Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Senai demirciden

Başlatan seher_yıldızı, 15 Ekim 2006, 14:30:51

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

seher_yıldızı

Öyle çok pazarlık ettim ki Seninle ey Rabb’im. Sen çağırınca, kendime ayırdığım vakitlerden çalındığını düşündüm. Ezan okununca,sevdiklerimle geçirdiğim zamanların azalmasından korktum. Vakit girince, içim “cız” etti hep. Odamdan uzaklaştım, bıraktım işimi, bozdum keyfimi; öylece namaza durdum. Ayak diredim, “az sonra kılsam da olur!” dedim. “Az sonra”larım “çok sonralar”a döndü, geç kaldım, geç kalmaktan utanmadım. Sonunda ayaklarımı sürüye sürüye vardım huzuruna. Pazarlığımı vaktin daralmışlığını bahane ederek yeniden ileri sürdüm. Kaçıyordu namaz ya; o yüzden çabucak kıldım, selam verdim, hemen kalktım, rahatladım. Oysa rahatlığı Sana borçluyum. Ağrımayan her bir dişim kadar huzur borçluyum Sana. Damarlarımın her bir noktasında pıhtılaşmayan kanım kadar
sükûnet borçluyum Sana. Tenimin kaşınmayan her bir noktası kadar rahatlık borçluyum Sana. Dişlerim ağrıyacak olsa her biri için harcayacağım zaman Senin. Kanım pıhtılaşıp damarlarım tıkanacak olsa, her defasında ızdırap ve korkuyla geçireceğim saatlerin hepsi Senin. Tenim her noktasında yırtılacakmış gibi acıyacak olsa, kendi kendime dar geleceğim huzursuz günler Senin. Gün oldu; usandım. Sabrımı tükettim; tükendim.
Kendimi yontmaya heveslendim. Benden istediğin zamanı
çok gördüm. Benden istediğini, benim için
istediğini bile bile, huzurunda huzursuz durdum. Fazla buldum
namazın rekatlarını; kısaltmak için bahaneler
aradım. Günümü delik deşik etmeni, işimin
arasına kesintiler sokmanı, hayatımın ortasına
duraklar koymanı, uykumu bölmeni lüzumsuz gördüm.
“Beni bana bırak!”larla durdum huzuruna; içim
başka bir yerlerin türküsünü söylerken, ben
seccadende, belki
sadece bedenimle, mıhlı kaldım. Oysa
Sen, dileseydin dar edebilirdin zamanı bana! Bir uçurumun
dibine savrulmuş bir arabada çaresizce Sana yalvartıyor
olabilirdin beni. Korkulu bir savaşın orta yerinde ateş ve
kan kusan bombaların altında günümü de, işimi
de, uykumu da, hatta rüyalarımı da delik deşik
etmelerini takdir edebilirdin. Düşmeyen bombalar kadar,
uçuruma savrulmayan arabalar kadar genişlik borçluyum
Sana.

İçten pazarlıktı benimkisi. Öyle içten ki kendime
bile söyleyemedim. Gözlerimle birlikte gönlümü de
secdene kilitlemeyi çok gördüm. Kendimi
sıfırlamayı, benliğimi hiçe indirgemeyi
beceremedim. Ensemde kaderin sıcacık nefesini hissedecek o
teslimiyetin vadisine inemedim. Acelem vardı; alnımı
koyduğum gibi kaldırdım seccadeden. Bütün
benliğimle aşağı inemedim. İşim vardı, secdemi
işime zaman kazandım. Secdeye kalbimi de
sığdırmaya
çalışmadım. Uykum vardı, secdemi sığ bırakıp
uykumu derinleştirdim.

İtirafımdır: Bencilliğimi de sırtıma alıp
rükûlarda eritemedim. Bedenim eğilirken huzurunda,
“emrolunduğum gibi dosdoğru olma”nın
ağırlığını sırtıma almayı erteledim.
“Sırası değil!”di; “hele dur; sonra da
olur!”du. En Sevgili’ni bir gecede ihtiyarlatan emri
üzerime alınmadım.

Sen dileseydin, çocuğumun cılız nabızlarının
eşliğinde, loş ve neşesiz bir yoğun bakım
odasında, gözümü de gönlümü de, umutsuzca,
çaresizce, ürpertiyle, korkuyla bir monitörün
ekranına kilitleyebilirdin. Dileseydin, yeryüzünün
sükûnetini bir anda kesip, küçücük bir duvar
kıpırtısının gölgesinde, mini mini bir
sarsıntının beklentisi içinde saçlarıma aklar
düşürebilirdin.

İçten pazarlık mı denir buna? Sen bilirsin Seninle
ettiğim pazarlığı. Kendime sakladığım ve hatta
kendimden
de sakladığım sır bu. Dilime bile değdirmekten
korktuğum, ağzıma almaktan utandığım öyle bir
sır işte. Fısıldaması bile acı veriyor ya…
Meselâ, uzayınca Fatiha, uzayınca sûre, heceler
sanki özgürlüğe giden yolu taşlar gibi kestikçe,
“bitmez şimdi bu namaz!” dediğim çok oldu. Ama
içimden. Kimseler duymadı.

Bir Sen duydun beni ey Rabb’im. Sırrımı bir Sen
bildin. Kendimi lüzumsuz hissederken seccadenin üzerinde,
dudağım anlamına yetişemediğim kelimeler için
oynarken, Sen beni söylediğimden fazlasıyla duydun,
söyleyemediğimi de, dile getiremediğimi de bildin.
Ruhumu alıp uzaklara gittiğim halde, bir bedenimi
bıraktığım halde huzurunda, kovmadın beni,
yakınlığında tuttun.

İtirafımdır; öyle anlatıldığı gibi
özleyebilmeyi beceremedim henüz namazı… “Aradan
çıkarmaya çalıştığım” oldu namazı.
Geçiştirdim namazı. Bir
“sorun”du çözdüm,
hallettim. Selam verip sonra yaşamaya başladım…
Yaşamayı namazın içinde aramalıydım. Namazı
yaşamanın içine sızdırmalıydım oysa.
Bilemedim.

Kafa tuttum, ayak diredim, pazarlık ettim; ama Sen
utandırmadın, yine yine yine huzuruna aldın beni. Her
secdede rahmetinle okşadın alnımı. Her rükûda
“aferinler” fısıldadın gönlüme. Her
vakitte yeni bir sayfanın aklığına çağırdın
ruhumu. Yüzüme vurmadın. Azarlamadın.
Aşağılamadın. Hepten umut kesmedin benden. Yok
saymadın. Utandırmadın.

Pazarlık ettiğimi Seninle bir Sen bildin ey Rabb’im.
Kimselere söylemedin. Sırdaşım Sensin, bir Sana
açabilirim içimi, bir Senin beni ayıplamandan korkmam.
Ben işte böyleyim; yine “bana ait”lerin
hesabındayım. Başka kime söyleyeyim? Başka kimin
anlayışından medet umayım?
ayat bir sıkıntı denizidir yüzmesini bilmeyen boğulur.Yüzebilmekse ancak tevekkül ve şükürle mümkündür