Cadı Kazanı ve Şiîlik Faaliyetleri

Başlatan Mücteba, 13 Nisan 2012, 10:29:46

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mücteba

Cadı Kazanı ve Şiîlik Faaliyetleri

Âşâyiş berkemâl diyenlere aldanmayınız. Ülkemiz şu anda bir cadı kazanı gibi fokurdamaktadır. PKK (Ermeni) terörü devam ediyor. Çeşitli yerlerde bombalar patlıyor. Dış güçler ve içteki yardakçıları etnik gruplar arasına girip fitne ve fesat tohumları ekiyor.

Hatay ilimizi, hele Antakya'yı çok severim. İmkanım olsa sık sık Antakyaya gitmek, hatta senenin bir kısmını orada geçirmek isterim.

Antakya, Lozan andlaşmasına tâbi olmadığı için orada çok canlı bir çeşitlilik vardır. Türkmenler, Hıristiyan Araplar (Mârunîler vs), Ermeniler, Kürtler, Çerkesler, Nuseyrîler, Yahudiler ve daha başka cemaat (Osmanlı tâbiriyle millet) orada birlikte yaşarlar.

Nuseyrî vatandaşlarımızdan bir kısmı Suriye'deki Nuseryî azınlık iktidarını destelemektedir. Hattâ bir rivayete göre iki bin beş yüz Türkiye Nuseyrîsi Suriyeye geçerek rejimin hizmetine girmiş.

Suriye'den kaçarak Türkiyeye sığınmış Sünnî Müslyümanların kamplardaki durumları parlak değilmiş. Bizim Nuseyrîler onlara pek iyi gözle bakmıyormuş.

İran Şiî uleması eskiden Nuseyrîliği İslamî bir fırka olarak kabul etmezdi. Sonra siyasî maksatlarla onları da Müslüman kabul ettiler.

Adana Nuseyrîlerinden bir kısmının Sünnîleştiklerini ve namaza başladıklarını biliyorum.

Suriyedeki durum yüzünden bir Ortadoğu savaşı patlayabilir ve ardından üçüncü dünya savaşı olarak genişleyebilir mi? Kâhin değilim ama havada savaş kokuları var. Tam tam sesleri geliyor kulaklarıma.

Bir tarafta İran ve Şiî dünyası, öbür tarafta Türkiye, Suudî Arabistan, Körfez ülkeleri ve ABD.

Suriye yüzünden çıkacak bir savaş Büyük Ortadoğu Projesi'nin hayata geçirilmesini kolaylaştıracaktır.

Sünnî Müslümanlar bu tuzağa düşerler mi?

Çok kolay düşerler... Vaktiyle İran ve İrak sekiz yıl boyunca savaşmadılar mı?

Osmanlı devleti Şiî İranla asırlar boyu savaşmamış olsaydı, bütün gücüyle Avrupa'ya yüklenecek ve Tevhid bayrağını çok uzak iklimlerde dalgalandırabilecekti.

Türkiyenin laik hükümetinin İran'daki yirmi milyon Sünnî için ne yaptığını bilmiyorum ama İran Şiî rejiminin Anadoludaki faaliyetlerinin bir kısmından haberim var.

Alevîleri Şiî yapmak istiyorlar.

Bir kısım tarikatlara el atmışlardır.

Seyyid ve Şerif ailelerini çekmeye çalışıyorlar.

Günümüzde Sünnî Müslümanlar, Şiîler kadar uyanık ve aktif değil.

İran devleti, Osmanlılarla yaptığı bir anlaşma ile Tahran'da bir Sünnî camii yapımına izin vermişti ve bu cami yapılmış, ibadete açılmıştı. Sonra kapandı, şu anda Şiî İslam Cumhuriyeti'nin başkentinde bir tek Sünnî camii yok. Aynı andlaşma ile Sünnî Osmanlı İslam devleti İstanbul'da bir Şiî camii açılmasına izin vermişti, o ise açık duruyor. Ülkemizdeki Şiî camileri hızla çoğalıyor. Bu gibi işlerde mütekabiliyet olması gerekmez mi?

Türkiye'deki Şiî faaliyetleri konusundaki nadir uzmanlardan biri, merhum Sadreddin Yüksel hocaefendinin mahdumu Müfid Yüksek beydir. Hükümetimiz ondan bir rapor istese ne iyi olur.

Ülkemizde çok güçlü cemaatler, tarikatlar, İslamî baskı grupları var ama onların en az onunun başkanlarını yılda bir kere bile bir çay sohbetinde bir araya toplayamazsınız. Hepsi mutlak bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir ve birbirleriyle buluşup konuşup müzakere etmezler, birlikte hareket etmek için bir plan ve program yapmazlar.

İnşaAllah Ortadoğuda bir Sünnî-Şiî savaşı çıkmaz.


Mehmet Şevket EYGİ - 13 Nisan 2012 Cuma

mazhar

              Muhammed Zâhid el-Kevseri “Min iberi't târih: El Keydü Lil İslam” adlı küçük hacimli ama aynı zamanda önemli eserinde 20'inci yüzyılın başlarında Behre veya Bohra denilen Ağa Han'a bağlı Şii İsmaili grubun Ezher'in Fatimilerle bağlarını ihya etmek için yoğun girişimlerde bulunduklarını ve amaçlarının yeniden birgün Ezher'i ele geçirmek oluğunu yazıyordu. Kevseri'nin uyarılarından yarım yüzyıl sonra Enver Sedat döneminde grup Mısır'da eski Fatimi eserlerini ihya etmek için harekete geçmiş, yatırımlar yapmış ve bazı tarihi mekanları almış ve restore etmişti. Mısır da buna turizm gelirleri açısından bakarak razı olmuştu. Kevseri Şiilerin umumen ötedenberi Ezher'e sızmak istediklerini ve bunlara karşı uyanık ve dikkatli olmanın gereğinden sözetmiştir. 'Hayat boşluk kaldırmaz, boşluk doldurulur' denmiştir.

Gerçekten de İmam Rabbani'nin özellikle Güney Hindistan Müslümanlarının Hind kültür ve gelenek deniziyle çevrili olarak bu havzanın içinde boğulma ve inançlarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını söylemesi yabana atılamayacak; zamanında yapılmış bir uyarıydı. Aynı uyarının zaman ötesi yankı ve yansımalarından birisi de Muhammed Yusuf Kandahlevi'nin Hayatu's Sahabe'yi yazmasıyla birlikte Hind Müslümanlarını sahabi modeliyle ve onların aşk ve şevkiyle yeniden gayrete getirme, diriltme hareketiydi. Hayatu's Sahabe bunun için yazılmıştı. Hayatu's Sahabe sadece ölü sineleri diriltmekle kalmamış aynı zamanda muhtemel teşeyyü dalgalarına karşı da barikat ve bariyer olmuştur. Güney Hindistan'da Müslümanlar azınlık olduklarından Hindu adet ve gelenekleri arasına sıkışıp kalmış ve onların arasında kaybolup gitme riski altındaydılar. Ve bu açıdan kendi inanç ve geleneklerine de yabancılaşıyorlardı.

Aynı şeyler Irak'ın güneyindeki sünniler için de geçerliydi. Bir zamanlar Basra gibi şehirlerin çoğunluğunu teşkil ederken zamanla azınlık durumuna düşmüşlerdi. Sünni ulemanın azlığı ve Şiilerin bu bölgeyi teşeyyü merkezi olarak üs ve pilot bölge seçmeleri yapıyı özellikle de demoğrafik yapıyı altüst etmiştir. İlk defa Iraklı bir takım kimseler buna Mısır'da Reşid Rıza'nın çıkarmış olduğu Menar dergisi vasıtasıyla dikkat çekmişlerdi. Bölgede yoğun bir şiileştirme kampanyası vardı.

Şia tarafından Askeri Türbesinin ve kendi tanımlarındaki Mehdi'nin dehliz ve girdabının bulunduğu ileri sürülen Samarra aslında tarihi bir Türk kenti idi ve Sünniliğin de merkezi olmasına rağmen Şiiler burayı 'kutsal eşikleri' barındırması itibarıyla özel bir itina göstermişler ve Şiileştirmek istemişlerdi. 19'uncu yüzyılda bu bölgenin Şiileştirilmesi için İran asıllı Ayetullah Şirazi Samarra'da bir şii havzası kurmak istemiştir. Ancak bölge ve yöre sakinlerinin Osmanlı'yı ikaz etmeleri ve uyarmaları üzerine Şirazi bölgeden çıkarılmışır. Ama bugün özellikle de ABD'nin bölgeyi işgalinden sonra Şirazi'nin yarım kalan misyonu başka bir şekilde ikmal edilmeye çalışılmaktadır. Bu tarihi girizgahtan sonra Ezher Şeyhi Muhammed Seyyid Tantavi'nin aldığı bir karara temas edelim. Sur şehrinin Şii Müftüsü Ali Emin'in başvurusu doğrultusunda Lübnan'lı Şii gençlerin Ezher'de okuyabilmelerinin önünü açmıştır. Tantavi Ezher'de dört mezhebin yanında az da ola Şii fıkhının okutulduğuna da temas etmiştir. Mahmut Şeltüt sekiz mezhebin meşruiyetine kail olmuş ve bunların da Ezher'de okutulmasının önünü açmıştı. Bununla birlikte bu projesi muattal durumdaydı.

Enver Sedat döneminde İran Şahı'nın Mısır'a sığınması ve İranla ilişilerin kötüleşmesi ile birlikte Takrip Kurumu'nun merkezi Kahire'den Tahran'a taşınmıştır. Bu dönemde de Takrip kurumu yakınlaştırmadan ziyade Şiileştirme rolü oynamıştır. Bir dönem Arap Birliği'nin Kahire'den taşınması gibi o da Sedat döneminde Kahire'den taşınmıştır.. M. Seyyid Tantavi sahabeye saygı ve hürmetin İslam'ın altıncı şartı olduğunu söylese de Şiilerin Ezher'de okuyabilmelerine izin vermesi yine de benzeri olmayan bir gelişmedir (1). Bunun ne getireceği ne götüreceği tartışılabilir olmakla birlikte belki de Ezher Şeyhi Tantavi bu yolla Şiilerin etkilenebileceğini ve Sünni haziresine kazandırılabileceğini düşünmüş olmalıdır. Lakin Ezher'in resmi doktrini olan ve Memlüklüler döneminden beri devam eden Eş'arilik kendi zemininde saldırı altındadır. Mısır Müftüsü Ali Cum'a da bir yazısında bu konuya temas etmiştir. Eş'ariyye..Ehlü's sünneti abre'l usur/Eş'arilik asırlar boyu Ehl-i sünneti temsil etmiştir başlıklı makalesinde Eş'ariliğin yoğun bir saldırı altında olduğunu ve karalanma kampanyasıyla karşı karşıya olduğunu söylemektedir (2). Öyleyse himmet bu alana hasredilmeli değil midir ? Böyle bir zeminde temellerin güçlendirilmesi gerekirken bir takım tehlikeli sulara açılmanın hikmetini anlamak zor olsa gerek.

Ezher böyle liberal adımlar atarken kimilerine göre Irak'ta ikinci Safevileştirme dalgası yaşanmaktadır. 2003 yılından itibaren Irak'la ilgili Safevilik dalgasından çok sözedildi. Çok ilginç ve unutulan bir gerçek şudur : İşgalden sonra hem ABD'nin ajandasında hem de İran'ın ajandasında Irak'ın şiileştirilmesi projesi vardır. Ancak elbetteki farklı hesaplar içindeydiler. Irak hem siyasi hem de içtimai olarak sünni dünyadan ve gelenekten koparılmak istenmiştir. Bu taktirde, yutulması daha kolay olacaktı. ABD'nin planı Necef'i kendisine bağlı bir şii merkez haline getirmekti. Ülkenin yönetimini de yine kendisine bağlı Şii siyasetçilere bırakmak istiyordu. İran ise kendi merkezli bir teşeyyü kampanyasının peşindeydi. Abdulmecid Hoi ile Muhammed Bakır el Hekim gibi iki önemli Şii din adamının öldürülmesi bu planlar arasındaki çatışmanın mahsülü idi.

Samarra Türbesine saldırıdan sonra yaşanan bir nevi iç savaş veya mezhep mücadelesi bir nevi durdu ise de henüz sönmemiş ve sona ermemiştir. Her an yeniden alevlenebilir.

Bu itibarla tarihi sürece kısaca bir gözatmakta fayda var. Şah İsmail şeyhlikten şahlığa terfi ettikten sonra 1501'de İran'ı kasri ve cebri bir şekilde şiileştirmesinin hemen ardından 1508 tarihinde hiç beklemeden Bağdat'a saldırmış ve bunun sonucunda Ebu Hanife Camii ve Şeyh Abdulkadir Geylani'nin türbesini yerle bir etmiştir. Şah İsmail çift kişiliğe sahipti. Bir taraftan rakik ibarelerle şiirler yazarken ve gönülleri kazanırken diğer taraftan da mezhep taassubuyla binleri hiç acımadan kılıçtan geçirmiştir. Edward Brown'a göre, kana susamış bir kişilikti. Askerleri ona ibadet derecesinde, taparcasına itaat ediyor ve zırh kuşanmadan cenge giriyor ve Şah İsmail'in kendilerini koruyacağına inanıyorlardı. 1501 yılında Tebriz'i ele geçirdiğinde halkını zorla Şiileştirmek istemiş ve bir kısım danışmanları buna karşı çıkmışlardır. Şehir halkının üçte ikisinin sünni olduğunu nazarı dikkate alarak bundan kaçınmasını salık vermişlerdi. Sünnilerin minberlerde ashaba dil uzatılmasına tahammül edemeyecekleri kendisine iletilmişti. Bunun üzerine aynen yüzyıllar sonrasında Bush'un veya Blair'in Bağdat'ı işgal ederken söylediklerini söyleyecektir :" Ben görevliyim. Allah ve masum imamlar benimle birliktedir. Kimseden de korkum yok.." Bundan sonra Şah İsmail, İranlıları dört halife ile sınamaya ve sınava çekmeye kalkışmıştı. Dört halifeye sövgü duyulduğunda hançerden kurtulmak isteyen kitleler hemen şu sloganı tekrarlayacaktır :" Piş bad, kem ma bad" 'Öncekiler helak oldu, sıra ileridekilerde' manasına gelen bir slogan söylüyorlardı. Bu ibareyi ve sloganı tekrarlamayanın ise vah haline. Hemen kellesini uçurulurdu. Başı vucudundan cüda edilirdi.

Şah İsmail'den sonra onun sülalesinden Birini Şah Abbas da yine ceddi ve dedesi Şah İsmail gibi Bağdat'a girmiş ve aynı şekilde İmam-ı A'zam Camii ile Geylani türbesini yerle bir etmiştir. Ve yardımcılarından Bağdat'lı sünnilerin bir kara listesini istemiştir ve kara listeye göre infazlar yapılmıştır. Müverrih Azzavi'ye göre kara listede olanların hepsi kılıçtan geçirilmiştir. Aslında Bağdatın işgalinden sonra da benzeri kara listeler tanzim edildi ve listeye alınanlar infaz edildi. Bir takım sünni ulemaya temsil de yapılmıştır.

SAFEVİLERİN KALINTILARI YAHUT ÇAĞDAŞ SAFEVİLER


Şah Abbas'dan beri gelen bazı Şii aileler var. Bunlardan birisi de Hekim hanedanlığıdır. Hekim ailesi aslına Burucerd'e dayanır. Burucerd İran'ın Loristan bölgesindedir. Bununla birlikte, soy soplarının Peygamberimizin torunu Hazreti Hasan'a dayandığını ileri sürürler. Cedleri ve dedeleri Mir Ali Murad Şah Birinci Şah Abbas'la birlikte ve onun maiyetinde Irak'ı işgal eden ordunun içinde bulunuyordu. Şah Abbas'ın özel hekimi idi. Dolayısıyla Hekim lakabı da hekimliğinden gelmektedir. Birinci Şah Abbas, Bağdat'tan ayrılmak istediğinde Mir Ali, Bağdat'ta kalmak için kendisinden izin istemiştir. Ve ölünceye kadar Bağdat'ta kalmıştır. Bugün Irak'ta yeni Safevilik akımıyla birlikte anılan Abdulaziz Hekim'in dedesi Mehdi Bin Salih Bin Ahmed, 1894 yılında Cebel-i Amil'de vefat etmiştir. Geriye Mahmut, Haşim ve Muhsin isminde evlatlar bırakmıştır. Muhsin el Hekim işte Irak'taki yeni Safevilik akımının başı Abdulaziz Hekim'in babasıdır. Bundan dolayı güney Irak'lı ve Şii olan Adil Hüseyin isimli zat İran'dan Irak'a dönüşünde öldürülen Abdulaziz Hekim'in büyük biraderi Muhammed Bakır el Hekim'in şeceresiyle ilgili şunları söyleyecektir :" Allah aşkına! Bizi savunan birisi hakkında ( Muhammed Bakır el Hekim ) ne dersin ! Babası Arap ( Lor, Farisi) hem Iraklı hem de İranlı. Annesi Lübnanlı Cebel-i Amil şiilerinden. Eşi ise Tebrizli bir Azeri Türk ailesinden geliyor. Çocukları ise kimliklerie bakacak olursanız İranlı. Babasından olma kardeşi Hintli. Kızı ise İranlı birisiyle evli. Sormak istiyorum; Bu aile kendi bütünlüğü içinde bir BM mi ? Güvenlik Konseyi mi ? UNİSEF mi ? Bize ne verebilir ? Ben güneyli bir şii olarak böyle bir adamı nasıl savunurum ve liderimiz olarak baştacı ederim? Ve Irak'a yabancı böyle bir şahsiyetin bizim meselelerimizi anlayacağına kani değilim. Hiçbir şekile kendisine güvenilmez. Bana yabancı. Babası Afrika'yı veya Türkistanı Çin Maçin'i fethetmiş olsa da ! Rehber'i kızdırmama pahasına Londra toplantısına katılmadı (savaş öncesi). Londra'ya rehberi kızdırmamak için gitmez ama her yıl ramazan aylarında Kuveyt'te zengin şiilerin sofrasında cer toplamayı kaçırmaz.

21'NCİ YÜZYILDA YENİ SAFEVİLİK

Aylık El Beyan dergisinde yazan Dr. Ferset Mer'a, 21'inci yüzyılda Şiiliğin, İran deviminden ve ABD'nin hasımlarını temizleyerek Irak'ta önlerini açmasından sonra yeni bir Safevilik dalgasının ve sayfasının açıldığını ve takiyye odaklı gizli bir kampanyanın yürütülüğüne inanıyor. Ve yeni Safevilerin de eski Safevilerin torunları ve devamı olduğuna dikkat çekiyor. Tarihi mazlumiyetten bahsettiklerini ve bunun üzerinde yeni kazanımlar elde etmeye çalıştıklarını ifade ediyor. İbrahim Caferi ve onun halefi Nuri Maliki'nin birlik ve beraberlik söylemleri arkasından büyük bir samimiyetsizlikle şiileştirme projesi yürüttüklerine inanıyor. Yazar bu kampanyayı üç marhaleden ibaret olarak görüyor.

BİRİNCİ MARHALE :
Ehl-i sünnetin ilmi, siyasi ve askeri kadrolarının elimine edilmesi ve tasfiye edilmesi. Kalanları da Remadi sahrasına sürmek.

İKİNCİ MARHALE:
Sünni ağırlıklı oan Diyala eyaletini ele geçirmek. Bu sağlanıdğında İran ile Irak arasında kara bağlantısı ve temas koridoru temin edilmiş olacaktır. Bunun akabinde Samarra'nın ele geçirilmesi. Mukteda Sadr grubundan Yasir Habib isimli zat açık bir biçimde Şiilerin Samarra'yı ele geçirmelerini ve burasını şiileştirmelerini istemiştir.

ÜÇÜNCÜ MARHALE:
Üçüncü ve son marhale ise Kerkük ve doğu bölgesinin ele geçirilmesidir. Böyle olunca İran-Irak sınırı Kürdistan bölgesinden sıyrılmış olacaktır. Böylece Irak'taki yeni Safeviler ne zaman ağabey konumundaki İran'dan yardım isteseler bu temas hattından lojistik destek sağlayabileceklerdir. Zaten bugün İran'ın çeşitli faaliyetler adı altında Irak'ta 50 bin istihbarat elemanı bulunmaktadır.

John Bolton gibi neoconlarla birlikte Irak'ın federal bir yapıya büründürülmesini savunan Abdulaziz Hekim Ürdün'de bulunduğu bir sırada Sünnilerle Şiiler arasında bir iç savaşın çıkması halinde galibiyetin kendilerinde olacağını söylemiştir. Bunun Şah İsmail'in söylediklerinden ne farkı var ? Elbette bu sözleri arkasındaki İran desteğini akla getirmektedir. Irak'ta yeni Safevilik akımının öncüleri arasında sayılan isimler arasında Barasa Camii İmamı Celal Sağir ve Necef Cuma İmamı ve Irak İslam Yüksek Konseyi üyesi Sadreddin Kabancı bulunmaktadır (3).

GÜNEYİ AYIRMA PLANI

El Ahram gazetesi İran'ın Irak'ın güneyini sair parçalarından ayırmak için yaptığı bir planı nazara vermektedir. El Ahram'ın yayınlamış olduğu rapora göre, güney bölgesinin aşiretleri İran'ın Irak'ı bölme planlarından rahatsızlıklarını dile getiriyor ve Mısır gibi ülkelerden sürece seyirci kalmamalarını ve müdahil olmalarını istiyorlar (4). Yani sünni dünyaya müracaat ediyorlar. Ve en fazla da insanların dikkatini çeken ABD'nin eski Bağdat Büyükelçisi Zalmay Halilzad'ın,' Afganistan ve Irak'ta İran'ın düşmanlarını bertaraf ettik işgal İran'ın işine yaradı' demesine mukabil İranlıların da, ' biz olmasaydık ve işbirliği yapmasaydık , Afganistan ve Irak istikrara kavuşmazdı ve İran'ın yardımları olmasaydı ABD iki ülkede de bataklığa saplanmıştı" diye böbürlenmeleri olmuştur (5).

İran Güvenlik Konseyi Başkanı Ali Laricani de ABD'nin Irak'tan çekilme takvimini açıklaması halinde ülkenin daha da istikrara kavuşması için ellerinen gelen yardımı esirgemeyeeklerini Financial Times gazetesine 2007 eylülünde beyan etmişir. Buradaki 'istikrar' ifadesinin sünni ağırlıklı direnişin bastırılması anlamına geldiği unutulmamalıdır. Ama iki taraf da (ABD ve İran) Kaide'yi kullanmasına rağmen sünni direnişi mahkum edebilmek için de yine Kaide referansına başvuruyorlar. Bazen de Sünni direnişçi olarak Saddamcıları gösteriyorlar.

Bu gizli gündemler meyvasını vermiş ve Ürdün Kralı Abdullah II'nin temas ettiği, Şii üçgeni tasavvur olmaktan çıkmış ve realite haline gelmiştir. Hatta Hey'etül ulema'nın Başkanı Haris e Dari'ye göre, hilal veya üçgen ifadesi de alınan mesafeyi izah etmekte yetersiz kalıyor. Hilal yerine Şii dolunay demek ona göre daha doğru bir tarif olacaktır. Evet, tarihin belirli kırılma dönemleri olabiliyor. Bu dönemlerde daha fazla dikatli ve hassas olmak gerekiyor. Aksi taktirde, Irak'taki gibi milyonlarca insanın telefinin yanında ülkenin etnik, dini ve siyasi yapısı da değişebilir.

1-El Müctema dergisi, 26/2/2008

2-25 Ocak 2008, l Ahram gazetesi

3-El Beyan dergisi Ocak 2008

4-Rapor için bak, El Ahram, 18/2/2008

5-El Ahram gazetesi, 26/2/2008
Mustafa Özcan.Gurabamecmusı.com

mazhar


Bağdat’ın kuzeyindeki Azamiye semtindeki, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin türbesinin bulunduğu İmam-ı Azam Ebu Hanife Camii’nde Cuma namazının kılınması güvenlik güçleri tarafından engellendi.



Bağdat’ta Cuma namazına engel
Irak güvenlik güçleri, Bağdat’taki İmam-ı Azam Ebu Hanife Camii’nde Cuma namazı kılınmasını engelledi. Bağdat’ın kuzeyindeki Azamiye semtinde, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin türbesinin bulunduğu İmam-ı Azam Ebu Hanife Camii’nde Cuma namazının kılınmasının güvenlik güçleri tarafından engellendiği bildirildi. Cami hoparlörlerinden yapılan anonsta, güvenlik güçlerinin namaz kılmak için camiye gelen insanların ve cami görevlilerinin camiye gelmesine müsaade etmediği, cami görevlilerinin ve cemaatin camiye ulaşmasının engellendiği için Cuma namazının kılınmayacağı ilan edildi. Güvenlik güçleri, önceki haftalarda İmam-ı Azam Camii’ne sadece Azamiye nüfusuna kayıtlı olanları alıyordu. Dün ise, Azamiye semtine girişlerde sadece Azamiye nüfusuna kayıtlı olanları alırken İmam-ı Azam Ebu Hanife Camii’ne hiç kimseyi almadığı gözlendi. Bağdat / aa 


BİR ÇOK ŞEHİRDE GÖSTERİLER DEVAM ETTİ
         


Öte yandan dün Irak’ın birçok şehrinde Cuma namazının ardından ‘’Son Fırsat Cuması’’ adı altında gösteriler düzenlendi. Bağdat, Ramadi, Felluce, Samarra, Musul, Kerkük, Bakuba ve Tikrit gibi birçok şehirde halk, “Son Fırsat (Maliki’ye son fırsat) Cuması’’ adı altında düzenlenen gösterilere katılmak için Cuma namazının kılınacağı meydanlara akın etti. Bağdat’ta arttırılan kontrol noktaları dikkati çekti. Maliki hükümetini protesto etmek için Cuma namazının kılınacağı yerlerde toplanmaya çalışan göstericilere güvenlik güçleri zorluk çıkarmaya çalıştı. Güvenlik güçlerinin başkent Bağdat’taki Sünnî çoğunluğa sahip Azamiye, Amiriye, Gazaliye, Dora ve Seydiye semtlerini kuşatarak, camilerin etrafında yoğun güvenlik tedbirleri aldığı görüldü. Bağdat’ın batısında bulunan ve Sünni çoğunluğa sahip El-Hadra ve El-Amiriye semtlerinin giriş çıkışlarının güvenlik güçleri tarafından kapatıldığı bildirildi. Bağdat’ta Sünnilerin çoğunlukta olduğu diğer semtlere girişler zorlaştırıldı. Bağdat’ın kuzeyindeki Tarmiye ve Taci bölgesinde de güvenlik güçlerinin camilerin çevresine konuşlandığı ve bazı camilerde Cuma namazının kılınmasında zorluk çıkardığı öğrenildi. Bu arada, ülkenin kuzeyinde bulunan Musul şehrinde güvenlik güçlerinin, Cuma namazını kılmak için şehrin doğusundaki Es-Sukker semtindeki El-Muheymin Camii’ne giden insanları da engellediği belirtildi.


MUSUL’DA GÖSTERİCİLERE ATEŞ AÇILDI: 1 ÖLÜ
         
Irak’ın Musul şehrinde Cuma namazından sonra düzenlenen Maliki karşıtı gösteriler sırasında polisin göstericilere açtığı ateş sonucu 1 kişinin öldüğü, 4 kişinin de yaralandığı bildirildi. Musul’da Cuma namazından sonra toplanan halk, Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’yi protesto etmek amacıyla şehir merkezinde gösteri düzenledi. Musul meydanını dolduran göstericiler, ‘’Yeter artık İran’ı takip etmeyin’’, ‘’Haksız uygulamalara son’’, ‘’Maliki istifa’’ sloganları attı. Polisle göstericiler arasında arbede yaşanması üzerine polis göstericilerin üzerine ateş açtı. Görgü şahitleri, güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu 1 göstericinin hayatını kaybettiğini, en az 4 kişinin de yaralandığını belirtti.

Yeni Asya

mazhar

#3
Yeni Safevilerin çöküşü

Allah'ın işine bakın! Ali Hameney 'Ortadoğu bizden sorulur' ve eski komutanlarından birisi ve Hamaney'in Askeri Danışmanı Yahya Rahim Safevi de 'İran'ın sınırları Lübnan kıyılarında biter' ve Kuveyt Emiri Şeyh Cabir de Tahran ziyareti sırasında veya öncesinde 'Hamaney hepimizin rehberidir' dediği günlerde, bölgedeki bütün dengeleri altüst eden bir toz bulutu koptu. Güç oyunu bozuyor. İran bütün cephelerde ve kanatlarda inişe ve çöküşe geçti. Yahya Rahim Safevi gibiler Ürdün Kralı II Abdullah Şii Hilalinden bahsettiği günlerde bu nitelemeyi kışkırtma olarak değerlendirmiş olabilir. Nitekim, başkası derse kışkırtma olur kendileri derse övünme babına girer. Safevilerin yeni sözcüsü Yahya Rahim Safevi, İran'ın tarihte üçüncü defadır sınırlarını Akdeniz kıyılarına kadar uzattığını söylemiştir. Acem mübalağası ve palavrası ile yarın Akdeniz'i İran gölü ilan ederek karşımıza çıkarlarsa, şaşırmayın! Nitekim, Hazar'a Kazvin veya Basra Körfezine Pers Körfezi dedikleri gibi.  Humeyni'nin ölümünün 25'inci yıldönümünde kabri başında yaptığı konuşmada Hamaney, Ortadoğu'da ve bölgede son sözü kendilerinin söylediğini ve düşmanlarının da Vehhabi ve Selefileri destekleyenler olduğunu ifade etmiştir. Geçmişte Nasibi dediklerine şimdi Vehhabi, tekfirci kulpu takıyorlar. Heyula gibiler. Kendilerini meşrulaştırıcı çok kalıba sahipler. 11 Eylül rejimiyle birlikte terörle mücadele kapsamında ABD'nin gizli ortağı olan Şii İran rejimi bölgeyi 'Şii Ortadoğu Projesi' çerçevesinde şekillendirmeye çalışıyor. Burada ağızlarındaki baklayı çıkartıyorlar. Demek ki ABD ve diğer emperyalist güçlerden izinden giderek; onların açık ve gizli destekleriyle Ortadoğu'yu kendilerine benzetmek istiyorlar. Fiilen de bugün Esat ve Maliki'yi İran ve Kasım Süleymani yönetiyor. Lübnan'da son söz yine onların.
¥
Vehhabileri destekleyenlerin düşmanları olduğu meselesine gelince. Buradan kendilerinden olmayan herkesi kastettikleri açık. Başta Suudi Arabistan ve Türkiye. Onlare göre, herkes kara kendileri ak pak! Türkiye başta Nasibilik olmak üzere bütün mahzurlu karelere veya kavramlar içine girer. Lakin diğer taraftan Hasan Ruhani'nin Türkiye ziyareti sırasında olduğu gibi, Türkiye'yi de terör tanımlarına ve bu tanım karşısındaki mücadelelerine ortak etme ve katma derdindeler. Bölgede yayılabilmek için en azından Türkiye'de nötr hale getirmek istiyorlar. Bundan dolayı ticaret üzerinden yemleme metodunu kullanıyorlar. Ruhani ziyareti sırasında Abdullah Gül'ün açıklamaları sanki Türkiye'nin de İran zaviyesine veya bakış açısına kilitlendiğini veya hapsolur gibi bir daralmaya girdiği görülüyor. Doğruysa, yazık olur. Maalesef Irak ve Suriye'de sürecin bu kadar kilitlenmesinin nedenlerinden birisi de Türkiye'nin pasif politikaları, onun ötesinde özellikle Irak'ta Sünnileri siyasi sürece katılmaya teşvik etmesidir. Bu politika yanlıştı ve geri tepmiş ve patlamıştır. Ben önceden uyarmış olayım. IŞİD'i bahane ederek; İran Irak'a dalacak olursa; (buna düşünmesine bile izin verilmemeli) Türkiye de misilleme olarak derhal Suriye'ye girmelidir. İslam düşmanı şımarıkları, dizginlemek lazım. İran balonunu patlatmanın vakti çoktan geldi. İran tek bir şeyden anlar o da güçtür. Anlasaydı Irak'ta İran ve ortakları Maliki, Sünnilerin siyasi sürece katılmalarını değerlendirebilirlerdi. Tersini yaparak Sünni devrimini tetiklediler. Sünni devrimi ye's ve öfkenin eseridir.  Ruhani ve genel olarak İranlılar, 11 Eylül ağzıyla konuşarak Sünnileri terörle damgalamaya çalışıyorlar. Sünnilerin siyasi sürece katılmalarına rağmen Tarık Haşimi gibi liderlerini terör suçlamasıyla dışladılar. Amaçları Sünnileri parya haline getirmekti. Halbuki, Sünniler İslam dünyasının ve Irak'ın vazgeçilmez ve temel taşıdır. Dağdan geldiler bağdakini kovuyorlar.  Şiilerin Sünnileri yönetme ehliyeti yoktur. İsrail gibi travmatik bir yapıları var. Modern Safeviler mezhepten ziyade hareket, asabiyet ve psikolojiyi temsil ediyor. Gittikleri yerde tezat üretirler ve yönettikleri yerde Sünnilere parya muamelesi yaparlar. Maliki'nin tek bir olumlu vasfından söz etmek mümkün müdür? Adamı yönlendiren yolsuzluk tutkusu ve Sünni fobisiydi. Ama onunki nefret doğuran nefret olmuştur.
¥
İsrail baş teröristtir. İran ise terör hamisi bir rejimdir. Bedir Tugayları, Kasım Süleymani, Hizbullah, Ebu'l Fadl Abbas ve Husiler birer terörist organizasyondur. İran da bunların hamisidir. Türkiye terör listesini açıklarken bunları da ihmal etmemelidir. Yoksa dış politikayı Haydar Baş'a teslim etsinler! Kendi ifadesiyle Akdeniz kıyılarına inmişse bu terör araçlarını kullanarak inmiştir. IŞİD terörist ve bizim diplomatlarımızı kaçırıyorsa İran ve Hizbullah Lübnan'da daha kaypak olanını yapmadı mı? Türkiye'nin dış politikasını THY pilotlarının üzerinden rehin almak istemişlerdir. İran ve Maliki gibi ortakları, Şiilerin zulmüyle baş etmeye çalışan kitleleri terör yaftasıyla karalamak ve sindirmek istiyorlar. Irak'a şaşı bakmamızı istiyorlar. Irak'ta yaşanan Sünni intifada ve devrimidir. IŞİD bu yapının sadece parçalarından birisi olabilir. Irak'ta olan biteni IŞİD'e mal etmek, Bush'un Irak'ı işgal etmek için Kaide'ye sarılmasına benzer. İran ana Kaide üssüdür. Kaide yokken Irak'a Kaide'yi getiren Bush'un kendisi olmuştur. Şiilik bir inanç meselesi olmaktan ziyade bir psikolojik durum ve konumdur. Bu karakterin haddi vasatı yoktur. Ya yenilirler ve sinerler, silikleşirler, kaypaklaşırlar ya da ceberut kesilirler. Bunun göstergelerinden birisi takiyyedir. Güç kazandıklarında başkalarına hayat hakkı tanımazlar. Irak'ta ve Suriye'de yaşandığı gibi. Ama Pers güneşi veya Humeyni imparatorluğu doğmadan ebediyen batıyor. El Cezire'de Faysal Kasım İran'ın Ortadoğu hayalini efsane olarak nitelendiriyor. Onu şişiren bizim iyi niyet ve iç genişliğimiz oldu. Onlar buna kimlik katliamlarıyla karşılık verdiler. Kasım, İran'ın Suriye cephesinde çöküşe geçtiğine dair bir analiz kaleme almış ve analizini büyük çapta Kuveytli İran uzmanı Abdullah Fehd Nefisi'ye dayandırmıştır (http://www.al-sharq.com/news/details/238682#.U5wZ4qtrPDc)
  2006'da Sünni dünyanın kahramanı olan Nasrullah şimdi Brütüs olmuştur. Maskeler inmiştir. Taha Düleymi de Nefisi'den sonra İran ekseninin Irak'ta da hızlı bir inişe geçtiğini analiz ediyor. Akıl için yol bir.  Demek ki Şii Hilali veya dolunayı pörsümüştür. Bu Şii aşağılama ve horlamaya karşı Sünni silkelenme hareketidir. Kadisiye'nin yeniden dirilişidir. İslam dünyasında fikri ve dini rehberi Sünnilikte, siyasi rehberlik de Türklerdedir. Süheyl Zekkar'ın dediği gibi Türklerin eli değmeden Ortadoğu durulmayacaktır. Yanlış tarafta duranlar önce kazanır sonra kaybederler. Doğru tarafta duranlar ise önce kaybederler sonra kazanırlar. Ve'lakibetü lilmüttakin.
http://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/mustafa-ozcan/yeni-safevilerin-cokusu-6470.html

mazhar

İran'ın hedefi; "Büyük Fars Devleti"ni kurmak

Irak'ta mesele sadece IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) meselesi değil... Yaşanan olayların birinci sorumlusu Nuri el-Maliki'dir. Nuri el Maliki işgalci Amerika'nın hazırlatıp Irak'ta sunduğu anayasa ile aldığı yetkileri, Irak'ın farklılıklarını dikkate alarak ülke bütünlüğünü oluşturma yerine kendine bağlı İran yanlısı bir Şii rejimi kurmanın gayreti içinde oldu..

Anayasa da Başbakan'a ordunun ve diğer bütün resmî silahlı güçlerin başkomutanlığının yanı sıra geniş yetkiler vermektedir. Anayasa ile kazandığı yetkilerle; Nuri el Maliki ve kadrosu;  devletin yetkili tüm makamlarına sadece kendisi ile işbirliği yapan Şiilerle donattı. 

Irak ordusu ve polis güçleri ile istihbarat tamamen Şiilere teslim edildi. Başkent Bağdat'ta tam anlamıyla bir Şii rejimi oluşturulurken; Sünnî Müslüman halkın yaşadığı şehirlerin yönetimi ve güvenliği de bu kadrolara verildi.

Sünni halkın yok sayıldığı ve devlet kadrolarından dışlandığı Irak'ta, Maliki kadrolarına karşı çıkan halk kitleleri silah gücüyle sindirilmeye başlayınca, hükümet karşıtı yeni silahlı örgütler oluştu.

Bu politikaların yanlış olduğunu ve ülkeyi bölünmenin eşiğine sürüklediğini savunan Sünni kesimin liderlerinden Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarik el Haşimi,Maliki hükümetinin hedefi oldu. Haşimi, önce tehdit edildi sonra suçlu ilan edildi. Canını kurtarmak için önce Mesut Barzani'nin kontrolündeki Kürt bölgesine sığındı, sonra da Türkiye'ye geçti.

Maliki'nin yanlışlarına dayanamayıp tepki gösteren sadece Sünniler değildi. Elindeki yetkileri insafsızca kullanarak ülkenin bölünmesine sebep olmakla suçlayan ve eleştiren Şii kesimin önemli isimlerinden Mukteda El Sadr'ı elindeki yargı ve silahlı gücü kullanarak tehdit eden El Maliki, Sadr'ı İran'a kaçmak zorunda bıraktı.

Maliki sadece Sünnileri değil, aynı zamanda kendi emrine girmeyi kabul etmeyip eleştiren Şiileri de dışlıyordu. Bu durum ülkede Maliki'ye karşı tepkiye ve terör olaylarının artmasına sebep oldu. Olaylar gün geçtikçe arttı ve ülke kontrolden çıktı.

Bir yanda El Maliki'nin yanlış tutumu, diğer yandan artan kanlı terör olayları bir mezhep ayırımcılığını beraberinde getirdi.

Irak'ta pek çok Sünni kendini siyasi olarak dışlanmış hissediyor. Önceleri Irak'ta tüm kesimler, teröre ve IŞİD'e karşı iken, Maliki'nin dışlayıcı ve ülkede Şii rejimi kurma girişimleri, IŞİD'in bölgede güç bulmasına sebep oldu ve bu yanlış tavırlar IŞİD milisleri için mükemmel bir beslenme zemini oluşturdu. Nitekim yıllardır sözü edilen, ülkenin Sünni ve Şii Araplarla Kürtler arasında üçe bölünmesi senaryosunun gerçekleşmeye başladığını hem görüyor, hem de yaşıyoruz.

Irak'taki son gelişmeleri en doğru değerlendirenlerden biri de Irak eski Devlet Başkanı Yardımcısı Tarık el Haşimi'dir.  IŞİD'in Musul'u ele geçirmesini ve ülkenin kuzeyinde hakimiyetini artırmasını "Ezilenlerin Devrimi" olarak nitelemiş ve "Yaşananlar Irak'ta ezilen ve dışlanan Sünni Arapların ayaklanmasıdır" demişti.

Şu bir gerçek; Ortadoğu'da olduğu gibi Irak'ta da dinamikler çok hızlı değişiyor ve bu coğrafyada her an her şey olabiliyor.

BÖLGE MEZHEP SAVAŞINA SÜRÜKLENİYOR!..

Aslında Irak'ta bölünme çoktandır başlamıştı... Fakat; tüm etnik ve dini unsurlar, kendilerini Irak'ın bir parçası olarak görüyordu. Bu gün ise ülkenin bütünlüğü yerine ayrılığı konuşuluyor. 

Gelinen noktada Nuri El Maliki hükümeti, Şiilerin silahlanarak orduya katılmaları yönündeki çağrıları; bir "Şii ordusu" kurmak anlamına geldiği için, diğer yandan ülkedeki Sünnilerin de Şiilere karşı IŞİD'e katılmalarına sebep oldu.

Ancak unutulmamalıdır ki; Nuri El Maliki Başbakanlığındaki hükümetin yanlış politikalarının arkasında İran derin devleti vardır. Kürtlerin de içinde olduğu Sünni kesim dışlanarak ülkenin tek sahibi ve hakimi kabul edilen Şii kesimin "Şii rejim" kurma faaliyetlerine İran da destek veriyor.

İran, Irak ordusunun "Şiilerin Ordusu"na dönüştürmesi için Irak Şii Maliki yönetimine büyük bir destek veriyor. İran'ın asıl hedefi  Irak'ı ve Suriye ile Lübnan'ı İranlaştırmak suretiyle Şii mezhebinin temsilcisi "Büyük Fars Devleti"ni kurmaktır.

Bu gizli emellerine ulaşabilmek için "Büyük Şeytan" olarak adlandırdığı Amerika başta olmak üzere Batılı emperyalistlerle yeni ittifak arayışı içine girmiştir. İran'ın "Irak konusunda işbirliği yapabiliriz" çağrısına, Başkan Obama "sadece Şii hükümeti destekle mahiyette müdahaleci olma" uyarısında bulundu.

Başkan Obama, ayrıca; İran'ın kuklası El Maliki'nin yardım çağrısına "silahlı değil, siyasi bir çözüm arayın" cevabıyla IŞİD'e karşı bir operasyon Sünni kesimi cezalandırma Maliki diktatörlüğü ve Şii kesimi ödüllendirmek anlamına geleceği düşüncesinden hareketle reddetmiş oldu. Böylece İran ve İran yanlısı Maliki yönetimi aradığını bulamadı.

Netice!..

Eğer; Irak'ta Sünni olmak demek, suçlu bir insan olmanız anlamına geliyor ise çatışmalar çok uzun süreli ve şiddetli olacak demektir.  El Maliki hükümeti de Sünni toplumuna karşı sürdürdüğü doğrudan ayrımcılık politikalarından ve İran, Irak'ı İranlaştırma emellerinden vazgeçmez ise hem Irak bölünecektir, hem de bölge bir mezhep savaşına sürüklenecektir. Böylece emperyalist güçlerin bin yıllık rüyası  gerçekleşmiş olacak ve bölge topyekûn cehenneme dönüşecektir. Buna sebep olanları ise, Allah affetmeyeceği gibi insanlık tarihi de lanetleyecektir.
Habervaktim.com.Mehmet Koçak.YeniAkit

amanbe

Bu yazıları okuyorum da sanki IŞİD Sünniler adına mücadele ediyormuş gibi bir izlenime kapılıyorum. Selefi-Vehhabi görüşündekiler ne zamandan beri Sünnileri savunmaya başladı. Kendilerinden başka sünni olsun şii olsun diğer müslümanları kafir sayan, türbeleri yıkan, sigara içenlerin parmaklarını kesen bir örgütün sünnilere ne faydası olabilir. Güneyimizde Pers bilmemnesine karşı Vehhabi bilmemnesinin olması bize ne faydası olabilir ki. Her ikisi de bizim için da dinimiz içinde tehlike. Bu yazarları anlayamıyorum.

mazhar

   Aman be kardeşim, Yukarıdaki yazılar daha çok  o çoğrafyada kim nedir ? ne değildir buna biraz olsun açıklık getiriyor...

Irak da "at izi it izine karışmış" durumda sizden ricam İŞİD hakkında bildiklerinizi bu sayfada paylaşırsanız en azından bizde bilmediklerimizi öğreniriz...

Paylaşılanlardan öyle yorumlar çıkar ki...
Selefi ve Vahhabileri savunan yazılar diye düşünmeyin...
Oynanan oyunları görmekte, bilmekte fayda var....