Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Mutlu musun?

Başlatan İsra, 18 Şubat 2007, 07:28:50

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

İsra

Kuşlara benzer kelimeler. Odana dolarlar bir akşam.  Nereden gelirler, bilinmez. Kâh çığlık çığlığadırlar, kâh sesleri işitilmez. Çiçeğe benzer kelimeler: Turuncu, erguvan, beyaz. Bir rüzgâr sürükler hepsini. Bulutlara güven olmaz.” (Cemil Meriç/Bu Ülke)

Hazır odama doluşmuşken kelimeler  kuş misal, tutup hasbihal etmek gerek onlarla. Kimileri çığlık çığlığa, martılar gibi. Kimiyse sessiz ve alıngan; serçe ürkekliğinde. Yaklaştığım an uçup gidiyor ellerimden. Tüy hafifliğinde kimileri; bir dokunsam, kayıp gidecek parmaklarımın arasından. Yakalamak, avlamaksa kelimeleri, zor olandan nasibini alıyor.

Düşünce bir köprü; kıldan ince, kılıçtan keskin. Düşünceleri kelimelerle şekillendirebilmekse , ayrı bir maharet. Mahir olmayan için bu durum bir tedirginlik.  Yazmak bir sanat yani. Mahir olmayan için zor bir sanat demek istediğim. Hele de mutluluk olunca yazılacak bahis, hepten zor!

Çok mu ümitsiz sözler ettim ne? Mutluluktan bahsetmek icap oldu; lâkin kelimelerim… Kelimelerimi derleyemiyorum mutluluktan bir buket yapmak için.

Mutluluk dediğin, hislerin en güzeli olsa gerek. Lâtifelerin en şirini. Güzel(e) bakıp, güzel düşünme hâli. Sanki içinde bir kuş varmış da, kanat çırpıyormuş gibi, cıvıl cıvıl.

Mutluluk, kalp atışlarının düzenli olması. Nabzının normal seyrettiği anlar  bütünü. Zihninin dinç, üreticiliğinin berrak olduğu zamanlardaki ruh halin. Gövdendeki sağlamlık. İnsana olumlu düşündüren bir hâlet-i ruhiye mutluluk. Güzel(i) gören ve güzel işler yaptıran, hayattan lezzet aldıran bir halet-i ruhiye. Bir şekl-i sima…

Mutluluk, kalbine sunulur insanın. Öyle zembille inmez gökten. Elbette bir lutfeyleyen vardır mutluluğu kalbe, nitekim sebepsiz değildir. Kâinat boşluk kabul etmez ya, bunun da bir sebeb-i hikmeti vardır mutlaka.

Peki, nasıl mutlu olur insan? Nerede bulur mutluluğu? Nefsi arsız bir çocuk olan insan için var mıdır mutlak huzur ve mutluluk?

Aslında insanlığın tarihine baktığımızda  bu son sorunun cevabını bulabiliyoruz.

Cevap: Hayır. Mutlak mutluluk diye bir şey yok! Yüz yıllardan beri insanlık manevî buhranlar geçirmiş. Son bulmuş değil elbette. Aksine zaman ilerledikçe, dünya yaşlandıkça artmış ve istilâ etmiş tüm insanlığı bu buhranlar.

Gözleri Peygamberi (a.s.m.) görmüş ve kulakları Peygamberi (a.s.m.) işitmişlerin dehşetle ve gözyaşıyla bahsettiği o asırda, ahir zamanda, yaşıyoruz.  Kalp, ruh, beden, akıl, sır… Bütün bunlar asrın hastalığından mikrop kapmış, nasibini almış lâtifeler.

Peki nedir bu hastalıklar?

Yeis, yani ümitsizlik. Vesvese; şüphe ve evham.  Havf; korku. Ve maddeperestlik. Dünyaya düşkünlük. Bizim olmayanları sahiplenmek, sanki kendi malımızmış gibi.

Sonucu tüyler ürperten bir araştırmada, her yıl 30 bin Amerikalının intihar ettiği ortaya çıkmış.  “Bu kadar kolay mı intihar etmesi!” demeyin; oluyormuş işte. İnsanlar kendi elleriyle şuurlu veya şuursuz bir şekilde “öldürüyor” kendini. Kendi elleriyle son veriyorlar hayatlarına. Ölmek istiyorlar ve ölüyorlar neticede! Ölmek istemek…

Peki, ama neden?

Yukarıda belirtmiş olduğumuz hastalıklar, bu intiharların sebepleri arasında. Bakın çağımızın manevî sahibi Bediüzzaman Said Nursî, tüm bunalımların sebebi olarak neyi söylüyor: İman zafiyeti. Allah’a iman etmedeki yetersizlik ve eksiklik, manevî buhranların başlıca sebebi olarak karşımıza çıkıyor. Bediüzzaman’ın insanlığı ilgilendiren çözümleri de var bu konuya dair. Hastalığın teşhisini koyduğu gibi, reçetesini de sunuyor insanlığa. Meselâ diyor ki, “Hayatın zevkini ve lezzetini isterseniz, hayatınızı iman ile ziynetlendiriniz, farzları işlemekle günahlardan muhafaza ediniz.”

İman, mutluluğun gerçek sahibiyle kurulan bir rabıta. Allah’a iman, manevî hastalıkların en temel ilâcını sunuyor biz insanlara. Sonrasında kadere iman geliyor. Allah tarafından  hakkımızda takdir edilen hayat programımıza razı olmak. İşte kadere iman bu!

Bediüzzaman’ın ifadesine değinecek olursak, diyor ki Risalei Nur’da, “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.”

Bunalmış insan ruhu, Rabbiyle bağlantı kuruyor iman saikasıyla. İman bir anahtar oluyor ve kâinatın kapılarını insana açıyor. Sultan oluyor insan. Korkularından emin oluyor. Kâinata meydan okutturacak bir güç veriliyor insana.  Dünya gamının ve yükünün altında ezilmiyor. Dik durmayı öğreniyor insan.  Ne mutlu ki, Yaratıcısına duyduğu iman ve güven, kayalar gibi çetin ve sağlam ola! İbadet ve tevekkülle de bırakmamacasına yapışıyor sonra. Çünkü biliyor, kara gecede, kara taşın altındaki kara karıncayı bile Onsuz bırakmıyor Allah. Sesini duyuyor, ihtiyaçlarını gideriyor. En önemlisi, bunu yaparak o karıncanın yanında var olduğunu ispatlıyor. İşte teslim olmak: “Biliyorum Allah’ım! Kimseler yokken bile bir Sen varsın. Hep varsın!”

“Just do it” sonrasında “tevekkül”
“Sadece yap” olan sözün ardındaki mânâdır tevekkül. Yükünü yere bırakmaktır geminin yolcusuyken.  
İnsan akıl, ruh, düşünme gibi özelliklere ve ayrıcalıklara sahip olması hasebiyle, mükemmel bir şekilde techizatlandı rılmış.  Musibetleri gülerek karşılayacak potansiyel bir iman gücü var insanda.  İmanın derecesine göre insan, geçip gitmiş geçmişin elemlerinden ve gelmemiş geleceğin kaygılarından kurtuluyor. Yine Bediüzzaman’ın deyişiyle, musibetin tenevvüü, musikinin nağmeleri gibi geliyor insana.
Bu söz üzerine söz söylemek yakışmaz  dilime.  “Amenna” deyip, geri çekilmek gerek.  
Hastalık belli. Reçete yazılmış. İlâçlar mevcut. Tabip ise, şah damarından daha yakın! Mutluluğun en açık adresi elimizde duruyor. Sana düşen, hafiften yol almak o adrese doğru. Tedirgin olmana gerek yok. Ben, artık öğrendim nasıl mutlu olunacağını. Ama seninle aynı fikirdeyim: Öğrenmekle iş bitmiyor, değil mi? Bilmek yetmiyor.

Şuna da inanıyorum ki, gerçekten istersen, gönülden eğer istersen, Ona sığınıp, Ona dayanıp, Onu isteyip, Ona güvenerek elde edemeyeceğin bir mutluluk yok. Yeter ki bil Onun seninle olduğunu! Akan kanında, soluduğun nefeste, yuttuğun lokmada, yudumladığın suda olduğunu bil!
Onun için var edildiğini, her şeyin Ondan ve her şeyin Ona olduğunu ise, asla unutma!

(Tuba Nur Arıcan )