Son İletiler

Sayfa: 1 ... 5 6 [7] 8 9 10
61
İSLAM-GENEL / Ynt: Suzi libermanın Hatıra Defteri
« Son İleti Gönderen: ihvan23@hotmail.com 25 Ekim 2024, 16:57:15 »
.
63
İSLAM-GENEL / Ynt: Suzi libermanın Hatıra Defteri
« Son İleti Gönderen: ihvan23@hotmail.com 24 Ekim 2024, 12:25:43 »
Suzy ve Adnan
Günler geçti. Adnan'ın gözleri her gün kırlarda Suzy'yi aradı. Fakat heyhat. Belki on gün ne yolu üzerinde ne de kı­zın evinin önünden geçerken ona raslamak mümkün olma­dı. Bu sükût genç zabitin kalbine saçılan kıvılcımları tutuş­turmakta idî. Meşhur bir psikoloji nazariyesine göre "ayrılık, tıpkı rüzgâr gibi hafif ateşleri söndürür ve fakat büyük ateşleri alevler" dedikleri gibi bu "bir kaç günlük ayrılık Ad­nan'ın kalbindei ateşi cidden tutuşturmuştu. Demek ki; bu çocuk bu casus kızı çok sevmişti. Bu sevgisinde de haklı idi. Gençti, yakışıklı idi, aşka ve sevgiye muhtaçtı. Gördüğü kız da cidden güzeldi.

Didişmeler, silâh sesleri ve türlü zahmetler sinirlerini gevşetmişti. Bütün bunlara beraber genç bir kızın onu aldataca­ğını, cephe aleyhine istifâde etmek istediğini tahmin edeme­mişti.

Hem de bu insanlardan böyle bir hareket nasıl beklenebi­lirdi? Mensup olduğu devlet onlara bol toprak vermiş, zen­gin ve müreffeh olmalarına yardım etmişti.

Asil bir Türk çocuğu bu kadar âlicenap bir himaye ve ni­mete kahpece küfran edileceğini elbette havsalasına sığdıramazdı. Bilhassa kendilerine bunlar hakkında bîr ihtarda bu­lunan da olmamıştı.

Suzy'ye gelince, O'nun tavırlarındaki masumiyetle tabia­tın kendisine bahşettiği müstesna güzelliği görenler bu mahlûkun âdi ve hâin bir casus olduğunu asla akıllarına ge­tiremezlerdi.

Fakat bu evvelden yetiştirilmiş müthiş bir yahudi casusu idi...

* * *

Tâlim alayı yetiştirdiği askeri cepheye göndermekte ve yerine yeni acemiler almakta idi. Adnan böyle bir kafileyi ordu karargâhına götürmüştü, gece geç vakit alay kararghahına götürmüştü. Gece geç vakit alay karargâhına döndüğü zaman köyde ışıklar sönmüş, kırlar ve evler hazin bir loşluk içine gömülmüşlerdi. Adnan köyden geçerken ortalığın de­rin sessizliğini kendi hayvanının nal seslerile ihlâl ediyordu.

Otuz dokuz numaralı evin önünden geçerken atını, gayrî ihiyari yavaşlattı ve kalbinin heyecanla çarptığını hissetti.

Evin sokak üstündeki balkonlu odasında bir petrol lâmbasının hafif ışığı fark ediliyordu. Bir hiss-i kablelvuku (ön sezi) genç zabitin içini sardığı şu dakikada odada kısık bir halde yanan lâmbanın ışığı büyüdü ve yahudi dilberi peri kızları gibi beyaz bir gecelikle pencerenin önünde belirdi. Bu manzara genci büsbütün baştan çıkardı.

Gördüğü şey bir kadından ziyade müthiş, güzelliklere bürünmüş, uhrevi bir hayalete benziyordu. Atını durdurdu ve yüzünü kıza doğru çevirdi.

?? Adnan bey, Adnan Bey", diye bir fısıltının kulaklarına ulaştığını hissetti. Kalb çarpıntısını artırdı.

Suzy balkonun parmaklığından yere atlamış ve bahçenin parmaklığına yaklaşmıştı.

Yavaş yavaş konuşmaya başladılar.

?? Günlerden beri hiç gözükmedin Suzy.?

?? Babamdan müsaîd bir vakit bulamadım.?

?? Peki benim bu saatte buradan geçeceğimi nasıl tahmin ettin, henüz uyumadın mı?"

"? Yalnız bu gece değil, bütün gecelerim hep böyle uyku­suz, hep böyle bekleme içinde geçiyor."

"? Kırlara niçin çıkmadın?"

"? Annemle babam peşimi bırakmadılar..."

Bu görüşme çocuğu bütün bütün kavurdu. Ve casus kızın cazibesine biraz daha esir etti.

"? Ya şimdi baban ve annen seni burada görürlerse?"

"? Onlar derin uykuda şimdi..."

Hakikat hiç de öyle değildi. Casus dilberlerinin ebeveyni ve şeriki cürümleri (suç ortakları) değil, biz uykuda idik. Fet­tan kızın böyle zabitin geçmesini beklemesi ve böyle konuş­ması hep evvelden tertip edilen bir plânın icabı idi. Bunu te­miz ve saf zabit birden farkedemezdi. Hattâ yahudi kızı işi sezdirmemek ve Adnan'a daha ziyade emniyet telkin etmek için.

"? Ben odama gideyim, belki görürler? diye titizlenmeye, telaşlanmaya başladı.

"? Peki bir daha nerede görüşeceğiz?"

"? Yarın ben kırlara çıkacağım. Tâlim meydanına giden yolun vadiye saptığı noktada ve tâlim paydosundan bir saat sonra buluşuruz olmaz mı?"

"? Olur güzelim."

Adnan kızın güzel ellerini bir çok defa öptükten sonra ça­dırına doğru yollandı. Gece sessizliğini ve karanlık koyulu­ğunu arttırmıştı. Yalnız nöbetçilerin sesleri duyuluyordu.

"? Kimdir o! Kimdir o!"

* * *

Gece ne kadar da uzamıştı? Kış gecelerinin tabiî uzunlu­ğu bu gün sanki iki misli olmuştu. Sabah olmıyacak zannolunurdu.

Alay yaveri çadırındaki portatif karyolada sabahı edemiyeceğini anlayınca çadırlara dolaşmıya ve serin havada avunmıya başladı.

Bir kaç yerde nöbetçiler kendisine seslendiler:

"? Dur! Kimdir o!"

"? Yabancı yok, alay yaveri."

Bu sözler genç Türke cephe gerisinde bulunduğunu hatır­latan birer ihtar odu.

Çadırına döndü, karyolasına girdi ve sabahı etti.

* * *
64
İSLAM-GENEL / Ynt: Suzi libermanın Hatıra Defteri
« Son İleti Gönderen: ihvan23@hotmail.com 24 Ekim 2024, 12:25:04 »
Alay yaveri Adnan Bey
Alay yaveri Adnan Bey ceylân gibi bir arap atı üzerinde köyden geçerek karargâha gidiyordu. Duvarları sarmaşıklar ve balkoniyle bahçesi envai çiçeklerle süslü bir evin önünden geçerken iki koyu lâcivert göz bütün benliğini bir anda man­yetize eden sihirli bir elektrik cereyanı gibi mevcudiyetinidolaşmış, genç ve yakışıklı zabit sanki olduğu yere mıhlanmıştı...

Çevik arap atı sar'aya tutulmuş bîçareler gibi yerinden kıpırdayamıyordu.

Adnan'ın çiçekli balkonun pencereleri arkasından gördü­ğü bu bir çift lâcivert göz uzun boyu, mevzun endamı, ince beli, parlak kumral saçları ve mahir bir ressamın fırçasından çıkmış gibi yakıcı bir kavis ile uzanan kaşları, beyaz teni, mütenâsip burnu, uzun parmaklı güzel elleri ve bütün bu güzelliklere taş çıkaran çifte gamzesiyle SÛZY LİBERMAN adında on dokuz yaşında bir yahudi kızının eşkâlini tasvir ediyordu.

Suzy hiç farkında olmamış gibi Adnan'a tatlı bir tebes­sümle yüz gösterdi ve çifte gamzesini çukurlatarak süzüle süzüle ve kırıta kırıta balkondan içeri girdi. Bu iki sehhar gö­zün cazibesi Adnan'ı yıldırımla vurmuş gibi idi. Genç subay iradesini güçlükle elde eden insanlar gibi hayvanını mahmuzladı ve karargâha doğru uzaklaşmaya başladı.

Vazifesine döndüğü zaman alay yaveri kendisini tamamiyle hurdehaş buldu. Bu bir tek bakışın sersemliği günlerce üstünden gitmedi.

* * *

? "Siz burada... Böyle... Yalnız..."

Adnan sözünü tamamlıyamadı ve cümleyi muntazam söyleyemedi. Bu beklenmeyen tesadüf onu derin hayretlere ve heyecanlara düşürmüştü. Tâlim yerine giderken hayalin­den bir dakika eksik etmediği bu güzel mahlûku yolun üze­rinde hafif meyilli bir çimenlik üzerinde dolaşırken görmüş­tü. Orası pek tenha idi. Suzy kır çiçekleri toplamakla meş­guldü. Fakat öyle munis ve yakıcı bir bakışla genç zabiti süz­müştü ki; Adnan bundan cür'et alarak, âdeta kekeler gibi sormuştu:

? "Siz... Burada... Böyle... Yalınız..."

Yahudi kızı bu ilk suale yüzünde tatlı pembelikler ve vücûdunda tahrik edici eğilmeler yaparak lisan-ı haliyle ce­vap verdi.

Bu lisanı halde en kuvvetli bir hatibin nutkunu gölgede bırakan bir talâkat vardı. İkisinin de tavırlarında birbirini çok sevmiş insanların samimiyeti okunurdu.

Adnan, uzun boyu ve mütenâsip vücudu, iri ve parlak gözleri ve muntazam eşkaliyle tam mânasiyle bir erkek gü­zeli, bülent ve levent bir Türk zabiti idi...

Erkeklik cesaretini bir araya toplayan Adnan kıza tekrar sordu:

"? Bu hüsn-i tesadüfe çok sevindim matmazel! Böyle ten­ha kırlarda ne arıyorsunuz?"

"? Kır çiçekleri topluyorum."

"? Demek kendiniz gibi güzel ve kendiniz gibi saf çiçek­leri seviyorsunuz..."

Yahudi kızı güzel ağzının içine sıralanmış inci gibi dişleri­ni göstererek büyüleyen bir tebessümle mukabelede bulun­du. Gamzeleri bir defa daha gencin içini tutuşturdu.

"? Size böyle her vakit kırlarda rastlamak hoş bir saadet olacak...

"?- Benim için de öyle..."

Anlaşılan duyguları karşılıklı idi. Demek ki; bu kız da Adnan'ı seviyordu. Ve ihtimal ki; kendisini görmek için böy­le tenha kırlara çıkmak cesaretini göstermişti.

Genç Türk atından yere atladı ve hayvanının dizginini kolunun arasından geçirerek kıza biraz daha sokuldu.

"? İsminiz nedir matmazel? "

"? Suzy."

"? Ne tatlı isminiz var...'

"? ...................................."

"? Ne zamandan beri bu köyde bulunuyorsunuz?"

"? Beş seneden beri."

"? Aslınız nerelidir matmazel?"

?? Varşovalıyız efendim."

"? Otuz dokuz numaralı evde oturuyorsunuz değil mi?"

"? Evet otuz dokuz numara..."

Bu muhavere genç zabiti genç kıza biraz daha yaklaştırdı. Karşı karşıya, burun buruna idiler. Adnan tereddüt ve ihti­yatla yavaş yavaş kızın eline uzandı, güzel eli avuçları içine aldı, okşadı, okşadı. Hiç bir mümanaat (karşı koyma) görme­di. Bil'akis tatlı bir penbelik yeni baştan kızın yüzünü dolaş­tı, Adnan'ın sinirlerini kamçıladı. Bu sıcak iklimin harareti altında oldukça kavrulmuş olan sinirler bu kritik vaziyette daha fazla gerilmişti. Alay yaveri kızın iki elini de avuçları içine almış yahudi dilberini biraz daha kendine çekmişti.

Bunaltıcı bir buğu zabitin kafasını büyüledi ve iradesi elinden giderek dudaklarını kızın yanaklarına yapıştırmak istedi.

"? Rica ederim yapmayınız."

Umulmayan bu mümanaat delikanlıyı biraz şaşalattı.

"?Sizi rahatsız ettiysem, affediniz!"

"? Hayır bilakis."

"? Peki niçin aşkıma gem vuruyorsunuz?"

?? Henüz sırası değil de onun için..."

Demek ki iş sade sırasını bulmak meselesine gelmişti. Öy­le ise artık muvaffakiyet kafidir.

Duygulan ve düşünceleri pek saf olan genç zabit yarı mü­tereddit yarı memnun bir neş'e içinde sustu ve önüne baktı. Bir çok dakikalar yahudi kızının eli avuçlarında sessiz kaldı­lar. Suzy başını biraz kaldırdı, uzun kirpikli ve hareli lâcivert gözlerini manalı bir tarzda Adnan'ın yüzüne çevirdi ve:

"? Müsaadenizle" diye kekeledi.

"? Bir daha ne zaman görüşeceğiz Suzy?"

??İlk fırsatta."

?? Bu fırsat çok uzamaz değil mi?"

?? Hayır uzatmayız."

"? Öyle ise Allaha ısmarladık..."

Ve ayrıldılar... Genç Türk çevik bir hareketle atına atladı mağrur ve mütebessim, memnun ve müsterih atını kırlara doğru sürdü.

Türk zabiti bir casus kızın iğfalkâr tuzağına düşmüştü...
65
İSLAM-GENEL / Ynt: Suzi libermanın Hatıra Defteri
« Son İleti Gönderen: ihvan23@hotmail.com 24 Ekim 2024, 12:24:22 »
Çöller ve Filistin topraklari
1333(1917) senesi büyük boğuşma (cihan harbi) son bul­mamış ve 334(1918) senesi henüz başlamıştı.

Çöllerde ve Filistin topraklarında tatlı ve ılık bir rüzgâr esiyordu. O sırada bütün Dünyada hüküm süren karakıştan bu iklimde eser yoktu.

Bilâkis buradaki insanlar bütün yaz sıcaktan çektikleri azabın kefareti gibi munis ve serin bir hava içinde dinleni­yorlardı.

Cephelerde de aynı ılık rüzgâr esiyor ve aynı tatlı sükûnet vardı.

Askerler yorgunluklarını dinlendiriyor, noksanlarını ta­mamlıyor ve yaralarını tedavi ediyorlardı.

Cephenin bu manidar sessizliği havanın bu lâtif hali ay­larca müşkül muharebeler geçirerek ölümü kanıksamış ruh­lara ümitler ve yeni neşeler dağıtıyor. Bu anda her şey unu­tulmuş, her yara sarılmış ve her hastalık tedavi edilmişe benziyordu.

Bütün bu nikbinlikler, hoş bir koku ile esen sonbahar ha­vasının eseriydi.

Sanki füsûnlu bir el Arz-ı Mev'udun kana bulanmış top­rakları üzerinde dolaşmış kederleri dindirmiş, kırık gönülle­ri avutmuştu.

Güneş yaz aylarında olduğu gibi vahşi ve hırçın değil, munis ve müşfikti.

Bu vaziyette İnsan, yarın kopacak kıyameti, dökülecek kanları düşünmüyordu bile.

Hayat bazan rüyaya ne kadar benzer!..

* * *

Ateş ve güneş diyarının zümrüt gibi yeşil bir sırtına daya­nan HUDEYRA adındaki yahudi köyü çok lâtif meyiller ve güzel manzaralarla önünde uzanan araziyi ayakları altına sermişti.

Her biri, bir kaç saat ilerde kuru toprak üstünde yatan as­kerlerin çektiği müşkülâtla alay eder gibi duran zarif ve bahçelikli evler Lehistan'dan Türk Milletinin müşfik ve asil sine­sine sığınmış olan Polonya yahudilerinin meskenlerini teşkil ediyor.

Sekizinci Cevat Paşa ordusunun sağ cenah gerisine isabet eden bu koy bu mevsiminde hazin bir şîriyet erzediyor.

Muntazam açılmış sokakları süsleyen küçük villaların önündeki bahçeler bu iklimin hayatbahş sıcaklığile renkleri­ne koyulaştırmış ve güzelleştirmiş. Hafif bir rüzgâr bu tatlı çiçek kokularını etrafa yayıyor. Köyün biraz ilerisinde çadır kurmuş olan binbaşı Hakkı Bey kumandasındaki Sekizinci Ordu tâlim alayı da tabiatın lûtfundan bu kadarcık olsun is­tifade ediyordu.
66
İSLAM-GENEL / Ynt: Suzi libermanın Hatıra Defteri
« Son İleti Gönderen: ihvan23@hotmail.com 24 Ekim 2024, 12:23:55 »
SÖZ BASI (Cevat Rifat Atilhan)
1935'te bastırdığım "Suzy Liberman" adlı eser Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye riyâsetince tekik edilmiş ve yararlı gö­rülerek 26 mayıs 1935 tarih ve 43782 sayılı remizle subaylara tavsiye edilmiş ve bütün birliklere tevzi edilmiştir.

Bu defa meşhur casusun hatıra defteri de ilâve edilerek tekrar milletin nazarı ibretine arz edilmiştir. Bu kitap bir müddet evvel siyonizmin propagandası mâhiyetinde olmak üzere Dünyanın her yerinde bir ânda milyonlarca nüsha ola­rak bastırdığı "Anna Frank'ın Hâtıra Defteri" kitabına benze­mez. O yalan bu ise, gözümüzün önünde geçmiş hakikî bir facianın tâ kendisidir.

Bu eserimizin hakikî olduğu, Erkân-ı Harbiyemizin tetki­ki ve hâdiseyi gözleriyle gören silâh arkadaşlarımızın şâhadetleriyle sabit olduğu halde, ötekisinin Yahudilerin ha­yali mahsûlü olduğu aşağıdaki izahla sabittir:

Birleşik Amerika'da çıkmakta olan "The Gross and the Flag" gazetesinin 18. yıl 9. sayı 18. sahifesinde ve yine Amerikada National Economic Concil Bulletin'in 15 Nisan 1960 tarihli sayısında ve İsveçte Stokholm'de çıkan Pria Ord gaze­telerinde Anna Frank hakkında aynen şu yazılar okunmuş­tur:

"Tarihte bir çok efsâne bulunur, fakat An Frank rezaleti gibi olanı görülmemiştir. Bu efsâne tamamiyle Yahudi ka­fasından çıkmıştır. Bu eseri yazan Mayer Levin, bizzat An Frank ismini de bir kızın kendi yazdığı şaheserle hiç bir alâkası olmadığını bildirmiştir. Bu sebeple New-York âli mahkemesine müracaat etmiş; An Frank adlı bir kızın bu eserle alâkası olmadığım isbat etmiş ve An Frank'ın babası geçinip bu sayede film, radyo, televizyon şirketleri ve neş­riyat evlerinden muazzam para sızdıran Mösyö Frank, âli mahkeme karatiyle eseri yazan Mayer Levin'e 50.000 dolar tazminat vermiştir.

Resmî şekilde yalanlanan uydurma ve tamamen hayalî bir propaganda eserine mukabil, yüzde yüz hakikat olan ve koca bir Türk ordusunun gözü Önünde cereyan etmiş; âdil ve âlicenap asker hâkimlerin kararlariyle kesinleşmiş hakiki bir faciayı olduğu gibi ve bütün çıplakığıyle halk efkârına, medenî milletlere, tarihe ve hak seven bütün in­sanlığa hediye etmeği şerefli bir insanlık vazifesi bildim.

Kitaba koyduğumuz imza, bu eserin ciddiyetine ve doğ­ruluğuna başlıca teminattır.

Cevat Rıfat Atilhan
67
İSLAM-GENEL / Suzi libermanın Hatıra Defteri
« Son İleti Gönderen: ihvan23@hotmail.com 24 Ekim 2024, 12:23:25 »

ÖNSÖZ (M. Fazli Akkaya)
Millet olarak 15. asırda katliamdan kurtardığımız, sine­mizde kendilerine barınma hakkı tanıdığımız bir milletin na­sıl bir engerek yılanı olarak zamanı gelince bizi sokup mah­vetmek istediğinin en açık izahını bu eserde bulabileceğiz. Bu eser Siyonizmin Filistinde yahudi devleti kurması için gi­riştiği türlü nimetleri ile beslendiği bir memlekette o millete karsı alçakça irtikap ettiği korkunç cinayet, hıyanetleri izah eden bir kaç sahifeden ibarettir. Hakiki Suzy Liberman vak'asını okuyup öğrenmek tarihteki lâyık olduğu yerini be­lirtip milletin istifadesine sunup en büyük hizmeti yapmak isteyen münevver ve vatanperverlerin, Arşiv dairesinde mevcut Suzy Liberman dosyasını dikkatle okumaları lâzımdır. Bu eser o dosya yanında çok küçük fakat hizmet bakımından kıymeti çok büyüktür.

Uzun yıllar milletimize, gençlerimize, Filistin Cephesinde Arapların müslüman kardeş dediğimiz: kimselerin bize hiyanet ettiklerini, geriden hançerlediklerini Propoganda etmiş­lerdir. Bu Propogandayı dünya çapında idare eden Siyonist­ler, aksine İslâm-Arap memleketlerinde de aynı şekilde arap memleketlerinde Türk idaresinin zulüm vesairesinden dem vurup onlarıda bize düşman etmişlerdir. Niçin? Çünkü Siyo­nizmin gizli kararlan, Osmanlı devletini yıkıp Filistin'de Yahudi devletini kurma Plan ve gayelerini, Filistin'de Ordumu­za ve milletimize karşı giriştikleri korkunç cinayetleri, hiyanetleri gizlimek içindir.

Basel'de toplanan dünya yahudileri Siyonizm denilen teş­kilatı kurmuşlardır. Bu Kongrede alınan karara göre Siyo­nizm kabaca manâsıyle yahudilerin bir millet olarak Filis­tin'de tekrar yerleşmek için yaptıkları teşkilatlı gayretten do­ğan hareketin adıdır. Yine bu Kongrede alınan karara göre, Filistinde yahudi devletinin kurulmasına en büyük engel Osmanlı devletidir. Bu devletin behamahâl yıkılması lâzımdır.

Türlü bahanelerle Filistinde muhaceret ve orada arazi sa­tın almalarına müsaade için merhum Sultan Abdülhamid Han'a müteaddit müracaatlar müsbet bir netice vermemiştir, merhuma 20 Milyon Altın, 12'si şahsına, 8'i hazineye ait ol­mak üzere rüşvet teklif edilmiştir. Aldıkları cevap huzurdan kavulmak ve vatan toprakları satılamaz alındığı fiyata veri­lir, olmuştur, keza tapu dairelerine de yahudilere Arazi satıl­masını yasaklamıştır, Merhum Abdülhamid han'ın sert hare­ketleri, Siyonistlerin yıkıcı faaliyetlerini artırmış, Padişah ve Devleti yıkmağa kafi karar almışlardır. Bütün yasaklara rağ­men 1882 de Filistin'e 3000 kadar yahudi girmiştir. Bu suret­le Filistine gelen Yahudi muhacirleri artık hacılık ibadet İçin değil, düpedüz memlekete iskân Coloniser etmek için geli­yorlardı. Bu hal yahudi alemi için İsrail Yurdunun ele geçi­rilmesine başlangıç sayılabilecek muslihane bir hululdü... Böylece 1882 de yafa civarında mevcut Mikve İsraelden son­ra Rişan. le Zion, daha sonra Zihrav Yakov, Raş-Pina ve Pitah-Tikva gibi küçük koloniler kurulmuştur. Celal Tevfik Karasapan: Filistin ve Şark Ül-Ürdün Cilt 2 sahife 38-1890 Pariste Merkez Komitesi teşkil olunmuştur. Bu komite yu­karda saydığımız kalemleri himayesi altına almış ve bu harekete Baran Edmandde Ratchild arka vermiş oluyordu. 1914 de Filistin'deki köylü yahudilerin yansı "Ratchild Grubu" na­mı altında bu zengin yahudinin himaye ettiği kolonilerde yaşamakta idi. Rachild bu kolonilerin idaresini J.C.A. remiz­leri altında tanınan Jevish Calanisatian Assriatian'a devret­miştir. Bu kuruma 1891 de Baran Hissch 2 milyon ingiliz li­rası hibe etmiştir. Osmanlı Hükümetinin 1888-1900 yılları arasında Filistin'e yahudi iskânına daha uzun müddet müsa­maha olunamıyacağını ilân etmesi üzerine (Düveli Muazza­ma) denilen devletler tarafından Protesto edilmiştir. 1912 Meşrutiyet meclisinde bu mesele ortaya konmuş ve o sene Filistin'deki Osmanlı Makamlarına ecnebilerin Osmanlı Top­raklarında yer sahibi olmalarının memnu olduğu yolundaki talimat verilmiş ve bu memnuşiyetin sıkıca tetkiki istenmiş­tir.

Bütün bunlara rağmen Filistinde 12.000 nüfusu olan 42 yahudi kolonisi meydana gelmiş ve bunların senelik geliri 200 bin İngiliz lirası ve sahip oldukları arazi ise 100.000 m2 idi. 1881 de Kudüs'te 14.000 Yahudi varken 1914 de bu mik­tar 45.000'i bulmuştur. Böylece 1909 da Bahar tepesi manası­na gelen TelAviv şehri, yahudi şehircilik şirketi tarafından kurulmuştur. Böylece 1914 yılında Filistindeki yahudilerin miktarı 80.000'i bulmuştur ki, kendilerini Osmanlı camiasın­dan büsbütün ayrı tutup kendilerine mahsus numune çiftlik­ler mektepler ve hayır kurumları tesis etmşilerdir.

Merhum Filistin cephesinde vatani vazifesini yaparken ordumuzu geriden hançerleyen vatan hainleri ile de uğraş­mış, onların hıyanetlerini tesbit ve mesullerini derhal divanı harbe verip idam ettirmiştir. Bunların içinde dünya çapında şöhreti haiz yahudi casuslan mevcuttu, Simi Simon, Suzy Liberman vesaire ki yahudiler bunların her biri için binlerce, on binlerce altın rüşvet teklif etmişlerdir. Taki idam olunmasınlar diye. Fakat Cevat Rıfat, pek az kimseye nasip olan bü­yük bir vatanperverlikle önüne serilen, kendisini ve aile efra­dını uzun yıllar refah içinde yaşatacak serveti reddetmiş, ha­inler layık oldukları akibete kavuşmuşlardır.

Ne hazindir ki askerlik hayatından çekilip sivil hayatta da kalemi ile bu vatan hainleri ile mücadeleyi kendisine şiar edinen Cevat Bey, hayatın çok kahrını çekmiş, ne işe atılmış­sa yahudi ve onların maşası olan masonlarca türlü felâketlere duçar edilmişdir.

Avrupanın zamanın en kudretli devleti olan Hitler Almanyası, Merhmun yahudiler hakkındaki düşüncelerini bil­diklerinden Almanya'ya davet edilmiş, büyük bir itibar gös­terilmiş, Hitler ile tanıştırılmış ve emrine açık ve istediği ka­dar para çekebileceği çek verildiği halde bunların hiç birisini kabul etmemiştir. O bildiği yolda memleket ve millete sırf Cenabı Allah'ın rızasını istihsa için çalışmıştır.

Fakat merhum ne kadar dürüst ve temiz haraket etse düş­manları onu adım adım takip etmekte olduklarından, bu de­fa 2. Cihan harbi içinde Cevat Rıfat Almanlardan milyonlar­ca lira para aldı diye iftiradan da çekinmemişlerdir. Zamanın idaresi bu ihbarı nazara alıp derhal merhumu tevkif ile, as­keri mahkemeye sevketmiş, aylarca mevkuf kaldığı gibi aile efradı da perişan olmuştur. Vaktaki merhum Maraşal Çak­mak işe müdahele ile, o zaman genelkurmayda askeri hakim olan Şevki Mutlugil Paşa'yı tahkikata memur etmiş ve bu fa­ziletli hakimde derhal İstanbul'a gelip tahkikata el koymuş­tur. Çok hürmet ettiğim Şevki Mutlugil Paşa'nm kendi ifade­sine göre, (etraftan malumat topladım. Subaylar ile konuş­tum. Dediler ki milyonlar aldığını bilmeyiz. Ancak burda kendisine verilen taynın bir kısmını kesip dilim yapıyor, ku­rutup ziyaretine gelen zevcisine veriyor. Evine gittim. Çoluk çocuğunun durumu çok perişan. Hemen tahkikatı bitirip beraat kararı verdim. Karardan bir nüshayı merhum maraşala götürdüm. Okurken gözyaşlarını tutamadı, dosyadaki kara­rın aslı göz yaşı ile ıslaktır. Biz kimlerle uğraşıyoruz dedi ve 2000 lira hediye gönderdi...) İşte merhum böyle idi. Fakat düşmanları onu nelerle nelere benzetmediler. Çünkü kalem ve fırça düşmanlarının elinde idi.

O bunlardan zerre kadar yılmadı. Hayatının sonuna ka­dar mücadelesine devam etti. Simi Simon, Suzy Liberman'ların Filistin cephesinde, genç zabit Adnan ve arkadaşlarını yoketmelerinin, kahraman bir ordunun arkadan hançerlenmesinin intakımını almağa uğraştı.

Devlet arşivlerinde, şüphesiz büyük tomarlar teşkil eden bu casusluk hâdiselerini bu kitapla milletinin, zabit kardeşle­rimizin önüne sermek istedi. Bunda da muvaffak olmuştur.

Ne mutlu onaki harp meydanlarında kılıcı ile, Sulhde ka­lemi ile milletine memleketine ve dinine şerefle, fedakar ve feragatle hizmet etmiştir. Ruhu şad ve makamının Cennet ol­masını Cenab-ı Allah'dan temenni ve niyaz eylerim.

8.11.1968 Cuma
Avukat M. Fazlı Akkaya
68
FIKIH VE İTİKAD / Ynt: DÖRT HAK MEZHEP (AMELDE)
« Son İleti Gönderen: ihvan23@hotmail.com 24 Ekim 2024, 12:14:59 »
İmâm-ı Ebü’l-Hasan-ı Eş’arî
Posted on 21 Ekim 2021
Ehl-i sünnetin îtikattaki iki imâmından biri. İsmi, Ali bin İsmâil’dir. Künyesi Ebü’l-Hasan olup, Eş’arî nisbesiyle meşhur olmuştur. Soyu, Eshâb-ı kirâmdan Ebû Mûsâ el-Eş’arî’ye (radıyAllahü anh) dayanmaktadır. 941 (H.330)de vefât etti.

Küçük yaştan îtibâren ilim tahsiline yönelen Ebü’l-Hasan-ı Eş’arî; tefsir, hadis, fıkıh ilimlerini zamânının meşhur âlimlerinden olan Zekeriyyâ bin Yahyâ es-Sâcî, Ebû Halîfe el-Cümeyhî, Sehl bin Serh, Muhammed bin Yâkûb el-Mukrî, Abdurrahmân bin Halef ed-Dâbî’den öğrendi. Ebû İshâk Mervezî’nin hadis derslerine devâm etti. Üvey babası ve Mûtezile kelâmcılarından olan Ebû Ali el-Cübbâî’den kelâm ilmini öğrendi. Kırk yaşına kadar Mûtezile bozuk yolu üzerinde bulundu. Bu fırkanın meşhurları arasındaydı. Yazdığı kitaplarında Mutezilenin fikirlerini müdâfaa etti. Kırk yaşından sonra bozuk yolda olduğunu anladı. Tövbe edip Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine tâbi oldu. Kendini yetiştirip, Ehl-i sünnetin iki imâmından biri oldu.

Bu bozuk yoldan dönmesini şöyle anlatmaktadır:

Üç defâ rüyâda Resûlullah efendimizi gördüm. Her seferinde bana; “Benden bildirilen mezheplere yardım eyle! Çünkü hak olan budur.” Üçüncü rüyâmda Peygamberimizden özür dileyip; “Ben meselelerin tasavvur ve delillerini öğrenmekte otuz yıl harcadığım mezhebi nasıl terk edeyim.” diye arz ettiğimde, Resûlullah efendimiz; “Eğer Allahü teâlânın sana kendi tarafından bir meded-i ilâhî ile imdâd etmesini yakînen bilmeseydim, sana böyle emir etmezdim.” buyurdu.

Ebü’l-Hasan-ı Eş’arî uyanınca; “Haktan öte, dalâletten başka bir şey yoktur.” deyip rü’yet ve şefâat hakkında ve diğer meselelerde olan hadîs-i şerîfleri inceledi. Bundan sonra on beş gün evinden çıkmayıp sonra Basra Câmiinde kürsüye çıkıp; “Ey insanlar! Bu kadar zamandır size görünmez oldum. Çünkü dikkatle inceledim ve insafla düşündüm. Yanımda yeterli delillerim vardı. Bir şeyi diğerine tercih edemedim. Sonunda Allahü teâlânın hakîkatı göstermesi üzerine önceki îtikatlarımın hepsinden çıktım, kurtuldum.” dedi.

Önceden Mûtezile yolu üzere yazdıkları ve bildiklerinin yanlış olduğunu herkese bildirdi. Ehl-i sünnet îtikâdı üzere kitaplar yazıp, dağıttı. Ömrünün sonuna kadar bu doğru îtikâdın yayılması için uğraştı.

Ebü’l-Hasan-ı Eş’arî hazretlerinin Ehl-i sünnet mezhebine geçmesi ile kelâm ilmi, mûtezilenin elinden kurtulmuş oldu. Onların elinde tehlikeli ve zararlıyken, doğru yolda gidenlere rehber oldu. Onun Ehl-i sünnete geçmesi, Ehl-i sünnet îtikâdının yayılmasında büyük bir zafer olmuştur. O zaman tesirli ve zararlı olan Mûtezile yolu mensupları, İmâm-ı Eş’arî tarafından susturuldu. Mûtezile taraftarlarını öyle zorlayıp sıkıştırdı ki, hepsi onun karşısında cevap vermekten âciz kaldı. Üvey babası ve hocası olan Ebû Ali el-Cübbâî ile yaptığı münâzaralarda onu mağlub etti.

Tasavvuftan pay almış olan Ebü’l-Hasan-ı Eş’arî eser yazmak, münâzaralara girmek ve kıymetli talebeler yetiştirmek sûretiyle Ehl-i sünnet îtikâdının yayılması ve böylece insanların saâdete kavuşması husûsunda büyük hizmetler yaptı. Ebû Abdullah Muhammed bin Abdullah, Ebü’l-Hasan-ı Bâhilî, Kâdı Ebû Bekr Bâkıllânî, Ebû Abdullah bin Hafif Şîrâzî, Hâfız Ebû Bekr Cürcânî, Şeyh Ebû Muhammed Taberî el-Irakî, Zâhir bin Ahmed Serahsî, Ebû Abdullah es-Sayrafî gibi büyük âlimler yetiştirdiği talebelerden bâzılarıdır.

Hayâtının kırk yaşından sonraki kısmını Ehl-i sünnetin müdâfaası ve Mûtezileye karşı mücâdeleyle geçiren Ebü’l-Hasan-ı Eş’arî, 935 (H.324) veya 941 (H.330) târihinde Bağdat’ta vefât etti. Basra Kapısı ile Kerh arasındaki kabristana defnedildi.

İmâm-ı Eş’arî, Ehl-i sünnetin îtikatta iki imâmından biridir. Îtikatta diğer imâm da, İmâm-ı Mâtürîdî’dir. Ehl-i sünnetin reisi ise İmâm-ı A’zam’dır.

Eserleri:

İmâm-ı Eş’arî’nin bilinen elli beş kadar eserinden bâzıları şunlardır:

1- Kitâb-ül-Füsûl: Mülhitler (dinsizler), tabiatçı felsefeciler, dehrîler ile zamânın ve âlemin kadîm olduğuna inananlara reddiyedir. Bu kitapta; Brehmenler, Yahûdîler, Hıristiyanlar ve Mecûsîlere de cevaplar vermiştir.

2- Mûcez: On iki kitaptır.

3- Halk-ül-Ef’âl.

4- El-Luma fi’r-Reddi alâ Ehli’z-Zeygi ve’l Bida’ : Kur’ân-ı kerîm, Allahü teâlânın irâdesi, Allahü teâlânın görülmesi, kader, istitâa, va’d ve va’îd ve imâmet meselelerinden bahseden on bölüm ihtivâ eden kıymetli bir kitaptır. İmâm-ı Eş’arî hazretlerinin bu mevzularda söyledikleri hakkında iyi bir kaynaktır.Yakın zamanda Mısır’da ve Beyrut’ta basılmıştır. Beyrut baskısında, ayrıca Richard J.Mc. Carthy tarafından bir mukaddime ve İngilizce tercümesi vardır. Spitta, bu eseri hülâsa etmiş, Joselp Hell tarafından Almancaya tercüme edilmiştir.

5- Risâlet-ül-Îmân: Spitta Almancaya tercüme etmiştir.

6- Kitâb-ul-Funûn: Mülhitlere (dinsizlere) cevap olarak yazılmıştır.

7- Kitâb-ün-Nevâdir: Kelâm ilminin inceliklerini anlatır.

8- Dehrîlerin (dinsizlerin) Ehl-i tevhide karşı yaptıkları bütün îtirâzlarının toplandığı bir kitap.

9- El-Cevher fi’r-Reddi alâ Ehli’z-Zeygi ve’l-Münker.

10- Nazar, istidlâl ve şartları hakkında Mûtezile âlimlerinden Cübbâî’nin suâllerine verilen cevaplar.

11- Mekâlât-ül-Felâsife: Felsefecilere cevap olarak yazılmış bir eserdir. Kitap üç makâleyi ihtivâ eder. Eserde İbn-i Kays ed-Dehrî’nin bâzı şüpheleri, Aristo’nun semâ (gök) ve âlem hakkındaki fikirleri çürütülmüş; hâdiseleri, saâdet ve şekâveti (kötü durumu) yıldızlara bağlayanlara lâzım gelen cevaplar verilmiştir.

12- Cevâb-ül-Horasâniyyîn: Çeşitli meseleleri ihtivâ eder.

13- Makâlât-ül-İslâmiyyîn: Bu eserinde îtikâdî fırkalardan ve kelâm ilminin ince meselelerinden bahsetmektedir. Mezhepler târihinin temel kitaplarından olan eser matbûdur (basılmıştır).

14- El-İbâne an Usûl-üd-Diyâne: Ehl-i sünnet dışı fırkaların reddi için yazılmış olup, bu husustaki delilleri içinde toplamaktadır. İngilizce tercümesi ile birlikte basılmıştır.

15- Kavl-ül-Cumlât.

16- Eshâb-ül-Hadîs ve Ehl-üs-Sünne fi’l-Îtikâd (Basılmamıştır).

17- Risâlet-ül-İstihsân el-Havdu fî İlm-il-Kelâm: Basılmıştır. İngilizce tercümesi vardır.

18- Îzâh-ül-Bürhân et-Tebyîn alâ Usûliddîn.

19- Kitâb-ül-Ulûm.

20- Tefsîr-ül-Kur’ân eş-Şerh vet-Tafsîl: İbn-i Asâkir’in bildirdiğine göre, Ebü’l-Hasan Eş’arî’nin tefsiri 70 veya 300 ciltti.

İmâm-ı Eş’arî’nin ayrıca Risâle Ketebehâ ilâ Ehli’s-Sugur bi Bâb-ül-Evbâb adlı eseri vardır. Kitap, Kafkas Dağlarının Hazar Denizi ile bitiştiği yerde Bâb-ül-Ebvâb (Demirkapı yâhut Derbend) denilen kasabanın âlimlerine yazılmıştır. Bu eser, Ehl-i sünnet vel-cemâat akâidini geniş olarak anlatmaktadır.

Kaynak: Yeni Rehber Ansiklopedisi Cilt 6
69
FIKIH VE İTİKAD / Ynt: DÖRT HAK MEZHEP (AMELDE)
« Son İleti Gönderen: ihvan23@hotmail.com 24 Ekim 2024, 12:12:17 »
iMaM-I MaTüRiDi
Ehl-i sünnetin iki îtikat imâmından biri. İsmi, Muhammed bin Muhammed'dir. Künyesi Ebû Mansûr olup, Mâtürîdî ismiyle meşhur olmuştur. Doğum târihi kesin bilinmemekte olup, Semerkand'ın Mâtürid kasabasında 852 (H.238) de doğduğu tahmin edilmektedir. 944 (H.333) te Semerkand'da vefât etti. Ebû Mansûr Mâtürîdî'nin soyunun Eshâb-ı kirâmdan Ebû Eyyûb Hâlid bin Zeyd el-Ensârî'ye ulaştığı rivâyet edilmektedir.

Küçük yaşta ilim tahsiline yönelen, Ebû Mansûr Muhammed Mâtürîdî, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin naklen bildirdiği fıkıh ve kelâm bilgilerini, kelâm ilminde müctehid olan Ebû Nasr-ı İyâd'dan öğrendi. Diğer aklî ve naklî ilimleri de zamânının âlimlerinden tahsil etti.

Abbâsî devletinin zayıflamaya başladığı ve yeni İslâm devletlerinin kurulup, çeşitli siyâsî güçlerin ve îtikâdî fırkaların birbirleriyle mücâdele ettiği bir dönemde yaşayan Ebû Mansûr Mâtürîdî, kendini iyi yetiştirerek çeşitli kitaplar yazmak ve talebe yetiştirmek sûretiyleEhl-i sünnet îtikâdını yaydı. Hâkim Semerkandî adıyla meşhur Ebü'l-Kâsım İshâk bin Muhammed, Ebû Muhammed Abdülkerîm bin Mûsâ el-Pezdevî, Ebü'l-Leys el-Buhârî ve Ebü'l-Hasan Ali bin Sa'îd gibi ilim ve takvâ yönünden yüksek âlimler, onun tedris halkasında yetiştiler. Ebû Mansûr Mâtüridî hazretleri, böylece İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin, Tâbiînin ileri gelenlerinden ve Eshâb-ı kirâmdan, onların da Peygamber efendimizden naklen bildirdiği îtikat bilgilerini, yâni Ehl-i sünnet îtikâdını nakledenler vâsıtasıyla topladı. Bu bilgileri çeşitli aklî ve naklî delillerle ispat etti.Yaşadığı coğrafî bölge ve zamânın şartlarında, Ehl-i sünnet îtikâdını müdâfaa ve açık bir şekilde îzâh ederek Müslümanların bu doğru yolda kalmalarına çalıştı. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin, El-Fıkh-ul-Ekber, Er-Risâle, El-Fıkh-ul-Ebsat, El-Âlim vel-Müteallim ve El-Vasiyye gibi îtikatla ilgili kitaplarda bildirilen îtikat bilgilerini aklî ve naklî delillerle açıklayarak tasnif etti. Kendine has ispat ve iknâ metoduyla çeşitli sapık fırkaların bozuk fikirlerine cevap verip, reddiyeler yazdı. Böylece temiz müslümanların sapıklıktan kurtulmalarına vesîle oldu. Ehl-i sünnet kelâmıyla ilgili hususlarda müctehid imâm oldu. Onun bildirdiği bu yola tâbi olanlara Mâtürîdî denildi. Ebû Mansûr Mâtüridî'den sonra da talebeleri, talebelerinin talebeleri bu kıymetli bilgileri, yazdıkları yüzlerce kitapla kendilerinden sonraki nesillere ulaştırdılar. Amelde (ibâdette) Hanefî mezhebine tâbi olanların ekserîsi Mâtürîdî îtikâdındadırlar.

Hayâtını ilme ve Ehl-i sünnet îtikâdını yaymaya hasr eden Ebû Mansûr Mâtürîdî'nin, yazdığı çok kıymetli eserlerin başlıcaları şunlardır:

1. Kitâb-üt-Tevhîd: Bu kitapta sapık fırkaların yanlışlığını isbât edip, doğru îtikat olan Ehl-i sünnet îtikâdını çok mükemmel bir şekilde açıklamıştır. Eser, 1970 senesinde Beyrut'ta yayınlandı.

2. Te'vîlât-ül-Kur'ân: Tefsire dâir benzeri az bulunan bir eserdir. Semerkandî bu esere büyük bir şerh yazmıştır. Te'vîlâtü Ehl-is-Sünne adıyla da bilinir. Yazma hâlinde birçok kütüphânede mevcuttur.

3. Reddü Evâil-il-Edille lil-Ka'bi ve Beyânü Vehm-il Mûtezile: Mûtezileyi reddeden ve çürüten bir eserdir.

4. Er-Reddü alâ Usûl-il-Karâmita: Karâmita fırkasını reddeden bir eserdir.

5. Reddu Kitâ b-il-İmâme li Ba'zir-Revâfıza: Eshâb-ı kirâma düşman olanları reddeden bir eseridir.

6. Kitâb-ül-Makâlât fil-Kelâm: Kelâm ilmine dâir bir eseridir.

7. Me'haz-üş-Şer'iyye: Fıkıh ilmine dâirdir.

8. Kitâb-ül-Cedel: Usûl-i fıkıh ilmine dâir bu eserinden başka kitapları da vardır.
70
FIKIH VE İTİKAD / Ynt: DÖRT HAK MEZHEP (AMELDE)
« Son İleti Gönderen: ihvan23@hotmail.com 24 Ekim 2024, 12:09:59 »
AHMED BiN HANBEL
Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbeli mezhebinin kurucusu. Künyesi, Ebu Abdullah'tır. Babası Mervli olup, ismi Muhammed bin Hanbel'dir. Ahmed bin Hanbel, 780 (H. 164)de Bağdat'ta doğdu, 855 (H. 241)te aynı yerde vefat etti ve Bab-ı Harb Kabristanına defnedildi.

Ailesi Merv'den gelerek Bağdat'a yerleşen Ahmed bin Hanbel, küçük yaştan itibaren ilim tahsiline başladı. Bu sırada önemli bir ilim merkezi olan Bağdat'ta birçok alimden lügat, hadis, fıkıh, tefsir ve kıraat ilimlerini tahsil etti. Eshab-ı kiram ve Tabiinden gelen rivayetleri öğrendi. 15-16 yaşlarındayken akranları arasında ciddiyeti, çalışkanlığı, haramlardan kaçması, sabrı ve güzel ahlakı ile üstün oldu. İmam-ı A'zam'ın talebesi Ebu Yusuf'tan fıkıh ve hadis ilimlerini öğrendi. Üç sene müddetle zamanın büyük alimlerinden Huşeym'in derslerine devam etti. Basra, Kufe, Mekke-i mükerreme, Medine-i münevvere, Şam ve el-Cezire'ye giderek çeşitli alimlerden hadis ilmini öğrendi. Hadis ravilerini bizzat görerek kendilerinden hadis-i şerif dinledi. Mekke-i mükerreme ve Bağdat'ta İmam-ı Şafii'den ilim öğrendi. Hac yapmak için beş defa Mekke-i mükerremeye gitti. Abdürrezzak bin Hemmam'dan hadis-i şerif öğrenmek için Yemen'in San'a şehrine gitti; iki sene müddetle orada kalıp Abdürrezzak bin Hemmam'dan hadis-i şerif dinledi. Yezid bin Harun, Cerir ibni Abdülhamid, Velid bin Müslim, Veki', İbrahim bin Sa'd, Yahya bin Said Kattan, Süfyan bin Uyeyne gibi alimlerden de çeşitli ilimleri tahsil etti. Kırk yaşına geldiği zaman, ders okutmaya ve fetva vermeye başladı. Hadis ilminde ve fetvada baş vurulan kaynak oldu. Pekçok talebe yetiştirdi. Ondan ders alıp yetişen alimlerin sayısı 900 civarındadır. Hadis ilminde zamanının en büyük alimi olan Ahmed bin Hanbel, üç yüz bindan fazla hadis-i şerifi, rivayet edenlerle birlikte bilirdi.

En meşhur talebelerinden olan oğlu Salih bin Ahmed, babasının ictihadlarını, yazdığı mektuplarla yaydı. Diğer oğlu Abdullah bin Ahmed, babasının ictihadlarını nakletti. Böylece, Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden birisi olan Hanbeli mezhebi kurulmuş oldu.

Ahmed bin Hanbel'in ilmi ve ahlaki üstünlüğünü pekçok alim meth eylemiştir. Hocası İmam-ı Şafii; ?Bağdat'tan ayrıldığım zaman, orada Ahmed bin Hanbel'den daha alim ve fakih, haramlardan ve şüphelilerden onun kadar kaçan bir kimse bırakmadım.? buyurmuştur. Ebu Davud Sicistani; ?İki yüz meşhur alimle karşılaştım, Ahmed bin Hanbel gibisini görmedim. O, hiç bir zaman insanların daldığı dünya işlerine dalmazdı. Ancak ilimden bahis açılınca konuşurdu.? demiştir. Ebu Zür'a da; ?İlmin her dalında Ahmed bin Hanbel'in bir benzerini görmedim. Onun ilimde ulaştığı dereceye kimse ulaşamamıştır.? Menha bin Yahya ise; ?Ahmed bin Hanbel, her hayrı kendisinde toplamıştı. Çok alim gördüm, fakat, ilimde şüphelilerden sakınmada ve zühdde yani harama düşmek korkusuyla mübahların çoğunu terk etmekte onun gibi üstün birine rastlamadım.? demek suretiyle methetmiştir.

Yaşadığı devir, yazılan hadis-i şeriflerin toplandığı bir devir olduğu için, pekçok muhaddis (hadis alimi) ondan rivayette bulundu. Zamanındaki hadis alimlerinin en yükseklerinden olan Ahmed bin Hanbel, otuz bin hadis-i şerifi içine alan Müsned adlı eserini 700 bin hadis-i şerif içinden seçerek yazdı. Büyük bir müfessir (tefsir alimi) olan Ahmed bin Hanbel'in hazırladığı tefsiri yüz yirmi bin hadis-i şeriften meydana gelmiştir. Üstad-ül-Müfessirin (müfessirlerin hocası) unvanıyla anılan Ahmed bin Hanbel'in eserleri müfessirler için feyiz kaynağı olmuştur.

Bağdat'ta mu'tezile bozuk fırkasına mensub olanların; ?Kur'an-ı kerim mahluktur.? sözüne karşı çıktığı için işkencelere maruz bırakıldı. Ehl-i sünnet itikadını bildirmekten bir an bile geri durmayan Ahmed bin Hanbel, Abbasi halifelerinden Mütevekkil zamanında işkencelerden kurtuldu. Yaptığı hizmetlerle zamanındaki ve sonraki asırlardaki insanlara rehber oldu.

Ahmed bin Hanbel'in vefatı yaklaşınca eliyle işaret etti ve diliyle de; ?Hayır olmaz.? dedi. Oğlu; ?Babacığım bu ne haldir?? diye sorunca: ?Şimdi tehlikeli zamandır, cevab zamanıdır. Dua ile imdad eyle; yatağın sağında, solunda oturanlar da dua etsinler. İblis yani Şeytan, yanıma gelip; "Ey Ahmed! Benim elimde can ver.? diyor. Ben de; ?Hayır olmaz! Hayır olmaz!? diyorum. Bir nefes kalıncaya kadar tehlike mevcuttur. Şeytanın aldatmasından emin olmak yoktur.? buyurdu. Vefat haberi bütün Bağdat halkını ağlattı. Cenaze namazında yüz bine yakın kişi bulundu. Cenaze namazı kılınınca, kuşlar tabutun üstünde uçuşup kendilerini tabuta vurdular. O gün bu hadiseyi gören putperest, Yahudi ve Hıristiyanların pekçoğu Müslüman oldu.

Mezhebi: Ehl-i sünnet itikadı üzere amelde dört hak mezhepten biri olan Hanbeli mezhebinin imamı Ahmed bin Hanbel, talebelerinin ve kendisine sual soranların müşkillerini hallederken, ortaya koyduğu ve takip ettiği usuller Hanbeli mezhebinin temel kaideleri olmuştur. Ahmed bin Hanbel, bir meselenin hükmünü önce Kitab (Kur'an-ı kerim) ve sünnette araştırır, Kitab ve Sünnet'te bulamadığı bir meseleyi Eshab-ı kiramın ve Tabiinin icmaında yani bir mesele hakkındaki sözbirliğinde araştırırdı. O işle ilgili icma da yoksa Sahabe kavline (sözüne ictihadına) bakardı. Sahabe kavli varsa kendi ictihadına göre hüküm vermezdi. Sahabenin sözüne göre hüküm verirdi. Tabiinin yani sahabileri görenlerin büyüklerinden olan müctehidlerin ictihadını kendi fetvasına tercih ederdi. Bir mesele hakkında Sahabe ve Tabiine ait bir ictihad bulamazsa, zayıf ve mürsel hadislerle hüküm verirdi. Hadis-i şeriflerin birbirini kuvvetlendirmesine bakarak kendine has bir usulle ictihadda bulunurdu.

Hanbeli mezhebinde birçok alim yetişmiştir. Bu mezheb, Şam ve Bağdat taraflarında yayılmıştı. Şimdi azalmıştır.

Ahmed bin Hanbel hazretleri buyurdu ki:

?İlim, insanlara, ekmek ve su kadar lazımdır. İlim, rivayet ve kuru bilgi çokluğu değildir. İlim; faydalı olan ve kendisiyle amel edilen şeydir.?

?Kulun kalbini ıslah etmesi yani kötülüklerden temizlemesi için iyilerle beraber olması kadar faydalı bir şey yoktur. Yine kulun fasıklarla yani açıkça günah işleyenlerle beraber olup, onların işlerine dikkat ve nazar etmesi kadar zararlı bir şey yoktur.?

?Sizde olmayan meziyetlerle sizi medh eden kimsenin, sizde olmayan kötülüklerle de bir gün kötüleyeceğini unutmayınız.?

?Tevekkül; her şeyi Allah'tan bilmek ve rızkı O'nun verdiğine inanmaktır.?

Zühd nedir dediklerinde; ?Zühd üç türlüdür. Cahilin zühdü, haramları terk etmektir. Alimlerin zühdü, helal olanların fazlasından sakınmaktır. Ariflerin zühdü, Allahü tealayı unutturan şeyleri terk etmektir.? buyurdu.

Ahmed bin Hanbel'in rivayet ettiği hadis-i şeriflerden bazıları:

Kalbinde hardal tanesi kadar kibir (yani küfür) bulunanı Allahü teala yüz üstü Cehennem'e atar.

Faziletlerin en üstünü sana gelmeyene gitmen, vermeyene vermen ve kötülük edene iyilik etmendir.

İmanın en sağlam kulpu, Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir.

Eserleri:

1) Müsned: Otuz bin hadis-i şerifi içine almıştır. 2) Kitab-üs-Sünne, 3) Kitab-üz-Zühd, 4) Kitab-üs-Salat, 5) Kitab-ül-Vera vel-İman, 6) Fedail-üs-Sahabe, 7) Et-Tefsir, 8) En-Nasih vel-Mensuh, 9) Et-Tarih, 10) Vücubat-ül-Kur'an, 11) Kitab-ür-Reddi ale'l-Cehmiyye vez-Zenadıka, 12) El-Cerhu vet-Ta'dil, 13) Kitab-ül-İlel ve Ma'rifet-ür-Rical.
Sayfa: 1 ... 5 6 [7] 8 9 10