1
SERBEST KÜRSÜ / Ynt: Tarih Boyunca İslam Hakimiyeti ve Uğradığı Suikastlar
« Son İleti Gönderen: ihvan23@hotmail.com Dün, 12:23:36 »Îslam Hakimiyetinin Dis Siyaseti
M üslümanların harici siyaseti tıpkı iç siyaseti gibi bir hukuk ve müsavat sistemine bağlıdır. Bu harici siyasette eslâf aynı düşünce ve hisler tesiri altında islâmiyetin nesir ve tamimini ana fikir olarak kabul etmişlerdir. Bu esas Hazreti Peygamberden bugüne kadar hiç bir tadile uğramamıştır. Resul Ekrem Medinede yerleştikten beri müslümanların, başka milletlerle olan münasebetini islâm esasları üzerine tesise başlamış. Hicazda nesri din için vakit bulmak maksadiyle yahudilerle andlaşmalar yapmış olduğu gibi bütün Arabistanda bu maksat için Kureyşlîlerle de Hudeybiye muahedesini akdetmiştir. Bundan sonra Arabistan haricindeki devletleri İslama davet için nameler göndermiştir. Resul Ekremden sonra Halifeleri; yukarıda gördüğümüz gibi müslümanlığı bütün diğer ülkelere götürüp yaymışlardır. Peygamberden sonraki islâm hükümetleri arasında bazı farklar müşahede edilir. Meselâ Emeviler yeni yeni fütuhat yapmakta Abbasilerden daha ileride oldukları gibi Osmanlılar da bu mevzuda Kölemenlerden ve diğerlerinden çok daha ileride idiler. Cümlesinde müşterek fikir islâmiyetin ve tevhid akidesinin yayılması noktasında toplanırlar. Resuli Kibriyanın Peygamberliğinin bütün ebnâyi beşere şamil olduğu kanaati bütün müslümanlarda hakim fikirdir. Bu fikrin on dokuzuncu asırda ve onu takip eden devirler de b ütün hıristiyan âlemine, sirayet etmiş olması hem şayanı dikkat hem de manalıdır. Bu dâvada yahudileri daima islâmın düşmanı olarak görürüz. Onlar Hayberde ne idiseler bugün aynı kin, aynı husumet ve aynı müfrit nazarla müslümanlığa karşı cephe almışlardır. Fazla olarak bütün dünya hazinelerini, bütün cihan matbuatını ellerine geçiren bu mahlûkların son asırda Türk müslüman devletini yıkmak için cihan şümul bir faaliyete geçtikleri görülmüştür. Bir sürü yalan ve hayal mahsulü olan uydurma nazariyelerle Sahyun dağı mıntakasında bir İsrail devleti kurmak için bütün müslümanlar arasına soktukları bozgun ve fitne ve bilhassa Osmanlı İmparatorlunu kökünden yıkmak için giriştikleri mel'un teşebbüslerin tafsilâtını tarih gelecek nesillerin önlerine serdiği vakit insanların hayret ve dehşet içinde kalacakları muhakkaktır.
* * *
Cenab ı Peygamberin risaletinin tekmil insanlara şamil olduğu, Kur'am Kerimde sarahaten bildirilmiştir. «Ey insanlar; Allahınızdan size nasihat, öğüt ve mübeşşir gelmiştir» ve "Onlara de ki: «Ey insanlar sîzlerin cümlenize karşı Allahın elçisiyim» ve yine: «Deki: Bu Kur'anla bana bildirildi ki onunla size ve o sûrelerin ulaştığı başkalarına kötü akıbetleri bildireyim» ve yine: «Ey Resul, Rabbinden sana bildirilenleri başkalarına ulaştır. Yapmaz isen rîsaletini onlara ulastırmış olmazsın.
Bu sebepledir ki Peygamberimiz; Allahın emirlerine uyarak n übüvvet ve risaletini tekmil insanlara tebliğ etmekten bir an hali kalmamıştır. Resul Ekrem'in irtihallerinden sonra bu vazife kendilerini istihlâf edenler tarafından ifa edilmiştir.
H ülâsa edilmek lâzım gelirse müslümanların haricî siyasetinin mihrakının islâmiyeti bütün ülkelere yaymak ve tevhid bayrağını dünyanın dört bucağında dikmek noktasında toplandığını görürüz.
As ırların değişmez kanunu, Kur'am Kerimde en kat'î ifadesini cihad kelimesinde bulmuştur. Müslümanlıkta mücahe de Allah yolunda cihad en mukaddes vazifelerdendir. T övbe suresinin yirminci âyetinde Cenabı Hak şöyle buyuruyor.
«İman edenlerin, hicret edenlerin; Allah yolunda mallariyle, canlariyle cihad edenlerin Allah indînde derecesi çok büyüktür. Kurtuluşa erenler de onların ta kendileridir.»
Bunun i çindir ki Peygamberimiz Medinede islâm devletini kurar kurmaz ordusunu hazırlamış ve devlete karşı koyacak bütün manileri bertaraf etmek için cihada başlamıştı. Kureyşliler, bu manilerin başında geliyordu. Onu bertaraf etmeği ResulAllah baş vazife bildi ve onları kaldırdı. Diğer maniler de aynı şekilde yok edildi. İslâmiyet bütün Arab yarımadasını kapladıktan sonra islâm devleti bu dini yaymak için başka milletlerin kapılarını çalmağa başladı. Bu milletlerden islâmın adalet ve tevhid bayrağı altına girenler, bereket; bolluk ve rahatlığa kavuşunca, artık hiç zorlamaya hacet kalmaksızın bütün gönüller ve kalbler islâmın nuriyle dolmağa başladı.
M üslümanlar bu vazifeleri yaparken; müslümanlığın kurtarıcı umdelerini ve fikirlerini açık bir lisanla halka anlatmağı esas tutmuşlardı. Öyle de muvaffak oldular.
* * *
B öylece, bir az evvel tafsilâtını yazdığımız gibi müslümanlar Mağribi Aksâdan, Maşriki Aksâya kadar ülkeler fethettiler ve oralarda islâm adaleti ve hükümlerini tesis ettiler. Bu hükümranlığın payidar olması için esaslı şart müslümanlığa mahsus kanun ve nizamların ciddiyetle tatbiki idi. Bunu da böyle yaptılar. Müslümanların bu mevzuda tatbik ettikleri ana prensipler şöylece sıralanabilir.
1 -- İslâm inancı, akla ve mantıka dayanır. İnsanlara hükümlerinde ve görüşlerinde bu zaviyeden bakmalarını emreder. Bu iman insanı tefekküre sevkeder ki, insan kâinata ve mahlûkata baktıkça halikın varlığını idrak eder ve önüne çıkan müşküller, muammalar ve meçhulleri din bilgileriyle halleder.
2 -- M üslüman dini diğer bütün edyandan fazla olarak ilme, bilgiye kıymet vermiştir. Cehaletle hiç bir mesele hal ledilemez, hi ç bir meçhul çözülemez. Müslüman olanlar için sadece ve lâfzan kelimei şehadet kâfi değildir. Dinini bu dinin esaslarını, hikmetlerini bilmesi ve onunla aydınlanması gerekir. Bu türlü bilgi ve ilim müslümanlık tefekkürünü ve dairesini genişletir.
3 -- M üslümanlık, başlangıçta kendi kanun ve nizamlarının hususiyetlerini öğrenme yolunu emrediyor. Bu suretle her müslüman kendi yaşadığı muhitte iz bıraksın ve adım adim terakki etsin... Bunun için müslümanlara dinin bütün incelikleri, maksat ve gayesi ve hükümleri lâyıkiyle öğretilir ki bu uğurda her türlü hizmet ve fedakârlığı seve seve yapsınlar. Bu fikir, kanaat ve iman sayesindedir ki terakki ve i'tilâ yolunda; hiç bir dine nasib olmayan bir sür'at ve kolaylıkla yeryüzüne yayılmışlardır.
4 ? Müslümanlık, kendi mensuplarının olgunlaştırmak ve en yüksek medeni seviyeye ulaştırmak için elinden tutar ve onu yükseltir onu bir takım icaplar ve vecibelerle gönül huzuru, bahtiyarlık ve rahatlık içinde yaşatır. İslâmiyet insanı o şekilde yükseltir ki insan o payede sabit kalır, sukut etmez. Uluvvücenâb, fazilet; musameha ve yüksek ahlâk gibi islamın ana prensipleri ve hâkim fikirleridir ki müntesiplerini cemiyeti beşeriye içinde mümtaz ve üstün insan olarak ayakta tutar. Bunun için, insanlar gerçi bu kadar yüksek mevkilere güçlükle çıkarlarsa da bir defa o payeye ulaştıktan sonra artık sukut etmezler bu mevkiler geçici değil devamlıdır, insan topluluğunun yükselmesi böyle elde edilir.
Müslümanları bu yola sevkeden âmillerin başında ibadet müessesesi gelir. Bu kulluk vazifesi ve farzların yerine getirilmesi zor, ağır; yorucu ve külfetli değildir. Feraizin ifasında dünya zevklerinden ayrılmak, gönüle ve ruha ferah ve saadet veren hallerden uzaklaşmak yoktur. Müslüman ibadetlerinde insan arzu ve tabiatlarına aykırı bir nokta yoktur. Aksine olarak müslümanîara yüklenen vazifeler, vecibeler ve farzlar insanlara derin bir saadet ve huzur bahseder ve onlar ın maddî ve mânevi faydalarım sağlar.
5 ? Müslümanların fütuhat devri; bütün bu iyilikleri, islâm medeniyetini yeryüzüne yaymak içindir. Onun için müslümanlar, kendilerini rahmet ve bidayet elçileri olarak telâkki ederler. Müslümanların fethettikleri memleketler halkı islâm devletinin tab'ası olarak, müslümanlara bahşedilen bütün haklara sahip olur ve müslümanlar gibi borç altına girerler. Zira islâm hükümranlığı birlik nizamıdır. Müslüman bayrağı altına giren memleketler halkı, tarih boyunca gasb sisteminde bir sömürge ve müstemleke muamelesine asla tabi tutulmamışlardır. Bu sebeple müslümanlığın çar-ı aktar-ı cihanda sür'at ve suhuletle yayılması hiç te şaşılacak bir şey değildir.
6 ? îslâmî icaplar bütün insanlar için umumî olup onları öğrenmek mubahtır. Bu icapların bütün insanlara öğredilip anlatılması lâzımdır ki bundan mündemiç hakikatlar anlaşılmış olsun. Hazreti Peygamber, etrafa valiler hâkimler ve muallimler göndermek suretiyle bu hakikatleri neşir ve tamim ederler ve insanları müslümanlığı anlayabilecek seviyeye getirmeğe çalışır ve Kur'anı Kerimdeki hikmetlerin halklara öğretilmesine ehemmiyet verirlerdi. Bu suretle fethedilen memleketler ahalisi islâm bilgilerine vukufu sayesinde kolaylıkla dairei İslama girer ve islâm kültürünü severek kabul ederlerdi.
7 ? İslâm kanunu, bütün dünya insanları için kül halindedir. Bu nizamda değişiklik yapılması kabul edilmez. Müslümanlar her girdikleri yerde kendi nizam ve düzenlerine göre hükmetmişlerdir. Bu siyaset iyi neticeler vermiştir. Hıristiyan nizamları, rum kanunları ve diğer dinlerin şeriatleri müslümanlığın üstün ahkâmı yanında pek sönük kaldığından, İslâm bayrağı altına giren her memleket İslâm nizamlarında gördüğü göze çarpan üstünlük dolaysiyle bu dini ve onun kanunlarını kolaylıkla benimsemişlerdir.
M üslümanların harici siyaseti tıpkı iç siyaseti gibi bir hukuk ve müsavat sistemine bağlıdır. Bu harici siyasette eslâf aynı düşünce ve hisler tesiri altında islâmiyetin nesir ve tamimini ana fikir olarak kabul etmişlerdir. Bu esas Hazreti Peygamberden bugüne kadar hiç bir tadile uğramamıştır. Resul Ekrem Medinede yerleştikten beri müslümanların, başka milletlerle olan münasebetini islâm esasları üzerine tesise başlamış. Hicazda nesri din için vakit bulmak maksadiyle yahudilerle andlaşmalar yapmış olduğu gibi bütün Arabistanda bu maksat için Kureyşlîlerle de Hudeybiye muahedesini akdetmiştir. Bundan sonra Arabistan haricindeki devletleri İslama davet için nameler göndermiştir. Resul Ekremden sonra Halifeleri; yukarıda gördüğümüz gibi müslümanlığı bütün diğer ülkelere götürüp yaymışlardır. Peygamberden sonraki islâm hükümetleri arasında bazı farklar müşahede edilir. Meselâ Emeviler yeni yeni fütuhat yapmakta Abbasilerden daha ileride oldukları gibi Osmanlılar da bu mevzuda Kölemenlerden ve diğerlerinden çok daha ileride idiler. Cümlesinde müşterek fikir islâmiyetin ve tevhid akidesinin yayılması noktasında toplanırlar. Resuli Kibriyanın Peygamberliğinin bütün ebnâyi beşere şamil olduğu kanaati bütün müslümanlarda hakim fikirdir. Bu fikrin on dokuzuncu asırda ve onu takip eden devirler de b ütün hıristiyan âlemine, sirayet etmiş olması hem şayanı dikkat hem de manalıdır. Bu dâvada yahudileri daima islâmın düşmanı olarak görürüz. Onlar Hayberde ne idiseler bugün aynı kin, aynı husumet ve aynı müfrit nazarla müslümanlığa karşı cephe almışlardır. Fazla olarak bütün dünya hazinelerini, bütün cihan matbuatını ellerine geçiren bu mahlûkların son asırda Türk müslüman devletini yıkmak için cihan şümul bir faaliyete geçtikleri görülmüştür. Bir sürü yalan ve hayal mahsulü olan uydurma nazariyelerle Sahyun dağı mıntakasında bir İsrail devleti kurmak için bütün müslümanlar arasına soktukları bozgun ve fitne ve bilhassa Osmanlı İmparatorlunu kökünden yıkmak için giriştikleri mel'un teşebbüslerin tafsilâtını tarih gelecek nesillerin önlerine serdiği vakit insanların hayret ve dehşet içinde kalacakları muhakkaktır.
* * *
Cenab ı Peygamberin risaletinin tekmil insanlara şamil olduğu, Kur'am Kerimde sarahaten bildirilmiştir. «Ey insanlar; Allahınızdan size nasihat, öğüt ve mübeşşir gelmiştir» ve "Onlara de ki: «Ey insanlar sîzlerin cümlenize karşı Allahın elçisiyim» ve yine: «Deki: Bu Kur'anla bana bildirildi ki onunla size ve o sûrelerin ulaştığı başkalarına kötü akıbetleri bildireyim» ve yine: «Ey Resul, Rabbinden sana bildirilenleri başkalarına ulaştır. Yapmaz isen rîsaletini onlara ulastırmış olmazsın.
Bu sebepledir ki Peygamberimiz; Allahın emirlerine uyarak n übüvvet ve risaletini tekmil insanlara tebliğ etmekten bir an hali kalmamıştır. Resul Ekrem'in irtihallerinden sonra bu vazife kendilerini istihlâf edenler tarafından ifa edilmiştir.
H ülâsa edilmek lâzım gelirse müslümanların haricî siyasetinin mihrakının islâmiyeti bütün ülkelere yaymak ve tevhid bayrağını dünyanın dört bucağında dikmek noktasında toplandığını görürüz.
As ırların değişmez kanunu, Kur'am Kerimde en kat'î ifadesini cihad kelimesinde bulmuştur. Müslümanlıkta mücahe de Allah yolunda cihad en mukaddes vazifelerdendir. T övbe suresinin yirminci âyetinde Cenabı Hak şöyle buyuruyor.
«İman edenlerin, hicret edenlerin; Allah yolunda mallariyle, canlariyle cihad edenlerin Allah indînde derecesi çok büyüktür. Kurtuluşa erenler de onların ta kendileridir.»
Bunun i çindir ki Peygamberimiz Medinede islâm devletini kurar kurmaz ordusunu hazırlamış ve devlete karşı koyacak bütün manileri bertaraf etmek için cihada başlamıştı. Kureyşliler, bu manilerin başında geliyordu. Onu bertaraf etmeği ResulAllah baş vazife bildi ve onları kaldırdı. Diğer maniler de aynı şekilde yok edildi. İslâmiyet bütün Arab yarımadasını kapladıktan sonra islâm devleti bu dini yaymak için başka milletlerin kapılarını çalmağa başladı. Bu milletlerden islâmın adalet ve tevhid bayrağı altına girenler, bereket; bolluk ve rahatlığa kavuşunca, artık hiç zorlamaya hacet kalmaksızın bütün gönüller ve kalbler islâmın nuriyle dolmağa başladı.
M üslümanlar bu vazifeleri yaparken; müslümanlığın kurtarıcı umdelerini ve fikirlerini açık bir lisanla halka anlatmağı esas tutmuşlardı. Öyle de muvaffak oldular.
* * *
B öylece, bir az evvel tafsilâtını yazdığımız gibi müslümanlar Mağribi Aksâdan, Maşriki Aksâya kadar ülkeler fethettiler ve oralarda islâm adaleti ve hükümlerini tesis ettiler. Bu hükümranlığın payidar olması için esaslı şart müslümanlığa mahsus kanun ve nizamların ciddiyetle tatbiki idi. Bunu da böyle yaptılar. Müslümanların bu mevzuda tatbik ettikleri ana prensipler şöylece sıralanabilir.
1 -- İslâm inancı, akla ve mantıka dayanır. İnsanlara hükümlerinde ve görüşlerinde bu zaviyeden bakmalarını emreder. Bu iman insanı tefekküre sevkeder ki, insan kâinata ve mahlûkata baktıkça halikın varlığını idrak eder ve önüne çıkan müşküller, muammalar ve meçhulleri din bilgileriyle halleder.
2 -- M üslüman dini diğer bütün edyandan fazla olarak ilme, bilgiye kıymet vermiştir. Cehaletle hiç bir mesele hal ledilemez, hi ç bir meçhul çözülemez. Müslüman olanlar için sadece ve lâfzan kelimei şehadet kâfi değildir. Dinini bu dinin esaslarını, hikmetlerini bilmesi ve onunla aydınlanması gerekir. Bu türlü bilgi ve ilim müslümanlık tefekkürünü ve dairesini genişletir.
3 -- M üslümanlık, başlangıçta kendi kanun ve nizamlarının hususiyetlerini öğrenme yolunu emrediyor. Bu suretle her müslüman kendi yaşadığı muhitte iz bıraksın ve adım adim terakki etsin... Bunun için müslümanlara dinin bütün incelikleri, maksat ve gayesi ve hükümleri lâyıkiyle öğretilir ki bu uğurda her türlü hizmet ve fedakârlığı seve seve yapsınlar. Bu fikir, kanaat ve iman sayesindedir ki terakki ve i'tilâ yolunda; hiç bir dine nasib olmayan bir sür'at ve kolaylıkla yeryüzüne yayılmışlardır.
4 ? Müslümanlık, kendi mensuplarının olgunlaştırmak ve en yüksek medeni seviyeye ulaştırmak için elinden tutar ve onu yükseltir onu bir takım icaplar ve vecibelerle gönül huzuru, bahtiyarlık ve rahatlık içinde yaşatır. İslâmiyet insanı o şekilde yükseltir ki insan o payede sabit kalır, sukut etmez. Uluvvücenâb, fazilet; musameha ve yüksek ahlâk gibi islamın ana prensipleri ve hâkim fikirleridir ki müntesiplerini cemiyeti beşeriye içinde mümtaz ve üstün insan olarak ayakta tutar. Bunun için, insanlar gerçi bu kadar yüksek mevkilere güçlükle çıkarlarsa da bir defa o payeye ulaştıktan sonra artık sukut etmezler bu mevkiler geçici değil devamlıdır, insan topluluğunun yükselmesi böyle elde edilir.
Müslümanları bu yola sevkeden âmillerin başında ibadet müessesesi gelir. Bu kulluk vazifesi ve farzların yerine getirilmesi zor, ağır; yorucu ve külfetli değildir. Feraizin ifasında dünya zevklerinden ayrılmak, gönüle ve ruha ferah ve saadet veren hallerden uzaklaşmak yoktur. Müslüman ibadetlerinde insan arzu ve tabiatlarına aykırı bir nokta yoktur. Aksine olarak müslümanîara yüklenen vazifeler, vecibeler ve farzlar insanlara derin bir saadet ve huzur bahseder ve onlar ın maddî ve mânevi faydalarım sağlar.
5 ? Müslümanların fütuhat devri; bütün bu iyilikleri, islâm medeniyetini yeryüzüne yaymak içindir. Onun için müslümanlar, kendilerini rahmet ve bidayet elçileri olarak telâkki ederler. Müslümanların fethettikleri memleketler halkı islâm devletinin tab'ası olarak, müslümanlara bahşedilen bütün haklara sahip olur ve müslümanlar gibi borç altına girerler. Zira islâm hükümranlığı birlik nizamıdır. Müslüman bayrağı altına giren memleketler halkı, tarih boyunca gasb sisteminde bir sömürge ve müstemleke muamelesine asla tabi tutulmamışlardır. Bu sebeple müslümanlığın çar-ı aktar-ı cihanda sür'at ve suhuletle yayılması hiç te şaşılacak bir şey değildir.
6 ? îslâmî icaplar bütün insanlar için umumî olup onları öğrenmek mubahtır. Bu icapların bütün insanlara öğredilip anlatılması lâzımdır ki bundan mündemiç hakikatlar anlaşılmış olsun. Hazreti Peygamber, etrafa valiler hâkimler ve muallimler göndermek suretiyle bu hakikatleri neşir ve tamim ederler ve insanları müslümanlığı anlayabilecek seviyeye getirmeğe çalışır ve Kur'anı Kerimdeki hikmetlerin halklara öğretilmesine ehemmiyet verirlerdi. Bu suretle fethedilen memleketler ahalisi islâm bilgilerine vukufu sayesinde kolaylıkla dairei İslama girer ve islâm kültürünü severek kabul ederlerdi.
7 ? İslâm kanunu, bütün dünya insanları için kül halindedir. Bu nizamda değişiklik yapılması kabul edilmez. Müslümanlar her girdikleri yerde kendi nizam ve düzenlerine göre hükmetmişlerdir. Bu siyaset iyi neticeler vermiştir. Hıristiyan nizamları, rum kanunları ve diğer dinlerin şeriatleri müslümanlığın üstün ahkâmı yanında pek sönük kaldığından, İslâm bayrağı altına giren her memleket İslâm nizamlarında gördüğü göze çarpan üstünlük dolaysiyle bu dini ve onun kanunlarını kolaylıkla benimsemişlerdir.