Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Hayat ve Oruç

Başlatan Mücteba, 07 Ağustos 2011, 02:48:59

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mücteba

Hayat ve Oruç
 
Yaşadığımız altmış-yetmiş yılın yarıya yakını uykudur. Yani yaşayamadan geçen zamandır...

İlk yirmi yılımızı ise çocukluk-gençlik çağı götürür; hayatı keşfetmeden yıllar uçup gider...

Açıkçası, yetmiş yıllık ortalama ömrün elli yılı yaşanmadan geçer. Geriye onbeş, yirmi yılımız kalır ki, onun bile büyük bir bölümünü, tekrar yaşamayı istemeyeceğimiz sıkıntılar, dertler, çileler, problemler götürür.

Bir ömür içinde, insanın yeniden yaşamayı isteyeceği kaç gün var dersiniz?

Bütün bu çabalar, bu kırıp dökmeler, baskılar, ideolojik dayatmalar ve bu koşturmacalar birkaç yıl için: O birkaç yılı bile “adam gibi” yaşayamıyoruz.

“Adam gibi yaşamak” demek, sınırlı zamanı yaradılış hikmetine uygun olarak değerlendirmek demektir...

Ramazanlar bunun için de büyük fırsattır. Bu fırsatı değerlendirebilirsek, kendi varlık hikmetimizi belki idrak edebilir, önemli olanın “daha çok kazanmak” değil, “daha iyi insan olmak” olduğunu keşfedebiliriz.

Ve belki o zaman, bir birimizi kırmak yerine sevmeye başlayabiliriz...

Zira “çıkar eksenli hayat” telakkisi kurumları da insanları da tüketiyor.

Bediüzzaman’ın, “Dünya kendini ucuza satmıyor” şeklindeki tespitinin tecellilerini en çok içinde yaşadığımız zaman diliminde görüyoruz...

Görüyoruz ki, dünya malı karşılığında dalkavuklaşanlar olduğu gibi, soysuzlaşanlar, hayvanlaşanlar, Nemrutlaşanlar, Firavunlaşanlar, gaddarlaşanlar var... Hatta “bir gram dünya uğruna” namus ve haysiyetini pazara çıkaranlar bile var!

Yansımalarını hemen her gün gazetelerde okuyor, hemen her akşam televizyonlarda izliyoruz... Bazı olumsuzluklar karşısında insanlığımızdan utanıyoruz, âdeta yerin dibine geçiyoruz...

İhtirasın aklı geçtiği durumlarda beter şeyler olur!

Günümüzde ihtiraslar aklın önünde gidiyor. Envai çeşit olumsuzluk sergileniyor. Çoğumuz, dünya buna “değermiş gibi” yapıyoruz.

Bediüzzaman hazretleri de yıllar ötesinden güne bakıp “Kendinizi kurban etmeyin” anlamında, “Dünya kendini ucuza satmıyor” diyerek uyarıyor.

Çünkü dünya bir varmış, bir yokmuş masalıdır: Mal-mülk, servet-şöhret, makam-mevki, hatta krallık filan, her biri dünya kadar büyük yalanlardır!

Demek oluyor ki, bizler bir yalan uğruna birbirimizi kırıyoruz, eziyoruz, sömürüyoruz, incitiyoruz, kandırıyoruz, kemiriyoruz!

Zenginleşmek, ya da meşhur olmak için kimi zaman dalkavuklaşıyor, kimi zaman ise bir birimizi kullanıyor, bazen neredeyse bir birimizin gırtlağına basıyoruz.

Oysa insanlar, ne kadar varlıklı, ne kadar kuvvetli-kudretli olurlarsa olsunlar, midelerinin alabildiği kadarını yiyebiliyorlar.

Başka bir deyişle, herkesin serveti yiyebildiği kadardır! Gırtlağı geçtikten sonra, zeytin ile havyarın da hiçbir farkı yoktur.

Ayrıca ben, görkemli sarayının yaldızlı salonuna gömülmüş yahut milyonluk otomobili veya yatıyla mezara konmuş hiç kimse görmedim.

Her şey kabir kapısında bitiyor...

Saraylar, köşkler, hanlar, yatlar, lüks otomobiller, uşaklar, hizmetçiler, rütbeler, makamlar, mevkiler, tac-ü tahtlar geride kalıyor...

Ramazan ve oruç, bunu idrak için de önemli bir fırsattır.



Yavuz BAHADIROĞLU - 6 Ağustos 2011 Cumartesi

Tuğra


İnsan vardır, deryaya, insan vardır göle benzer. İnsan vardır vahaya, insan vardır çöle benzer. İnsan vardır güneşe, insan vardır yele benzer. İnsan vardır dosta, insan vardır ele benzer. İnsan vardır çınara, insan vardır bir kuru dala benzer.

İnsan vardır gönüle, insan vardır acı bir dile benzer. İnsan vardır hedefe götüren yola, insan vardır üç kuruşluk pula benzer. Velhasıl insan adam gibi adam olursa inciye cevhere, adam olmazsa, kendinde de yer bulamayan mekânsız bir kula benzer.                                                                        
                                                                        
Her türlü su deryaya akar. Kirlisi de temizi de. Fakat derya hepsini kendi içerisinde temizler. O bir kova kirli su ile kirletilemediği gibi, bir kova su almakla da boşaltılamaz. Mevlana'nın güzel bir sözü var;" Kelbin dudağı değdi diye derya kirlenmez" der. Oysa göller böyle değildir. O kendine ne gelirse ona göre şekil alır.                                                                        
                                                                        
Kendi içerisinde mahpus olan sular akacak yer bulamadığı için zamanla kokmaya başlar. Bundan dolayıdır ki derya ruhlu insanlara ihtiyaç var, elbette göl gibilerine değil.                                                                        
                                                                        
Kediler sıkışınca sahibini tırmıklar, aç kalınca da yavrularını yerlermiş. Fakat aslanlarda bunu göremezsiniz. Nerede bir akbaba görürseniz orada bir leş var demektir. Kargalarda böyledir. Kargaların sesi leş görünce çoğalır.                                                                        
                                                                        
Bir damla su bardağı taşırabilir, fakat nehirler akarda durmadan, deryalar yine taşmaz. Göl kokarda deniz kokmaz. Boynuna ip bağlanınca seni sürüklemeye bin tane gönüllü çıkar diyor bir düşünür. Yine Eskimoların bir sözü vardır; Buzlar kırılıncaya kadar kimin dost kimin düşman olduğunu bilemezsin" der.                                                                        
                                                                        
Hz.Peygamberimiz (s.a.v.) arkadaşlarıyla yolda yürürlerken bir köpek ölüsüne rastlarlar. Arkadaşlarından birisi " Şu köpeğe bakınız ne kadar kötü kokuyor" deyince Hz.Peygamberimiz (s.a.v.) onlara " İyi bakınız inci gibide dişleri var" cevabını verir. İşte bugünde dünyanın daha çok bu bakış ve anlayışa ihtiyacı vardır.                                                                        
                                                                        
Hani Mecnunun Leyla için çöllere düştüğünü gören zamanın hükümdarı "Getirin bakalım şu Leyla'yı nasıl biriymiş" der. Getirirler bakar ki sıradan bir kız. Mecnuna;"Sen bu kız için mi çöllere düştün" deyince Mecnun hükümdara; " Siz Leyla'ya kendi gözlerinizle bakmışsınız, birde benim gözümle baksaydınız beni anlardınız" der.                                                                        
                                                                        
İnsan eşyaya nasıl bakarsa öyle görürmüş. Hayatı boyunca güle baktığı halde dikeninden başka bir şey göremeyen insanlar vardır. Böyleleri ha güller arasında yaşamış, ha dikenler içerisinde ömür sürmüş ne fark eder ki.                                                                        
                                                                        
Bugün dünyanın en çok ihtiyacını duyduğu Mecnun gözlü ve Derya gönüllü insanlara selam...                                                                        
                                                                        
Ahmet Seven- Milliyet Blog
〰〰〰〰🐠

Mücteba