Farklı Yönleriyle 6 Kitap Analizi: Ortadoğu

Başlatan Mücteba, 06 Ağustos 2014, 12:50:47

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mücteba

Farklı Yönleriyle 6 Kitap Analizi: Ortadoğu


Arap coğrafyasının tarihini doğru anlamak bugünkü gelişmeleri anlayabilme açısından ehemmiyet arz etmektedir. Tarihî hadiselerin dikkatli bir şekilde okunması sosyal ve siyasî hayatın gelişimi ile ekonomik ve sosyal yapıların arka planını anlamaya yardımcı olacaktır. En kadim medeniyetleri barındıran Arap coğrafyasında yaşayan halkların tarihinin Türkçe literatürde anlatıldığı başlıca eserlerden birisi Albert Hourani'nin Arap Halkları Tarihi eseridir.

Arap Halkları Tarihi

1991'de İngilizce olarak yayımlanan eser 1997'de Türkçeye çevrilmiş ve 2012 yılına kadar 9 baskı yapmıştır. İslam dininin içerisine doğduğu zaman dilimindeki sosyal hayatın kodlarını açıklayarak başlayan çalışma daha sonra bu coğrafyada yaşanan köklü değişimleri, toplumsal yapılardaki dönüşümleri, siyasallaşma süreçlerini ve düşünce dünyasını şekillendiren başlıca ideolojileri derinlemesine incelemektedir. Osmanlı'nın hüküm sürdüğü yüzyıllarda ve yine Avrupa'daki imparatorluklar çağında Arap dünyasının ne tür gelişmelere sahne olduğu da kitapta yer almaktadır. Dünya savaşlarının ardından Arap halklarının demografik durumları, sosyolojik dönüşümleri ve ekonomik gelişmeleri de çalışmanın son bölümünde anlatılmaktadır. Arap coğrafyasında İslami hareketlerin gelişerek yayılması ve milliyetçilik ve sosyalizm gibi ideolojilerin daha fazla toplumda daha fazla karşılık bulması da Hourani'nin analizinde yer almıştır.

Ortadoğu'yla ilgili Batı menşeli yayınların birçoğu benzer eksiklikleri barındırmakta. Oryantalist bir yaklaşım, sübjektif tanımlamalar ve metodolojik eksiklikler bunların en önde gelenleri. Bu yüzden Batı'dan yapılan analizlerin önemli bir kısmına temkinli yaklaşmak gerekmektedir. Türkiye'de bölgeyi çalışan hemen herkesin üzerinde uzlaşıya vardığı ve Ortadoğu'yla ilgili önerilen kaynakların başında gelen William Cleveland'ın Modern Ortadoğu Tarihi kitabı en makbul batılı çalışma olarak öne çıkmaktadır.

Modern ortadoğu tarihi

2008 yılında Agora Yayınları tarafından Türkçeye çevrilen kitap beş ana kısım ve 24 alt başlıkta Ortadoğu'nun özellikle Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana yaşadığı merhaleleri anlatıyor. Modern Ortadoğu Tarihi'nde Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı düzeninin sona erişi, Arapların bağımsızlık mücadelesi, İsrail probleminin ortaya çıkışı, Arap coğrafyasında demokratikleşme çabaları/sancıları, otoriterleşme girişimleri ve petrol çağında Ortadoğu gibi konular ülkeler bazında ele alınarak bölgeye dair kapsayıcı bir çalışma ortaya sunulmuştur. Cleveland eserinde daha ziyade siyasî gelişmelere odaklanırken, toplumsal, ekonomik ve sosyal gelişmelere daha sınırlı şekilde de olsa yer vermiştir. Bu yönüyle çalışma bir taraftan modern Ortadoğu'nun siyasi tarihini okuyucuya sunarken, diğer taraftan da dönemin toplumsal dönüşümlerini, ideolojik kamplaşmalarını ve ekonomik gelişimini de tarihsel bir anlatıyla betimlemektedir. Kitap sadece içeriği ile değil son kısmındaki Ortadoğu'ya dair seçme bibliografya ile de bölgeyi daha derinden tanımak isteyenlere yol gösterici olmayı hedeflemiştir.

Arap coğrafyasının siyasi ve sosyal tarihinin yanında düşünsel tarihi de bölgenin doğru anlaşılabilmesi açısından önem arz eder. Kimilerine göre son yıllarda siyasal istikrarsızlığın gölgesinde bir fetret dönemi yaşayan Arap düşünce dünyası, yaşadığı bütün zorluklara rağmen fikri üretime devam edebilmiştir. Bu düşünsel zenginliğin özellikle son 50 yıllık resmini Çağdaş Arap Düşüncesi eserinde ortaya çıkaran İbrahim M. Ebu-Rabi bu alanda ilim dünyasında hatırı sayılır bir katkıda bulunmuştur.

Arap Entelektüel tarihi

Ebu Rabi bir taraftan modern Arap düşüncesinin geçirdiği safhaları anlatırken diğer taraftan da günümüz problemlerine Arap dünyasının fikir adamlarının verdiği yanıtları ve çözüm önerilerini açıklamaktadır. Ebu Rabi çalışmasında ayrıca daha önceki yüzyıllarda düşünce dünyasına yön veren Müslüman ilim adamlarının aksine günümüz düşünürlerinin neden daha geri planda olduğu sorusunun cevabını da aramaktadır. Modern İslam düşünürleri olan Raşid El-Gannuşi, Muhammed El-Gazali ve Muhammed Abid El-Cabiri'nin görüşlerine geniş bir biçimde yer veren eser yine modern dönemde öne çıkan Arap düşünce adamlarını da incelemektedir.

Son yıllarda Türkçe literatürde Ortadoğu'daki siyasi, ekonomik ve toplumsal gelişmeleri derinlemesine inceleyen en nitelikli çalışma serisi 2005 yılından bu yana çıkarılan Ortadoğu Yıllığı'dır.

Ortadoğu Yıllığı

2014 itibariyle Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi tarafından çıkarılan çalışmada Prof. Dr. Kemal İnat ve Prof. Dr. Muhittin Ataman editörlüğünde çekirdek Ortadoğu olarak tanımlanan coğrafyada yer alan 15 ülke konunun uzmanları araştırmacılar tarafından analiz edilmektedir. Ortadoğu ülkelerinin iç ve dış siyasal gelişmeleri çalışmaların temel çerçevesini oluştururken yine sosyal, ekonomik ve toplumsal anlamda öne çıkan olaylar da analizlere dahil edilmektedir. Ortadoğu Yıllığı'nda ayrıca bölgeye dair daha geniş kapsamlı araştırma makaleleri de yer almaktadır. Ortadoğu Yıllığı'nın en önemli özelliği çalışmaya konu olan ülkenin verili bir yıl içerisindeki tüm siyasal, ekonomik ve toplumsal gelişmelerine yer veriyor oluşudur. İlk baskısının 2005'te yapıldığı göz önüne alınırsa Ortadoğu Yıllığı ile yaklaşık son on senede Ortadoğu'da yaşanan tüm gelişmelere kapsamlı bir biçimde ulaşılabilecektir.

Ortadoğu'da son yılların en önemli gelişmesi olarak tanımlanan Arap devrimleri süreci özellikle bölgenin siyasal dönüşümünü anlamak ve bu süreçteki dinamiklere vakıf olabilmek açısından büyük öneme sahiptir.

Önce Tunus'ta başlayan ve sonrasında Mısır, Libya ve Yemen'e sıçrayan halk hareketleri Suriye'de iç savaşa dönüşmüştür. Bu süreçte yaşanan gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda Mısır'ın Arap devrimleri bağlamındaki en önemli halka olduğu söylenebilir. Mısır, bölgesel politikalardaki etkinliği, kalabalık nüfusu ve ABD ve İsrail'in bölgesel çıkarları açısından taşıdığı önem itibariyle hem Arap rejimleri hem de küresel aktörlerce dikkatle takip edilmektedir. Bu yüzden 25 Ocak 2011'de başlayan ve Hüsnü Mübarek rejiminin çöküşüyle sonuçlanan devrimin ardından yaşanan gelişmelere dış aktörler müdahil olmuş ve ülkede demokratik bir düzene geçilmesi engellenmeye çalışılmıştır. Mısır'daki devrim sürecini anlamak Arap Baharı olarak da isimlendirilen demokratikleşme hareketini anlamak açısından önem taşımaktadır. Bu çerçevede Türkiye'de çıkan en yeni kitaplardan birisi yazarı olduğum Mısır Devrimi Sözlüğü'dür.

Mısır Devrimi Sözlüğü

Çalışmada Mısır devrimine dair bilinmesi gereken 50 madde kısa ve özlü biçimde incelenerek devrim süreci anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Hüsnü Mübarek, Yusuf ElKaradavi, Vael Ghonim gibi devrimde öne çıkan aktörlerin yanında Devrimci Sosyalistler, 6 Nisan Hareketi, Suudi Arabistan, ABD, El-Cezire ve El-Ahram gibi devrimde etkin rol oynamış grup, ülke ve unsurlar da analize dahil edilmiştir. Çalışmanın en önemli özelliği ise kaleme alındığı süre boyunca Mısır'daki gözlemlerle zenginleştirilen tespitlere ve devrim sürecindeki aktörlerle birebir yapılan görüşmelere yer vermesidir. Ayrıca çalışmanın ilk kısmındaki Mısır devriminin geçirdiği süreci anlatan giriş mahiyetindeki kapsamlı analiz özelde Mısır genel olarak da Arap devrimlerinin anlaşılması konusunda faydalı olacaktır.

Ortadoğu'nun kendi bölgesel dinamiklerini anlamanın yanında bu coğrafyaya ilgisi olan uluslararası aktörleri tanımak ve bu aktörlerin bölge siyasetlerini nasıl şekillendirdiğini anlamak da önem taşımaktadır. Amerika Birleşik Devletlerinin Ortadoğu'ya en yoğun bir biçimde müdahil olan dış aktör olduğu söylenebilir. Bu yüzden Washington'un bölge politikalarının şekillenmesinde ciddi etkisi olan İsrail lobisi unsurunun doğru bir biçimde öğrenilmesi hayati önem taşımaktadır.

İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası

Uluslararası İlişkiler alanında saygın iki profesör olan John J. Mearsheimer ve Stephen M. Walt'un İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası isimli çalışmaları bu konuda en objektif kaynaktır. Tam da bu hususi durumundan yayımlanma konusunda birçok yayınevinden olumsuz cevap alan yazarlar daha sonra Farrar, Straus ve Giroux adlı yayınevi ile anlaşarak kitabı yayınlatabilmişlerdir. Amerika'daki en güçlü hareketlerden olan İsrail lobisinin tanımını yapan yazarlar daha sonra ABD'nin özellikle dış politikadaki karar alma süreçlerinde lobinin etkin rolünü incelemişlerdir. Gözlemler, mülakatlar, istihbarat bilgileri ve araştırmalarla İsrail lobisinin Amerikan dış politikasının şekillenişindeki etkisini özellikle Ortadoğu siyaseti bağlamında gözler önüne seren çalışma bir taraftan Amerikan-İsrail işbirliğinin kodlarını barındırırken diğer taraftan da bölge siyasetinde dış aktörlerin etkisini açığa çıkarmaktadır. Kitabın vurgu yaptığı bir diğer nokta ise lobinin etkisi altında şekillenen Amerikan dış politikasının aslında ülke çıkarlarına aykırı olduğu ve gelecekte Amerika'nın küresel siyasetine olumsuz etkileri olacağıdır.


İsmail Numan Telci | 06 Ağustos 2014 | http://insanvehayat.com/farkli-yonleriyle-6-kitap-analizi/

Mücteba

AB'de Birlik Kurulabildiyse Bu Ortadoğu'da Daha Kolaydır



Bölgedeki son çatışmaların yaygınlığı ümitsizliğe sebep oldu. Gerçekten tablo çok ümitsiz mi görünüyor?

Bulunduğumuz coğrafyanın şartlarına bakarak bir ümitsizliğe düşme olduğu doğru. Böyle bir yapı içinde İslam toplumları nasıl toparlanacak, orta ve uzun vadede bile bir toparlanma olmayacak mı, konusunda yorumlar ve analizler bazen gerçekten can sıkıcı olabiliyor. Ancak unutmayalım ki Avrupa da bugüne ciddi karışıklık ve savaş döneminden çıkarak geldi. Avrupa merkezli Yüzyıl ve Otuzyıl savaşlarında kaç kişi öldü tam bilemiyoruz ancak yine Avrupa merkezli yaşanan Birinci Dünya Savaşı'nda 20 milyon ve İkinci Dünya Savaşlarında yaklaşık 70 milyon insan hayatını kaybetti. Bütün bunlara rağmen 1950'den sonra Avrupa'da birlik kurulabildi. Avrupa bundan ders almayı bildi.

Bölge için de aynı durum söz konusu mu?

Aslında Avrupa'da 16.yy'dan itibaren bir birlik kurma fikri vardı. Nihayet son yüzyılda vücut bulabildi. İslam coğrafyasında ise Avrupa kadar derin çatışmaların yaşanmadığını görüyoruz. Bazı mezhep çatışmaları yaşansa da bu Avrupa'da olduğu gibi toplumun geneline sirayet etmedi. Mevcut duruma bakarak İslam coğrafyasında bir bütünleşmenin Avrupa'dan daha kolay olabileceğini söyleyemesek de en azından bunun mümkün olduğunu ifade etmek gerekir.

O zaman ne bekleniliyor?

Bu biraz da coğrafyayı bütünleştirecek ülke ya da kişinin arayışı, bir tür kargaşa ve başıbozukluğu beraberinde getiriyor. Buna son verilmesi gerekiyor. Bunun liderliğini yapacak bir ülkeye çok ihtiyaç var. Hem siyasi pratikte hem de inanç ve itikad alanında ortaya çıkan anarşi ve başıbozukluk maalesef kaos ve kriz üretiyor. Bunu daha çok Selefi ve Harici guruplar yapıyor. Son zamanlarda Selefi örgütlerinin artışı, İran'ın bir tehdit olarak algılanışı ve Şii-Selefi çatışması bölgenin istikrarsızlaşmasını hızlandırdı.

Bütün İslam coğrafyasını bu iki grup mu karıştırıyor?

İslam dünyasına bakıldığında aslında bu gruplar sayıca ciddi bir yekûn teşkil etmiyor. Bunu selefilerin İslam coğrafyasındaki toplam yerine baktığımızda görebiliyoruz. En fazla 100 milyon Şii ve 30 milyon Selefi üzerinden istikrarsızlaştırılan ve parçalanmış gösterilen; yanlış bir İslam dünyası profili çiziliyor. 1.6 milyar Müslüman dünya içinde 130 milyonun böyle görünmesi ya da gösterilmesinin arkasında, askeri olarak İran'ın din ve siyaseti birleştirerek bunu devlet politikası haline getirmesi ve arkasında zengin Suudi hanedanının selefileri desteklemesi var.

Asıl unsurların durumunu konuşacak olursak

Marjinal grupların istikrarsızlaştırdığı farklı örgütler İslam coğrafyasında farklı isimlerle anılsa da o bölgenin asıl Müslüman unsurlarının çatışma ve bölünmelerle hiçbir alakasının olmadığı görülüyor. Şii ve Selefilerin para ve devlet gücü ile bütün diğer kaynaklarını kullanarak elde ettikleri güç karşısında dengeleyici bir devletin olmaması problem olarak gözüküyor. İlk başta daha demokrat bir Suriye için başlayan mücadeleye Lübnan'daki Hizbullah'ın ve İran'ın dâhil olmasıyla iş, mezhebî bir çatışmaya dönüştü. Sünni ve Şiiler arasındaki savaşa dönüştü.

Bu durum, İslam dünyasındaki Sünni-Şii gerilimini tetikledi.

Türkiye'nin bölgedeki görünümü nasıl?

Türkiye'nin görünümü meselesini iki yönlü düşünmek gerekir. Hükümetler nezdinde zaten Arap Baharı öncesinde de Türkiye'ye karşı durum çok olumlu sayılmadı. Özellikle Mısır ve Suudi Arabistan'ın liderliğini yaptığı grupta böyleydi.

Ancak bunlar bile çok fazla dillendiremiyorlar; Türkiye'ye açıktan muhalefet edemiyorlardı.

Ancak Arap ve İslam dünyasında halklar nezdinde Türkiye inanılmaz bir itibara sahipti. Hadiselerin çıkması ile pozisyonlar yeniden belirlendi ve yaşanan kırılma ve kamplaşma tabana da yansıdı. Mesela bir Suriye meselesinde İslam dünyası kimin haklı olduğuna ve nerede pozisyon alacağına uzun süre karar veremedi. İnsanlar ikilemde kaldılar. Bu Batının bir komplosu mu yoksa doğal gelişen bir hadise mi? Bu sebeple ilk başlarda Türkiye'nin tutumu da Arap kamuoyunda yani tabanda da destek kaybetmesine sebep olmuştu. Ama zaman içinde insanlar Esad'a karşı daha net bir düşünceye sahip oldular. Kimse Suriye dolayısıyla kalkıp Türkiye'yi suçlamıyor.

En azından geniş halk kesimleri için bunu söyleyebiliriz.
Maalesef bütün ülkeler Suriye krizine coğrafi yakınlıkları ölçüsünde taraf oldular. Türkiye problemden en fazla etkilenen ülke oldu. Suriye problemi ortaya çıkmadan, Arap Baharı denen süreç başlamadan önce İslam coğrafyasında Türkiye'nin yükselen bir profili vardı. Maalesef Mısır ve Suriye'de yaşananlar Türkiye'nin görünümünü olumsuz etkiledi.

Sizce hadiseler komplo mu, doğal süreç mi?

Tunus ve Mısır'daki hadiseler doğal ve hızlı gelişti. Ancak Libya'da sürecin ilerletilmesi açısından ciddi dış müdahale oldu. Suriye'ye geldiğimizde ise sürecin ilerletilmesi ve çatışmalarla işin rayından çıkarılması hadisesinde belirgin bir dış müdahale vardı ve doğal bir süreç değildi. Batılı devletler sorunlu bir ilişkileri olan Suriye'deki rejimi istemiyorlardı önce karıştırdılar ancak daha sonra hadiselerin seyrine bakarak ve İsrail'in de telkinleri ile bu fikirlerini gözden geçirdiklerini düşünüyorum. En azından sözde Esad karşıtlığı üzerine kurulu politikalarını fiiliyata dökmediler. Türkiye ise Batının bu hızlı dönüşümüne bakıp politikasını değiştirmek istemedi. Türkiye'nin hareket noktası Suriye'nin demokratik değişimi, yaşanan insanlık dışı katliam ve Suriye halkının yaşadığı dram. Ayrıca en uzun sınıra sahip bir ülke olması ve Suriye muhalefetinin Türkiye'de örgütlenmiş olması da bunda etkili oldu. Ancak, sorunun çok boyutlu, enternasyonal bir sorun haline gelmesi Türkiye'nin etkileme imkanını azalttı. Ortaya çıkan boşluktan İran ve Rusya'nın faydalanması ve doğrudan oyuna dahil olması da Türkiye'nin etkileme imkanlarını azaltan faktörler oldu. Zaman içinde giderek Rusya ve İran karşısında muhalefeti destekleyen yalnız bir Türkiye fotoğrafı ortaya çıktı. Batılı devletler günü kurtaracak sadece sözde ya da toplantılarda el kaldırma şeklindeki politikalarına devam ettirirken, Türkiye kısa bir sürede çözülecek gibi görünmeyen bir problemin sadece olumsuzluklarını yaşamaya devam etti.

Irak'taki süreç nasıl devam edecek?

Türkiye için Irak'ta ortaya çıkan durum yeni bir faktörün sürece dahil olması anlamına geliyor. IŞID denen örgüt Suriye çatışmasında da rol oynamış olsa da Irak ordusu karşısında kısa bir sürede bir alan hakimiyeti kazanmış olmaları bizleri oldukça enteresan bir durumla karşı karşıya bıraktı. Dolayısıyla Irak hadiselerine doğrudan müdahil olmasının Türkiye'nin yararına olmadığını düşünüyorum. IŞID hadisesi bir kışkırtma hadisesi de olabilir. Ben şuanda önemli bir eşikte olduğumuzu hadiselerin çözülememesi ve soruna dahil olmamız halinde sadece Şii dünya ile değil Sünnilerle de yeni bir ayrışma yaşayabileceğimizi düşünüyorum. Diğer taraftan Sünnilere destek verilmesi Sünni Şii denkleminde farklı bir ayrışmanın tarafı haline gelme ihtimalimizi gündeme getirebilir. Onun için Türkiye'nin ne kadar başarılı bir kriz yönetimi uygulayacağını zaman gösterecek. Rehine krizi, mezhep ayaklanması gibi hadiselerin her birinin ayrıca bir tuzak olabileceğini de görmek lazım. Bu tuzaklardan birine ya da bir kaçına düşmek Türkiye'nin Islam dünyasını birleştirme pozisyonunu da riske sokabilir. Çünkü Türkiye'den başka bu potansiyele sahip bir ülke olmadığı için ayağını kaydırmak, açığa düşürmek için çaba sarf eden birden fazla ülke olduğunu unutmamak gerekiyor.

Türkiye'nin bölgedeki itibarı ya da itibarsızlığı ne manaya geliyor?

Halk nezdindeki itibarınız siyasetçiler nezdinde ki itibarınız manasına gelmiyor. Islam dünyasına liderlik edebilecek tarihi ve coğrafi şartları müsait ülke sayısı çok az. Türkiye bu ülkelerin başında geliyor. Batı dünyası bunu iyi bildiği için bunu ertelemeye ya da gündemden düşürmek için istikrarsızlaştırmaya çalışıyor. Bunun yanında bölge ile fiziksel, psikolojik, siyasal ve insani temasını kesmek için bu krizler kullanılıyor. Bu hadiselerin ister üçüncü ülkelerin müdahalesi ile olduğunu düşünelim, isterse doğal şartların bir sonucu olarak görelim; son hadiseler Türkiye'nin bölge ile sosyal, siyasî, fizikî ve insanî olarak temasını zora soktu. Bana göre kısa vadede bizi dehşete düşüren ve kaygılandıran, yaşadığımız bu olumsuzlukların uzun vadede mutlaka üstesinden gelinecektir. Netice olarak Batı dünyası bugün Islam dünyasının yaşadıklarının çok daha fazlasını daha dehşetli şekilde yaşadı ve üstesinden geldi. Islam dünyası da bu problemlerin üstesinden gelip ortak bir noktada buluşabilir.


Ferhat Kaya | 06 Ağustos 2014 | http://insanvehayat.com/abde-birlik-kurulabildiyse-bu-ortadoguda-daha-kolaydir/