(http://pbs.twimg.com/media/AzPfU22CYAA3rUo.jpg)
Kaynak: İsmet İnönü Hatıralar Cilt 2, Sahife 223 Bilgi Yayınevi 1985
Açıklama: İsmet İnönü’nün hatıratı Sebahattin Selek tarafından yazılmıştır.Selek, İnönü’nün anlattıklarını yazmış, kendisi eklemelerde bulunmamıştır. Teybe okunan ses kayıtları kitaplaştırılmıştır. Teyp kayıtlarının bir kısmı 1968 yılında yayınlanmıştır. Kaydın tamamı ise iki cilt halinde yayınlanmıştır.
(https://lh6.googleusercontent.com/-DLeTPyLY17g/T5els8qIHQI/AAAAAAAAMEE/Hxrn2oJ8kOU/s597/alfabe+-hs.jpg)
Harf Devrimi..
NTV Tarih dergisinin son sayısında 1928 Harf Devrimi'ne ayrılmış güzel bir dosya var.
Geçen akşam da NTV'de "Tarih Konuşmaları" programında konu ele alındı.
İyiydi, hoştu da...
Programı izlerken içimden sordum...
"Devrim" denilen şeylerin, ister bütün toplumu, ister harfi, şapkayı, çiçeği böceği hedef alsın siyasi bir eylem olduğunu görmekten kaçınıyorsak, onları anlayabilir ve anlatabilir miyiz?
Hayır! Asla!
***
Sevindirici olan şu...
Artık kimse, Devrim'in en fanatik savunucuları bile Latin alfabesine geçişin gerekçesi olarak, dünyanın en estetik kaligrafisine sahip Arap alfabesine "kargacık burgacık" demiyor.
Malum, yıllarımız kocaman adamların hiç sıkılmadan böyle saçma şeyler iddia etmesiyle geçti.
Pek kültürlü hanımlar beyler bilirim. Çok değer verdikleri Batılı sanatçıların bu "kargacık burgacık Arap yazısı"ndan hayranlıkla söz edişlerine şaşmışlardır.
***
Bu "çocuk kandırmacası"nın yerini ne aldı peki?
Onu da NTV'deki programda gördüm.
Eski alfabenin imla sorunları varmış! Seslerle harfler arasındaki uyumsuzluk had safhadaymış! Devrim bu nedenle zorunluymuş!
Oysa her dil alfabesiyle ve imlasıyla sorun yaşar! Latin alfabesini kullanan hangi dil (Türkçe dahil) bu uyumsuzluğu yaşamıyor ki! Çalışılır ve sorunlar en alt düzeye indirilir.
1928'de Harf Devrimi'yle alfabe değiştirilmeseydi, Ankara bu "düzenleme"yi eski alfabe üzerinde yapardı, hiç kuşkunuz olmasın!
***
Bazen diyorum ki...
Acaba Harf Devrimi'ni tartışanların önce "dil nedir, alfabe nedir" gibi temel bilgiler alanında kafalarını berraklaştırması gerekmez mi?
İyi de, profesörlerin, uzmanların kafası nasıl berrak olmaz?
Söyleyeyim...
Çünkü herkes alttan alta bilir ki, konu özünde ne dilsel, ne eğitimsel ne de bilimseldir. Basbayağı siyasidir.
***
TV'deki programda laf bir ara Latin alfabesiyle bilim yapmanın ve hatta bilgisayar kullanmanın kolaylığına geldi.
Bir "uzman" fırsatı kaçırmadı, Arap alfabesini kullananların "acıklı" halini, bu yüzden Arapların global kültüre ve bilime eklemlenemediklerini anlattı.
Yahu insan halen birçok farklı alfabeyi kullanan Japonları, bilgisayar dünyasını oyuncağa çeviren Hintlileri ve Çinlileri falan düşünmez mi! (Biz Latin alfabesine geçtik diye kaç bilim Nobeli kazanmışız? Sıfır. Biraz da bunları düşünsek artık!)
***
Haşmet BABAOĞLU - 4 Ekim 2010 Pazartesi
Bir gecede geçmişle bağlarımızı koparıp attılar.Latin alfabesine geçtğimizin ertesi sabahı bütün toplum cahil bir şekilde uyanmış oldu...Bunun adına ne derseniz deyin...çağdaşlık,Laiklik,batıcılık ismi altında siyasi bir karar alarak yukarıda İnönün söylediği gibi din ile bağlarımızı kopardılar....
Latin Harflerine Dair
Hattın (yazının) ıslâhı için Latin hurûfâtını (harflerini) bizim lisâna almak, Frenk elbisesi giymeği, mülkün (ülkenin) ıslâhına medâr (sebep) olur zannetmek kabîlindendir.
Evvelâ Latin hurûfu (harfleri) ile “sad”, “dad”, “tı”, “zı”, “zel” “cim”, “çim” harflerini nasıl yazacağız?.. "Sad, dad, tı, zel bizde telâffuz olunmuyor. Ne lüzûmu var, kaldırıveririz.” denilecek ise, imlâ-yı Arab'ı (Arapça imlâyı) bozmak şöyle dursun, lisânımızda “zâhir (ظاهر)” ve “zâhir ( زاهر)”; “fâ’iz (فاءض)” ve “fâ’iz (فاءز)” gibi yalnız siyâk u sibâk karînesi (sözün geliş-gidişinden elde edilecek ipucu) ile okunacak birkaç bin kelime peydâ etmiş oluruz. Haydi bu belâya katlanalım. Latin hurûfu (harfleri) kullanan kavimlerden hiçbirinin lisânında, hem “cim” hem “çim” hem “je” harfleri mevcut değil. Mâhud (bilinen) “g” ile “j” harflerini, bu üç telâffuzun hangisine taksîm edeceğiz?.. Latin harflerinde bir “c” bir “s” bir “k” bir “g” var. Bizim lisânın ise “se” ile “nûn” ve “yâ” “kâf”ları istisnâ olunduğu halde bir “kâf” ve bir “sin” ile bir “kâtib”deki, bir “değilim”deki, bir de “Tanrı”daki “kâf” harflerine ihtiyâcı var.
Evvelâ, Latin'de, hecelerden başka yalnızca on dokuz harf vardır. Bizim lisânımız elif, harekeden mâadâ (başka) otuz iki harfe muhtaç… Bu halde ne yapacağız? Latin harflerini biri ile terkip ederek (bir araya getirerek) mi esvât-ı lisân (dil sesleri) hâsıl edeceğiz? O halde düşün: Hurûfunun (harflerinin) sülüsânı (üçte ikisi) iki harften mürekkep (meydana gelen) ve harekeleri yazı arasında olan bir lisân ne kadar güç, ne kadar ağır yazılır; ne kadar da maskara şey olur!..
Sâniyen (ikinci olarak), “Soldan sağa yazılan hat, daha serî yazılır.” demişsin. Niçin?.. Ben de ömrümde benim Türkçe yazdığım kadar sür’atli yazı yazar Frenk (Avrupalı) görmedim. Bu tecrübe sana istenograflıktan geliyor ise, yanlış bir fikre sâhip olmuş olursun. Bir kere merak etmiş, Türkçe bir istenografi tertibi yapmıştım. Onunla tekellüfsüzce (zorlanmadan), dakîkada seksen kelimeden ziyâde yazmak mümkün olurdu.
Sâlisen (üçüncü olarak), soldan sağa yazı yazmak, bizim için diz bükülemeyecek derecede dar pantolon giymeğe benzer; köylerimizde, hattâ evlerimizde kanepe bulunmadığı gibi, yazıhâne de yoktur. Bizde her mektup yazacak adamın, omuzunda bir masa taşıması mümkün müdür?
Nâmık KEMÂL
Alıntı yapılan: mazhar - 06 Eylül 2012, 05:42:11
Bir gecede geçmişle bağlarımızı koparıp attılar.Latin alfabesine geçtğimizin ertesi sabahı bütün toplum cahil bir şekilde uyanmış oldu...Bunun adına ne derseniz deyin...çağdaşlık,Laiklik,batıcılık ismi altında siyasi bir karar alarak yukarıda İnönün söylediği gibi din ile bağlarımızı kopardılar....
"Bir gecede tüm toplumun cahil bir hale gelmesi" sözünüz ne kadar da yerinde olmuş. Düşününce ne kadar korkunç bir şey olduğu apaçık ortada... Bizler TL'den 6 sıfırın kaldırılmasına bile halen alışamıyoruz, ama atalarımız koskoca bir kültürün yerle bir edilmesine dayanmışlar ve kim bilir ne zorluklar çekmişler... :(
[IMG]http://i.imgur.com/xAHS7.jpg[/img]
Yedikıta Dergisi, Lisan İsimli Makaleden Bir Bölüm, Eylül 2012
Halk bir günde cahil oldu..Harf devriminin onlara göre tek faydası bu..!
Türkiye'de latin Harflerine geçişin Kökleri
Türk dilinin latin harfleri ile yazılması olayının tarhi eskilere 14. asrın başlarına dayanmaktadır. Bu konuda ilk defa faliyet gösterip kitap yazanlar,Hıristiyan Katolik mezhebine mensup olan misyonerlerdir..Bunlar Kuman Türklerini Hiristiyanlaştırmak için Türkçeyi öğrenmişler ve Türk dilini latin harfleri ile ifade etmeye çalışmışlardır.Mesela:alıt'yı (altı),ayaz'ı(ayaz), ayak kelimesini(ayac/ayach) temiz manasına gelen arı'yı (arri/arı) şeklinde yazmışlardır.Bu örnekler bize,kumanların kullandığı Türkçe ile bugünkü Türkçe de kullandığımız kelimelerin aynı olduğunu,latin harfleri ile kullanılan alfabenin de bugün kullandığımız alfabeye benzerliğini ortaya koymaktadır..1303 yılında el yazması olarak Kuman dili ile yazılan kitapta, Hıristiyan ilahileri,dini metinler ve dualar vardı.
Kaynak:Türkiye'de Kültür Buhranı'sebebleri ve neticeleri'Nahid Dinçer.-sayfa-114
Harf devriminin en önemli amacı…
H. Ritter şöyle diyor: “Lâtin yazısından beş defa kısa ve harikulâde müsait olan Arap yazısı okuma yazmayı kolaylaştırdığı için İslâm âlimleri sayısız eser vermiştir (Classicisme et Declin culturel dans l’histoire de Islâm, Paris 1957, s. 178-179).
Prof. Osman Turan da aynı konuda şu görüşleri dillendiriyor:
“Gerçekten İslâm harfleri şakulî, ufkî ve inkinaî olduğundan onunla bir metnin yazılması ve okunması, zaman ve emek tasarrufu sağlar; Lâtin harfleri gibi sadece ufkî ve uzun olmadığı için muhakeme mana üzerinde toplanır; Lâtin harfleriyle yazılı bir kelime incelenirken, eski yazı ile bir bakışta bir cümle okunur, hatta bir sahifenin muhtevasına nüfuz edilir... Mimarîde büyük selâtin camileri ve kervansaraylar, musikide Dede Efendiler ne ise, yazı sanat eserleri ile tuğralı fermanlar da aynı ince ve yüce ruhun tecellileridir.” (Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi)”
Dr. İlter Turan ise “işin gerçeği”ni fısıldıyor idrakimize: “Harf devriminin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını kolaylaştırmak değildir... Devrimin temel gayelerinden biri, yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyasıyla bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı.” (İsmet İnönü de aşağı yukarı hatıralarında bunları yazıyor).
“Milliyetçiler (yani devleti yönetenler), yeni bir toplum meydana getirmek isteğindeydiler. Toplumun geçmişiyle bağları ne kadar kuvvetli olursa, toplumu değiştirmek o kadar güç olurdu. Yeni nesiller eski yazıyı öğrenmeyecekler, yeni yazıyla çıkan eserlerin muhtevasını ise milliyetçiler denetleyebileceklerdi. Türk yazısı ile Arap yazısı başka olduğundan, Araplarla kültür bağ ve ilişkileri zayıflayacak ve Türkiye Batıya yönelecekti. Din eserleri eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.”
“Dinin toplum üzerindeki etkisi” azaldı. Millet, Batı istikametinde yıllar boyu ite-kaka yürütüldü. Sonuç: Kültürden kaçan, kütüphanelere mezarlık gözüyle bakan, günde sadece iki buçuk-üç milyon gazete okuyan bir toplum... Şark’ı küstüren, Garp tarafından da reddedilen az gelişmiş bir ülke ve boşlukta bırakılan nesillerin Batı’nın “izm”leriyle birbirlerini vurması...
İşin en acı tarafı ise, bu tablonun sorumlularının hâlâ alkışlanması...
Toplumlar bir kere şaşırtıldıktan ve bir fikrin güdümüne sokulduktan sonra, demek ki, kolay toparlanamıyor; kurbanlar verme pahasına, alıştırıldığı yolda yürümeyi sürdürüyor.
Tarih de aynı görüşe verilmiş bir başka kurban. Zaten hepsi öylesine iç içe ki, birbirinden ayırmak mümkün değil.
Yeniler, eskiyi “hanedan tarihi” saydığından ve yeni devlet “redd-i miras” üstüne bina edildiğinden, millete yeni bir tarih gerekliydi. 1930’da bir “Tarih Tetkik Heyeti” kurularak işe başlandı. 1933’te ise Türk Tarih Kurumu, bu heyetin yerini aldı.
Aynı tarih kitabından olayı takip edelim:
“Yeni bir tarih tezi ileri sürüldü. Bu teze göre medeniyetin ilk kurucuları Orta Asya’daki Türkler, Orta Asya’dan göç ederek medeniyeti dünyanın diğer bölgelerine yaymışlardı (Meşhur “Güneş Dil Teorisi”nin tarihe yansıması)… Bugünkü Avrupa medeniyetinin öncüleri de Türklerdi. O hâlde Türklerin Batılılaşmak istemesi, doğmasında kendilerinin büyük payı olan bir uygarlığa tekrar dönmelerinden ibaretti. ‘Batılılaşmak’ demek, kendilerinin de bir parçası olduğu uygarlığı yeniden benimsemek demektir.
Devam etmemiz şart…
Yavuz Bahadıroğlu.Haber vaktim.com.
Harf devriminin en önemli amacı 2
Dünden devam ediyoruz, birleştirip tekrar okursunuz artık... "İkinci olarak, Anadolu'da tarih boyunca kurulan uygarlıklar incelenerek, bunların Türk uygarlıkları olduğunun gösterilmesine çalışıldı. Anadolu uygarlıkları arasında, özellikle Sümerler ve Etiler üzerinde duruldu. Sümerler ve Etilerin tercih edilmiş olması sebepsiz değildir. Osmanlı Devletinin kalıntılarının yıkılmak istendiği bir devrede, Osmanlı tarihi incelenemezdi. Sonra gerek Selçuklu, gerek Osmanlı tarihinin araştırılması, Türklerin İslâm'a olan yakın ilgisini de belirtmek zorundaydı. Lâikleşme döneminde İslâm'ın bir araştırma konusu edilmesi uygun düşmezdi. Hâlbuki Sümerler ve Etiler, Anadolu'da yaşamış oldukları gibi, Selçuklu ve Osmanlıların ortaya çıkardığı sakıncalar (yani Müslümanlık) onlar için varit değildi (çünkü onlar Müslüman değildi). Dolayısıyla onların pek de kesin olmayan Türklükleri—ki, bugün Etilerle Sümerlerin Türk olmadığı konusundaki deliller kesindir—üzerinde duruldu, kurdukları uygarlıkların "Anadolu Türk uygarlığı" olduğu ve Türklerin Anadolu'da uzun bir tarihe sahip olduğu gösterilmeye çalışıldı.
"Çalışmalar belirli bir gayeye hizmet etmek için yapıldığından zaman zaman bilimsellik dışına çıkmışlardır" (s. 93-94).
"Belirli bir gaye"den muradın ne olduğunu bugün hepimiz biliyoruz. Kitleleri dininden, dilinden, kültüründen, medeniyetinden, tarihinden koparıp Batılılaştırma gayesidir bu. Hatta bu "gaye"nin gerçekleşmesi için isyanlar tertiplenmiş, sehpalar kurulmuş, kelleler alınmış, arkada kandan bir iz bırakılmıştır.
Ama acaba umulan elde edilmiş midir?
Eğer bir türlü belini doğrultamayan, kendi ayakları üzerinde duramayan, bir asra dünya çapında birkaç deha oturtamayan fukara, ilmî gelişmelerin dışında, kabuğuna büzülmüş bir Türkiye murat ediliyordu ise, evet, umduklarını elde etmiş sayılabilirler.
Yok, kültürlü, dünyada sözü geçen ve ilim, fen, edebiyat, teknik sahalarında söz sahibi bir Türkiye murat ediliyordu ise, bunun hâlâ çok uzağındayız.
Zaten o yoldan yürüyüp parıltılı bir noktaya gelmek, geçmişi inkâr zeminine sağlam bir gelecek inşa etmek imkânsızdı. Gele gele inkârcıların gelebileceği bir noktaya gelmişiz: Hüsran noktası...
Bu noktadan geçmişi tahlile çalışırken, kahırlanmamak elden gelmiyor. Ancak kahırlanıp kalmak da çare olarak gözükmüyor. Öyleyse çare nedir? Bizce ilk çare, kaybettiğimiz değerleri, kaybettiğimiz yerlerde aramaya başlamaktır. İşte bu sebeple "tahlilî tarih"lere ve biyografilere ihtiyaç var. Böylece, elinizdeki kitabın hangi maksatla ve hangi tarz içinde kaleme alındığını da açıklamış oluyoruz.
a.g.y.Haber Vaktim .com
Harf devriminin en önemli amacı...
H. Ritter şöyle diyor: "Lâtin yazısından beş defa kısa ve harikulâde müsait olan Arap yazısı okuma yazmayı kolaylaştırdığı için İslâm âlimleri sayısız eser vermiştir (Classicisme et Declin culturel dans l'histoire de Islâm, Paris 1957, s. 178-179).
Prof. Osman Turan da aynı konuda şu görüşleri dillendiriyor:
"Gerçekten İslâm harfleri şakulî, ufkî ve inkinaî olduğundan onunla bir metnin yazılması ve okunması, zaman ve emek tasarrufu sağlar; Lâtin harfleri gibi sadece ufkî ve uzun olmadığı için muhakeme mana üzerinde toplanır; Lâtin harfleriyle yazılı bir kelime incelenirken, eski yazı ile bir bakışta bir cümle okunur, hatta bir sahifenin muhtevasına nüfuz edilir... Mimarîde büyük selâtin camileri ve kervansaraylar, musikide Dede Efendiler ne ise, yazı sanat eserleri ile tuğralı fermanlar da aynı ince ve yüce ruhun tecellileridir." (Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi)"
Dr. İlter Turan da işin gerçeğini fısıldıyor idrakımıza: "Harf devriminin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını kolaylaştırmak değildir... Devrimin temel gayelerinden biri, yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyasıyla bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı (İsmet İnönü de aşağı yukarı hatıralarında bunları yazıyor).
"Milliyetçiler (yani devleti yönetenler), yeni bir toplum meydana getirmek isteğindeydiler. Toplumun geçmişiyle bağları ne kadar kuvvetli olursa, toplumu değiştirmek o kadar güç olurdu. Yeni nesiller eski yazıyı öğrenmeyecekler, yeni yazıyla çıkan eserlerin muhtevasını ise milliyetçiler denetleyebileceklerdi. Türk yazısı ile Arap yazısı başka olduğundan, Araplarla kültür bağ ve ilişkileri zayıflayacak ve Türkiye Batıya yönelecekti. Din eserleri eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı."
"Dinin toplum üzerindeki etkisi" azaldı. Millet, Batı istikametinde yıllar boyu ite-kaka yürütüldü. Sonuç: Kültürden kaçan, kütüphanelere mezarlık gözüyle bakan, günde sadece iki buçuk-üç milyon gazete okuyan bir toplum... Şark'ı küstüren, Garp tarafından da reddedilen az gelişmiş bir ülke ve boşlukta bırakılan nesillerin Batı'nın "izm"leriyle birbirlerini vurması...
İşin en acı tarafı ise, bu tablonun sorumlularının hâlâ alkışlanması...
Toplumlar bir kere şaşırtıldıktan ve bir fikrin güdümüne sokulduktan sonra, demek ki, kolay toparlanamıyor; kurbanlar verme pahasına, alıştırıldığı yolda yürümeyi sürdürüyor.
Tarih de aynı görüşe verilmiş bir başka kurban. Zaten hepsi öylesine iç içe ki, birbirinden ayırmak mümkün değil.
Yeniler, eskiyi "hanedan tarihi" saydığından ve yeni devlet "redd-i miras" üstüne bina edildiğinden, millete yeni bir tarih gerekliydi. 1930'da bir "Tarih Tetkik Heyeti" kurularak işe başlandı. 1933'te ise Türk Tarih Kurumu, bu heyetin yerini aldı.
Aynı tarih kitabından olayı takip edelim:
"Yeni bir tarih tezi ileri sürüldü. Bu teze göre medeniyetin ilk kurucuları Orta Asya'daki Türkler, Orta Asya'dan göç ederek medeniyeti dünyanın diğer bölgelerine yaymışlardı (Meşhur "Güneş Dil Teorisi"nin tarihe yansıması)... Bugünkü Avrupa medeniyetinin öncüleri de Türklerdi. O hâlde Türklerin Batılılaşmak istemesi, doğmasında kendilerinin büyük payı olan bir uygarlığa tekrar dönmelerinden ibaretti. 'Batılılaşmak' demek, kendilerinin de bir parçası olduğu uygarlığı yeniden benimsemek demektir.
Devam etmemiz şart...
Yavuz Bahadıroğlu. Habervaktim.com