinde kılınırdı.
Bayram namazından sonra Sadrazâm, Vezirler ve diğerleri dışarı çıkıp Pâdişâhı beklerler ve sonra alayla Kubbe-i Hümâyûna kadar gelirlerdi. Burada bayramlaşma merâsimini “Bâbıâlî Teşrîfât Kalemi” idâre ederdi. Herkes yerini aldıktan sonra, Pâdişâh, “Aleyke avnullah” ve “Mağrûr olma pâdişâhım, senden büyük Allah var” sesleri arasında tahta oturur ve bu esnâda “Mehterân Bölüğü” tarafından “Hünkâr Marşı” çalınırdı. Bu merâsim, son zamanlarda umûmiyetle Dolmabahçe Sarayı “Muâyede (Bayramlaşma) Salonu”nda yapılırdı.
cihan baginda ey akil, budur makbul-i ins i cin.Ne kimse senden incinsin, ne sen bir kimseden incin.