Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Arap baharı üzerine sesli düşünceler

Başlatan Mücteba, 25 Mart 2012, 00:45:36

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mücteba

"Arap Baharı" diye ifade edilen süreç kafaları hayli karıştırmış durumda. Libya'da neler oluyor, Mısır'da gelinen nokta ne? Suriye için ne düşünmeliyiz? Bütün bu süreçte Batılı ülkelerin rolü ne kadar? Yönetimlerin devrildiği yerlerde neler oldu, yönetimlerin direndiği yerlerde neler oluyor?...

Hemen her gün muhatap olduğumuz bu ve benzeri sorulara şöyle mukabele edilmesinin doğru olduğunu düşünüyorum:

Bu süreci bir bütün olarak görmek ve bütün o coğrafyayı içine alan homojen bir durumdan bahsetmek doğru değil. Her ülkenin kendine mahsus özellikleri var; her ülkede ayaklanma sürecini tetikleyen farklı dinamikler söz konusu.

Söz gelemi Libya'da Kaddafi'nin devrilmesine açık destek veren Batı'nın, Libya'nın nasıl yönetileceği konusunda ve Libya'nın kaynakları üzerinde söz sahibi olmak istemesini/olduğunu anlamak zor değil. Esasen bugün fiilen bölünmenin eşiğine gelmiş bulunan Libya'da olup bitenin basit bir "kabile kavgası" olarak görmek elbette mümkün değil.

Mısır'da daha farklı bir durum var. İsrail'in konuya yaklaşımından hareketle dahi Mısır'da yaşanan değişimin istikameti hakkında isabetli tesbitlerde bulunmak mümkün. Herhangi bir dış müdahalenin yaşanmadığı Mısır'da nasıl oldu da silahlı kuvvetler Mübarek'in değil de halkın yanında yer aldı, doğrusu benim cevabını merak ettiğim en önemli sorulardan birisi bu. İkincisi de İhvan'ın Mısır'ın geleceğinde İslam adına ne türlü icraatların altına imza atacağı, daha da önemlisi İhvan'ın İslam algısının bu süreçte nasıl bir seyir izleyeceği meselesi. Liberalleşmeye doğru bir gidiş mi söz konusu, yoksa bir "geçiş dönemi politisası" mı? Bekleyip göreceğiz...

Ve Suriye...


Yönetim karşıtı ayaklanmaların en uzunu bu ülkede cereyan ediyor. Tabii en çok kan da burada akıyor.

Geçmişi kısaca hatırlayalım: "Arap Baharı" sürecinin başlarında Beşşar Esed, Arap ülkelerinin yönetimlerinin halklarının taleplerine daha fazla duyarsız kalamayacağını, bir an önce reformlara başlamalarının vaktinin çoktan geldiğini söylüyordu. Sürecin başlarında uzunca bir süre Suriye'de halk beklemeyi tercih etti. Esed'in yıllardır tekrarlayıp durduğu, ama bir türlü hayata geçirmediği reformların bu süreçte gerçeğe dönüşmesini bekledi. Ancak aradan geçen aylar, Esed yönetiminin yine aynı şark kurnazlığına başvurduğunu gösterdi.

Bunun üzerine halk önce, söz verilen reformların hayata geçirilmesi talebini dillendirmeye başladı. Ancak Esed kulaklarını tıkamayı tercih etti. Bu defa kitlesel eylemler başladı ve halk, reform beklentisinin beyhude olduğunu fark ederek "yönetimkarşıtı" bir tutum almaya başladı.

Bu süreçte kesinlikle dış desteğe ve silaha karşı olduklarını, yegâne amaçlarının kendi imkânlarıyla ve barışçı metotlarla despot yönetimi gönderip, yerine halkın taleplerine kulak veren bir yönetimin gelmesini sağlamak olduğunu defalarca ve her vesileyle ilan ettiler.

Ancak oğul Esed'in buna tepkisi babasınınkini aratmayacak vahşette oldu. Gerisi malum...

Geldiğimiz noktada Suriye bağlamında durumu şöyle özetleyebiliriz:

Rusya ve Çin, "Arap Baharı" sürecinde hiçbir ülkeye göstermedikleri ilgili Suriye'ye gösteriyor. Elbette bunun sebebi el kadar Suriye'nin kendisi değil. Burada İran faktörü güçlü biçimde devrededir.

Libya'da, Tunus'ta, Mısır'da yaşananlara kayda değer bir tepki vermeyen İran'ın Suriye konusunda bu kadar direnmesi, oluk oluk akan kana rağmen hadiseyi "Batı/İsrail destekli marjinal grupların terör eylemleri" olarak lanse etmek için çırpınması şaşırtıcı değil.

Hizbullah da İran da elbet böyle konuşacak. Adım adım genişlettikleri etki alanları ilk defa ciddi olarak duvara tosladı.

"Özgür Suriye Ordusu" adı altında ayaklanmayı yönetmeye çalışan grupları belki de en fazla rencide eden, İran'ın ve Hizbullah'ın, bu grupları Batı'nın ve İsrail'in kullandığı propagandası. Suriye halkı perişan, ordunun katliam yaptığı şehirlerde ölüm, açlık, sefalet kol geziyor. Silahlı gruplar ordunun ağır silahlarına, tankına, topuna karşı hafif silahlarla direnmeye çalışıyor. Fısıltı gazetesi Hizbullah milislerinin sınırdan geçip belli bölgelerde operasyon düzenlediğini, yaralıları bile hastanelerden alıp bilinmeyen yerlere götürdüğünü söylüyor. Mahir Esed'in İsrail'le görüştüğünü de, Hamas'ın Suriye ile ilişkileri kopma noktasına getirdiğini de söylüyor fısıltı gazetesi. Suriye toprakları bu kadar önemliydi de Golan tepeleri için acaba niçin tek kurşun atmadılar bugüne kadar?

Artık mızrak çuvala sığmıyor. İran için, Şiilik için Suriye, kaybedilecek ilk ve belki de en önemli mevzidir. Buna tahammül edemiyorlar. "Emperyalizme karşı durma" söylemini maske edinerek mezhebi yayılmacılık politikasını daha fazla sürdüremeyecekleri Suriye bağlamında net olarak görüldü. Bütün çırpınmaları bundan...


Dr. Ebubekir Sifil - 15 Mart 2012 Perşembe

mazhar

Alıntı YapSuriye toprakları bu kadar önemliydi de Golan tepeleri için acaba niçin tek kurşun atmadılar bugüne kadar?


Ebu Bekirsifil Hocamız Konuyu güzelce özetlemiş. Eline, Kalemine sağlık. Bu  önemli bilgileri de bizimle paylaştığı için Mücteba kardeşimize de teşekkür ederim.


Her ne olursa olsun dinimiz insanların öldürülmesine karşıdır. katliam ve sunni müslümanları yok etme politikasını sürdüren Suriye rejimi ve onu destekleyen İran,Hizbullah bilsin'ki mazlumun ahı yerde kalmaz. "Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste"  unutmayalım...
İçimizdeki Hizbullah yanlıları,şia sevdalıları katliamı görmemezlikten geliyorlar...

mazhar



Bir bölen olarak Suriye meselesi





Suriye halk ayaklanması başlayınca Türkiye'de süreç boyunca üç temel farklı duruş ortaya çıktı. Bunlardan ilki, Baas rejimini Amerika ve siyonizm karşısında İran-Hizbullah-Hamas safında bir direniş hattı olarak sunmaktaydı. Bu tezin asıl sahibi önce Suriye rejimi sonra da İran'dı.
Bu kesim Filistin dâvâsını duruşlarını meşrulaştırmak üzere tavzif etti. Mukavemet hattı iddiasını ısrarla gündemde tutsalar da Filistin direniş hareketi Hamas vitrin olmayı kabul etmedi. Suriye'den ciddi anlamda çekildiler ve Suriye halkıyla beraber olduklarını liderleri aracılığıyla yaptıkları açıklamalarda bütün dünyaya ilan ettiler.
Baas rejiminin İsrail'in işgali altındaki topraklarını savunmada dudak servisi yapmaktan öteye geçen bir icraatı olmadığı malûm. Filistin dâvâsına olan desteği değerlerden kaynaklanan bir destek değil, çıkarcı yaklaşımının bir gereğiydi hep. Kendi halkını sürekli baskıyla yönetmeyi İsrail varlığını bahane ederek başarmıştır.
Bunun verdiği rahatlıkla olsa gerek direniş hattında ön cephede olduğu için uluslararası sistem tarafından cezalandılırdığını söyleyince tabiatı itibarı antisiyonist olan bölge halklarını yanında bulacağını sandı.
Uluslararası sistemin herdem cezalandırdığı Hamas'ın duruşu; İran'ın millî çıkarlarının, Suriye diktasının antiemperyalist yalanlarının Filistin dâvâsının arkasına saklanmasına müsaade etmedi. İran maalesef fiilen Suriye halk ayaklanmasını bastırmak için ön cephede savaşıyor. Silah başta olmak üzere her türlü yardımı veriyor.
Meselenin trajikomik yanı ise, Suriye halkına karşı Baas rejiminin yanında fiilen savaşan İran'ın yaptığını zaruri gören bu kesim Türkiye'nin halkın güvenliğini sağlama amaçlı bir müdahale ihtimalini bir taraftan BOP gibi manipülatif kavramlara sığınarak diğer taraftan da yeni Türkiye'nin emperyalist niyetleriyle izah etmeye yeltenmesi. Birbiriyle çelişkili iki izah!
BM mülteciler Örgütü'nün açıklamalarına göre Türkiye'ye sığınan Süriyeli mülteci rakamı 17 bine ulaşmış durumda. Bu rakam her geçen gün artıyor. Baas rejiminin yanında duran Irak El Mâliki hükümeti ise bir tek Suriyelinin topraklarına sığınmasına izin vermiyor. Kısacası İran, Irak, Hizbullah hattı Suriye halkını Baas dikta yönetimine kurban veriyor. Buna ses çıkartmayanlar Türkiye'nin birşeyler yapmasına ise her türlü etiketi yapıştırıyorlar.
İkinci kesim başından beri Suriye direnişinin yanında yer almayı tercih eden başlangıçta sayıları az olsa da sonrasında artan kesimdir. Biz Suriye halkının haklı dâvâsında onlardan yana olmayı başından beri tercih ettik ve bunun gerekçelerini de defaatle yazdık. Halkların katılımı olmaksızın ne gerçek bir direniş hattı ne de bölge istikrarı sağlanabilir. Bu bölgeye yönelik komploların farkında olmadığımız anlamına gelmez elbette.
Üçüncü kesimi ise kafası karışık kesimler oluşturuyor. Söylemleri bazen birinci kesime meyletmektedir bazen de ikinci kesime. ABD ve şürekâsının bölge oyunlarının piyonları olmamak adına pasif kalmayı tercih eden ve Suriye mukavemet hareketine kuşkuyla bakan kesim. Haklı oldukları birçok argüman var, bundan kuşku duymuyorum.
Ancak İslâm âleminin antiemperyalist söylemleriyle bilinen etkili âlim ve mütefekkirlerinin, İslâmî hareketlerinin Suriye mukavemetini destekleyen duruşları karşısında, bunlar, mukavemetin bir çırpıda mahkûm edilemeyeceğinin farkındalar.
Sürekli öldürülen kadın ve çocukların de epey olduğu siviller karşısında vicdanları kanasa da tereddütlerine yenik düşmekteler. Kimi zaman birinci kesimi eleştirirken kimi zaman da ikinci kesimi eleştirerek kendince orta bir yol bulma çabasındalar; ne şiş yansın ne kebap misâli!
Yalnız bu kesimin handikapı, bir çözüm arayışı içinde olmamalarıdır. Hâlihazırda gelinen noktada sükût etmek akan kanın durmasına hiçbir katkı sunmuyor oysa. Bu kesimin olaylar karşısında eleştirel ve seyirci olarak durması Baas rejiminin elini bile güçlendirmektedir denebilir.
Suriye meselesinde hâl-i pûr meâlimiz maalesef bu. Unutmamak gerekir ki, Suriye'nin imtihanı bir anlamda bizim de imtihanımızdır.

Serdar Demirel.Yeni Akit.Haber vaktim.com