Uğursuzluk ve Bereketsizlik

Başlatan Mücteba, 05 Nisan 2011, 00:16:23

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mücteba

Ham Topraktan Yapılmış Sanat ve Mimarlık Âbidesi Câmi

Afrika'da Mali isminde bir ülke vardır. Orada Djenne şehrinde topraktan yapılmış çok büyük bir cami bulunur ve bu bina UNESCO tarafından tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır.

Djenne camii fırında veya güneşte pişirilmiş kerpiçten mi yapılmıştır? Hayır, o büyük bina doğrudan doğruya ahşap iskelet üzerine sıvanmış çamurdan inşa edilmiştir.

İnternetten Google'ın görsellerini açınız "Djenne Mosque" diye yazınız, karşınıza hayli fotoğraf çıkacaktır. Lütfen tedkik buyurunuz. Bu resimler içinde, caminin her sene imece usulüyle yapılan tamirini de göreceksiniz. Müslüman halk merdivenlere çıkmış, ellerinde çamur dolu kovalar ve dış duvarları sıvıyorlar.

Bu satırları yazmaktan maksadım, muhterem okuyucularıma, ham topraktan yapılan bir caminin bile kıymetli bir sanat ve mimarlık eseri olabileceğini bildirmek ve göstermektir.

Ortaya sanatlı ve değerli bir bina koyabilmek için sadece para, çimento, demir, fayans, kubbe kurşunu, mermer yeterli değildir. Paranın yanında şehir kültür ve medeniyeti, yeterli sanat birikimi bulunması da gereklidir.

Müslümanlar ülkenin bir şehrinde diyelim 10 milyon liraya mal olacak orta büyüklükte bir cami yaptırmak istiyorlar. Bu cami sanat katsayısı bakımından şu kategorilerden birine girebilir.

Birinci kategori: Çok sanatlı, çok değerli, estetik bakımdan çok yüksek bir bina. Hesabı yapılırsa bu binada "altın formül" çıkacaktır.

İkinci kategori: 16'ncı asır Osmanlı camilerinin kötü bir kopyası.

Üçüncü kategori: Çok zevksiz, çok başarısız, orantısız çirkin bir bina.

Her üç kategoride de harcanan para miktarı aynıdır.

Madem ki, 10 milyon liraya güzel bir cami yapma imkanı var da bunu niçin yapamıyoruz?

İşte kültür, medeniyet, sanat, estetik eksikliğimiz burada karşımıza dikiliyor.

Mimarlığın piri Vitruvius şöyle diyor: Bir binada şu üç unsur olmalı. Sağlam olmalı, hangi iş için yapılmışsa ona uygun olmalı. Üçüncüsü güzel olmalı...

Sağlam ve kullanışlı, fakat güzel değil, o bina iyi bir bina değildir.

Harika tarihî çinileri elektrikli matkapla delip, dübelli vida çakıp, o vidalara (kültürlü ve sanatlı insanların helâlarına bile asmayacağı) iğrenç, berbat, rezil, ucuz pilli Çin saatleri takan zihniyet elbette güzel bina yapamaz.

Siz ucuza çıksın, mimara para vermeyelim diyerek sanat ve mimarlık kültürü olmayan bir kalfaya kocaman, kubbeli bir cami yaptırırsanız para boşa gitmiş olur, ortaya bir mimarlık ucubesi çıkar.

İstanbul Üsküdar'da deniz sahilinde küçük Şemsi Paşa Camii ve külliyesi vardır. Mimar Sinan yapısıdır. Sanattan anlayanların, onun karşısında hayranlıktan dilleri tutulur.

Bugünkü Müslümanlar Fatihlerin, Kanunilerin, Sinanların, Barbarosların, Şeyhülislam Ebussuud efendilerin, Fuzulilerin torunları olsaydılar yeni yapılan 40 bin cami de güzel, sanatlı, estetik olacaktı.

Cahillerin mimarlıkta orantı ile ilgili kültürleri yoktur. Minarenin ille de çok uzun ve bol şerefeli olmasını isterler. Yakışıklı bir insanın burnu haddinden fazla uzun olsa ne olur? O adam çirkin olur.

Müslümanlar son altmış yıl içinde yüz bine yakın cami, okul, yurt, pansiyon, kurs binası yaptırdılar. Bunların içinde bence sanatlı ancak 40 cami vardır. Diğer binaların kısm-ı azamı (büyük kısmı) estetiksiz ve sanatsızdır.

Bunun sebebi Müslümanların sanat, medeniyet, kültür, mimarlık, dekorasyon gibi sahalarda geri kalmış olmasıdır.

Cami veya okul binası yaptırtmak isteyen müteşebbis heyetler bilenlere, uzmanlara sorsalardı yine güzel binalar yapılabilecekti. Maalesef sormadılar.

Hadîs-i şerifte "İstişare etmeyen pişman olur" buyruluyor.

Yeni bir caminin, dinî bir hizmet binasının güzel ve sanatlı olduğu nasıl anlaşılır?

Bir bilirkişi-uzman heyeti oluşturursunuz ve onlardan rapor istersiniz. Fevkalade güzel... Oldukça güzel... Sıradan... Berbat... Korkunç derecede başarısız... gibi notlar verebilirler.

Bir ara Taksim'e cami yapılmak istenmiş ve bu maksatla bir dernek kurulmuş, bir mimara da proje ısmarlanmıştı. Mimarın başının etini yemişlerdi. Minaresi çok uzun olacak, en alt katta otopark bulunacak, orta kat otomobil yedek parçası satan bir çarşı, onun üstü de cami olacak... Sanki Taksim meydanına değil, sanayi sitesine cami yapıyorlar... İyi ki, yapılmadı...

Müslümanlar fakir de bu yüzden güzel camiler ve binalar yapamıyor bahanesi geçersizdir.

Bizim paramız var ama kültür, sanat, medeniyet konusunda iyice fukaralaşmışız.

Bilenlere de sormuyoruz. (Ben bilen değilim...)

Lütfen tekrar Djenne toprak camiine bakınız ve bendenizi anlamaya çalışınız.

(Bu yazım dolayısıyla bu fakire hakaret edecek biri çıkarsa hakkım ona helâl olsun. Mâzurdur.)



Mehmet Şevket EYGİ - 28 Temmuz 2011 Perşembe

Mücteba

Sömürülmeye Yatkın Müslümanlar

Türkiye hem bağımsız bir ülkedir, hem de büyük bir sömürgedir. Madalyonun bir yüzünde bağımsız, öbür yüzünde sömürge.

Selanik 1912'de elimizden çıktı, Anadolu büyük bir Selanik yapılmak istendi.

Yapılabildi mi?

Bu soruya ben değil siz cevap verin.

İstanbul şu anda büyük bir İslam şehri mi, yoksa Büyük Selanik mi?

Bir ülkenin halkı sömürülebilir durumda kaldıkça, o ülke üstü kapalı da olsa sömürge olmaktan kurtulmaz.

Müslüman çoğunlukta İslamî bağımsızlık, İslamî hürriyet şuuru ve idraki var mı?

Esir sürülerine sahte uygarlık yollarında hürriyet şarkıları okutmak o kadar zor değildir.

Peygamber-i Zişan (Salat ve selam olsun ona) ne buyuruyor:

"Mü'min bir delikten çıkan tarafından iki defa sokulmaz."

Biz nasıl mü'minleriz ki, aynı delikten çıkan yılan tarafından bir kere değil, on kere, yüz kere, bin kere değil, bin birinci kere sokuluyoruz.

Küçük çocuklarımıza özel din ve Kur'an dersleri verdiremiyoruz. Bir milyonumuz akıl erdirip de Ankara'ya bir milyon e-mail dilekçesi gönderemiyoruz.

E-mail göndermek zor mu? Değil. Yasak mı? Değil. Tehlikeli mi? Değil. Netameli mi? Değil... Peki niçin gönderemiyoruz?

Çünkü biz colonisable (sömürgeciliğe yatkın) bir halkız.

Cemaatini İslam ile özdeşleştiren, hattâ İslam'ın üzerine çıkartan Müslüman'da akıl, firaset, fetanet ne gezer.

Dine, Kur'ana, Peygambere hakaret edilip saldırılınca ses çıkartmayan, tepki göstermeyen, kendi cemaat başına haklı bir tenkit yöneltilince yeri göğü inleten adam ve kadınlara siz gerçek ve olgun Müslüman mı diyorsunuz?

Müslüman kesimin içi casus, ajan, provokatör (kışkırtıcı), manipülatör, yönlendirici, modern İbn Sebe', maşlahsız ve kefiyesiz Lawrence'lar kaynıyor.

Bendeniz 1970'lerdeki o ateşli radikal mücahitleri çok iyi hatırlıyorum. Ne oldu şimdi onlar?

Büyük çoğunluğu müteahhit oldu.

1970'lerde bu düzen bozuktur diye yeri göğü inletiyorlardı.

Şimdi hiç sesleri solukları çıkmıyor.

Bu düzen bozuk ama bu bozuk düzenin rantları, nemaları, haram kemikleri, necis menfaatleri pek tatlı öyle mi?

Hz. Ömer minbere çıkmış, cemaate hutbe okumaya başlamış.

Sözün bir yerinde "Ben Allah'a ve Resulullah'ın getirdiği şeriata itaat edersem siz de bana edersiniz. Şayet ben doğru yoldan ayrılırsam..." dediği sırada, Ashab-ı kiramdan biri Halifenin sözünü kesmiş ve "O zaman biz seni kılıçlarımızla doğrultmayı biliriz" demiş.

Nerede şimdi böyle Müslümanlar?

Sözün özü şudur:

Biz Müslümanlar Kur'anın emir ve yasaklarına uymazsak, Peygamberin Sünnetine yapışmazsak, ahlak-ı Muhammedî ile ahlaklanmazsak, İslam'ı hayata Selef-i Sâlihîn gibi uygulamazsak; namazı ve cemaati terk edersek, hizip ve fırkalara bölünüp birbirimizle çekişip tepişirsek, cihattan geri durursak, riba yersek, bin türlü şehvetlerimize uyarsak, gıybet edersek işte böyle oluruz.

Ben çok iyi biliyorum:

Bazı çokbilmişler, ne olmuş yani, şimdi çok iyi durumda değil miyiz, yakında Asr-ı Saadet'i geri getireceğiz diyeceklerdir.

Zehi gaflet!



Mehmet Şevket EYGİ - 29 Temmuz 2011 Cuma

Mücteba

Hurmet-i Musahare

Bir vilayet müftüsü vaazında şu cümleleri sarf etmiş: "Nikâh düşen kadının eli öpülmez... Bazıları diyor ki: 'Benim kalbim temiz...' Senin kalbin Hz. Peygamber'in kalbinden daha mı temiz? Peygamberimiz, nikahı düşen hiçbir kadının elini öpmemiştir..."

Sen misin böyle söyleyen, bu vaazı duyan ilerici ve çağdaş bir vatandaş kapı gibi dilekçe yazmış, vilayete şikayet etmiş.

İslam dininde hurmet-i musahare diye bir konu vardır, bugünkü Müslümanların çoğu bunu bilmiyor ve dikkat etmiyor.

Bir koca kayınvalidesinin şehvetle elini öpse zevcesi ondan boş düşer.

Samimî dindarlara rica ediyorum:

Lütfen hurmet-i musahare nedir icazetli ulemadan, fukahadan, Ehl-i Sünnet müftülerden öğreniniz.

Sakın ola ki, reformcu, BOP'çu, Fazlurrahmancı, ılımlı İslamcı, mezhepsiz, Kemalist, Fazlurrahmanist ilahiyatçılara sormayınız.

Müsaade ederseniz bir hatıramı anlatayım:

Yıl 1960, 27 Mayıs darbesi yapılmış, ihtilal konseyi Ömer Nasuhi Bilmen hocaefendiyi Diyanet reisi yapmış, bendeniz de onun özel kalem müdürlüğünü yapıyorum.

Hergün Diyanet reisine bir yığın mektup geliyor... Bunlardan birisi çok enteresandı. Adam özetle şöyle diyordu. Muhterem Diyanet reisimiz, ben yıllardan beri kaynanamla zina yapıyorum, bunun hükmü nedir?..

Ömer Nasuhi hocaefendiye bu mektubu okuyunca, bir sükunet ve vakar âbidesi olan o muhterem zat birden patlamış ve gayr-i ihtiyarî olarak "Eşşekoğlu eşşek" demişti.

Sormuştum: Ne cevap yazalım?..

Cevap vermeyin demişti. Çünkü kaynananla zina yaparsan karın boş düşer desek, o zamanın İsviçre'den mütercem (tercüme edilmiş) Medenî Kanununa ters düşecek ve bilumum ve bilcümle Kemalistler leş kargaları gibi Diyanet'in başına üşüşecek, Başkanlık ağır cezaya verilecekti.

O zamandan beri ne değişti?

M. Kemal Paşa'nın Medenî Kanununda zina suçtu. Şimdiki kanunda artık suç değil!



Mehmet Şevket EYGİ - 29 Temmuz 2011 Cuma

Mücteba

Bu Düzene İyi Denmez

Şu gerçekleri bilmek ve bildirmek için icazetli din âlimi ve fakih olmak gerekmez. Akaidini ve ilmihalini bilen her Müslüman bunları bilir.

BİRİNCİ GERÇEK: Bir inancın, düşüncenin, fiil (veya amelin) iyi ve kötü olduğunun ölçüsü ve kıstası Şeriattır. Şeriat bir şeye kesinlikle iyi diyorsa o iyidir, kesinlikle kötü diyorsa o kötüdür. Şeriat Kur'an, Sünnet ve icmâ-i ümmetten çıkartılmış kurtarıcı, mübarek, kutsal hükümlerin tümüne verilen isimdir.

İKİNCİ GERÇEK: Mevrid-i nasta (ona aykırı) ictihad yapılamaz. Yani Kur'anda, mütevâtir ve sahih hadîste bildirilen kesin nasslara aykırı ictihad olmaz.

ÜÇÜNCÜ GERÇEK: Doğru inanç ve düşüncelerin ana kaynağı insan aklı değil, Kur'anın ve Sünnetin beyanıdır. Akıl ancak vasıtadır. Onun da akl-ı selîm olması gerekir. Kur'an âyetlerinin ve Nebevî nurun aydınlatması olmazsa akıl tek başına yeterli olmaz. Akıllılık iyi bir şeydir. Akılcılık çok bozuk bir  doktrindir.

DÖRDÜNCÜ GERÇEK: Dünyevî ilimlerin ve fenlerin uzmanları, üstadları, bilginleri olduğu gibi dinî ilimlerin de icazetli ve yetenekli âlimleri, fakihleri, hocaları vardır.  İslam ilimleri kendi başına ve kendi keyfine göre rasgele kitap okuyarak öğrenilmez; yetenekli âlim ve fakihlerden ders alarak, te'allüm ederek, sonunda imtihan verip icazet alarak öğrenilir. Şu dünyada kendi kendine evinde rasgele tıb, mühendislik kitapları okuyarak doktor veya mühendis olan var mıdır? Böyle bir şey mümkün müdür?

Dört gerçeği zikr ettikten sonra bazı önemli hususları beyan etmek istiyorum:

Bugünkü düzen veya sistem İslam'a, Kur'ana, Sünnete ve Şeriata göre iyi ve doğru değil, kötü ve bozuktur.

Bu düzendeki kesin temel kötülüklere iyi diyen dinden çıkar.

Bir konu tartışılabilir:

Bu düzen eskisine göre daha az kötüdür denilir mi, denilmez mi?..

Müslümanlığın temellerinden biri de şu kuraldır:

Allah'ın Kur'anda, Resûlullah'ın, Sünnetinde kesin olarak iyi, doğru, güzel olduğu bildirilen şeylere iyi, doğru, güzel demek... Kesin olarak kötü, yanlış, çirkin denilen şeylerin de öyle olduğuna iman etmek.

Zamanımızda din alimi kılıklı birtakım rasyonalistler, reformcular, light/ılımlı İslamcılar, BOP İslamcıları, Kemalist İslamcılar, Fazlurrahmancı ilahiyatçılar yukarıda beyan ettiğim temel gerçekleri çiğniyor.

Kur'anda "Kısasta sizin için hayat vardır" buyruluyor.

Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) hadîsleri ve Sünneti bunu te'yid ediyor.

Şeriat-ı Garrâ-i Ahmediyye bu âyet üzerine hükümler te'sis etmiş.

Bu konuda kesin bir icmâ var.

Avrupa medeniyeti ne diyor? Katilleri idam etmek vahşettir diyor. Bu beyanı ile İslam'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata aykırı ve zıt düşüyor. Avrupa medeniyetini, AB standart ve normlarını kabul edenler de...

Kur'an, Sünnet, Şeriat zinanın büyük bir günah, büyük ve ağır bir suç, büyük bir ahlaksızlık olduğunu çok açık ve seçik şekilde beyan etmiştir. Avrupa medeniyeti ise tersini söylüyor.

İslam ile düzenin, kadın ve kızların tesettürü konusundaki  görüş, tutum ve davranışlarına bakalım:

İslam tesettürü  kesin bir farz-ı 'ayn olarak kabul etmiştir. Bu farz Kur'anla, Sünnet'le, icmâ-i Ümmet'le sâbittir. Münkiri dinden çıkar... Kemalist düzen ise tesettüre karşıdır. Uygulama ortadadır. İki görüş arasında bir köprü kurulması, bir uzlaşı olması mümkün değildir. Çünkü bu konuda birbirine taban tabana zıttır.

Kadınların hürriyetini, haysiyetini, hukukunu, şeref ve itibarlarını ele alalım:

İslam dini, devletin bazı kadın vatandaşlara üzerinde TC  başlığı bulunan resmî vesikalar vererek onların yasal fuhuş yapmasına, bu resmî fuhuştan KDV ve gelir vergisi alınmasına,  bu fuhuşlu vergilerin genel bütçeye ilâve edilmesine asla ve kat'a izin vermez. Böyle bir şey İslam'a göre kadın haklarıyla ve hürriyetleriyle, kadınlık haysiyetiyle kabil-i te'lif (uyuşur ve bağdaşır) değildir.

İslam'ın ve ideolojik düzenin nice ana ve temel konularda birbiriyle uyuşup bağdaşmadığına dair yüzlerce madde yazabilirim. Şimdilik bu kadarla yetiniyorum.

Müslüman kardeşlerimi min gayri haddin (haddim olmayarak) uyarıyorum:

İmana, İslam'a, Kur'ana, Şeriat'a zıt, aykırı, ters şeylere sakın iyi demeyiniz.

Bugünkü düzenin çok bozuk, çok kötü, çok zâlim bir düzen veya sistem olduğunu ateist Marksistler ve medenî seküler aydınlar bile itiraf edip cesaretle söylerken; Müslümanların iyidir, eskisine göre daha iyidir gibi mantıksız ve hikmetsiz lâflar etmeleri çok ayıptır ve gülünç bir rezilliktir.

Bazı sefiller ve sefihler (beyinsizler) bu kötü düzenin haram, necis, kirli, cehennemî rantlarını, sözde nimetlerini, nemâlarını, yağlı kemiklerini bin türlü rüşvet, alavere dalavere, ihalelere fesat karıştırarak, haram komisyonlar alarak, çeşitli ahlaksızlıklar ve kanunsuzluklar yaparak devşiriyor. Onlara sakın aldanmayın, kanmayın.

Böylelerine Allah bizden uzakta cezanızı ve belânızı versin deriz.

(Olmuş bir hâdise: Bedbaht, talihsiz bir koca karısının eve ve yatağına dostunu aldığını öğrenmiş, sinirinden zangır zangır titreyerek Emniyete müracaat etmiş, "yetişin karım zina ediyor, zabıt tutun..." demiş. Emniyet, "zina yeni Ceza kanununa göre suç değildir, hiçbir şey yapamayız" cevabını vermiş ve adam ikinci kere yıkılmış, kahr olmuş. Soruyorum: Bu düzen iyi midir? Eski Ceza Kanununda zina suç sayılıyordu. Düzen şimdi eskisine göre daha mı iyidir veya daha mı az kötüdür?)



Mehmet Şevket EYGİ - 30 Temmuz 2011 Cumartesi

Mücteba

Hep Aynı Şeyleri Yazıyormuşum

Bir cemaate mensup bir kardeşimiz yazılarımdaki tekrarlardan çok rahatsız olmuş, tenkit ve hakaret etmiş, verip veriştirmiş.

Yazılarımdan rahatsız olanların onları okumamalarını tavsiye ederim.

Okurlarsa, tekrarlar dolayısıyla rahatsız ve tedirgin olmasınlar.

Onlar benden daha fazla tekrar yapıyor.

İşleri güçleri cemaat cemaat cemaat...

Akılları fikirleri cemaatin başındaki zat...

Durmadan dinlenmeden cemaat reklamı ve propagandası...

Bitmez tükenmez bir hizmet edebiyatı...

Günler, haftalar, aylar, yıllar, ömürler boyu süren bir övgüler seli...

Kendileri bu tekrarları yaparken kabahat olmuyor, bendeniz bazı uyarıları tekrarlayınca suç oluyor.

Bendeniz hiç kendimi övüyor muyum?

Müslüman bir yazar olarak elbette olumlu tenkitler yapacağım.

İsim vererek hiçbir şahsı ve cemaati tenkit etmiyorum.

Bendeniz profesyonel bir gazeteci ve yazar değilim.

Hanefi Avcı'nın Haliç'teki Simon balıkları gibi konular beni ilgilendirmez.

Hiçbir zengin cemaati ve başındaki muhterem zatı övmeye mecbur değilim.

Onların elinde büyük paralar var. Arzu buyururlarsa para verip kendilerini öven yazılar, kitaplar yazdırabilirler.

Tenkitlerim, uyarılarım haklı ve olumlu değilse buyursunlar beni gerekçeli bir şekilde çürütüp rezil etsinler.

Madem hoşlanmıyorlar, üzülüp tedirgin oluyorlar, niçin okuyorlar?

Bendeniz hoşlanmadığım yazıları ve gazeteleri okumam.

Lütfen insaflı, âdil ve hakkaniyetli olalım.



Mehmet Şevket EYGİ - 30 Temmuz 2011 Cumartesi

Mücteba

Muhterem Zatlar

Apriori (kablî, baştan) biliyorum ki, bir kişi gerçekten muhterem ise, birtakım saçma inançları, fikirleri, görüşleri, tezleri asla kabul etmez.

İslamî açıdan muhteremlikle saçma inanç ve görüşleri kabul etmek bir araya gelmez.

Benim bildiğim muhteremler sahih inanca sahiptir.

İtikatta ya Eş'arîdir, ya Mâturidîdir.

Fıkıhta dört hak mezhebten birine bağlıdır.

Musallidir.

Şahsı için paraya, mala düşkün değildir.

Böyle bir zat:

İslam'ın, Allah katında tek hak, makbul, geçerli din olduğu inancına sahiptir.

Onun nazarında İslam'dan başka hak ibrahimî din yoktur.

Hz. Muhammed Mustafa sallAllahu aleyhi ve sellemin peygamberliğini ilan edip İslam dini bütünlüğüyle tebliğ etmesinden sonra, diğer önceki dinlerin Şeriatlarının nesh edilmiş, hükümden ve yürürlükten kaldırılmış olduğunu bilir ve bildirir.

İslam ve Kur'an, başta Yahudiler ve Nasranîler olmak üzere bütün insanlığı kâffeten ve cümleten Tevhid'e çağırmaktadır der.

Bir zat gerçekten muhterem ise hak olan Tevhid inancı ile Teslis inancını bir tutmaz.

Zaruriyat-ı diniyeden asla ödün vermez.

Var gücüyle İslamî tebliğ ve dâvet yapar ve yaptırır.

Ahlak-ı Muhammedî ile ahlaklı muhterem bir zat kesinlikle riyasetten, şöhretten, insanların alkışından, pohpohlanmaktan hoşlanmaz.

Muhterem bir zat, gerçekten muhterem ise yağcıları, yalakaları, dalkavukları yanına yaklaştırmaz.

Riyâsete tâlib olmanın haram olduğunu bilir.

Selef-i Sâlihîn efendilerimizden sonra her asırda gelen muhterem zatlar öncelikle şu işlerle meşgul olup hizmet vermişlerdir:

(1) İman etmemiş insanları imana çağırma, dâvet ve tebliğ hizmetleri. (2) İman etmişlerin itikatlarının sahih olması için yapılan hizmetler. (3) Beş vakit namazın dosdoğru kılınması. (4) Zekatın Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete uygun bir şekilde verilmesi ve sarf edilmesi. (5) Ümmet birliği, Müslüman kardeşliği, mü'minlerin tefrikaya düşmemeleri için çalışmak. (6) Müslümanların Kur'an, Peygamber, evliyaullah ahlakı ile ahlaklı olmaları. (7) Kurtuluşun Kur'ana ve Sünnete sarılmakla, onların yap dediklerini yapıp, yapma dediklerini yapmamakla olacağı. (8) Kötü bid'atleri ret. (9) Büyük ve küçük cihad yapmak. (10) Oyalanma ve aldanma yeri olan dünya tuzaklarına karşı halkı uyarmak ve insanları (dünya vazifelerini ihmal etmemek şartıyla) ebedî âhiret hayatına yönlendirmek ve hazırlamak. (11) Müslim gayr-i Müslim bütün insanlığa nasihat etmek.

Bu devirde muhterem bir kişi olmak bu yollardan geçer.

Kur'ana, Sünnete, şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye muhalefet ederek, bazı konularda onlara aykırı inanç, görüş, tez, davranış ve metotlar sergileyerek muhterem olunmaz, gayr-i muhterem olunur.

İslam ahkamı (hükümleri) iki gruba ayrılır:

1. Usûle, temellere, esasa ait müttefakun aleyh hükümler. Bunlarda çeşitlilik, farklılık olmaz ve kabul edilmez.

2. Bir de teferruata (füruata) ait muhtelefün fih hükümler vardır. Dört mezhebin fıkhında, esasa ait olmayıp da teferruata (ayrıntılara) ait olan bazı farklı görüşler.

Hiçbir muhterem zat, birinci maddedeki usûle ait bilgi ve hükümlerde değişiklik yapamaz, farklılık sergileyemez. Yapar ve sergilerse otomatik olarak muhteremlik sıfatını kayb eder.

Her asırda gelen gerçek İslam büyükleri, gerçek muhteremler Şeriatı esas almışlar, kurtuluşun birinci şartının Şeriata uymak, Şeriatı hayatına tatbik etmek olduğunu kesinlikle beyan buyurmuşlardır.

Şeriatsız tarikat olmaz.

Şeriatsız necat olmaz.

Şeriata muhalif ve mugayir gerçek hizmet olmaz.

Gerçek muhteremler, Şeriattan sonra Sünnete yapışmışlar ve Müslümanları da Sünnete yapışmayı öğütlemişlerdir. Sünnete yapışmak Allah'ın rızasını ve ebedî saadeti kazandırır.

İslam tarihinde gelmiş geçmiş bütün muhteremler nefislerini kınamışlar, onları zabt u rabt altına almışlardır.

Muhteremlikle nefsaniyet ve hubbi riyâset bir araya gelmez.

Muhteremlerin devlet, hükümet büyükleri, valiler, büyük dünya adamları ile ilgili tutumu şöyledir:

(1) Onların büyük kısmı sultanların, vüzeranın ve vülâtın huzurlarına çıkmamış, onlarla ihtilat edip görüşmemiştir.

(2) Bazıları görüşmüşlerse de, bu görüşmeyi, Müslüman halkı onların zulmünden kurtarmak, onlara nasihat etmek, âdil munsif olmalarını sağlamak için bilmecburiye ve bizzarure yapmıştır.

Bütün muhteremler ihlaslı, zâhid, âbid, yüksek ahlaklı, yüksek karakterli, zikr-i dâimî ile zâkir, âmirîne bi'l-mâruf ve nâhine 'ani'l-münker (Mâruf ile emr edici ve münkerden nehy edici), riya ve nifaktan uzak, fetva ve ruhsat yolundan değil azimet yolundan giden kimseler olmuştur.

Onlar dünya saltanatına tâlib olmamışlar, mânevî sultanlıklara nâil olmuşlardır.

1400 küsur yıllık İslam tarihinde gelmiş geçmiş, Müslümanlara örnek olmuş, Din-i Mübin-i İslam'ı hakkıyla yaşamış, örnek olmuş, Efendimiz ve kurtarıcımız Muhammed Mustafa'nın yolundan gitmiş, Sünnetini ihya etmiş muhteremân-ı kiram hazeratının ruhaniyetleri üzerimize sâyeban olsun.



Mehmet Şevket EYGİ - 31 Temmuz 2011 Pazar

Mücteba

Mübarek Ramazan ve orucun hakkını verebilecek miyiz?

BUGÜN 1 Ramazan, mübarek ay hepimize kutlu olsun. Bu ay bir imtihan ayıdır, acaba bu imtihanı yüz akıyla, başarılı bir şekilde verebilecek miyiz?

1. Oruç tutması gereken Müslümanların yüzde kaçı oruç tutacak? Günler çok uzun, hava çok sıcak, bahane çok... İslam dininde özürler, mazeretler ikiye ayrılır: Şer'î mazeretler, hastalık, yolculuk, annenin bebeğini emzirmesi gibi... Bir de Şeytanî mazeretler: Günlerin uzun, havaların sıcak, işlerin ağır olması gibi...

2. Oruç sadece imsaktan akşama kadar aç ve susuz kalmak değildir. Cihetten münezzeh olan Allah'a yönelmektir. O'na ibadet etmek, O'nu zikretmek, O'nun emirlerine uymak, yasaklarından uzak durmak, O'nun Resulüne itaat etmek... Hem oruç tutuyor, hem gıybet ediyor... Böyle oruç ism ve resmden ibarettir. Oruç tutuyor, müminlere düşmanlık ediyor, kâfirleri dost ve velî ediniyor... Gündüzleri oruç tutuyor, geceleri Şeriata göre fısk ve fücur olan Ramazan etkinliklerine, şenliklerine, eğlencelerine katılıyor... Acaba bu Ramazanda İslam'a ve oruca münafî çirkin işlerden kendimizi alıkoyabilecek miyiz?

3. Müslümanlar zekâtlarını genellikle Ramazan ayında verirler. Geçen yıllarda olduğu gibi bu sene de Kur'an'a, Sünnete, İcma-i Ümmete aykırı şekilde zekât toplanacak ve bu toplanan para ve mallar aykırı şekilde sarf edilecektir. Müslüman toplumda bu bozukluğu düzeltmek için niyet ve irade görmüyorum.

4. Ramazan ayının Müslümanların birleşme, kardeşlik, kaynaşma, yardımlaşma ayı olması gerekir. Zamanımızda Türkiye Müslümanları paramparçadır, birbirinden kopuk bir sürü hizbe, fırkaya, cemaate ayrılmıştır. Bunların bazıları birbirlerine düşmanlık etmektedir. Müslümanların bir İmam-ı Kebir'i, bir Emir'ül-Müminîni yoktur. Ümmet karanlık gecede, fırtınaya ve yağmura tutulmuş, kurtların hücumuna uğramış, çobansız kalmış zavallı bir koyun sürüsüne dönmüştür. Bu Ramazanda, bu kötü durumdan kurtulmak için bir teşebbüs olacak mıdır? Olursa, bu teşebbüs Müslümanların ilgisini çekecek midir?

5. Ramazan ayının özelliklerinden biri Yatsı namazından sonra 20 rekat Teravih Namazının kılınmasıdır. Eskiden İstanbul'un nüfusu 1-2 milyon iken camiler doluyordu. Şimdi 20 milyon (belki daha fazla) oldu, teravihlerde camiler boş. Kitap fuarları, Ramazan etkinlik ve şenlikleri, açık hava kahveleri dolu, camilerin yarıdan fazlası boş... Ne kadar üzücü, utanç verici, düşündürücü bir manzara. Bakalım, Müslümanların başını çeken muhterem zevat, bu konuda neler yapacaklar?

6. Ramazan ayı Müslümanlar için bir bilgilendirme, aydınlatma, yol gösterme zamanıdır. Bu ayda çok lüzumlu, çok zarurî, çok faydalı, çok etkili on milyonlarca broşür yayınlanıp dağıtılmalı, yine on milyonlarca afiş, pankart asılmalıdır. Bakalım bu Ramazan'da böyle hayırlı işler ve hizmetler yapılacak mıdır?

Böyle hizmet ve faaliyetlerin yapılmadığı Ramazanlar kaçırılmış fırsatlardır.

Ramazanlarda 5 vakit namaz konusunda öyle bir seferberlik, aydınlatma faaliyeti yapılmalıdır ki, yüzde 10 olan namaz kılanların oranı yüzde 20'ye çıksın, kutsal ayda namaza başlayanlar Bayramdan sonra bırakmasınlar... Böyle olursa 5 sene içinde namaz kılanların nispeti yüzde 50'yi aşacaktır. Bizim bu konuda niyetimiz, irademiz, plan ve programımız var mıdır?

Her ramazanda olduğu gibi bu sene de birtakım şahıslar, kuruluşlar, cemaatler, hatta tarikatlar beş yıldızlı lüks otellerde görkemli, gösterişli, israflı, lüks iftar ziyafetleri vereceklerdir. İslam'ın, Ramazanın, orucun ruhuna uymayan gülünç fânilikler... "Bizim cemaatin iftarı sizin cemaatin iftarından çok üstün oldu... Bizim hocamız sizin hocanızı döver... Biz zirvedeyiz, siz çukurlarda sürünüyorsunuz... Biz, miz..."

İslamiyet'te sohbetin önemli yeri vardır. Acaba bu Ramazanda sohbet etmeye ehliyeti ve liyakati olan âlimler, ârifler, fâzıllar, gerçek hocalar, gerçek şeyhler hayırlı sohbetler yapacaklar mı? O sohbetleri dinleyen insanlar kendilerini düzeltip iyi Müslüman olacaklar mı?

Şundan hiç şüpheniz olmasın, bu Ramazanda da çılgınca para toplanacaktır. Zekâtlar toplanacaktır... Sadaka toplanacaktır... Hayır hasenat parası toplanacaktır... Acaba bu toplanan paralar Kur'an'a, Sünnete ve Şeriata uygun şekilde toplanıp yine onlara uygun şekilde harcanacak mıdır?

Eski Ramazanlarda olduğu gibi bu Ramazanda da, senenin 11 ayı fısk, fücur, fitne fesat, nifak şikak, günah, isyan yayınları yapan bir kısım medyamız Ramazan programları yapacaklardır. Bu programların bir kısmına (yüzde kaçına?) reformcu, değişimci, yenilikçi, Kemalist, BOB'çu, Fazlurrahmancı, naylon müctehit, mezhepsiz, Afganîci, telfik-i mezahip taraftarı, hadîs ayıklamacısı mâlum ve mahut profesörler, ilahiyatçılar çağrılacak, milyonlarca saf ve bilgisiz vatandaşın zihinleri karıştırılacaktır. Acaba sayın Ehl-i Sünnet Müslümanları bu konuda ne düşünürler?

1,5 milyarlık, çok geniş bir coğrafyaya yayılmış İslam âleminde büyük, korkunç, yürek parçalayıcı facialar yaşanıyor. Dilleri, renkleri, ülkeleri, kültürleri nasıl olursa olsun, onlar bizim kardeşimizdir. Acaba onların çektiklerinden dolayı üzülecek miyiz?.. Somali'de korkunç bir açlık faciası var, öyle böyle değil, aç Müslüman kafileleri yollarda yürürken çocuklar sapır sapır ölüyormuş. Biz onlar ölürken, Kur'anî ve Nebevî öğretilere aykırı lüks iftarlarda tıka basa yiyeceğiz.

Afganistan'da, Irak'ta, Filistin'de, Şarkî Türkistan'da, Birmanya'nın Arakan bölgesinde Müslümanlar savaş, terör, zulüm yangınları içinde kavruluyor. Bizim bazı pabucu büyüklerimiz 5 yıldızlı otellerin lüks restoranlarında, çıplak genç kadınların çalgı nağmeleri ve ilahi terennümleriyle vaktiyle Firavunun bile yiyemediği nefis, leziz, pahalı, lüks yemekler, iftariyelikler, tatlılar yiyecekler. Bizim bir kısmımız böyle yaşarken Suriye'de Müslüman kardeşlerimiz merhametsizce kurşunlanacak...

Kendi kendime soruyorum, bazı zengin, güçlü, nüfuzlu, "yüksek" Müslümanlar, niçin 5 yıldızlı otellerde iftar ziyafetleri veriyor? Herhalde, o civarda 7 yıldızlı otel yok da ondan.

5 yıldızlı otel ne demektir?

1. Oralarda en lüks içkiler su gibi içilir.

2. Mutfaklarında domuz eti pişirilir. Mesela Müslümanlar için dana biftek kızartılırken, aynı ızgarada domuz pirzolası da pişirilir ve bunların yağları, suları birbirine karışır.

3. Oralarda Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyenin caiz görmediği fuhşiyyat, azgınlıklar olur.

Geçmiş yıllarda bendeniz de böyle günahlı iftarlardan bazısına iştirak ettim, akşam namazı vaktinde kılınmıyordu, yatsıya yakın bir zamanda bir salona serilmiş birkaç seccade üzerinde alelacele, paldır küldür, genellikle münferiden namaz kılınıyordu.

İmam-ı Gazalî Hazretleri zamanımızda yaşasaydı böyle bir iftar ziyafetine davet edilseydi, ne yapardı?.. Davete icabet etmek gerektiği için kapıya kadar gelir, içeriye girer ve otelin lobisinden geri dönerdi.

Bırakın İmam-ı Gazalî'yi yakın zamanda yaşamış, icazetli hakiki şeyhler böyle iftar sofralarına otururlar mıydı? Hiç sanmam.

Böyle iftarlara katıldığım için kendimi aklamıyorum. Zaten bendeniz derece itibarıyla Müslümanların en sonuncusuyum. Hiçbir faziletim yoktur.

İnsan eğri de otursa doğru konuşmalıymış. Birazcık böyle yapabiliyorsam ne mutlu bana.

Zavallı Türkiye Müslümanları nasihatsiz kaldılar. İslamî nasihat olmayınca, din de elden gider.

Türkiye Müslümanlarının velinimetleri vardır.

Ahmet Yesevî... Mevlanâ Celaleddîn Rumî, Halîd-i Bağdadî, Hacı Bayram-ı Velî... Hacı Şaban-ı Velî... Bursa'da Emir Sultan ve diğerleri... Onlar bizim halimizi görseler üzülürler ve hayıflanırlardı.

Geçen sene Sultanahmet'ten geçerken parkın içine kondurulmuş ahşap büyük bir nargilehâne görmüştüm. Büyük camide ezan okunmuş, namaz başlamıştı... Nargileci Müslümanlar hasır sandalyelere oturmuşlar tokur tokur, fosur fosur nargilelerini çekiyorlardı. Caminin yarısı bile dolmamıştı.

Doğrusunu söylemek gerekirse, caminin hali de bir acayipti: Haddinden fazla hoparlörden 130 desibellik sesler çıkıyor... Kulaklar bu ses yüksekliğinden rahatsız oluyor... Işıklar çok çiğ... Cemaatin büyük kısmı takkesiz... Kıyafetler çok laubali... Genellikle tişört giyilmiş, bazısının üzerinde yazılar ve resimler var... Boş kısımda küçük çocuklar ciyak ciyak bağırarak koşuşuyorlar... Bir pejmürdelik, laubalilik ki sormayın...

Efendim, sür-i lisan ettikse afv ola. Allah oruçlarınızı, namazlarınızı, yerli yerinde veriyorsanız zekâtlarınızı, sadakalarınızı kabul etsin, hepimizi bağışlasın.



Mehmet Şevket EYGİ - 01 Ağustos 2011 Pazartesi

Mücteba

Yangın Var!

Allahü Teâlâ Peygamber, Kitab, Din göndererek bizi uyarmıştır. Biz Müslümanlar "Haberimiz yoktu, uyarılmamıştık" diyemeyiz. Böyle dersek yalan söylemiş oluruz.

Müslüman toplumun durumu dinî açıdan, din gözlüğüyle bakıldığında çok kötüdür.

Toplumda çok büyük kötülükler, günahlar, isyanlar vardır:

İzin verirseniz bunlardan 33'ünü saymak istiyorum:

1. Çok vahim itikat bozuklukları görülmektedir. Mesela: İslam'dan başka hak ibrahimî dinler vardır ve onların mensupları da, İslam'ı, Kur'anı, Resulullahı yalanlamalarına rağmen Cennete girecektir mealindeki bâtıl iddia.

2. Beş vakit namaz halkın yüzde 90'ı tarafından terk edilmiştir.

3. Cemaat terk edilmiştir.

4. Eski Sodom Gomore'yi gölgede bırakacak fuhşiyyat, çeşit çeşit azgınlıklar, kumar, işret çok yaygın hale gelmiştir.

5. Toplumları çökerten lüks, israf ve sefahat çok artmıştır.

6. Riba alıp verme genelleşmiştir.

7. Gıybet ve diğer lisan afetleri genelleşmiştir.

8. İman ve İslam kardeşliği hemen hemen kalmamıştır.

9. Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzı yeteri kadar ve etkili şekilde yapılmamaktadır.

10. Halka yeteri kadar ve etkili şekilde nasihat edilmemekte, Müslümanlar uyarılıp bilgilendirilmemektedir.

11. Zekatlar Kur'ana, Sünnete, Şeriata göre doğru dürüst yerli yerinde verilmemekte, sarf edilmemektedir.

12. İstanbul için söylüyorum: Cuma ezanı okununca işyerleri, Cuma namazının bitimine göre kapatılmamaktadır.

13. Ahlaksızlık, dinsizlik, densizlik, sarhoşluk, fuhuş sokaklara meydanlara taşmıştır.

14. Mübarek Ramazan ayında bile İslam'a ve Şeriat'a aykırı Ramazan Şenlik ve Etkinlikleri fütursuzca yapılmaktadır.

15. Din ve mukaddesat sömürüsü görülmemiş korkunç boyutlara ulaşmıştır.

16. Birtakım Müslüman ruhbanlar erbab haline getirilmiştir.

17. Zengin Müslümanlarla fakir Müslümanlar arasında uçurumlar meydana gelmiştir. Yardımlaşma ve paylaşma ahlakı çok zayıflamıştır.

18. Halka ve bilhassa gençliğe, öğrenilmesi ve bilinmesi farz olan ilmihal bilgileri doğru dürüst öğretilmemektedir.

19. Mü'minler birbirlerini yeteri kadar sevmemekte, hattâ bazısı bazısına düşmanlık etmektedir.

20. Ümmet-i Muhammed yüzlerce birbirinden kopuk hizbe, fırkaya, cemaate bölünmüştür.

21. Beynelmüslimîn (Müslümanlar arasında) tartışmalar, çekişmeler, husumet ayyuka çıkmıştır.

22. Kur'ana iman ettik diyenlerin büyük kısmı Kur'anın kesin emirlerine uymamakta, Kur'anın kesin yasaklarından kaçınmamaktadır.

23. Biz Peygambere (Salat ve selam olsun ona) iman ettik diyenler onun Sünnetine, buyruklarına, emir ve yasaklarına, öğütlerine uymamaktadır.

24. Halkın büyük kısmı ebedî kalınacak âhireti unutmuş, var gücüyle çılgınlar gibi fânî dünya için çalışmaktadır.

25. Halkı uyaracak, çekip çevirecek yeterli miktarda icazetli, gerçek, 'âmil, kâmil ulema, fukaha ve mürşidler kalmamıştır, yetişmemektedir.

26. Yeterli miktarda iman hizmetleri yapılmamaktadır.

27. Koyu ve yaygın gaflet ve cehalet vardır.

28. Ümmet-i Muhammed bir İmam-ı Kebir'den, bir Emirü'l-mü'minînden mahrumdur, böyle bir reis seçilmesi hususunda bir çalışma da yoktur.

29. Müslümanların arasına sürülerle casus, ajan, istihbaratçı, provokatör, yönlendirici sızmıştır.

30. Din (büyük ölçüde) elden gitmiştir.

31. Parçalar bütünle özdeşleştirilmiş; bazı cemaatler, tarikatler, hizip ve fırkalar din ile eşit hale getirilmiş, hattâ ondan da üstün görülmeye başlanmıştır.

32. Müslüman ve dindar geçinen bazıları, canımızdan daha çok sevmemiz ve hatırasını titizlikle korumamız gereken Sevgili Peygamberimize saldırılınca tepki göstermiyor, kendi din baronlarına en ufak bir tenkit yöneltilince kıyamet kopartıyor.

33. Müslümanlar kültür, medeniyet ve zihniyet bakımından medenî ve vasıflı Müslüman olmaktan büyük ölçüde çıkmış, bedevî ve kırsal kesim Müslümanı statüsüne düşmüştür.

Yukarıda saydığım kötülük ve noksanlardan biri bile Müslüman bir toplumu çökertip yıkmaya yeter.

Okur-yazar bir Müslüman olarak bu konuda sevgili kardeşlerimi uyarmayı vazife bilmekteyim.

Çok kusurlu bir Müslüman olduğumun bilincindeyim.

Şahsımla ilgili herhangi siyasî, mâlî, nefsanî bir talebim yoktur.

Yangını söndürecek güce ve imkana sahip değilim.

Yangın var diye bağırmaktan başka bir şey yapamıyorum.

Yangın var diye feryat etmemi yaygaracılık olarak görecekler çıkacaktır.

Bilhassa onların tıkaçlı kulaklarının dibinde bağırıyorum: Yangın var!.. Yangın var!..



Mehmet Şevket EYGİ - 02 Ağustos 2011 Salı

Mücteba

Telgraflar

* PKK terörü bitmez... Bitirmeye kalkanı bitirirler... Yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu kaçakçılığı... Silah ve cephane kaçakçılığı... Bitmez... STOP

* PKK İsrail Ermeni Haçlı AB... STOP

* Doğu ve güneydoğu Anadolu'nun nüfusu boşaltılıyor... Tabiat boşluğu sevmez... Buralara ileride başka nüfuslar mı ithal edilecektir?... STOP

* 3500 köy düzlendi... Ahalisi sürüldü.... STOP

* Sünnetsiz PKK şehitleri Kürt müdür?... STOP

* Cihad fi sebilillah Kur'anla Sünnetle icmâ ile farzdır... Onlar cihadsız yeni bir İslam türetmek istiyor... STOP

* Din piyasasında aşırı miktarda petrodolar var... STOP STOP

* Reformcu kısa zamanda meşhur olmak için saçma sapan bir ictihad yaptı medya ictihadın üzerine atladı ve reformcu çok meşhur oldu... STOP

* Tebdilhava iznine çıkan askerin hiç parası yoktu... Köyüne otostop yaparak giderken motosiklet çarpması sonucu öldü... Ailesinin çocuklarının cesedini köye getirtecek parası yoktu... STOP

* Manken olmak için evden kaçan 14 yaşındaki hoppa kıza bir hafta içinde tam 14 kişi tecavüz etti... Sonuncusu kızı randevuevine sattı... STOP

* Karım zina yapıyor aşığı şu anda evimde hemen gelin baskın yapın zabıt tutun diyen kocaya polis "Zina yeni Ceza Kanununda suç değildir bir şey yapamayız" cevabını verdi... STOP

* Ey öğretmenler yeni nesiller sizin eserinizdir eserinize iftiharla bakınız... İmza M. Kemal... STOP

* Türkiye'de din çok ilerliyor... On milyon liraya yapılan büyük camide sabah namazındaki cemaat on kişi... STOP

* Bir cemaat marşı yazdırdı ve besteletti... Ey Hocamız sen ne büyüksün... STOP

* Geçen Ramazan Silvan'da bir fakir iftar yemeği olmadığı için ağlayarak intihar etti... Zekat zekat zekat... STOP

* Müslüman vatandaş on yaşındaki çocuğuna yaz tatilinde din ve Kur'an dersi verdiremedi... Yasak... STOP

* Bodrum'da lüks bir restoranda bir şişe İspanyol şaraplı yemek 2500 yeni lira... STOP

* Şehit olan askerlerden birinin ailesi naylon bir çadırda yaşıyormuş... STOP

* Köprü güzergahındaki tarlalar ve arazi kısa zamanda on misli değer kazandı... Birileri köşeyi döndü... Stop

* Şişman zenginlere müjde... Lüks diyet tedavisi başladı... STOP

* Fuhuşla mücadele sürüyor hamamın namusu temizleniyor... STOP

* Yaklaşan depreme karşı hazırlıklar çok yoğun... STOP



Mehmet Şevket EYGİ - 02 Ağustos 2011 Salı

Mücteba

Düşüncesizlik ve Akılsızlık Yaygınlaştı

Vah vah, halkın düşünmeye vakti ve mecali kalmadı!.. Hiçbir şeye yanmam Müslümanların da büyük kısmı düşüncesiz oldu.

Müslüman nasıl bir insandır? O, yararına ve zararına olan şeyleri bilen; yararına olan şeylerle zararına olanları birbirinden ayırt edebilen bir kimsedir.

İyi, doğru ve mantıklı düşünemeyen insanlar yanlış tercihler yapar.

İnsanın aklı ve zekâsı gelişmeye ve körleşmeye istidadı olan bir şeydir.

İyi ve doğru bir eğitimle zekâlar, akıllar parlaklaşır, nurlanır, inkişaf eder.

Kötü bir eğitim en keskin zekâları berbat eder, karartır, körletir.

Müslüman bir kişiyi düşünelim:

Onda düşünme kabiliyeti varsa namaz kılması gerektiğini bilir ve gereğini yapar.

Aklı çalışıyorsa itikadını tashih eder.

İyi düşünen bir Müslüman hiç gıybet eder mi?

Parayı put haline getirir mi?

Selim bir akla sahip Müslümanın âhireti unutup gaflete dalması mümkün müdür?

Aklı çalışan Müslüman bir hanımın başına renkli bir bez doladıktan sonra sokaklarda, meydanlarda, nâmahremler arasında keyfe mâ yeşâ serbestçe dolaşması, fink atması mümkün müdür?

Evet biz Müslümanlar, ne kadar yanlış, kötü iş yapıyorsak hep akılsızlığımızdan, düşüncesizliğimizden yapıyoruz. Akıllı gibi görünüyoruz ama yaptıklarımızın çoğu akıllı işi değil.

Halkı Müslüman bir şehrin durumunun iyi veya kötü olduğu sabah namazı vaktinde belli olur.

Namaz vakti gelince, ezanlar okununca evlerin ışıkları yanar ve ahali-i Müslime namaza hazırlanır.

Hanımlar evlerde kılar, erkekler camilere gider, namazı cemaatle eda eder.

Bir İslam şehrinde Müslüman ahali sabah namazı vaktinde leşler gibi uyuyorsa onların aklı ya yok yahut çok kıt demektir.

Leşler gibi uyuyorlarsa sözüm çok mu ağır?.. Özür dilerim, ölüler gibi diyeyim.

Müslümanlar kafalarını, akıllarını çalıştırmış olsalardı bugünkü esir, zelil, parçalanmış, zebun durumda olurlar mıydı.

Bir dinsiz kuyuya bir taş atıyor, kırk Müslüman o taşı çıkartamıyor.

Allahü Teâlâ Kur'anda israf etmeyin buyurmuş... Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem israfı kötülemiş...

Selim bir akıl israfı kötü görür... Biz ne yapıyoruz? Elimize para, imkan, fırsat geçince her konuda israf ediyor, saçıp savuruyoruz.

Düşünen, aklı olan bir Müslüman lüks hayat sürüp, lüks yiyerek hiç israf eder mi?

Müslümanın aklı ve vicdanı olsa, rezil ve sefil lüks bir cep telefonu ile öğünür mü?

Şu Müslümana bakınız: Tam 250 liralık lüks bir kravat takmış boynuna, kravatın rüzgarla ters dönmesini bekliyor. Ters dönecek de markası görünecek... Vah benim akılsız, beyinsiz, vicdansız kardeşim!

Müslümanın bir tarifi de akıllı insandır.

Nasıl bir akıl?.. Selim bir akıl.

Kur'anî ve Nebevî nurlarla aydınlanmış bir akıl.

Müslümanda böyle selim ve nurlu bir akıl yoksa onun Müslümanlığı ism ve resmden ibarettir.

Mü'min firasetli kişidir.

Mü'minde fetanet vardır.

Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimiz hazretleri ne buyurmuş: İki günü birbirine eşit olan zarardadır buyurmuş...

Aklımızı her gün biraz daha geliştirmekle mükellefiz. Her gün, bir öncekinden daha mantıklı, daha bilgili, daha kültürlü, daha dengeli olmalıyız.

Efendimiz ne buyurmuş: Müslüman, bir delikten çıkan tarafından ikinci defa sokulmaz.

Biz ikinci defa değil, bininci defa sokulsak yine akıllanmıyoruz, yine tedbirli olmuyoruz.

Aklımızı nasıl geliştirebiliriz?

Akıllı insanları dinleyerek.

İyi ve faydalı kitapları, mânalarını iyi anlamak şartıyla okuyarak.

Öğrendiğimiz iyi bilgileri hayatımıza uygulayarak.

Aklı geliştiren ilimleri ve fenleri öğrenerek.

Kâmil mürşidlerin öğütlerini dinleyerek

Lise tahsili yapmış her Müslüman Mecelle-i Ahkâmı Adliye'nin başındaki Kavaid-i Külliyeyi ehliyetli bir hocadan okuyup öğrenmelidir.

O küllî kaideler sadece hukuk kaideleri değil, her insana hayatı boyunca lâzım genel düsturlardır.

Aklı geliştiren ilimlerden biri mantık ilmidir.

Bir mantık kitabı alacaksın ve onu hikaye kitabı gibi okuyacaksın... Böyle mantık öğrenilmez. Ehliyetli ve liyakatli bir mantık hocası bulup ondan öğreneceksin. Hoca ehliyetli ve liyakatli değilse yine boş...

Sonunda bir heyet seni imtihan edecek, geçebilirsen "Bu kişi mantık bilir" sertifikası alacaksın.

Düşüncesiz ve akılsız kimseler, "Hızlı trenler yapılıyor, her yere uçak seferi var, turizm çok arttı, zenginlik var..." gibi delillerle ülkemizin durumunun iyi olduğunu iddia ediyor.

Peki madalyonun arka tarafından neler var? İçki, zina, haram yeme, kokuşma, binamazlık, riba, kadınların tesettürsüzlüğü, dinsizlik, densizlik, müstehcen yayın lağımları seller gibi, lüks ve israf dorukta, toplumun bir kısmı Sodom ve Gomorelilere benzemiş, Müslümanlar tek bir Ümmet olmaktan çıkmış, birbirinden kopuk hizip ve fırkalara bölünmüş... Bunca korkunç kötülükler, günahlar, isyanlar, tuğyanlar içinde hızlı trenlerin, barajların, limanların ne faydası olur...

Yâ Rabbi!.. Hepimize selim akıl, firâset, fetânet, nurlu ve kurtarıcı bilgiler ve bu bilgileri uygulamayı bize nasip ve ihsan et...



Mehmet Şevket EYGİ - 03 Ağustos 2011 Çarşamba

Mücteba

Tophâne Müşiri Zeki Paşa'nın Oğlu

Yıl 1954'tü sanıyorum. O tarihte Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde (eski Mülkiye Mektebi) okuyordum. Öğleden sonraları da Fransız Kültür Merkezinde sekreterlik yapıyordum.

Bir gün Merkez'e bir zat geldi, birisiyle Fransızca konuşmaya başladı. Mükemmel bir Fransızca. Aksan farkı yok, sanki Paris radyosunun spikeri... Müdür mösyö Roche onu gördü, konuşmasını işitti, yanına yaklaştı, "hoş geldiniz" dedi... Bu kadar güzel Fransızcası olan bir kimse her halde Paris'ten gelmişti...

O zat müdüre, "Ben Fransız değilim, Türküm" deyince Mösyö epey şaşırmıştı. Türküm dedikten sonra ilâve etmişti: "İngiliz dostlarım da İngilizceyi Oxford aksanıyla konuştuğumu söyler..."

O gün sormuş ve onun Sivas milletvekili Sedat Zeki Örs olduğunu öğrenmiştim. İsmi bana yabancı değildi, Üstad Necip Fazıl'ın Büyük Doğusunda da makaleleri çıkardı.

Kaç yıl sonra merhume Münevver Ayaşlı hanımefendiye sormuştum: Bu Sedat Zeki bey Fransızcayı bu kadar güzel ve mükemmel nasıl öğrenebilmiş?

Hanımefendi şu cevabı vermişti:

Onun babası, Sultan Abdülhamid han'ın Tophane-i âmire müşiri Zeki Paşa idi ve oğluna iyi Fransızca öğrettirmek için ağırlığınca altın ödemişti.

Sedat Zeki bey tam bir İstanbul kültürüne sahipti. Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan devrimlere karşıydı. Hele, A. Dilaçar (Agob Martayan) vasıtasıyla gerçekleştirilen dil devrimini hiç benimsememişti.

Medyada birkaç hafta önce okudum: Boğaziçi'nde, Müşir Zeki Paşa tarafından bir Fransız mimarına inşa ettirilen şahane yalı Sotheby's mezat firması tarafından satılacakmış. Bugünkü paramızla 187 milyon lira fiyat koymuşlar. Allah Sultan Abdülhamid'e, Zeki Paşa'ya, oğlu Sedat Zeki beye, Münevver hanıma ve bütün mü'minlere rahmetiyle muamele buyursun. Bu dünya kimseye kalmıyor. Gelmek gitmek demek. İnsanlar ölür, Boğaz'da şahane bir yalı kalır. Vakt-i merhûnu gelince o da yıkılacak...



Mehmet Şevket EYGİ - 03 Ağustos 2011 Çarşamba

Mücteba

Vahim Bozukluklar ve Sapıklıklar

Birinci büyük sapıklık: İslam'a, Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete, Şeriata göre bozuk olan bir sistem ve düzene iyi demek.

İkincisi: Bu devirde İslam'dan başka da hak, makbul ve geçerli dinler vardır demek.

Üçüncüsü: Fâsık, fâcir, azgın, günahkâr, âsi bir topluma iyi demek.

Dördüncüsü: Allahü Teâlâya noksan sıfatlar yakıştırmak.

Beşincisi: Müslümanların yüzde 90'ınını beş vakit namazı terk etmiş olmasını hafife almak, buna önem vermemek.

Altıncısı: Ümmet şuuruna (bilincine) sahip olmamak.

Yedincisi: Hizip, fırka, tarikat, cemaat, grup, klik asabiyetine, fanatizmine, militanlığına sahip olmak.

Yedincisi: Yeterli ilmi, irfanı olmaksızın icazetsiz olarak Kur'an-ı Azimüşşandan re'y ve hevâsı ile hüküm çıkartmak, müctehidlik taslamak.

Sekizincisi: Dünyayı çok sevmek ve âhireti unutup sırf dünya için çılgın gibi çalışmak.

Dokuzuncusu: Çocuklarını ehl-i dünya olarak yetiştirmek.

Onuncusu: Parayı taparcasına sevmek.

On birincisi: Parayı iddihar etmek, kenz yapmak.

On ikincisi: Lüks bir hayat sürmek.

On üçüncüsü: İhtiyacından fazla harcamak, aşırı tüketim yapmak.

On dördüncüsü: Parçayı bütünle özdeşleştirmek. Cemaatini, tarikatini, mezhebini, meşrebini din haline getirmek.

On beşincisi: Cuma ezanı okununca dükkanını, bürosunu, işyerini namaz bitinceye kadar kapatmamak, ticarete ve işe devam etmek.

On altıncısı: Körü körüne particilik yapmak.

On yedincisi: Futbol holiganı gibi particilik yapmak.

On sekizincisi: Nafile ibadetlerle övünüp, gösteriş yapmak, gurur ve kibre kapılmak.

On sekizincisi: Başkalarının ayıplarını, günahlarını, kusur ve hatâlarını araştırmaktan ve onları çekiştirmekten; kendi ayıp ve günahlarına bakacak zamanı kalmamak.

On dokuzuncusu: Zekâtını öncelikle Müslüman fakirlere, Müslüman miskinlere, perişan mültecilere ve diğer hakkedenlere vermemek; zekât uğrularına kaptırmak.

Yirmincisi: Dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim taraftarı olmak.

Yirmi birincisi: Türkiye'deki düzen bozuktur, binaenaleyh bu bozuk düzende bozuk işler yapılabilir, her halt yenilir demek.

Yirmi ikincisi: Bizim hocamız, hoca efendimiz, şeyhimiz, büyüğümüz, baronumuz hiç hatâ yapmaz, o lâ yuhtidir, mâsumdur, ne derse doğrudur, ne yaparsa isabetlidir sapık inancına sahip olmak.

Yirmi üçüncüsü: Her şeyin en iyisi Müslümanlara layıktır diyerek israf etmek, lükse kaçmak, aşırı tüketim yapmak, gurur ve kibir sergilemek.

Yirmi dördüncüsü: Cemaat ve hizip asabiyeti yüzünden sâlih Müslüman kardeşine darılmak, onunla ilişkisini kesmek.

Yirmi beşincisi: İslam düşmanı kâfirleri dost ve veli edinmek.

Yirmi altıncısı: Nefsini temize çıkartmak, aklamak.

Yirmi yedincisi: Dini ve mukaddesatı kendi şahsî ve siyasî nüfuz ve menfaatine âlet etmek.

Yirmi sekizincisi: Rüşvet almak, haram kazanç elde etmek, komisyon almak, çalıp çırpmak, ihalelere fesat karıştırmak ve bunları Müslümanlar güçlensin diye yapıyorum demek.

Yirmi dokuzuncusu: Doyduktan sonra yemek.

Otuzuncusu: Zaruret (veya çok büyük faide) olmaksızın devlet ve hükümet büyükleriyle, büyük bürokratlarla görüşmek, onları övmek. (Onların hayırları, ıslahları için dua edilmelidir.)

Otuz birincisi: Müslüman halktan hayır hasenat, fakirlere yardım, hizmet için toplanan paraların bir kısmını doğrudan doğruya veya dolaylı olarak zimmetine geçirmek.

Otuz ikincisi: Tarikatçilik, hizipçilik, fırkacılık, cemaatçilik yapmak.

Otuz üçüncüsü: Peygamberimize (Salat ve selam olsun Ona) saldırılıp hakaret edilince tepki göstermeyip, kendi din baronuna saldırılınca büyük tepki gösterip yeri göğü birbirine katmak. (Çok büyük sapıklıktır.)



Mehmet Şevket EYGİ - 04 Ağustos 2011 Perşembe

Mücteba

Krizlerimiz

Türkiye'de kriz çıkar mı?.. İktisat ve finans ile ilgili bir krizden bahs ediliyorsa bu tartışılabilir ama siyasî, sosyal, kültürel, etnik, ahlakî krizler çıkar mı diye sormak pek akıllıca bir şey olmaz, çünkü zaten böyle vahim krizlerin içindeyiz. Mevcut müzmin krizlerimizin bazısını sıralayayım:

*Toplumsal barış ve mutabakat krizi. Şu anda bizde tek bir millet yoktur (zaten mâzide de olmamıştır), birbirinde kopuk halklar vardır.

*Millî eğitim krizi. Bugünkü ideolojik, vesayetçi, ulusalcı, Ergenekoncu, çağın dışında kalmış eğitim ile ülkemizin, halk(lar)ımızın ve devletimizin yarınları karanlıktır.

*Müzmin ve yoğun kokuşma en büyük krizdir. Bu kokuşma temizlenmedikçe, Türkiye'nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notu en az (10 üzerinden) 7'ye çık(arıl)madıkça kriz(ler) sürecektir.

*Türkiye'de çok vahim bir hukuk krizi vardır. Bugünkü Ceza Kanunu toplumun, Medenî Kanun ailenin temellerini yıkmaktadır. Korkunç bir suç patlaması vardır. Halkın yarısı birbiriyle nizalıdır. Avrupa'nın en büyük adalet sarayını yaptık, onun çaycısı bile milyoner diye öğünen medyamız niçin hukuk sistemimizi tartışmıyor? Adaletin hâkim olmadığı, yargı sistemi iyi ve doğru çalışmayan bir ülke, toplum, devlet ayakta durabilir mi?

* Bedevîlik krizi. Toplumumuz hızla bedevileşiyor. Bedevî kültür ve zihniyeti hâkim oluyor. Her türlü şehvet ve azgınlık artıyor ve yayılıyor. Helal haram demeden para kazanıp zengin olma şehveti... Lüks ve israf şehveti... En âdi hedonizm... Cinsellik patlaması... Hayâsızlık ve görgüsüzlük... Kabalık...

*Din ve ahlak konusunda da büyük ve vahim bir kriz içindeyiz. Dünyayı pençelerine almak isteyen (veya almış bulunan) emperyalist ve sömürgeci global güçler ve onların işbirlikçileri Türkiye'nin Ehl-i Sünnet yapısını yıkmak, onun yerine Kemalist, ılımlı, light, reforme edilmiş, değişime uğramış, yenilik yapılmış, fıkıh ve Şeriattan arınmış, AB norm ve standartlarına uydurulmuş, BOP planlarına uygun hale getirilmiş, Fazlurrahman anlayışı ile yorumlanan, Feminizme aykırı hükümleri ayıklanmış, üç ibrahimî hak din vardır bozuk dogmasını kabullenmiş yepyeni bir İslam türetmek istiyor. Bu maksatla Sünnî Müslümanlar büyük sayıda, birbirinden kopuk hizbe, fırkaya, sekte, cemaate ayrılmış olup, bunlar planlı ve programlı şekilde birbirileriyle çekiştirip çatıştırılmaktadır. Dinî konuda kaos ve anarşi çıkartılmıştır. Bundan büyük kriz olur mu?

*Kimlik krizi: Son seksen yıl içinde Türkiyelilik kimliği realpolitiklerle, derin devlet terörüyle, tek parti zulmüyle, ideolojik beyin yıkama seferberliğiyle temellerinden berhava edilmek istenmiştir. Bu yüzden milyonlarca vatandaşımız yabancılaşmıştır. Baylar Bayanlar buna kimlik krizi denir!

*Türkçe krizi: 1928'den önce basılmış Türkçe kitapları, yazılmış metinleri, hattâ dedelerinin ve atalarının mezar taşlarını bile okuyamayan cahil nesiller yetiştirilmiştir. İki yüz bin kelimelik zengin ebedî ve yazılı Türkçe, 20 bin kelimelik arı, duru, fakir bir dil haline getirilmiştir. Medeniyetin, kültürün, düşüncenin ana âleti olan Türkçe korkunç suikastlara uğramıştır. Herkes bu krizi bilmez ama bu kriz halledilmeden Türkiye düzelmez.

*Türkiye'de bir ordu krizi vardır. Üst düzey generallerinin yarısının tutuklu olduğu bir ülkede "ordu krizi yoktur" demek mümkün müdür? Yakın tarihimizde namaz kılan, oruç tutan, hanımı başını eşarpla örten, içki içmeyen, altın yüzük kullanmayan, babası sakallı hacı olan subaylar ve astsubaylar ağır baskılara ve zulümlere uğramış, mesleklerinden atılmıştır. Şu anda ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı bile yanlarına başörtülü hanımlarını alıp bir orduevinde akşam yemeğine gidememektedir. Birileri orduyu ideolojik vesayet sisteminin yıkılmaz kalesi haline getirmek istemiştir. Böyle bir durum ve ortamda "Türkiye'de ordu krizi yoktur" demek mümkün müdür?

BOP'çular, global derin güçler, uluslarası Siyonizm, emperyalistler ve sömürgeciler Türkiye'yi parçalamak istiyor. Hiçbir akıllı, uzak görüşlü, medenî kültürlü Türkiyelinin bundan şüphesi olamaz.

Ülkemiz maalesef bir krizler yumağı haline gelmiştir, getirilmiştir.

Hiç durmadan bahs edilen PKK terörü bir sebep değil, bir neticedir. Sebeplere inmeden, onları anlamadan PKK meselesi çözülemez.

Türkiye'de şehir/medeniyet kültürüne ve eğitimine sahip kaç kişi kaldıysa onlara hitaben, yukarıda saydığım (ve saymadığım) belli başlı krizlerimizi anlatan ders kitabı gibi bir kitapçık hazırlanıp okutulabilirse çok iyi olur kanaatindeyim.



Mehmet Şevket EYGİ - 04 Ağustos 2011 Perşembe

Mücteba

Beş Parasız Asker Otostop Yaparken Can Verdi...

Hepimizi derin derin düşündürmesi, üzmesi, kahretmesi gereken bu facia haberini /www.aydinyerel.com/dan aldım.

Denizli'de askerlik yaptığı sırada psikolojik sıkıntılar sebebiyle sağlığı bozulan bir ere hava değişimi tâtili verilir. Asker çok fakirdir. Evinden kendisine harçlık gelmemektedir. Sivil elbiselerini giyer, yol parası olmadığı için otostopla Bursa'daki evine gitmek isterken, yol kenarında geçirdiği trafik kazası sonucu fecî şekilde ölür.

Ferhat Asa isimli askerin ailesine telefon edilir, oğlunuz trafik kazasında can vermiştir, gelip cenazesini alın denilir. Köyde yaşayan babası, bizim beş paramız yok, cevabını verir. Ya cenazeyi devlet buraya göndersin, gönderemezse orada toprağa verilsin, diye ilave eder.

Askerî makamlar da çok üzülürler, jandarma Ferhat Asa'nın cenazesini alarak Bursa'nın Orhaneli ilçesi Sırıl Köyüne götürür. Orada toprağa verilir.

Ölen askerin babası eşinden ayrılmış, dört çocuğuna bakmak için gündelik işlerde çalışıyormuş. Evleri de bir süre önce yıkılmış.

Acılı baba "Oğlum askere giderken de para bulup verememiştim, otostop yaparak birliğine gitmişti" demiş.

Kıssadan hisse...

1. Bu beş parasız askere biz Müslümanların zekâtlarımızla yardım etmemiz gerekmez miydi? Zekâta ondan daha fazla hak kazanan bir kimse var mıydı? Çok fakir, şer'î tabirle miskin bir Müslüman ailenin çocuğu... Askere giderken parası yok, otostopla gidiyor, sağlık sebebiyle izne çıkarken yine beş parası yok, otostopla köyüne gitmeye çalışırken ölüyor.

2. O çocuğun cebine 100 liralık zekât parası konsaydı külüstür mülüstür bir otobüse binebilecek, belki yolda içine ekmek doğrayacağı bir çorba içecekti.

3. Böyle fakir, yoksul, miskin bir Müslüman beş parasız kalınca bütün Ümmet sorumlu olur.

4. Denilebilir ki, biz Denizli'den Bursa'ya giderken ölen fakir askeri nerden bileceğiz, nasıl bulup zekât vereceğiz? Bu hizmetler teşkilâtlanarak olur. Türkiye çapında bir teşkilât kurulur; Kur'ana, Sünnete, Şeriata, fıkha uygun şekilde nasıl verilecekse, zekâtlar ihtiyaç sahiplerine ulaştırılır.

Müslümanların bir kısmında merhamet kalmadı.

Yukarıda anlatılan asker, beş parasız ona zekât verilmiyor.

Birlik kantininde ucuz çay içip yanında birkaç bisküvi yiyecek cep harçlığı bile yok. Biz ne vicdansız ve merhametsiz Müslümanlarız.

Ağır mı konuşuyorum? Hiç de değil... Az bile yazıyorum.

Kimsesiz bir kadın, hiçbir geliri yok, devlet minicik bir yoksulluk maaşı bağlamış, bu para yetişmiyor. Ona biraz zekât verebiliyor muyuz? Nerde gezer!..

Irak'tan kaçmış, Türkiye'ye sığınmış. Orada evi, dükkânı var ama burada beş parasız. Bu mülteci kardeşimize zekât veriyor muyuz?

Bir baba düşünün, düşmez kalkmaz bir Allah, ayda 500 lira geliri var. Kiraz mevsimi geldi, çocuklarına bir kilo kiraz alamadı. Onu zekâtlarımızla takviye etmiş olsaydık, ucuzundan, kalitesizinden biraz kiraz alıp ailesine yedirebilecekti. Kiraz yemese de olur mu diyorsunuz?..

Kur'an, sarahaten (çok açık şekilde) zekâtın kimlere verileceğini beyan ediyor.

Diyanetin eski bir fetvası var, zekât derneklere verilmez diyor. Biz ne Kur'an dinliyoruz, ne Sünnet, ne fıkıh, ne Şeriat... Zekâtları bildiğimiz gibi topluyoruz, canımızın istediği şekilde harcıyoruz.

Denizli'den Bursa'ya otostop çekerek giderken karanlıkta motosiklet çarpması neticesinde ölen askere Allah rahmet eylesin. Acılı ailesine sabırlar versin.

İş bununla bitmiyor.

Şu anda aileleri çok fakir olduğu için askerliklerini beş parasız yapan nice yoksul gencimiz var.

Ağlayan yetimler var.

Dullar var.

Kimsesiz, biçare ihtiyarlar var.

Müslüman mülteciler var.

Üniversiteler açıkken çok küçük yemek ücretini bulamayıp aç kalan öğrenciler var.

Çocuklarına bir külah dondurma alamayan işsiz veya çok düşük ücretle çalışan babalar var.

Ev kiralarını, elektrik, su faturalarını ödeyemeyen yoksul aileler var.

Velhasıl, bîçareler var. Sürünenler, ezilenler, ağlayanlar var...

Öte tarafta zekâtlarıyla bunlara yardım etmeyen zengin Müslümanlar var.

Topladıkları paralarla Jamaika'da hizmet eden cemaatler var.

Zekât paralarıyla personel maaşlarını ödeyen dernekler var.

Zekât paralarıyla boya-badana ve tâmirat...

Zekât paralarıyla inşaat yapanlar...

Zekât paralarıyla helâ-banyo ve termosifon...

(Yahu! Şeriat zekât parasıyla cami yapılmasına bile izin vermiyor.)

Merhum Şeyh Adanalı Sami Efendi hazretlerinin "Musahabe" adlı kitabının 3'üncü cildinin 123'üncü sayfasında Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) Ebu Zer hazretlerine tavsiye ettiği şu kurtarıcı öğüdü yer alıyor:

"Zekatınızı vermekle malınızı koruyunuz,

Fakirlere sadaka vermekle hastalarınızı tedavi ediniz,

Dua ederek ve yalvararak belâ ve musibeti uzaklaştırınız."

Adıgeçen kitabın aynı sayfasında şu hadîs de yer alıyor:

"Malının zekatını, zekat almaya hakkı olmayana veren, zekatının vermemiş sayılır."

Bendeniz Müslüman bir yazar olarak bu satırları kaleme aldığım için kötü oluyorum, münâfık oluyorum, Hazret-i Muhteremlere saygısızlık etmiş oluyorum.

EyvAllah, eyvAllah, eyvAllah!..



Mehmet Şevket EYGİ - 05 Ağustos 2011 Cuma

Mücteba

Hayırlı Bir Teşebbüs Ehli Sünnet Dergisi

Kur'an ve Sünnet İslamlığını, Ehl-i Sünnet Müslümanlığını savunmak; bozuk fırkaları, inançları, görüşleri, tezleri red ve cerh etmek için senede 3 veya 5 nüsha yayınlanacak küçük fakat etkili ve aydınlatıcı bir dergi hakkındaki fikir ve tekliflerimi okuyucularıma arz ediyorum.


Madde 1. Bu dergi kesinlikle ticarî olmayacak, para veya dünyevî mânevî menfaat (ün, alkış, itibar) kazanmak için yayınlanmayacaktır.

Madde 2. Her sayısı en az 250 bin adet basılacaktır.

Madde 3. Saklaması kolay olacağı için küçük boy (cep kitabı boyutunda) olacaktır.

Madde 4. Bu dergide çıkan yazılara telif ücreti ödenmeyecektir. Allah rızası için yazan yazsın, yazmayan yazmasın...

Madde 5. Bu dergide agresif bir lisan ve üslup kullanılmayacaktır. Üslubuna hilm hâkim olacaktır.

Madde 6. Derginin sadece idarî personeline ücret ödenecektir.

Madde 7. Dergi siyasi veya şahsî nüfuz veya menfaate âlet edilmeyecektir.

Madde 8. Dergi cemaatler ve tarikatlar üstü olacaktır.

Madde 9. Dergi politikaya karışmayacaktır.

Madde 10. Derginin her sayısının 160 sayfa civarında olması düşünülebilir.

Madde 11. Derginin dağıtımı imece usulüyle gerçekleştirilecektir.

Madde 12. Arzu edenler maliyet (kâğıt, baskı, teclid, cüzî idare masrafları) karşılığında dergiden fazla miktarda alıp dağıtabileceklerdir.

Madde 13. Dergi ilan almayacaktır.

Madde 14. Dergide yayınlanacak bazı tercüme yazılar için ücretsiz çevirici bulunmazsa, tercüme ücreti ödenebilir.

Madde 15. Bu dergi son derece âdil, insaflı, ılımlı olmak şartıyla dinlerarası diyalog konusundaki bozuk ve aykırı fikirleri ve inançları çürütecektir.

Madde 16. Dergide bid'atçı ve bozuk Müslümanlara hakaret edilmeyecek, kardeşçe uyarılacaktır.

Bendeniz böyle bir dergide, hiçbir menfaat beklemeksizin ve almaksızın imkânlarım nisbetinde hizmet edebilirim.

Böyle bir dergiyle ilgilenen Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz fikir, görüş, temenni ve isteklerini aşağıdaki e-mail adresine gönderebilirler.

bediryayinevi@gmail.com

Hayırlı ve faydalı olduğuna inandığım böyle bir teşebbüsün kuruluş safhasında hizmet etmek isteyen gençler çıkarsa bendenize Bedir Yayınevi aracılığı ve e-maille ulaşabilir.

Böyle bir derginin kâğıt, matbaa ve sair masrafları nasıl karşılanacaktır? Maliyetine mi satılacaktır, yoksa imkân bulunursa bedava mı dağıtılacaktır? Bu gibi sorular ileride kurulacak müteşebbis heyet tarafından müzakere edilip karara bağlanacaktır.

(Böyle bir dergiden hiçbir kimsenin dünyevî, maddi veya manevî bir menfaat elde etmemesi gerekir. Âhirete ait bir menfaat beklentisi olabilir... Dünyevî, maddî veya manevî menfaat bekleyenlerin müracaat etmemeleri istirham olunur.)


Mehmet Şevket EYGİ - 05 Ağustos 2011 Cuma