Gençligin Kiymeti ve Gençlerin Degeri(MEHMED EMRE)

Başlatan ihvan23, 23 Eylül 2024, 09:44:20

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

ihvan23

Gençligin kiymeti ve Gençlerin Degeri



"Ki O sizi bir topraktan, sonra bir meniden, sonra bir kan pahtisindan yaratip sonra bebek olarak çikaran, sonra sizi güçlü kuvvetli bir çaga erismeniz için, sonra da ihtiyarlar olmaniz için yasatandir. Içinizden kimi de daha evvel öldürülmektedir. (Allah, yasatmayi) muayyen bir vakte (ecele) ulas­maniz ve, olur ki, aklinizi kullanmaniz için (yapar)" (Sûre-i Mü'min 67).
Âyet-i kerimenin ifâde ettigi manâ karsisinda hayatin tabakalarina bir bakis.




Erkek ile kadinin nikâh akdi ile izdivaci sonunda ana rahminde tesekkül etmis, hayiz kani ve kudreti ilahi firçasiyla tersim olunmus yavruya "cenin"(1) adi verilmektedir.

Ana karnindan ayrilip dünyaya ayak basan çocuga "tifl" denilmektedir. Bu kelimenin cemi (çogul) sigasi "etfâl" olarak gelmektedir.

Günlerin geçmesi, haftalarin ve aylarin birbirini kovalamasi ile gelisen ve emeklemeye baslayip yürümeye çalisan çocuga "sabi" ismi verilmektedir, Bu lafzin cemî (çogul) sigasi "sibyet" ve "sibyan" ol­arak gelmektedir. Bu çagda bulunan yavruya bu is­min verilmesindeki hikmet, çocugun kipirdakligi ve gördügü her seye meyletmesi sebebiyledir. Yararli olani zararlidan ayirt etmedigi; çiçegi görse kopar­maya, yilani görse yakalamaya kalkistigi ve cazibe­sine kapildigi her seyin pesine takildigi içindir.

Çocuk, ergenlik çagina ayak basinca, "sâbb" denilmektedir. Bu kelimenin çogul sigasi, "Sübbân" olarak gelmektedir. Ergenlik devresinden itibaren otuz yasina kadar olan zaman dilimine "Sebab" adi verilmektedir

Otuzdan kirkdokuz yasina kadar uzanan devreye "kehl", çogul sigasina da "kühûl" ismi verilmektedir.

Kirkdokuzdan altmis yasina kadar uzanan zaman dilimine "seyhûhat", bu devrede bulunan kimseye "seyh" adi verilmektedir. Bu kelimenin cemi sigasi, "süyûh" ve "esyâh" olarak gelmektedir.

Altmis yasindan hayatin noktalandigi devreye "pîr-i fânilik" ismi verilmektedir.

Hayatin bu tabakalarinda en çok dikkat edilmesi gereken devre, hiç süphe yok ki, gençlik yillaridir. Çünkü bu zaman dilimi üzerinde bulunan kimsenin çocukluk günleri son bulmus ve sorumluluk çagi baslamis olmaktadir. Çocukluk devresindeki alis­kanliklarin tesiri ve ayak bastigi hayat tabakasinin kendisine yükledigi mükellefiyetleri tam olarak kavrayamayisi sebebiyle, gençleri uyarmak yasli ve tecrübeli insanlarin vazifesi olmaktadir.

Bir bilye gibi parlak ve yuvarlak karaktere sahip bulunan genç insanin oturakli bir hale gelebilmesi, dini bilgilerle donatilmasina baglidir. O, kendi hâline terkedilecek olursa, erdem akil ile uyusmasi kabil olmayan nefsani heveslerin pesine takilir.

His ve heveslerin aklina galip geldiginden dolayi ona "delikanli adi verilmektedir. Ihatali bir kavrayisa sahip olamadigindan, bir nevi zem ifâde eden bu kelime ile kendisine hitap edilmesinden hoslanmaktadir. Hayatinin ilkbaharini yasamakta olan bir gence "delikanli" denilmesi, çok kere, fevri ve düsüncesiz haraket etmesinden kaynaklanmak­tadir.
Fikir fikir hareketlerin depolandigi "gençlik çagi­nin degeri hakkiyle bilinmis ve yerli yerinde kul­lanilmis olursa, memleketimizin gelecegi için çok faydali temeller atilmis olur.

Aziz milletimizin ümmid-i istikbali bulunan gençler!

Sizler, çok degerli ve meyve vermeye müsait bir fidana benzemektesiniz. Olgunluk çagina ulasasiya kadar kendinizi devamli bir kontrol altinda tutmak zorundasiniz. Nefs terbiyesi ile mesgul olmaniz, sevhânî arzulari gemlemeniz ve kendinizi iyi haslet­lerle bezemeniz, en mühim vazifeleriniz olmaktadir.

Sizler, hayati ehemmiyeti bulunan meselelerde, dogru yolu gösterecek bilgili ve tecrübeli kimselere muhtaç bulundugunuzu hatirdan çikarmayiniz. Ah­lâkî faziletleri nefsanî ve sehvânî zevklere feda et­memek gerektigini uzun bir tefekkürle bilip anlamak, her genç için mümkün olamamaktadir. Bu sebeple, sizleri samimiyetle uyaracak ve dogru yolu göstere­cek olgun bir kisiye her zaman ihtiyaç duyacaksi­niz. Bu kisi, anne ve babaniz olabilecegi gibi, bir üstad ve tecrübeli bir arkadas da olabilir.

Hislerin dimaga menfi tesir yapabildigi ve akl-i selim ile bagdastirilmasi kabil olmayan gençlik dev­resine isik tutan bir hadis-i serifte, söyle buyurulmaktadir:

"Gençlik delilikten bir subedir. Kadin da seytanin kemendidir" (Feyz'ul-Kadir, c. 4, s.
171).

Akillarin muallimi ve vicdanlarin mürebbisî bulunan Resûl-i Ekrem (s.a.v.), Islâmî ölçülere uymayan ve erdem akil sahiplerine yakismayan islere karsi genç ümmetlerini uyarmaktadir. Zira seytan, agina düsürmek istedigi gençleri kadinlar vasitasiyla tav­lamakta ve avlamaktadir. Mülevves kollarini boynuna doladigi genci seytanin tuzagina düsüren, ruhu­nu iblise kiralamis ve iffetini müsterilerine satmaya alismis bir kadin, seytanin kemendi ve gençleri avlama aleti olmaktadir.

Seytan kötü emellerin ve çirkin amellerin takipçisi ve tatbikçisi olan kadinlari, balik avciligi yapan sahislarin oltaya taktigi yem gibi kullanarak genç­lerin sehvânî hislerini tahrik eder ve isyan vadisine sürükler. Fuhus pazarinin sermayesi olarak kul­lanilan kadinlarin, gençleri ifsat etmekteki zarari çok büyük olmaktadir.

Gençler, kendi heves ve arzularini "ilim"; takip et­tikleri yolu da "sirat-i müstekim"(2) sanirlar. O, tesiri altinda kaldigi çevrenin ve kendini kaptirdigi zevk­lerin etrafinda bir pervane misali dönüp dolasmaya alisir ve bu zevklere kavusmayi gaye haline getirir. Onun böyle bir yanlisa saplanip kalmasini önlemek için, hakiki ilmin ne oldugu ve onu nasil elde edecegi kendisine küçük yasta iken ögretilmelidir.

Delikanlilik çaginda bulunan insanlar, ilmin, görgünün ve akl-i selimin uzaginda yasayan bir enerji kaynagidir. Atisini gören ve memleketinin ge­lecegini düsünen insanlar, bu enerjiyi hikmetin ve milli harslarin çerçevesi içinde tutmaya gayret sarfetmelidirler. Aksi halde yetisen gençler dinine düsman, tarihine yabanci, vatan sevgisinden ha­bersiz ve serseri bir güruh haline gelirler, Gençler, hayati ehemmiyeti haiz meseleierde ter­cih yapacaklari zaman, bir "yol göstericiye muh­taçtirlar. Ahlâki faziletlerin nefsanî zevklere feda edilmemesi gerektigi, onlara ögretilmezse yanila­bilirler. Zirâ sehvani zevkler sekere, insanî ve ahlâkî degerler ise tuzlu yiyeceklere benzer. Sag­lam ve sasmaz bir ölçüden haberi olmayan nesiller, ahlâkî hasletleri nefsanî lezzetlere feda etmekten çekinmezler.

Kalbinde iman, basinda irfan ve gögsünde vic­dan bulunan bir genç, gösterise kapilmamali ve pörsüyen fikirlere talip olmamali, ilim dilberini "nefs-i emmâre" cadisina fedâ etmemeli ve kalbinden Allah korkusunu çikarmamalidir.

Ümmid-i istikbâlimiz olan gençler, kendilerini za­rara ugratacak ve ahlâkini bozacak seylerden ve kisilerden ancak "Allah korkusu" ile korunabilirler. M. Âkif Bey ne hos ifade etmis:

Ne irfandir veren ahlâka yükseklik ne vicdandir, Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandir. Yüreklerden çekilmis farzedîlsin havf-i yezdânin, Ne ifrânin kalir tesiri katiyyen ne vicdanin.

Kainatin biricik Efendisi ve yegâne mürsidi bulu­nan Resûl-i âlîsân Efendimiz, bir hadis-i seriflerinde söyle buyurmaktadir:


"Nefsânî hevâ ve heveslerine meyli ol­mayan genci Allah (c.c.) begenir" (Feyz'ül-kadir c. 2, s. 263).
Beser hayatinin ilkbahari olan gençlik günleri, çok degerlidir. Bu çagin kiymetini bilen bir genç, bünyesindeki enerjiyi dinimizin esaslarina uygun olarak kullanmalidir. Allah Teâlâ'nin verdigi nimet­ler, kiymeti bilinmeyecek ve yerli yerinde kul­lanilmayacak olursa bosa gitmis ve Cenab-i Hakk'a karsi nankörlük yapilmis olur. Ümmetlerinin böyle bir duruma düsmesini istemeyen Peygamber Efendi­miz, gençleri uyarmak için söyle buyurmaktadir.


"Bes seyden önce bes seyi; yaslanmadan önce gençliginin, hastaligindan önce sagliginin, fakirliginden önce zenginliginin, mes­guliyetinden önce bos vaktinin ve ölümün (gelme)den önce hayatinin (kiymetini) ganimet bil" (Miskâf'ül-mesabih c. 3, s. 1430).

Bu müstesna çagin degerini takdir eden ve dini ölçülere uygun olarak yasayan bir gencin Allah katindaki derecesini bildiren bir hadis-i kudside söyle buyurulmaktadir:


"Kaderime inanan, kitabim (olan Kurânin ahkâmin)a râzi olan, (taksim ettigim) rizkima ka­nâat eden ve benim rizam için (mesru olmay­an) sehvetini terkeden genç, benîm katimda bazi meleklerim gibidir." (Ilâhî Hadisler s. 26).
Allah Teâlâ'nin katinda bazi meleklerin seviye­sine yükselebilmek, kolayca erisilecek bir rütbe degildir. O makama ulasmak bir takim sartlara bag­lanmis bulunmaktadir. Söyle ki:
a) Kadere iman etmek:

Kâinatta vukua gelecek her hadisenin ve insan­larin basina gelen her türlü hâlin, Allah Teâlâ'nin takdiriyle olduguna iman eden bir genç, teslimiyet sahibi olur. Basina gelen üzücü bir vak'a karsisinda asiri bir kedere kapilmaz ve isyankâr tavir takinmaz.

b) Kitabullah'in hükümlerinden hoslanmak ve her hükmüne boyun egmek:

c) Ezelde taksim edilen ve zamani gel­diginde kendisine verilen rizkina kanaat edip haram olan yollardan kazanç teminine kalkismamak.

d) Sehvani arzularini tatmin için gayri mesru yollara sapmamak.

Hüküm ve hikmet sahibi bulunan Halikimizin insa­na bahsettigi sehvet, hayatindaki yorgunluklara mu­kabil bir "ücret" olarak ihsan edilmis ve fakat isyana "cür'et" etmek için verilmemistir. Genç ümmetlerinin sehvân-i arzularin tesiri altinda günaha bulasmasini istemeyen Resûl-i Ekrem (s.a.v.) su tavsiyede bulunmaktadir,



Manâsi:
"Ey gençler toplulugu, kimin evlenmeye (bedeni ve mâli) gücü yeterse hemen evlensin. Zîrâ evlilik, gözü (harama karsi) daha çok yumduran ve irzi daha fazla koruyandir. Ki­min buna (evlenmeye mali) gücü yetmez ise ona oruç tutmak gerekir. Çünkü oruç, onun (sehvetinin teskini) için eneme (kisirlastirma) gib­idir." (Buhârî c. 6, s. 117).

Allah Resulünün bu tavsiyesine kulaklarini tika­yan, çiplak kadin vücutlarinin teshir edildigi salon­larda dolasan ve fuhus aleti hâline gelmis kadinlarin pazarlandigi yerlerde günah islemeye alisan kim­seler, hâkim-i mutlaki Allah olan ebedi hayattaki mahkemede kendilerini mesuliyetten kurtaramazlar.

Sehvânî kabiliyetlerini haram olan yollarda israf eden ve ahlâkini sifira indiren bir gencin sorumlu­lugunu göz önüne seren bir hadis-i Muhammedîde söyle buyurulmaktadir:



"Kiyamet günü, Rabbinin huzurunda bes seyden sorguya çekilmedikçe, âdemoglunun iki ayagi (bastigi yerden) ayrilamaz. Öm­rünü nerede yok ettiginden, gençligini ne­rede yiprattigindan, malini nereden kazanip nereye sarfettiginden ve bir de ilmiyle ne amel islediginden" (Tuhfet'ül-Ahvezî c. 7, s. 100).

Mübârek ayaklarini öpme bahtiyarligina erismis bulunan kum tanelerini bile ulvîlestiren Resûl-i Ek­rem (s.a.v.) Efendimiz, hayatinin nevbaharini yasa­yan genç ümmetlerine âhiret hayatinin saadetini müjdeleyen bir hadis-i serifinde su açiklamayi yap­mis bulunmaktadir.

"Yedi (sinif insan) vardir ki Allah, ars-i ilâhiden baska hiçbir gölge bulunmayan (kiyamet) gününde onlari kendi (Arsi) gölgesinde gölgeleyecektir: Adil imam (devlet baskani), Aziz ve Celil olan Allah'a ibâdet içinde yetisen genç, kalbi mescitlerde asilmis(casina mabetle alâkadar) olan adam, Allah için sevisen, bu sevgi ile bir araya gelip bu muhabbetle ayrilan iki kisi, içtimai mevkii yüksek ve güzel bir kadin kendisini (zinaya) davet ettigi halde "Ben Al­lah'tan korkarim" diyen adam, bir sadaka verip de sag elinin ne verdigini sol eli bilmeyecek derecede onu gizleyen kisi ve bir de (insanlardan) hâli bir yerde Allahi" zikredip de gözleri yas döken kimse." (Buhârî c. 2, s, 116).

Cazibe kanunlarinin alt üst oldugu, günesin bir "kor yigini" halinde arz küresine yaklastigi ve ars-i azamdan baska hiçbir mekânin ve dikili bir agacin bulunmadigi kiyamet gününde arsin gölgesinde bu­lunmak her kisiye nasip olmayacak bir saadettir. Bu mutluluga erecek olanlardan biri de Allah'a ibadet ede ede gelisip büyüyen gençlerdir.

Gençlik çaginda bu firsati yakalayamamis bir müslüman, sayilan diger siniflardan birisi arasina girmeye çalismalidir.

Ahiret hayatinin saadet mahalli olan cennetin sa­kinleri, gençlik çaginin en yakisikli hali ile cennette gireceklerdir. Bu ciheti tespit eden bir hadis-i serifte söyle buyrulmaktadir:



"Cennet ehli; teninde kil, yüzünde sakal bitmemis halde ve (gözleri) sürmeli olacaktir. Onlarin gençlikleri yok olmaz ve elbiseleri yipramaz." (Feyz'ül-Kadir c. 2, s. 65).a

Aziz vatanimizin temel taslari bulunan gençler!

Istikbalde omuz vereceginiz ve kucaklayacaginiz hizmetlerin fikir çilesini çekmeye simdiden alisiniz ve memleket yararina olacak faaliyetlerin çözüm noktalarini bulmaya gayret ediniz. Kendinizi seciye ve karakter adami olarak yetistiriniz. Yilmadan ve yorulmadan vatan hizmetine devam ediniz.

_____
(1) Rahm-i mâderde tesekkül etmis çocuga bu ismin verilme­si, ana karin zarfi içinde örtülmüs olmasi sebebiyledir. Insanin aklini bozan ve normal hareket etmesini engelleyen hastaliga "cünûn" ve bu derde mübtelâ olmus kisiye "mecnun" denilmesi, hastaligin akli kapamasi ve kaplamasi sebebiyledir.
(2) Dogru yol..MEHMED EMRE

ihvan23

BIRINCI ÖGÜT
Sirk ve Inkârdan Sakinmak

"Yeryüzünde yürüyen hayvanlarin Allah katinda en kötüsü, süphesiz ki kâfirlerdir. Artik onlar iman etmezler." (Sûre-i Enfâl 55).

Kalbi iman nuru ile aydinlanmis bulunan gençler!

Sirk, Allah'a ortak tanimak ve ondan baska ma­bud varmis gibi bâtil bir inanca saplanmaktir. Inkâr, âyet ve hadislerle sabit mukaddesleri ve iman esas­larini, ameli vazifelerle ilgili sarih hükümlerin tama­mini veya bir kismini kabul etmeyip reddetmektir.

Tek olan, esi ve benzeri bulunmayan Cenab-i Hakk'a es ve ortak tanimak, Allah Teâlâ'nin zât ve sifatlari ile alâkali "vahdaniyet" ilkesini hiçe saymak olur. Yüce Rabbimiz "ihlâs" sûresinde zât-i ilâhisini "ehad" (tek) olarak tavsif etmistir. Bu inanci redde­den kisi, Kur'âni tekzip ve Allah Teala'yi yalanlamis olacagindan, bâtil bir yola sapmis ve inkâr batak­ligina saplanmis olur.

Inkârcilik; kisinin küfre nisbet olunmasina, hayati boyunca isledigi amellerin sevap harmaninin mah­volmasina ve sahibinin "idam-i ebedi"ye mahkum olmasina sebep olur.

INKARCILIGIN ZARARLARI:

Sirk ve inkar öyle bir suçtur ki, bu sapik inanca saplanan kisinin dünyasi zindan ve âhireti hüs­randir. Onun kalbine yerlesen bu "bâtil akide", de­vamlilik arzettigi için ebedi hayatin hapsanesi bulu­nan cehennemde müebbet hapse mahkum olacak­tir. Bu iddiamizi kitab-i ilâhinin bazi âyetleriyle isbat etmek istiyorum.

1- "... Bâtila iman ve Allah'a küfredenler (yok mu?) Iste onlar hüsranda kalanlarin ta kendileridir." (Süre-i Ankebût 52).

2- "O küfredenler (yok mu?), ne mallari, ne evlatlari Allah yaninda onlari hiçbir seyden asla kurtaramaz. Iste onlar, (evet) onlar ate­sin yakacagidir" (Sûre-i Âl-i Imrân 10)

3- ("O inkar edip kâfiri olanlar (yok mu?) eger yeryüzünde bulunan her sey ve onun bir o kadari daha onlarin olsa da kiyamet günü­nün azabindan (kurtulmak için) onu feda etse­ler yine kendilerinden kabul olunmaz. Onlar için pek acikli bir azap vardir." (Sûre-i Mâide 36).

4- "Ayetlerimizi inkâr ile kâfir olanlar (var ya) onlari muhakkak ki atese atacagiz. Deri­leri pistikçe, azabi tadip durmalari için, on­lari baska derilerle (yenileyip) degistirecegiz. Süphesiz ki Allah mutlak galiptir, yegane hüküm ve hikmet sahibidir." (Sûre-i Nisa 56).

Inkarcilarin sapik ve çarpik akideleri iliklerine ka­dar islemis ve yerlesmis oldugundan azaplari de­vamli olacaktir. Derileri yanip yanip da kömür haline gelince taze deriyle degistirilip devamli olarak azap olunacaklardir.
Inkarcilarin Amellerinin Degersizligi:

Imani olmayan insanlarin yaptiklari isler, tipki sifir gibidir. Sifirlar ne kadar çok olursa olsun, ister yan­yana isterse alt alta yazilsin, deger ifade eden bir rakam elde edilemez. Fakat birden dokuza kadar olan rakamlardan biri, sifir dizisinin önüne getirile­cek olursa hasmetli bir sayi meydana gelir. Bu hu­susu açik ve seçik olarak gözlerimizin önüne seren bir ayet-i kerimede söyle buyrulmaktadir:

"Rablerini küfr-ü inkâr edenlerin misali sudur: Yaptiklari isler firtinali bir günde rüzgarin siddetle savurdugu bir küle benzer. Kazandiklarindan hiçbir seyi ellerine geçiremezler. Iste bu, (Haktan) uzak sapikligin ta kendisidir" (Süre-i Ibrahim 18).

Bu ilahi hükmü teyit eder durumdaki diger bir ayet-i celilede söyle buyrulmaktadir:
"O küfredenler(e gelince): Onlarin amelleri (etrafinda daglar ve tepeler görünmeyen) dümdüz ve engin çöllerdeki bir serap gibidir ki susayan onun bir su oldugunu sanir. Nihayet o, buna vardigi zaman onu bir sey olarak bulamamistir..." (Sûre-i Nur 39).

Vâha'daki sularin atmosfere yansimasi ile çölde olusan serap, susayan çöl yolcusunun aldan­masina, o tarafa dogru gidip yorulmasina ve hara­retinin artmasina sebep olur. "Ona ulasip susuz­lugunu giderecegim" düsüncesiyle seraba dogru kosar ve fakat yaklastikça o aldatici parilti kaybolur. Aynen bunun gibi, iman nurundan mahrum bulunan insan da yaptigi islerin bir degeri oldugunu zanne­der. Fakat ahirete vardiginda yaptigi amellerin bir degerinin olmadigini anlayarak pisman ve perisan olur. Ne çare ki o gün duyulacak nedametin kisiye hiçbir faydasi olmayacaktir.
Degerli Gençler!

Iman, temel; yapilan isler ise, binanin duvarlari gibidir. Temelsiz bir binanin payidar olmasi mümkün degildir. Hafif bir sarsintida çatlamaya ve çökmeye maruz kalacaktir. Bahsimizi bir ayet-i kerime meali ile noktalamak istiyorum:

"Süphesiz ki Allah, kendisine es taninmasini yar-ligamaz. Ondan baskasini, dileyecegi kimseler için yarligan. Kim Allah'a es tutarsa muhakkak pek bü­yük bir günah ile iftira etmis olur" (Sure-i Nisâ 48).

ihvan23

IKINCI ÖGÜT
Münafikliktan sakinmak

"Münafiklari müjdele (haber ver) ki onlara pek acikli bir azap vardir" (Sure-i Nisa 138).

Münafik, kalbinde küfür gizledigi halde, diliyle iman ettigini söyleyen iki yüzlü kimsedir. Bu iddia­mizin, belgesini teskil eden bir ayet-i celilede söyle buyrulmaktadir:

"Insanlardan öyle kimseler vardir ki, kendileri iman etmis olmadiklari halde, "Allah'a ve ahiret gü­nüne inandik" derler. Halbuki onlar inanici insanlar degildirler" (Sure-i Bakara 8).

Münafiklar, daima yön degistiren ve yalan söyle­mekten medet uman bir karaktere sahiptir. Bu sahte tavirlarinin açiga çikmasina sebep olacak bir ayetin inivermesinden dâima çekinmislerse de tînetlerinin icabini yapmaktan da uzak durmamislardir. Bu hu­susu tespit eden bir ayet-i kerimeyi birlikte inceleyelim:

"Münafiklar, kalplerinde olani kendilerine açikça haber verecek bir sürenin tepelerine indirilmesin­den daima endise ederler. De ki: "Siz maskaralik ya­padurun, Allah gocunageldiginiz seyi (zaten) meydana çikarandir" (Sure-i Tevbe 64).

Onlar, Allah'a inanmadiklari ve islâm dinini kabul etmedikleri için, ibadete yanasmazlar. Halkin ara­sinda bulunup da kaçmaya firsat bulamadiklari za­man istemeyerek ve üsenerek namaz kilmaya kal­karlar Bu hallerini ortaya koyan bir ayet-i celilede su açiklama yapilmaktadir:

"Hakikat münafiklar (akillarinca) Allah'a oyun et­mek isterler. Halbuki O, kendi oyunlarini baslarina geçirendir. Onlar namaza kalktiklari vakit üsene üsene kalkarlar, insanlara gösteris yaparlar. Allah'i (baska degil) ancak birazcik hatira getirirler" (Sure-i Nisa 42).

Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v.) de münafiklarin mizaçlarini söyle açiklamaktadir:
"Münafigin meseli, iki koyun (sürüsü) arasinda bir defa suna bir defa da buna gidip gelen saskin ve mütereddit koyunun benzeridir" (Müslim c. 8, s. 125).


Degerli Gençler!

Münafiklar neden mü'minmis gibi davraniyorlardi? Onu açiklayalim: Müslümanlarla harp etmeyi göze alamiyorlar ve cizye vermeye yanasmiyor­lardi. Iman etmeye niyetleri olmadigindan, inanmis gibi görünüp isin içinden siyrilmak istiyorlardi. Müs­lümanlar, müsriklerle savasa kalktiginda onlar orta­dan kaybolurlardi.

Fesadi cihada tercih eden münafiklar, sivismayi savastan üstün tutuyorlardi. Iki kapili in yapan tilki; avciyi veya korktugu bir hayvani gördügü zaman diger kapidan sivisip kaçarmis. Münafiklarin mizaci da iki yüzlülüktür. Ne samimi bir imanla müminlerin safinda yer alirlar, ne de kalplerinde gizledikleri küfrü açiga koyup gayri müslimlerin arasina katilir­lar.
Münevver Gençler!

Nifak hastaligina tutulan kimselerin bazi alametleri vardir. Bir insan, kendisinin bu illete tutulup tutulmadigini anlayabilmek için, bu alametleri bilmek zorundadir. Muhbir-i sadikimiz bulunan resul-i Ekrem (s.a.v.) onlari göz önüne sermekte ve bizleri uyar­maktadir. Söyle ki:

"Münafigin alâmeti üçtür: Bir sey haber verdiginde yalan söyler, va'd ettigi zaman cayar ve (kendisine bir sey) emanet olundugu vakit hiyanet eder" (Müslim c. 1, s. 56).

Diger bir hadis-î nebevide bu alametler su ifade­lerle açiklanmaktadir: "Dört (kötü davranis) vardir. Kimde bu seyler (bulunacak) olursa hâlis münafik olur. Kimde bunlardan bir haslet (huy) bulunursa, onu terk edesiye kadar, nifaktan bir sey onda bu­lunmus olur. (Bir sey) emanet birakilsa hiyanet eder, haber verdiginde yalan söyler, sözlesme yaptigin­da magdur eder ve mürâfaa oldugunda haktan ayrilir" (Buhârî c. 1, s. 14; Müslim c. 1, s. 56).

Yalan, nifakin mayasini teskil etmektedir. Zira sö­zünde durmamakta ve haktan ayrilmakta da dolayli olarak yalancilik vardir. Bunun için Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i seriflerinde söyle bu­yurmustur:

"Üç sey kimde bulunursa o kimse oruç tutsa da, namaz kilsa da, hac ve umre yapsa da ve ben müslümanim dese de münafiktir: Haber verdiginde yalan söyler, va'd ettigin­de (sözünden) döner, (bir sey) emanet olunsa hiyanet eder" (et-Tergib ve't-Terhib c. 3, s. 594).

Allah Resulünün bir çok sirlarina varis ve vâkif bulunan Huzeyfe (r.a.) söyle demistir: "Resulullah (s.a.v.'in hayatta) bulundugu zamanda bir adam bir kelime (yalan) söylese ölesiye kadar münafik (olarak) taninmis olurdu. Ben o kelimeyi sizin biriniz­den günde on defa isitmekteyim" (Mükâsefet'ül-kulûb s. 154).

Allah Teâlâ'nin bir çok âyet-i kerimede, Re­sûlullah (s.a.v.)'in müteaddit hadis-i seriflerde evsaf ve alâmetlerini bildirdikleri münafiklardan uzak dur­malidir. Hele agzi lâf yapan münafiklar, bilgisi az olan kimseleri daha çabuk sasirtabilirler. Bu tehlikeye isaret buyuran Peygamberimiz (s.a.v.) su ikazi yapmaktadir:

"Ümmetim üzerine en çok endise ettigim korku, dil (dökmeyi) bilen münafiklardir" (Feyz'ül-kadir c. 2, s. 419).

Zamanimizin agzi laf yapan bu tip münafiklari, televizyonlarda yapilan oturumlarda, bazi ayet ve ha­disleri kendi fasit görüsleri istikametinde tevile kalki­sarak halkin zihnini bulandirmakta ve avam taba­kasini sasirtmaktadirlar. Onlar hem sapkindirlar ve hem de saptirici bir karaktere sahiptirler.

Bir sahis, ashab-i kiramdan Huzeyfe (r.a.)e gelmis ve "Ben münafik olmaktan korkuyorum" demis. Hz. Huzeyfe "Sayet sen münafik olsaydin, nifaktan korkmazdin. Çünkü münafik olan kimse (kendisini) nifaktan emin bilir." Cevabini vermis (Mükâsefet'ül-kulûb s. 154).

Bir kimse, bu gibi duygu ve davranislarin kendisinde bulundugunu anladigi zaman, tevbe sabunu ile isini, ihlâs ile içini, dogru sözle dilini, sadakatle hal ve harekâtini artirip düzeltmelidir. Ahiret saadeti­ni sefalete çevirecek ve insani hüsrân-i uhrevîye itecek münafikliktan son derece sakinmalidir.


ihvan23


ÜÇÜNCÜ ÖĞÜT Riyadan Sakınmak

Riyâ, yaptığı ibadeti ve işlediği hayrı halkın gözüne girmek ve işlediklerini onlara gösteriş için yapmaktır. Dünyevi bir menfaat elde etmek için veya bir makama ulaşma düşüncesi ile ibadet eden bir kimseye "mürâi" adı verilmektedir. İnançta iki yüzlülük yapmaya "nifak", amelde iki yüzlülük yapmaya "riya" denilmektedir.

İslâm'ı en iyi anlayan ve anlatan Resûl-i Ekrem (s.a.v.), riyayı "küçük şirk" diye isimlendirmiştir. Bu hususun dayanağını teşkil eden bir hadis-i şerif meali ile mevzuu daha iyi anlaşılır hale getirmek istiyorum.

"Sizin üzerinize (gelmesinden) korktuğum şeylerin en korkunç olanı, küçük şirktir." Ashâb, "Ey Allah'ın Resulü, küçük şirk nedir?" dediler. Resûlullah (s.a.v.), "riya"dır, cevabını verdi (et-Terğib ve't-Terhib c. 1, s. 69).

Ahiret saadetini arzu eden akl-ı selim sahibi bir mü'min, Cenab-ı Hakk'ın rızasına talip olmalı ve ri yadan

son derece sakınmalıdır. Aciz insanların gözüne girmekten ve yaptığını onlara duyurmaktan fayda uman zavallı, onların gözünde kirli çapaktan ve kulaklarında tiksindirici pasaktan başka bir şey bulamaz.

Kalp pusulasının ibresini Kur'ân-ı Kerimin gösterdiği sırat-ı müstekimden başka bir cihete çeviren kimse, bu yanlış yolu takip ederek amellerinde riyaya sapmış, uhrevi emellerinde hüsrana saplanmış olur.

Hakk'ın rızasını değil, halkın takdirini kazanmak ve arzuladığı bir makama ulaşmak için ibadetini basamak yapmak, çok çirkin ve süfli bir davranıştır. Zira bu, Allah için yaptığı kulluk vazifesine başkasını ortak kılmaktır. Ahiret aleminde kurulacak yüce divanda, amellerin değerlendirilmesi yapılırken, vâki olacak ilahi hitabı, Resûl-i âlişan Efendimiz şöyle açıklamaktadır:

"Allah, evvelkileri ve sonrakileri (vukuunda) şüphe bulunmayan kıyamet günü bir araya topladığı zaman, bir seslenici şöyle ünleyecek: Kim Allah için yaptığı işine (bir şahsı) ortak yaptı ise, onun sevabını Allah'tan başkasının katından talep etsin. Zira Allah, ortakların şirketten en müstağni olanıdır" (İb-ni Mace c. 2, s. 1406).

Ümmetine şefkatle kucak açan Fahr-i kainat (s.a.v.), ayak koyacak noktaları göstererek uyarıda bulunmakta ve bu maksatla bizlere şu ikazı yapmaktadır: Üzerinize endişelendiğim şeylerin en korkunç olanı riya ve gizli şehvettir" (İhya-i ulûm c. 3, s. 294).

Allah Teâlâ bir göğüste iki kalp yaratmamıştır. Bir kalpte iki sevgi yaşatılmasını asla istemez. Sevdiğimiz insanları bile Allah için, Allah'ın emirlerine uyup yasakladığı şeylerden sakındığı için seveceğiz. Halkın gözünde derece arayan, cehennemin derekesinde feci bir azaba uğrayabilir. Böyle bir akıbetten biz ümmetlerini korumak isteyen Resûl-i Ekrem şöyle buyurmaktadır:

"Cübbül-huzünden Allah'a sığınınız "Ashâb:
-"Ey Allah'ın Resulü, Cübbül-huzün nedir?" dediler. Resûl-i Ekrem:
-"Cehennemde bir deredir ki, Cehennem (Zebanileri) bile her gün yüz defa ondan Allah'a sığınırlar" buyurdu. Ashâb:
-"Ya ResulAllah, oraya kim(ler) girecek?" dediler. Efendimiz:
-"Yaptıkları ile (halka) gösteriş yapan okumuş kimseler" cevabını verdi (Et-Tergib ve't-Terhib c. 1, s. 66).





Büyük velilerden Süleyman Dârâni "Amelde takva, o işi yapmaktan daha zordur" demiş ve riyadan sakınmanın zorluğuna işaret etmiştir (İhya-u ulûm c. 2, s. 297).

Münevver Gençler!

Dünya malı ve makamları, meşru çalışmalarla istenebilir. Fakat ahiret sermayesi olan ibadetlerle talep edilemez. Yaptığımız bir işte hem dünya malı ve itibarı istemek, hem de ahiret saadeti ummak hatalı bir yoldur. Bu yanlış düşüncenin zebunu olan kimselerin uyanmasına vesile olacak bir hadis-i nebevi ile sözlerimi tamamlamak istiyorum.

"Kim ahiret işiyle dünya (malı kazanmayı) dilerse yüzü (nün güzelliği) değiştirilir, zikri (ve virdi) iptal edilir ve ismi ateş(-i cehennem)de sâbit kalır" (et-Tergib ve't-Terhib c. 1, s. 66).

ihvan23

#4
DÖRDÜNCÜ ÖĞÜT Bit'atlardan Sakınmak

"Peygamber size ne (getirip) verdi ise onu tutun, size ne yasak etti ise ondan sakının"
(Sûre-i Haşr 7).

Allah'ın kitabında ve Resulünün sünnetlerinde bulunmayan, sonradan uydurulup dine sokulan şeylere BİD'AT adı verilmektedir.

Bid'at, Resûlullah Efendimizin asrında bulunmayıp sonradan uydurulan; inanç, iş ve söz itibariyle sünnete aykırı olan şeydir.

Bid'at, sünnete ve meşru bir hikmete aykırı olduğu için, dinimizce yasaklanmış bulunmaktadır. Bid'-atları ayak altına alıp ihmal edilen sünnetleri ihya eden insanlar, Allah ve Resulünün makbulüdür. İmam Rabbânî Müceddid-i elf-i sani (ks.) şu ikazı yapmaktadır: "Saadet ehli, terkedilmiş bulunan bir sünneti ihya eden ve işlenmekte olan bir bid'ati imha eden kimsedir. Bid'ata işlerlik kazandıran şahıs, dinin harap olmasına sebep olur" (Mektûbât c. 2, s. 34).
34

Sünnet nurdur, bid'at ise zulmet ve dalalettir. İtikadî zulmetler ve fikri sapıklıklar, Peygamberimiz (s.a.v.)'in sünnetlerine ittibâ etmekle ortadan kalkar. Bid'atın yaşama ve yayılma istidadı gösterdiği muhitlerde "sünnet sarayı" harap olur. Zira bid'atın payidar olması, sünnetlerin pâyimâl olmasına sebeptir. Binaenaleyh sünnetin ehemmiyetini takdir edemeyenler, bilerek veya bilmeyerek bidatları kuvvetlendirmiş olurlar.

Sünneti ihmal edenlerin kalp kandilleri kararır. Böyle bir kalbin sahibi, farzları ihmal ve vacipleri terketmeye başlar. Netice itibariyle İslâm'ın binası harap olur.

Bir mü'min bid'atları terketmeyecek olursa, yaptığı işler hayır olsa bile makbul olmaz. Çünkü bid'at, İslam'ın ruhuna ve Resulullah (s.a.v.)'in sünnetine muhalif bulunan iştir. İnsanları irşat için gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"Allah, bid'at sahibinin amelini; -bid'atini terk edesiye kadar- kabul etmekten imtina etti" (İbni Ma-ce c. 1, s. 19).

Tasavvuf sahasının serdarlarından bulunan ve ehl-i sünnet yolunun müdafaasına ömrünü vakfeden İmam Rabbani (k.s.), şu ikazı yapmaktadır: "Yakinen biliniz ki, bid'at ehlinin bozgunculuğu kafirin sohbetinden daha fazladır. Bid'at ehlinin tamamının en kötüsü, Resulüllah'ın ashabına buğz (ve düşmanlık) eden taifedir" (Mektûbât c. 1, s. 69).

Alemlere ve âdemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.v.), ayak koyacak noktalara semavi işaretler dikmiş ve zat-ı muhammedilerine mahsus yaşayışı ile en güzel hayat ve dindarlık örnekleri vermiş, dalalet ve sapıklığı yenmiş bulunmaktadır. Bu hususta bir hadis-i nebevide şöyle buyrul-maktadır:

"Allah, bid'at sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, hac ve umresini, cihadını (kötülüklerden) sarf(-ı nazar) etmesini ve adaletini kabul etmez. Hamurdan kıl çeker gibi İslâm'dan çıkar." (İbni Mace c. 1, s. 19).

Dinimiz her yönden tamamdır, hiçbir noksanı yoktur. İslam dininde eksiklik aramak cehaletten doğar. Allah Teala"ın Sûre-i Mâide"in 3. ayetinde "Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak müslümanlığı (verip ondan) hoşnut oldum" buyurması karşısında yeni bir hüküm vaz etmeye kalkışmak, dalâlet ve sapıklığın ta kendisidir. Bu ciheti tesbit eden bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:

"Bundan sonra (mevzumuza gelince), işlerin hayırda en ileri olanı, hiç şüphesiz kitâbullah (in ahkama)dır. Muhakkak ki hidayetin (ve doğru yolun) hayırlısı, Muhammed (s.a.v.)'in hidayet ve irşadıdır. İşlerin en şerlisi (ve kötüsü), sonradan peyda edilen (ve uydurulan davranışlardır. Her bid'at sapıklıktır" (İbni Mace c. 1, s. 17).

Bu hadisi teyit eden diğer bir hadis-i nebevide şu ikaz yapılmaktadır:

"Kim bizim şu işimizin (dinimizin) içinde, ondan olmayan bir şeyi ihdas ederse o, merduddur (makbul ve meşru değildir" (Feyz'ul-Kadir c. 6, s. 36).

Tasavvuf sahasının mümtaz siması İmam Rabbani Hazretleri, bu hadisi zikrettikten sonra şöyle demiştir: "Bir şey reddolunduktan sonra ona güzellik nereden gelecektir?" (Mektûbât c. 1, s. 159:

Ümmetlerinin fikrini tenvir eden ekmel'ür-rusül Efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır.

"Kim bid'at sahibine vakarlı (bir şahısmış gibi) davranırsa, İslâm'ın yıkılmasına yardım etmiş olur" (Feyz'ül-Kadir c. 6, s. 237).

İtikatta sapık olan ve İslam'da bulunmayan şeyleri yapmaya çalışan dalalet erbabı, kuzu derisine bürünmüş kurt gibi, yaldızlı laflarla, yapmacık sözlerle ve İslâmî ölçülerle bağdaştırılması mümkün olmayan iddialarla Müslümanları doğru yoldan sapıtmak ve dinimizi tanınmayacak hale sokmak isterler. Doğru yolu gösteren ve Resullerin ekmeli bulunan peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"Bir topluluk (İslâm'da mevcut olmayan) bir şey uydurmaya görsün (bu yaptığı işle) onun misli kadar sünnetten bir şey kaldırılmış olur" (Feyz'ül-Kadir c. 6, s. 237).

Resûlullah (s.a.v.)'in sünnetleri sefine-i Nuh gibidir. Fitne, fesat ve dalaletlerle çalkalanan kâinat okyanusunda doğru yoldan sapmamak için "sünnet-i seniyye" gemisine iltica etme zarureti vardır. Resûl-i Ekrem'in izini takip eden ve onun sözünü günlük hayatına tatbik eden kimseler dalaletten kurtulur, dünyada hidayeti ve âhirette selameti bulur. Bu ehemmiyetli noktaya işaret buyuran Cenab-ı Hak şöyel buyurmaktadır:

Andolsun ki Resulullah'ta sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umar olanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir (imtisal) nümune (si) vardır" (Sûre-i Ahzâb 21).

Kullarını esirgemesi hudutsuz bulunan Rabbimiz, takip edeceğimiz yolu göstermekte ve şöyle buyurmaktadır.

"Şüphesiz ki (emrettiğim) bu (yol), benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. (Başka aykırı) yollara tabi olmayın. Sonra sizi O'nun (Allah'ın) yolundan ayırır. İşte (Allah) size bunları emretti ki (kötülüklerden) sakınasınız." (Süre-i En'am 153).

İmam Gazali'nin naklettiği bir hadis-i şerifle sünnete tabi olmanın ehemmiyetini belirtmek istiyorum:

"(Sünnetime) tabi olunuz. Bid'ate sapmayınız. Sizden evvelki (ümmetler, ancak dinlerinde bid'ata saptıkları, peygamberlerinin sünnetlerini terk ettikleri ve kendi rey (ve kanaatleri) ile hükmettikleri için saptılar (ve halkı) saptırdılar da bu yüzden helak oldular" (İlcam'ül-avâm s. 26).

Sünnet-i Resûlullah (s.a.v.) ile âmil olmanın ehemmiyetini dile getiren bir manzumemle bu bahsi tamamlamak istiyorum:

Zevrak-ı Nuh gibidir,
Sünnet-i Resûlullah.
Cesette ruh gibidir,
Sünnet-i Resûlullah.

İnsanı ihyâ eder, Kalpleri işbâ' eder, Eksiği ikmâl eder, Sünnet-i Resûlullah.
Yolları aydınlatır,
Letâif i parlatır,
Geminde pusuladır,
Sünnet-i Resûlullah.
Ruhta çiçek bahçesi, Var bunun tarihçesi, Yolların temizcesi, Sünnet-i Resûlullah.
Felahı kasdeyledi,
Düşmanı dost eyledi,
Âşıkı mest eyledi,
Sünnet-i Resulullah.
Ufuklar hep karardı, Beşer bir nur arardı, Zulmet settini yardı, Sünnet-i Resulullah.
Boşa zaman harcama,
Başka tarik arama,
Yol gösterir adama,
Sünnet-i Resulullah.

Bırak lâfı gel yola, Köle olma sen pula, Safa verir her kula, Sünnet-i Resulullah.
Emre'nin son ümidi
Cankurtaran simidi,
Her sevinci ve "îdi",
Sünnet-i Resulullah.

ihvan23

Kur'ân-i Kerimden Ey Ogul Ögütieri
"Ey oğul" öğüdünün birinci ve asıl kaynağı Kur'ân-ı Kerimdir. Bir nasihat, zikir ve öğüt kitabı olan Yüce Kitabımız bu konuda da bizlere mükemmel bir örnek ve kılavuz olmaktadır. Kur'ân'da geçen bu mânâdaki öğütler peygamberlerden oğullarına olmaktadır. Bu peygamberlerin başında da Hz. İbrahim, Hz. Yakup ve Hz. Lokman gelmektedir. Bilindiği gibi ilk iki peygamberin oğulları kendileri gibi birer peygamberdi. Dolayısıyla bu öğütlerin bir kısmı peygamber babadan, peygamber oğula olmaktadır ki, çok hayati bir mahiyet arz etmektedir.
Hz. İbrahim ve Hz. Yakub'un oğullarına öğütleri:

"İbrahim ve Yakup kendi oğullarına 'Ey evlatlarım' diye tavsiyede bulunmuştu. 'Allah sizin için bu dini seçti. Siz de sebat edin ve ancak Müslüman olarak ruhunuzu teslim edin.

"Yakub'a ölüm gelip çattığında siz orada mıydınız? Hani o oğullarına 'Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?'

diye sormuş, onlar da şöyle cevap vermişlerdi. 'Biz senin ilâhın ve ecdadın İbrahim'in, İsmail'in ve İshak'ın ilâhı olan bir tek Allah'a ibadet edeceğiz. Biz yalnız Ona teslim oluruz."1

Hz. Yakub'un oğlu Hz. Yusuf a öğütleri:

"Babası, 'Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma yavrum," dedi. "Yoksa sana bir tuzak kurarlar. Şüphesiz ki şeytan insanın ap açık bir düşmanıdır.

"Rabbin seni böylece seçkin kılacak, sana rüya tabirini öğretecek ve bundan önce ataların İbrahim ve İshak üzerine peygamberlik nimetini tamamladığı gibi, senin ve Yakup oğullarının üzerine de nimetini tamamlayacak. Muhakkak ki Rabbin her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yapar."
2.Hz. Yakub'un diğer oğullarına öğütleri:

"Sonra dedi ki: 'Oğullarım! Şehre bir kapıdan girmeyin. Ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi Allah'ın takdir ettiği birşeyi ben sizden geri çeviremem. Hüküm ancak Allah'ındır. Ben Ona tevekkül ettim. Tevekkül etmek isteyenlerde Ona güvensin."3

"Oğullarım!

"Gidip Yusuf ve kardeşi hakkında haber araştırın. Allah'ın rahmetinden de ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler güruhundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez."4



1. Bakara Suresi, 132-133

2. Yusuf Suresi, 5-6

3. Yusuf Suresi, 67

4. Yusuf Suresi, 87

Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail'e öğütleri:

"Oğlu İsmail kendisiyle beraber iş yapacak yaşa gelince İbrahim ona dedi ki:

'Oğlum, ben rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm. Sen buna ne dersin?' İsmail ise, 'Babacağım,' dedi. 'Sen emrolunduğun şeyi yap. İnşaAllah beni sabredenlerden bulacaksın."5

Hz. Nuh'un oğluna öğütleri:

"Gemi onlarla beraber dağlar gibi dalgalar içinde akıp gidiyordu. Nuh ayrı bir yere çekilmiş bulunan oğluna, 'Haydi yavrum, bizimle beraber gemiye bin ve kâfirlerden olma' diye seslendi."

65.Saffat Suresi, 102.

6.Hud Suresi, 42.

ihvan23

Hadisi şerif lerde Ey Ogul Ögütieri
Sevgili Peygamberimiz en büyük nasihatçı ve en güzel, en özlü konuşan bir insan. Başta on yıl hizmetinde bulunan çocuk yaştaki Hz. Enes olmak üzere ve yine aynı yaşlarda olan amcasının oğlu Hz. Abdullah İbni Abbas'a "Ey oğul!" manasına gelen hitaplarda bulunarak öğütler vermiştir. Bir örnek olması açısından bunlardan birkaçını sunmak istiyoruz.

Enes bin Mâlik Resülullahın (a.s.m.) kendisine şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Ey oğul! Gücün yettiği kadar kalbinde kimseye karşı kötü bir şey olmaksızın sabahlamaya ve gecelemeye çalış.

"Ey oğul! Bu benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimi ihya eder, yaşatırsa beni sevmiş olur; kim de beni severse, Cennette benimle beraber bulunur."7

7. Tirmizi, edeb:63

Enes bin Malik rivayet ediyor: Resulullah (a.s.m.) bana şöyle buyurdu:

"Ey oğul! Evine girdiğin zaman evdekilere selam ver. Verdiğin bu selâm hem sana, hem de ailene bereket getirir."8

Abdullah bin Abbas rivayet ediyor:

Birgün Resülullahın (a.s.m.) terkisinde bulunuyordum.

"Ey oğul, sana bazı şeyler öğreteyim" dedi ve şöyle buyurdu:

"Sen Allah'ın emir ve yasaklarım koru ki, Allah da seni korusun.

"Allah'ın emir ve yasaklarına riayet et ki, Onun yardım ve inayetim devamlı yanında hazır bulasın.

"Bir şey isteyeceğin zaman Allah'tan iste. Bir yardım dileyeceğin zaman Allah'tan yardım dile.

"Şunu da iyi bil ki: Bir hususta yardım etmek maksadıyla bütün millet biraraya gelse Allah'ın senin için takdir etmiş olduğundan öte bir yardımda bulunamazlar.

"Sana zarar vermek maksadıyla hepsi biraraya gelseler, yine Allah'ın senin hakkında takdir ettiğinden öte bir zarar veremezler.

"Kalemler kaldırılmış, sahifeler kurumuştur. Meydana gelecek her şey önceden tesbit ve takdir edilmiştir."9
8. Tirmizi, istîzan:10
9. Tirmizi, Sıfatü'l-Kıyame:5