Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Anlat Anlatabilirsen

Başlatan garsli36, 16 Ekim 2012, 00:55:17

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

garsli36

ANLAT ANLATABİLİRSEN


             Kor ateş üzerinde, demliğin içinde suyun kaynadığı gibi, evren’in içerisinde dünya, dünya’nın içerisinde de özellikle ‘Orta Doğu’ diye tabir edilen bölge fokur fokur kaynıyor.

             Bundan birkaç ay evvel okuduğum usta yazar Cengiz AYTMATOV ‘Gün Olur Asra Bedel’ isimli ölümsüz eserinde ‘Orman-Göğsü’ adını verdiği, içerisinde mavi saçlı insan görünümlü canlıların yaşadığı bir gezegen kurgulamış. Bu gezegende yaşayanların tamamı sadece ve sadece gezegenlerinin refahı için emek harcıyorlar. Kendi gezegenlerinden bakınca dünya hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olamadıkları için, uzay üssünde çalışan dünyalı iki astronot ile iletişim kuruyorlar ve astronotları kendi gezegenlerine davet ediyorlar. Astronotlar ‘Orman-Göğsü’ gezegenine gidip, oradaki, yaşamın inceliklerine, değer yargılarına tanıklık edince dünya’yı anlatmaktan adeta haya ediyorlar.

            Hiç şüphesiz usta yazar AYTMATOV isteseydi o iki astronotun dilinden dünya’nın ahvalini izah edebilirdi. Fakat bunu yapmamış, eserin okuyucusunu bu noktada düşünmeye sevk etmiştir. Adı geçen eserde kurgu biçiminde anlatılan gezegen, eser içerisinde aralara serpiştirilmiş, kısa birkaç bölümden oluşmaktadır. Eserde işlenen ana konu ise çok farklıdır. Usta yazardan ve eserinden söz etmişken, eseride okumanızı tavsiye ederim.

            AYTMATOV dünya’nın ahvalini o iki astronotun dilinden izah etmemiş, okuyucuyu düşünmeye sevk etmiştir, dedim ya;  nacizhane kendi düşüncelerimi siz saygıdeğer okurlarımla paylaşmak istiyorum.

            Yüce güç sahibi, alemlerin Rabb’i Allah azze ve celle hazretleri  “Kün-Ol!”  emri ile Ademoğlunu dünya’ya göndermeden milyonlarca yıl evvel dünya’yı yaratmıştı.

İnsanoğlu dünya’ya indirilmeden hatta yaratılmadan öncede dünyada kan dökücü bazı varlıkların yaşadığını yüce Kur’an’ımızda zikredilen şu ayet-i celileden öğreniyoruz:

            “Yâd et o zamanı ki, Rabbin meleklere «Ben yeryüzünde muhakkak bir halife kılacağım» diye buyurmuştu. Melekler de, «Yeryüzünde fesad çıkaracak, kanlar dökecek kimseyi mi yaratacaksın? Bizler ise Sana hamd ile tesbih eder, Seni takdîs eyleriz» demişlerdi. «Şüphe yok ki sizin bilmeyeceğiniz şeyleri Ben bilirim,» diye buyurmuştur” (Bakara Suresi 30. Ayet)

             Tefsir kitaplarına bakıldığında yeryüzünde kan dökmüş olan bazı kavimlerden bahsedildiği ve meleklelerin de buna binaen bu şekilde bir cevap verdikleri görülecektir. Demek ki insanoğlu yaratılmadan evvelde yeryüzünde kan dökülüyormuş. Allah (c.c) Adem’i (a.s) yaratıp O’na eşyanın ismini öğretikten sonra, eş olarak da Havva Anamızı halk etmiş ve malum olay vuku buluncaya kadar cennette mutlu, mesut bir hayat yaşamalarını temin etmiştir. Malum hadise yaşandıktan sonra Rabb’imiz Adem Babamızı ve Havva anamızı cennetten çıkararak dünya’ya indirmiştir. Bu yolculuk nasıl gerçekleştiğini bizim aklımızın alması pek mümkün değildir. Resulullah (s.a.v) Efendimizin Mi’rac yolculuğuna inanıp, iman ettiğimiz gibi, buna da inanıp, iman ediyoruz. Olayların nasıl cereyan ettiğini hiç şüphesiz Mevla’mız bilir. Bizler ancak bize haber verilene iman etmekle mükellefiz. Adem Babamız mahzun, Havva Anamız üzgün birbirlerinden ayrı olarak indirildikleri yeryüzünde yıllarca, belki de asırlarca tevbe ederek dolanıp durmuşlar. Alimlerimizin eserlerinden okuduklarımıza göre Adem Babamızla Havva Anamız Hindistan’ın Serendip adasında tevbeleri kabul edilmiş bir vaziyette kavuşmuşlardır. Bu kavuşmadan sonra dünya hayatına katlanmaktan başka çare olmadığını anlayarak yaşamaya devam etmişler. Zaman içerisinde her batında ikiz olmak üzere çocukları dünya’ya gelmiş. Ta ki Şit’e (a.s) kadar. Şit (a.s) tek olarak dünya’ya gözlerini açmış. İnsanoğlu yeryüzünde çoğalmaya başlayınca Allah (c.c) Adem’i (a.s) ilk peygamber olarak vazifelendirmiştir. O zamanki şeriate göre ikiz çocuklar çaprazlama olarak evlenebiliyorlardı. Habil’in ikizi ile Kabil, Kabil’in ikizi ile Habil’in evlnemeleri icap ederken; Kabil kendi ikizi olan bazı kaynaklarda adı İklima olarak geçen kız kardeşiyle evlenmek istediğinden bu duruma karşı çıkmıştır. Netice itibariyle Şeytan’ın vesvesesiyle nefsine uyup, şehvetine mağlup olarak kardeşi Habil’i katletmiş ve yeryüzünde insanoğlunun ilk kan akıtması da bu şekilde gerçekleşmiştir.

            İlk cinayetten çağımıza kadar kaç yıl geçtiğini bilmiyoruz. Ama o tarihten günümüze kadar kurulmuş olan onlarca medeniyetten haberimiz var. Bu medeniyetlerden birçoğunun kan üzerine inşa edildiğini de yine o dönemlere ait bulgulardan öğreniyoruz. Bu bulgular bazen bir yeraltı şehri olarak karşımıza çıkıyor, bazen taşlara kazılmış kitabeler olarak. Bazen kayalara yontulmuş resimler olarak karşımıza çıkıyor, bazen derilere, kağıtlara yazılmış notlar olarak... Her ne şekilde karşımıza çıkarsa çıksın illaki bir kan izi, işkence izi, ve zulümle karşılaşıyoruz. Bu kaynaklardan anladığımıza göre; insanoğlu yeryüzünde çoğaldıkça azmış, azdıkça Allah (c.c) onları hak yola davet etmek üzere peygamberler göndermiş. Rabb’imizin her kavme peygamber gönderdiğini yine bazı ayet-i celilerden ve hadis-i şeriflerden öğreniyoruz. Her ne kadar Kur’an’da yirimi beş peygamber ve peygamber mi veli mi oldukları şüpheli olan üç mübarek zattan söz edilse de hadislerde yüz yirmi dört bin ve ya iki yüz yirmi dört bin peygamber gönderildiği haber verilmiştir. Biz bu peygamberlerin tamamına inanıyor, iman ediyoruz. Bu peygamberlerden bazıları yeni şeriatlerle gönderilmiş, bazıları kendisinden önceki şeriati anlatmakla vazifelendirilmiş. Bazılarına iman edenlerin sayısı bir hayli fazla olmuş, bazılarına hiç iman eden dahi olmamış. Yine bu peygamberlerin içerisinde ulül azım diye nitelendirilenlerde olmuştur. Hatta bazı peygamberlerin kendi kavimleri tarafından katledilerek şehadet mertebesine ulaştıklarını da okuyoruz.

            İnsanoğlu yaratıldığı günden beri en azgın çağını yaşamaya başlamıştı. Asr-ı  Cehalet diye anılan o karanlık çağda, kendi kızlarını diri diri toprağa gömenler, kendi elleriyle yaptıkları putlara, yaktıkları ateşlere tapanlar, aynı anda kırk-elli kadınla evlilik hayatı yaşayanlar, sırf zevk olsun diye hizmetçisine, kölesine eziyet edenler, bununla da yetinmeyip nice nice köleleri yem olarak diri diri, azılı hayvanların önlerine atanlar ve zerre kadar pişmanlık, nedamet, acıma hissi duymayan gaddar ötesi insan(!)lar vardı.

             Böylesine azılı bir dönemde Allah (c.c) alemlere rahmet, hazreti Muhammed Mustafa’yı (s.a.v) bütün insanlığa peygamber olarak gönderiyordu. Hem de öyle bir peygamber ki; getirdiği şeriat kıyamete dek sürecek bir peygamber. Kendisine iman edenlerin dünya ve ahirette saadet ve selamete erişeceği bir peygamber. Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v) fiilen yirmi üç yıl süren peygaberlik süresince yukarıda bahsetmeye çalıştığım korkunç cinayetleri işleyenleri içlerinde bulundukları karanlıklardan, bataklıklardan, tabir-i caizse cehennem çukurlarından çıkarıp cennet bahçelerine kavuşmalarına vesile oldu. Veda haccında Allah’tan aldığı emirleri hakkı ile insanlara tebliği ettiğini toplanan sahabelerine ilan ettikten sonra şahadet parmağını kaldırarak üç kere “Şahit ol ya Rab!” diyerek vazifesini yaptığına hem sahabelerini hem de Allah’ı şahit tuttu. Bizler Peygamberimizi dünya gözü ile göremedik, fakat O’nu görerek iman edenler gibi, görmeden iman ettik. O’nu görüp şahit olanlar gibi, görmeden şahit olduk ki; her vesile ile okuduğumuz Kelime-i Şehadet’in manası da açıktır.

             Evet alemlere rahmet Nebi’ye iman edenler dünya ve ahiret saadetine ulaştılar/ulaşırlar.

             Her beşer gibi dünyada kendisine biçilen ömür bitip, ecel saati gelince Peygamberimizde irtihal buyurdular. O’nun irtihalinden sonra İslam yayıldıkça yayıldı. İman edenlerin sayısı arttıkça arttı. Müslümanlar gittikleri her beldeye huzurunda beraber götürdüler. İslam ile abad olan ülkeleri tarih kitaplarından okuyup, öğrenmek zor olmasa gerek. Fakat dünyada hiçbir şey baki ve kalıcı olmadığından on dört asrı aşkın bir zamanda kurulan islam devletleri, belli bir zaman hayatiyetlerini devam ettirdikten sonra yıkılmaktan kurtulamadılar. Devletler yıkıldı belki, ama islam ilk günkü gibi dipdiri duruyor ve ilk günkü gibi insanlığı kurtuluşa ulaştırmaya devam ediyor...

            Gelelim yaşadığımız çağa. Çağımızda islam ile müşerref olduklarını, zulmetten sıyrılıp kurtuluşa kavuştuklarını söyleyen müslümanlar tabiri caizse tam bir ‘kan gölü’nün içerisinde çırpınmaktalar. Müslümanlar Enerji Kaynakaları’nın büyük bir bölümünü ellerinde bulundurmasına rağmen, dışarıdan gelecek en ufak bir yardıma muhtaç durumdalar. Müslümanların içlerinde bulunduğu acziyeti anlamak bakımından yakın tarihi, okumak, günlük olarak yazılı ve görsel medyayı takip etmek yeterli olur. Mesela Filistin yıllardır İsrail zulmü altında inim inim inlemekte. Gün geçmiyor ki Fislistin’li bir direnişçi, İsrail’li bir askerin tartaklamasına, hakaretine maruz kalmasın. Bunca zulme karşı birlik olup karşı koymak yerine kendi içlerinde bile değişik guruplara ve hiziplere ayrılmışlar, çatışır hale gelmişler... Irak’ta ise ABD’nin işgalinden sonra taşlar bir türlü yerine oturmamış, sular durulmak bilmemiş durumda. Her geçen gün gelen bombalı saldırılara bakılırsa durulacağada benzemiyor... Libya’da uzun yıllar ülkeyi idare eden ‘diktatör’ denilen Kaddafi’nin tekme tokat dövülerek öldürülmesinden sonra, ülkede kimlerin cirit attığı belli değil. Halk muhtemelen Kaddafi’li günleri özler durumdadır... Mısır’da kırk yıl devleti yöneten Mübarek iktidardan uzaklaştırıldı, karışıklıklar devam ediyor... Afrika kıtasında Somali, Sudan, Etiyopya, Gana, Çad ve daha adını duymadığımız nice ülkelerde insanlar açlık ve kuraklık altında kendilerine uzanacak yardım ellerini bekliyorlar. Allah’tan Rmazan-ı Şerif ayı ve Kurban Bayramı var. Aksi halde hatırlanacakları da yok. Son dönemlerde ekranlardaki ‘kurban kampayası’ reklamlarına dikkat edin. Kurban ve zekat olmasa nasıl yardım toplarlar acaba? Yeri gelmişken ifade edelim, yardım eden Müslümanların da bu noktada çok dikkatli davranmları icap eder. “Aman canım ne olcak! Bir Kurban değil mi, verdim gitti” gibi laflarla geçiştirilecek bir vecibe değildir kurban. Verdiğiniz kurbanların takipçisi olun. Bağış yaptığınız kurum ve kuruluşların o bölgelerde kesim alanları var mıdır? Topladıkları kurbanları zamanında şartlarına uygun olarak kesiyorlar mı? Dağıtım organizasyonları nasıl? Gerçekten bağışlanan kurbanlar oradaki halka ulaşıyor mu? Gibi benzeri sorulara tatmin edici cevaplar almadan bağışta bulunmayın... Suriye iç savaşın pençesine düştü, bu durumdan nasıl kurtulur belli değil... Türkiye ise bir Arap Baharı estirme sevdasına kapıldı ki, Allah edede o rüzgarda savrulmaya... Afganistan, Pakistan, Çeçenistan ve daha nice ülkeleri anlatmaya dilim varmıyor...

            Birbirlerlerine dost olması, her türlü yardımı yapması, desteği vermesi icap eden müslümanlar Maalesef birbirlerinin kuyusunu kazar durumda. Birde ellerinde emperyalist güçlerin tokmaklarını enselerinde hisseden müslüman ülkelerin bellerini doğrultması pek mümkün görünmüyor...

            Bir müslüman olarak dünya’nın ahvaline müslümanların gözünden bakmaya çalıştım. Gayri müslimlerin durumlarını anlatmaya başlarsam bir bu kadar daha yazmam icap eder. Onların durumunu iki cümleyle özetlemekle yetineceğim. Ekonomik olarak abad olmuşlar ve birbirlerini birçok alanda destekliyorlar. Fakat ahlaki olarak hiçbir değer yargıları yok. Benim gibi diyar-ı gurbette yaşayanlar durumun vahametini daha iyi anlayabilirler.

            Her yıl savunma sanayisi adı altında dünyada silaha ayrılan bütçenin yedi yüz elli milyar doları geçtiği söyleniyor. Bu rakamın onda, hatta yirmide biri tarıma, hayvancılığa, meskene, suya, velhasıl yaşamak için gerekli olan nesnelere ayrılsa dünya cennete döner.

            Yazımızın başına mevzuyu bağlayacak olursak; o iki astronottan birisi biz olsa idik, kendimize dahi itiraf etmeye zorlandığımız dünyanın ahvalini, bütün enerjilerini kendi gezegenlerinin refahı için harcayan Orman-Göğsü sakinlerine anlatabilir miydik?

            Dünya’nın terazisi kaymış, pek düzeleceğe de benzemiyor,

            Kafire kızmadan önce bir bak, müslüman müslümanı kırıyor...

            Yusuf Akkaya / Almanya