İnabahtı'nın İki Yüzü

Başlatan ıssızada, 09 Ocak 2012, 12:37:14

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

ıssızada

Fransa'nın tarihi en eskilere giden şehirlerinden biri olan Leon'dayız. Romalılardan
bu yana ciddi bir yerleşim merkezi olarak kullanılan Leon'un daha düne kadar
Fransa'nın en büyük şehri olduğunu ve tabiî ki Fransa'ya uzun yüzyıllar başkentlik
yaptığını hatırlıyoruz. Şehrin tam ortasında, yarı şahlandırdığı atının üzerinde
duran kişi Flip Ogüst. Yani Selahaddin Eyyübi'nin Kudüs'ü alması üzerine Haçlı
Seferine çıkan ünlü Fransız Kralı. İngiltere'den Kral Rişar ve Almanya'dan Frederik
Barbaros ile birlikte hareket edecek ve Kudüs'e geleceklerdir. Ama Selahaddin'in
hem üstün askeri dehası hemde insanlığı karşısında yerin dibine geçerek ülkelerine
geri döneceklerdir.

Leon'un tam ortasında şehre hakim bir tepe bulunuyor. Ve bu tepenin başında
da bir kartal yuvası edasıyla duran dev bir Bazilika. Oraya doğru tırmanıyoruz.
En nihayetinde yanına kadar geliyor ve içeriye giriyoruz. Her zamanki gibi loş
ve yanık mum kokan bir ortam. İçeride birçok çocuk, öğretmenleri ile bu dini
yapıyı ziyarete gelmişler. Başlarındakiler uzun uzun inançlarının detaylarını
ve duvarlardaki resimlerin manalarını anlatıyorlar. Bizim ülkemizde hiçbir okulun
bir camiye eğitim gezisine gitmediğini hatırlıyorum. Ve ardından duvarlardaki
resimleri incelemeye koyuluyorum. Yüzümü yapının kıblesi olan doğuya çevirmiş
sol tarafımdaki duvarı incelerken birden gözüm duvar üzerindeki devasa boyda
hazırlanmış mozaik resmin detaylarına takılıyor. Karşımda bir deniz var. Denizin
üstü haç motifli gemilerle kaplı. Önlerinde bir takım gemilerde batıyor vaziyette.
Batan gemilerdeki sarıklı, sakallı, nice asker sulara gömülüyor. Ve son olarak
sulara yarı yarıya gömülen üç hilalli bayrağı görüyorum. Hemen resmin yazılarına
bakıyorum. Öğrenmekte gecikmiyorum. Bazilika'nın neredeyse tüm sol cephesini
kaplayan bu mozaik resim, İnebahtı Deniz Savaşını ve tabiî ki Osmanlı'nın yenilgisini anlatıyor.
Bir başka seyahatim Almanya'ya doğru gerçekleşiyor. Frankfurt'a birkaç yüz km. uzaklıkta bulunan Regensburg şehrindeyim. Vaktimiz dar, pek bir yeri gezebilmiş değilim. Sokakların arasında hızla ilerlerken bir heykel dikkatimizi çekiyor. Yolların kavşağındaki bu heykel, kıyafetlerine bakılırsa bir yöneticiye ait. Sağ eli havada ve elinde birbirine bağlanmış ağaç parçaları tutuyor. Sol elinde bir kılıç var. Sol bacağıda biraz kalkık. Sanki ayağı ile bir şeye basar gibi bir hali var. Gözlerimizi aşağıya indirip sol ayağı altında duran şeye bakınca adeta ürperiyoruz. Bu bir insan başı. Hemde sarıklı, sakallı bir Osmanlı Paşası'na ait. Nefesimiz kesilecekmiş gibi oluyor ve heykelin altındaki kitabeyi okumaya başlıyoruz.

"Kayser 5.Karl'ın ve Barbara Blomberg'in oğlu, İspanya'nın, Stathalter'in
ve Hollanda'nın kralı Kral 2. Philip'in erkek kardeşi, Avusturyalı Don Juan.

24-02-1547 'de Regensburg'ta doğdu , 2-10-1578'de Namur'da öldü.

Mesina şehrinin senatosu o sene onu amiral olarak atadı. Ardından Birleşik İspanya'nın
amirali oldu. Lepanto'da Türk savaş gemilerini yenerek galip geldi.

7 Ekim 1571 de ki bu savaş aslında Hristiyanların İslam'a açtıkları bir savaştı.

Bu anıt buraya Regensburg şehrinin kuruluşunun 400. yıldönümü anısına dikilmiştir.
1978 "

Heykel kaidesinin diğer yüzlerine bakıyoruz. İnebahtı Deniz Savaşı'nın planlarını anlatan rölyeflerle kaplanmış. Karşımda İnebahtı Limanı var, çaresizlik içindeki Osmanlı Gemileri. Etrafları sarılmış ve bir bir yakılıyorlar. Ve karşımda Osmanlı Paşa'sının başını ayakları altına alan bir heykel. İster istemez o günlere gidiyorum. Sokullu Mehmet Paşa'nın Sadarette olduğu, Dünyanın Topkapı Sarayı'ndan yönetildiği günlere.

Yıl 1578. Osmanlı Devleti'nin zirveleri tuttuğu yıllar. Kanuni Sultan Süleyman vefat edeli 15 sene olmuş olmasına ama onun altın çağı sürüyor. Çünkü tüm kadro neredeyse aynı şekilde hala vazife başındalar. Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa, Mimar Koca Sinan, Şeyhülislam Ebu Suud Efendi ve diğerleri...


Avrupa, Osmanlı'nın bu hızlı ve istikrarlı ilerleyişi karşısında çaresiz. Her türlü
hileye başvurmalarına, adam kayırmadan, birini diğerine vurdurmaya kadar nice desiselerini ard arda deniyorlar ama kar etmiyor. Çünkü karşılarında yaşatmak için yaşan bir topluluk var. Başkasını kendine tercih eden bir anlayış. Ne yaparlarsa yapsınlar tüm hileleri bu anlayışa çarpıp çarpıp geri gidiyor.

O yıllarda karalarda olduğu kadar denizlerde de ciddi problemler yaşanıyor.Osmanlı Devleti'nin 1517 de Mısır'ı alması ile bir takım ticaret yolları Osmanlı Devleti'nin eline geçmiş ve Avrupa, Hindistan'dan gelen malların Osmanlı kanalı ile kendilerine ulaşmasını istemiyor. Yeni göç yolları aranıyor. Akdeniz'de ciddi bir Osmanlı hakimiyeti var. Preveze Deniz Zaferi kısa bir süre önce gerçekleşmiş. Kanuni'nin muhteşem Kaptan Paşası Barbaros, dev Haçlı Gemilerini al aşağı edivermiş. Anre Dorya çaresiz, Venedik, Ceneviz çaresiz Osmanlı'ya denizlerde de tabiliklerini bildiriyorlar. Buna rağmen Akdeniz'de hala birkaç üsleri var. Orada yapacaklarını yapmaya devam ediyorlar. Bunlardan en büyüğü Anadolu'nun tam karşısında uzanan
güzelim Kıbrıs, bir diğeri de uzaklarda ki Malta Adası.

Çevrelerine zarar verip başkalarının malını yağmalamayı hayatlarına ilke edinmiş,
Ortaçağ zihniyeti ile hareket edenler bu adalarda da rahat durmayacak ve çevrelerine
zarar vermeye devam edeceklerdir. O günlerde Hacılar Hicaz'a gitmek için genelde
deniz yolunu kullanmakta idiler. Dua ve niyazlarla çıkılan bu mukaddes yolda
karşılarına bu adalardan gelme korsanlar çıkınca hadiseler tatsızlığa sebep
olmuştur. Ve yine Peygamber Efendimiz'in Mübarek Halaları, bizim Hala Sultan
olarak adlandırdığımız bu büyük hanım sahabenin kabri yanındaki caminin de domuz
ahırı haline getirilmesi bardağı taşıran son damla olur.

Kıbrıs üzerine sefer yapılacak ve bu muhkem ada küffarın elinden alınacaktır. Kıbrıs o günlerde Şövalyelerin elindedir. Yavuz Sultan Selim'in Mısır'a girdiği günlerde Şövalyeler bu ada için Memlüklülere vergi ödemektedirler. Osmanlı Mısır'ı alınca bu kez Osmanlı'ya vergi ödemeye başlamışlardır. Ama artık iş çığırından çıkmıştır. Osmanlı Devleti kudretli bir devlettir. Donanması da bir hayli büyükçedir. Her ne kadar karşı tarafta Venedik ve Ceneviz gibi işi sadece deniz olan kuvvetler olsa da elbette ki dünyaya muvazene unsuru olacak bir devlet denizlerde de sözünü yürütmek isteyecektir. Bu amaçla Sancağı Şerif Lala Mustafa Paşa'ya verilir ve Kıbrıs üzerine Sefer-i Hümayun açılır. Bir yıl gibi bir sürede Kıbrıs Fethedilir ve Osmanlı Sancağı üzerinde dalgalanmaya başlar. Her önünden geçişlerinde top atışları ile selamladıkları Efendimiz'in mübarek halaları Hala Sultan içinde güzel bir külliye imar edilecektir.

Kıbrıs'ın alınması Avrupa'yı telaşlandırmıştır. Aynen tarihte İmadüddin Zengi'nin Urfa'yı, Selahaddin Eyyübi'nin Kudüs'ü almasında olduğu gibi yine bir Haçlı Seferine hazırlanacaklardır. Bu kez bütün bir Avrupa bu iş için adeta seferberlik ilan eder. Dev bir Haçlı Donanması hazırlanır. Osmanlı Donanması'da Akdeniz'e açılmıştır. Güçlüdür ve birazda bu kuvvet üstünlüklerine güvenmektdirler. İşte ne olduysa o zaman olur ve İnebahtı'da gafil yakalanan donanmamız yakılır.

Bu yenilgi Osmanlı ülkesinde şaşkınlıkla karşılanır. Böyle bir şey beklenmemektedir. Beklenmedik zafer Avrupa'da da büyük bir heyecan meydana getirecektir. Haftalarca süren şenlikler yaparlar. Akıllarına gelen her bir yere bu destanı kazımaya kalkarlar. Sırf bu konuyu işledikleri, hemde ciddi şekilde seviyesiz heykeller sipariş edilir ve şehirlerinin birçok yerini bunlarla süslerler. Aslında biraz acele etmektedirler. Çünkü Osmanlı Devleti Karlofça sonrasında bir daha belini doğrultamayacak olan devlet değildir daha. Tarih şahittir ki onlar 2.Viyana Bozgunu sonrasında da bu derece sevinecek ve sürüler halinde Osmanlı'nın üzerine üşüşeceklerdir. Ve bu koca yiğit bir daha kendisine gelemeyecektir. Fakat bu acı günlerin yaşanması için daha bir yüzyıl geçmesi gerekecektir.

Topkapı Sarayı'nda heyecanlı görüşmeler yaşanmaktadır. Kubbealtında demir gibi sağlam ve yerinde kararlılıkla duran bir adam toplantıya katılan nice vezirin aksine oldukça sakindir. Bu kişi Sokullu Mehmet Paşa'dan başkası değildir. O sırada orada bulunan Kaptan Paşa, Kılıç lakaplı Uluç Ali Reis'in bile yüzünde endişe çizgileri hakimdir. Sokullu, kendisi ile yaptığı görüşmede, endişeye mahal olmadığını izah eder ve hemen o yıl, inebahtı'da yakılan donanmanın yerine bir yenisinin yapılmasını emreder. Kılıç Ali Reis bunun nasıl olacağını sorar. Sokullu bunun üzerine paşaya eğilerek, -" Paşa paşa bu devlet o kadar güçlü ve kuvvetlidir ki isterse bir sene içinde yelkenleri atlastan, direkleri altından gemiler yapmaya muktedirdir." cevabını verecektir.

Aynı Sokullu'nun dışa karşı da tavrı değişmez. Divan-ı Hümayun'un kapısında görüşmeler için Venedik elçileri beklemektedir. Ama bu kez daha bir mağrur halleri vardır. Nede olsa Osmanlı'nın belini büktüklerini düşünmektedirler. Daha huzura ilk girişlerinden Sokullu bunu sezecek ve Venedik elçisine hitaben, - "Siz İnebahtı'da donanmamızı yakarak bizim sakalımızı kestiniz, halbuki biz Kıbrıs'ı alarak sizin kolunuzu kestik. Kesilen kol bir daha çıkmaz ama sakal daha gür çıkar." diyecektir. Aynen dediği gibi de olur. Kılıç Ali Paşa yoğun çalışmalar sonrasında devasa bir donanma daha hazırlar. Bu donanma ile Akdeniz'e açıldıklarında
Avrupa'nın yüreği ağzına gelecektir. Çünkü onların donanması İnebahtı sonrasındaki hali ile yıpranmış bir vaziyette öylece durmaktadır. Yeniden Osmanlı başkentine elçiler gönderecek ve af dileyerek yeni bir barış anlaşması imzalayacaklardır.

Şehirlerinin en görkemli yerlerine diktikleri, Osmanlı'yı al aşağı ettiklerini gösteren heykelleri, kilise duvarlarına kapladıkları mozaik İnebahtı resimleri ve bunun gibi daha nice seviyesiz bir takım eserlerde tarihe tanıklık etmek üzere günümüze kadar gelecek ve kendi lisanları ile bize neler neler anlatmaya devam edeceklerdir.
                                             

                                                                                         TALHA UĞURLUEL


'' Hudâ yardımcıdır ehl-i hüdaya ,

   Sizi ısmarladım hıfz-ı Hudâ'ya ''