Hatipoğlu ve Döngeloğlu iyi “iş” yapıyorlar

Başlatan 33.yıldız, 16 Eylül 2010, 12:59:29

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

33.yıldız

Bakın ne anlatıyor Osman Hoca: "Star'da Doç. Dr. Nihat Hatipoğlu Hoca Hz. Osman'ı, Kanal 7'de Ömer Döngeloğlu Hoca Veysel Karani Hazretleri'ni anlatıyordu."

Öncelikle Hatipoğlu ve Döngeloğlu paralelliğine dair doğal vurgusunun altını çiziyorum. Bu iki muhterem hocamız Ramazan iftar/Sahur programlarının "yıldız"ı. Aralarında ciddi bir reyting rekabeti varmış.

Demek ki: Televizyon seyircisi en çok Hatipoğlu ve Döngeloğlu seyrediyor. Daha da açıkçası, Hatipoğlu'na ve Döngeloğlu'na program yaptıran televizyonlar en çok reklamı en yüksek fiyatla alıyor. Hocalarımız televizyon diliyle "para ediyor."

Televizyonun ancak magazin ve eğlence ile yükselen reytingini nasıl olup da din ile yakalıyor hocalarımız? Düşünmeye değer değil mi?

Osman Hocanın yazısı çarpıcı bir ipucu veriyor:

"Nihat Hatipoğlu Hoca, üçüncü halife Hz. Osman'ı anlattı uzun uzun. Konu Hz. Osman'ın şehit edilmesine geldiğinde, kendisini öldürmek üzere sakalından tutup, tam da ilk hançeri sallamak üzere iken, bir anda bundan vazgeçip suikast mahallinden kaçıp giden kişinin babasının kim olduğunu söylemedi. "Eğer ben bu kişinin kimin oğlu olduğunu söylersem, oldukça şaşırırsınız " dedi ve izleyicinin "bu ne iş yahu" diye zihninin bulanmasına fırsat vermeden reklam arası verdi."

Muhterem Hocamız reyting almanın gereğini çok iyi biliyor ya da kendisine çok iyi bildiriliyor. Reklam arasında ekrandan kopabilecek seyirciyi reklamın sonrasını beklemeye ikna ediyor. "Az sonra..." heyecanı...  İç gıcıklayıcı bir detay... Meraktan çatlatıcı bir muamma... Osman Özsoy yanılıyor.

Hatipoğlu'nun seyircinin zihnini bulandırmama kaygısı olsaydı, o bahsi zaten açmazdı. "Eğer ben bu kişinin kimin oğlu olduğunu söylersem, oldukça şaşırırsınız" cümlesinin eşiğine gelmektir reyting marifeti. Hatipoğlu'nun söylemediği değil söylediğidir, söylemem diyerek söylediğidir asıl mesele.

Peki Döngeloğlu Hocam ne yapıyor bu arada? O da Veysel Karanî bahsini açmış. Yakın reyting rakibi Hatipoğlu gibi o da merak konusu bir muammanın, çıldırtıcı bir gizemin eşiğine getiriyor seyircisini. Tam isabet! Osman Hocanın bir seyirci olarak refleksine bakın:

"Ömer Döngeloğlu Hoca'yı dinlerken öğrendiğimiz ayrıntı, Veysel Karani Hazretleri'nin, Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında 657 yılında yapılan Sıffin Savaşı'nda, Hz. Ali'nin tarafinda savaşırken şehit olması oldu. Bu kadar kutlu bir zatın, siyasi görüş ayrılığı yüzünden kılıçları birbirine karşı kınından çıkaran Müslümanların kendi arasında yaptığı savaşta şehit olduğunu öğrenmek hakikaten bizim için sürpriz oldu."

Döngeloğlu Hoca da televizyonculuğun hakkını veriyor. Bu sürprizin dramatik etkisini artırmak için çarpıcı bir çelişkiyi gündeme taşıyor. Karani'ye, kendisiyle birlikte hatırladığımız o hırkayı,  Peygamberimizin Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin birlikte götürdüğü gerçeği... Karani'nin şehit olduğu savaşın karşı tarafları, kendisine hırkayı getirirken beraberlermiş meğer... Diline sağlık... İşte muhteşem sürpriz ve acıtıcı final..

Televizyonda reyting yapan ve "para eden" işte bu "sürpriz"dir. Döngeloğlu'nu ekranların aranan adamı eyleyen işte bu zarif ve akılcı kurgudur. Reklamın ardından ak saçlı tatlı yüzlü latif sözlü Nihat Hocayı  bekleten işte şu cümledir: "...kimin olduğunu söylersem, oldukça şaşırırsınız."

Tahmin ediyorum her iki hocamız da İslam tarihini didik didik okuyorlar, göz nuru akıtıp kendi kendilerine soruyorlar: "Seyirciyi nasıl şaşırtsak?" "Dinleyicinin yüreğini nasıl hoplatsak?"
İşin tekniği bunu gerektiriyor. Zaten herkesin bildiğini anlatmak kimseyi şaşırtmaz, seyirci tutmaz, reyting yapmaz, para etmez. Dahası, herkesin bildiğini anlatsanız da kimsenin anlatmadığı gibi anlatmaktır marifet. İşte o zaman televizyonculuk açısından "doğru" bir iş yapmış olursunuz. Her iki hocamız da bu konuda marifetlidir. Sadece tebrik ediyorum.

Osman Hoca gibi bir çok seyircinin gözünden kaçan sır ise şu: Televizyonculuğun "doğrusu" ile İslam'ın/insaniyetin "doğrusu" her zaman çakışmaz. Aksine çok sık çatışırlar.

Televizyon seyircisi Hatipoğlu Hocamdan Hz. Osman'a suikast düzenleyenin Hz. Ebubekir'in oğlu olduğunu öğreniyor ya da merak etmenin eşiğine geliyor. İftarını beklerken "hocamız ne diyor?" diye saf niyetle televizyonunu açan hacı ninem, köylü dedem, o saf zihnine "Meğer Veysel Karanî Hz. Muaviye taraftarlarına karşı, Hz. Ali safında savaşmış!" diye bir bilgiyi kılçık gibi sokuveriyor. Hz. Ebubekir'i de Hz. Ömer'i de, Hz. Osman'ı da, Hz. Ali'yi de aynı hürmetle anan, aralarında çıkmış envai çeşit fitneyi çoktandır uyutmuş olan seyircimiz, hiç gerekmediği halde, hiç önceliği olmadığı halde üstesinden gelemeyeceği baştan çıkarıcı/fettan bir bilgi ile baş başa kalıyor.

İslam nezaketi ve insani öncelik, her doğruyu söylemenin doğru olmayacağı kuralı üzerinden yürürken, reytingin aç gözlü mantığı ucunda rezillik de olsa "çarpıcı", "sarsıcı", "yaralayıcı" olanı söylemeyi gerektiriyor.

Muazzam bir reytingle yeni seyirciler kazanan TV ekranı, yeni reklamlara doğru kanat çırparken, seyirci menkıbe ustası hocalarımızın anlattıkları üzerinden yeni hiçbir sorumluluk almıyor, şimdi ve buraya ait bir kâr etmiyor.

Din'in eski zamanlara ait olduğu imajı, belki istenmeden, bir kez daha katmerleştiriliyor. Söylenen sözlerin hepsi "düne ait" kalıyor, "yeni bir şey" söylenmiyor cancağızım. Kendisine tabi olunan bir peygamber değil sadece ardından ağlanan zavallı bir peygamber tanıyoruz. Bize şimdi ve burada diri sözler söyleyen sahabeler ve veliler değil, folklorik ve nostaljik figürler biliyoruz. Duygusallık yüklü bir gözyaşının ardından seyircilerin elleri ve yürekleri boş dönüyor. Dolan ise başka şeyler oluyor.

İşte size bilgiyi eyleme dönüştüren değil, eğlenceye dönüştüren eşsiz formül.  İşte size sahabe hayatları üzerinden iç gıcıklayıcı, merak uyandırıcı, kılıç şakırtılı dramatik aksiyonlar üreten bir magazincilik.

Hocalarımızın benden çok daha iyi mümin ve Müslüman olduğuna eminim ve şahidim. Şahıslarına bu yazıyı okuyan herhangi birinden daha çok hürmet ederim.

Bir televizyoncu olarak reytinglerini de kıskanıyor olabilirim. Hasetçiler haset ettiklerinin farkında değildir zaten. Hasetle de olsa söylemek istediğim şu:  İhlasla yaptıklarını umduğum, iyi niyetle sürdürdüklerini sandığım işlerinin nereye vardığını görsünler.

Her iki hocam da televizyonculuğun "doğru"sunu yapıyorlar. Ama sadece televizyonculuğun "doğrusu"nu yapıyorlar.

Bilmem anlatabildim mi?


Senai DEMİRCİ / Haber 7
Ortak paydamız, İbrahimi dinler değil! EHLİ SÜNNET, EHLİ SÜNNET...

33.yıldız

Hatipoğlu ve Döngeloğlu hocaların televizyon üslubuna dair son yazım üzerine çok sayıda övgü ve sövgü mesajı aldım. Övgülerin ve sövgülerin hiçbirini hak ettiğimi düşünmüyorum. Hocalarımın da benim yazımdan ötürü sövgü almasını beklemiyordum, hak ettiklerini de düşünmüyorum.

Münâfikûn Suresi'nin ayan beyan ortaya koyduğu gibi, her mümin izzet sahibidir. "Ben Allah'ın kuluyum" diyen her mümin, Allah'ın bizzat ayetiyle ortaya koyduğu kadar izzetlidir. "Ben Allah'ın Elçisi'nin ümmetiyim" diyen her mümin, Allah Resulü'nün "kardeşlerim" hitabını hak ettiği ölçüde izzet, şeref ve onur sahibidir.

Bu cümleden son yazımın başlığına isimlerini koyduğum Nihat Hatipoğlu ve Ömer Döngeloğlu aziz birer mümindir. İzzetleri ve onurları ise benim dememe ve öyle bilmeme bağlı değil, benim de Rabbim olan Allah'tandır, ümmeti olduğum Allah Resulündendir. Daha önceleri ve bundan sonra da eleştirme ihtiyacı hissettiğim her kardeşimin şerefinin ve  onurunun bekçisiyim. Altını çiziyorum: Nihat Hatipoğlu ve Ömer Döngeloğlu şeref ve onur sahibi insanlardır.

Gıybet konusunda canı hayli yanmış, ciğerleri parçalanırcasına derin pişmanlıklar yaşamış bir kardeşiniz olarak, yanımda bu iki muhterem hocamın, bu iki izzet sahibi müminin gıybeti yapılacak olsa ve yapılmışsa ilk frene basanlardan olurum.

Bundan böyle de benim hakkımda yazan/konuşan ve benim hakkında yazdığım/konuştuğum her kardeşimin onurunun ve şerefinin korunması Rabbimin emriyle bana aittir. Kişiliklerine ve şahsiyetlerine, üzerlerinde taşıdıklarına şahit olduğum imanlarına kıl kadar halel gelsin istemem. Bir haysiyet kırımı ve onur katli olan gıybetten hep uzak durmak isterim, uzak kalmaya gayret ederim.

"Eeeee..." dediğinizi duyuyor gibiyim.  "Bunlar giriş cümleleri, dilinin altındaki baklayı çıkar!"

Hayır, sizi sevindirmeyeceğim. Hep kendini haklı gören, hatasını başkasına yamayan İblis'in yolundan, en azından bu yazıda, yürümeyeceğim.

Yukarıda cümleleri yüreğimle yazdım. İnananlar olarak, hatta insanlar olarak birbirimize borçlu olduğumuz asgari nezakettir, en temel hürmettir bir insanın gıyabında onurunu korumak.

Ancak...

Gıybet etmek ve eleştirmek aynı iş değildir.

Gıybet etmeden eleştirebilirsiniz, hatta gıybet etmemek için eleştirmelisiniz.

Sahabe ahlakından net olarak öğrendiğim üzere, birbirimizi eleştirmenin bir hak olduğuna, dahası bir görev olduğuna eminim.

Öyleyse gıybet ile eleştiriyi birbirinden ayıralım.

Gıybet, insanın kişiliğini hedefler. Eleştiri, insanın eylemine ve/ya ürününe yöneliktir.

Gıybet, kişinin gıyabında yapılır. Eleştiri, gıyapta da yapılabilir, yüz yüze yapılırsa daha iyi olur.

Gıybet, gizlice yapılmış bir işi açığa çıkarmaya, gizlenen bir ayıbı ifşa etmeye denk gelir. Eleştiri ise açıktan yapılan işlere yöneliktir. Ürün ve eylem herkesin gözü önündedir zaten.

Gıybet onarıcı değildir, yıkıcıdır. Eleştiri yapıcı olabilir. Eleştiride maksat, kişiyi bir yanlıştan uzak tutarak onarmaktır.

Gıybette bir yanlış ve/ya ayıp kişiye ebediyen yapıştırılır ve yakıştırılır. Eleştiri, o işi ya da hizmeti o kişiye yakıştırmama tavrını içerir.

Gıybette, kişi yanlıştan ibaretmiş gibi gösterilir; başkaca güzel sıfatlarının da olabileceği göz ardı edilir, hepten kötü ilan edilir. Eleştiride ise, kişi, daha önce yaptığı ve yapabileceği güzel işlerle kıyaslanarak değerlendirilir. Güzel işler de yaptığı/yapabileceği baştan kabul edilir. Hepten yanlış yapanlar eleştirilmeye layık değildir zaten.

Ben iki hocamın da televizyonda ayan beyan yaptıkları işlerine dair eleştirilerimi, endişelerimi paylaşıyorum.

Diyorum ki, bu üslup televizyonculuk açısından doğru bir iş olsa da, hakikati incitiyor, insanların saf zihinlerini bulandırabilir, bulandırmıştır da... 

Dikkat çekiyorum: Kendileri istemese de özellikle ajite edici konuları gündeme getirmelerinin istenmesi televizyoncuların reyting iştahına hizmet edebilir ama anlatılanları estetikten ve nezaketten uzaklaştırır.

Demek istiyorum ki, İslam tarihinin, doğru olmaması muhtemel, doğru olsa bile anlatılmasının doğru ve yararlı olmayacağı muhtemel, özellikle de ajite edici, yürek dağlayıcı detaylarını genel izleyiciye aktarmak İslamî ve insanî açıdan doğru değildir. Bir üslup zaafıdır.

Hepsi bu...

Bu görüşümde ısrarlıyım.

Beni assanız da kesseniz de, diri ve diriltici olan vahyin geçmişte kalmış, miadı dolmuş bir "hatıra" olarak nakledildiği, böyle anlaşılarak ve/ya anlaşılacak şekilde dile getirildiği üsluplara şiddetle muarızım.

Yasin Suresi'nin sınırsız derinlikteki anlamı, berrak ve diri bir nehir olarak önümüzde akıyorken, hiç olmazsa bir ayeti üzerinden vicdanları uyarma fırsatımız varken, ekranın yarısını arabesk çiçek böceklerle süsleyip "Yasin'i okuyan zayıfsa şişmanlar, şişmansa zayıflar..." türünden mesajlar vermek, kelimenin tam anlamıyla, dini köylüleştirmek ve estetikten uzaklaştırmaktır. (Bakınız: Star TV)

Farz namazların anlamına dair bir şeyler söylemek dururken, "Az sonra: gerdek gecesi namazımı kılmadım, kaza etsem olur mu?" gibi altyazı erotizmi yapmak elbette ki edepsizlik ve lüzumsuzluktur. (Star TV'nin KJ'cisine sorun!)

Arabeskten devşirme, oyun havalarından uydurma, cistak'çı ve zikir sandıkları boğaz hırıltılarıyla sözüm ona ilahicileri starlaştırmak, din üzerinden bir tür zevksizlik üretmek değil de nedir? (Star TV'nin başka hiçbir programına çıkarılmaz bu tür Abdurrahman'lar!)



Beni taşlasanız da, hasetçi ilan etseniz de, şimdi ve burada "aramızda olan Allah Resulü'nün" [Hucurat, 7] kendisine tâbi olunacak "özne peygamber" değil de; sadece ayakları kanayan, dişi kırılan, kuru hasırda yatan, karnına taş bağlayan yanıyla hatırlanacak ve ardından ağlanacak zavallı bir peygamber olarak tasvir edildiği anlatımlara ısrarla muhalefet edeceğim.

Her şeyi bir kenara bırakıp, Hz. Hüseyin'in [ra] "ciğerlerinin parça parça ağzından geldiği"ni anlatmak ne kadar gerekli?

Hasan'ın [ra] göbeğinden yukarısı, Hüseyin'in [ra] göbeğinden aşağısı Peygambere benziyordu diye gözyaşları içinde anlatmanın ne kadar önceliği var?

Hz. Peygamber'in [asm] ölüm döşeğinde bile ağız temizliğini öncelemesini Hz. Aişe [ra] ve Hz. Peygamber'in [asm] tükürüklerinin karışması edebiyatına konu edinmek lüzumsuzluk değilse nedir?

Bu üslup ve anlatımın reyting kazanması ne bu üslubu meşrulaştırır ne de bu üslubu iyi niyetle benimsemiş, bu üslupta hayır gören, belki başka da seçeneği olmayan hocaları hain yapar.

Ama yapanlar hain değil diye, seyredenler estetik yoksunu oldukları için benimsiyor diye hiç mi sesimizi çıkarmayalım! Alan memnun veren memnun diye, alanların daha iyi seçeneklere layık olduklarını hiç mi dillendirmeyelim! İnsaf!

Bu arada ben de hatalar yaptım:

Mükemmeliyetçilik yaptım: Hatipoğlu'nun ve Döngeloğlu'nun da anlattıklarına ihtiyaç duyan insanlar olabileceğini hesap edemedim.

Bencilce davrandım: Hatipoğlu'nun ve Döngeloğlu'nun sözleri ve gayretiyle bir insanın dahi imana kavuşmasının yeryüzündeki her şeyden kıymetli olduğunu unutmuşum.

Yeterince empati kurmadım: Hatipoğlu ve Döngeloğlu'nun kapattığı boşluğu küçümsedim ve ettiği hizmetleri hepten yok saydım.

Acele ettim: Hatipoğlu ve Döngeloğlu'nun üsluplarına dair haklı eleştirimin, onların kişiliklerine yönelik haksız bir saldırıya dönüşebileceğini de düşünmeliydim. Ama bunu önlemenin bir yolunu da bilmiyorum. Eleştiri ahlakımız yerlerde sürünüyorsa, n'apayım!

Sırası değildi: Bayram vakti, hepimizin "Evet"le coştuğu, bayram kardeşliğini yaşadığı günlerde böyle bir polemik gereksiz görülebilir. Ama Ramazan programlarının değerlendirmesinin Ramazan sonrasından başka zamanı da yok gibi...

Ama içim yanıyor: Birilerinin eminin bıyık altından gülerek seyrettiği gibi, dini ötekileştiriyoruz, Mekke'ye ve Medine'ye, çöle ve deveye, sarıklı ve cübbeli adamlara özgü zannettiriyoruz. Hep ağlayarak, hep acıyarak adam olacağımızı sanıyoruz. Şimdiye ve buraya dair bir fikrimiz olamazmış gibi,  geleceğe dair bir inşa projemiz, hayatın içinden çıkan bir vizyonumuz yokmuş gibi görünüyoruz.

Sonuç olarak: Hatipoğlu ve Döngeloğlu muhterem insanlardır. Ne benim yazım vesilesiyle yapılan yorumlardaki aşağılamaları hak ederler ne de ben bu yazıyı yazdım diye aldığım s/övgüleri hak ediyorum.

Hadi hocalarıma ben de tâbi olayım. Bir menkıbe de benden:

Bize, hem de devlet başkanı iken "Eğrilirsem, beni nasıl doğrultursunuz?" diyebilen Hz. Ömer [ra] hakperestliği kadar, devlet başkanına "Seni kılıcımızla doğrulturuz!" diyebilen sahabe cesareti ve kalenderliği de lazım.

Baba ocağının soğuk küllerini tozutan tembeller gibi, bu hatıradan sadece kuru bir burun sızısı çıkarmayalım. Bu hatıranın tam ortasında, sımsıcak bir köz olarak duran Ömer'ce hesaba çekilişi göze almayı da, sahabece hesap soruşu da  hemen şimdi ve burada avuçlarımıza alalım. Küllerle oyalanmayalım, közleri bulalım. Ağlamayalım, zırlamayalım, sızlanmayalım. Kalkıp ayağa, ileri yürüyelim.

Yoksa, yine tarihle kalırız, yine tarihte kalırız.

Senai Demirci - Haber 7
Ortak paydamız, İbrahimi dinler değil! EHLİ SÜNNET, EHLİ SÜNNET...

İsra

#2
Teşekkürler 33.yıldız


Birkaç defa bu programlara denk geldim. yazarında belirttiği gibi bazı açıklamaları ben de çok gereksiz ve yersiz bulmuştum

Günbatımı

Pek muhterem insanlar olabilirler ama üslubları bana göre de abartılı ve samimiyetten uzak!.. Bazen çoook uzaklardan (eskilerden) efsaneler anlatıyorlarmış havası veriyorlar... O yüzden son senelerde izlemiyorum...

Ama Cübbeli Hoca bu sene kırdı geçirdi! :) Gerçi Flash Tv gibi bir kanalda ne işi var bilemem ama, anlatımındaki sadelik ve samimiyet, ayrıca soruları kıvırmadan, net bir şekilde cevaplaması eminim birçok kişi için faydalı olmuştur...

Dua'sız üşürmüş yürekler!
Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin...
Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan,
Sana ummadık kapılar açan.
Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan...


Hz. Mevlana 

Buğulu Ay

arifan yayınlarının reklamı hususunda flash ile anlaşmıştır diye düşünmüştüm. ya da onlar ekranda ona şunu yap bunu yap demek yerine gereken rahatlığı sağlamışlardır fetva ve konuşma hususunda. çünkü her fetvayı her ekranlarda veremeyen ve kontürollü konuşan fetvacılarda var öyle değil mi
BENİM DOĞRU SÖYLEMEM, BANA DOST BIRAKMADI. (Hz. Ömer r.a.)

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

الله هو ا لو لي

33.yıldız

Ortak paydamız, İbrahimi dinler değil! EHLİ SÜNNET, EHLİ SÜNNET...

ruy-ı zemin


Şimdi meseleye geniş bir perspektiften bakacak olursak, STAR TV zaten mason olduğu kanıtlanmış bir kimsenin yayın grubundan. Bu adamlardan bu kadarlık öğrenebilirsiniz.

Asıl mesele Türkiye toplumunda son 15 yıldır müthiş bir yozlaşma var.

Bunu akl-ı selim herkes görebilir.

Saygı duyduğumuz değerlerimize saygı duymaz olduk. Düşük bütçelerle herşeyin iyisini ve pahalısını alır olduk. Evde boş vakit bulur olduk. E bu boş vakitleri belli bir zaman sonra TV'ye ayırır olduk. Aslında zorladık kendimizi TV'ye bağlanmamak için ama "nereye kadar der" olduk. TV kanallarımız HD yayınlar yapar oldular. Kendimize yakışan bir program seçmeliydik öyle değilmi ya. Ve bizde islamiyetden kim bahsediyorsa onlara yöneldik. Bu arada bu adamların maksatlarını anlayamadık. Dahada önemlisi yozlaştırıldık. Ve en önemlisi nereden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi unuttuk.

Lawrence usulüne geri döndüler.

Bunun zeminini hazırladılar.

Şu anda birileri saman altından su yürütüyor. Diyalog dediler, hoşgörü dediler, dedilerde denilenlere hüsn-ü zan ile yaklaştık. İşte manzarayı umumiye ortada.

Sanırım yazar bunu yeni farketmiş, benim gibi. Halbu ki bunların asıl amaçları hep  baltalamak, kesmek, biçmek, asmak. Asırlardır bizleri hep bunlarla kandırdılar.

Değerlerimize sahip çıkmalıyız muhrerem kardeşlerim. Manevi irtibatımızı koparmadığımız müddetçe bunlardan etkilenmeden çıkanlar yine bizler olacağız.

Ve bir yerden başlamalıyız.
پاى مار      چشم مور      نان منلا      كس نديد

eginli

sinai demirci????

bu kisinin makaleleri hosuma giderdi... bir gün tv de bir söylesisini izledim... cok mükemmel buldum , ancak o bal icindeki zehiri bir soru ortaya cikardi... konusmasinin sonunda mail le soru soruldu, hangi kuran mealini okuyalim diye... öyle bir istahla mustafa islamoglunun kuran mealini tavsiye ettiki agzim acikta kaldi... bu vesileyle zihni yapisida ortaya ciktigini düsünüyorum...
Allah(c.c)selami üzerimize olsun.

Bu dünyanin cefasindan sefasina sira gelmez,
gafil olma  ilme calis gecen günler geri gelmez.

ihvan


Fatihan

Alıntı yapılan: eginli - 18 Ekim 2010, 09:53:45
sinai demirci????

bu kisinin makaleleri hosuma giderdi... bir gün tv de bir söylesisini izledim... cok mükemmel buldum , ancak o bal icindeki zehiri bir soru ortaya cikardi... konusmasinin sonunda mail le soru soruldu, hangi kuran mealini okuyalim diye... öyle bir istahla mustafa islamoglunun kuran mealini tavsiye ettiki agzim acikta kaldi... bu vesileyle zihni yapisida ortaya ciktigini düsünüyorum...

Evet Senai Demirci'nin bir Mustafa İslamoğlu hayranlığı var ancak burada yazdıklarına katılmamak mümkün değil.

bülbülmisali

ama özellikle Döngeloğlu çok güzel anlatıyo değil mi?
inandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız. Hz.Ömer

lale

Bencede,Senaı Demerci"ye katılmamak  mümükün değil

ihvan

#12
Demirci dahil hepsini toplasanız Tuncer hocama değişmem....... 1111))

Tuğra

〰〰〰〰🐠