Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Yılbaşı, toplumsal bir isyandır

Başlatan İsra, 28 Aralık 2010, 05:09:24

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

İsra

31 Aralık Cuma gününü, 1 Ocak Cumartesi gününe bağlayan gece yılbaşı gecesidir. Yılbaşı kutlamaları denilince de eski yılın sona erip yeni yıla geçildiği 31 Aralık/1 Ocak gecesi yapılan eğlence ve faaliyetler anlaşılır. Ancak yılbaşı eğlenceleri, ilk bakışta yeni yıla girişin kutlamaları gibi gözükmekle birlikte bunun hıristiyan batının noel bayramıyla da yakın ilgisi bulunmaktadır.

Dinimizde ise; noel ve yılbaşı kutlamalarının yeri yoktur. Bu yılbaşının biz Müslümanlar için, resmî ve milletlerarası bir takvim başlangıcı olmak ilgi ve alâkasından başka hiçbir kıymet ve değeri asla yoktur. Biz Müslümanlar için Muharrem ayının birinci gecesi: Yılbaşı gecesidir. İslâm'da yeni yıl, Muharrem ayının birinci günü ile başlar. Fakat, maalesef Müslümanların büyük bir kısmının haberi bile olmaz.

Bu bakımdan toplumumuzda ve diğer Müslüman toplumlarda "yılbaşı kutlaması" adı altında düzenlenen eğlence toplantıları ise hiçbir kültürel ve geleneksel temele sahip değildir. Bu bakımdan hıristiyan olmayan ülkelerde yılbaşı kutlamaları, Batı'nın körü körüne taklit edilmesinin veya hıristiyan Batı'nın kültür ihracının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Ülkemizde öteden beri yılbaşı kutlamalarıyla ilgili olarak yapılan tenkitler ve gösterilen hassasiyet de buradan kaynaklanır.

Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Müslümanlara; diğer dinî topluluklara göre farklı bir kimlik bilinci ve kültür değerleri manzumesi kazandırmak için gayret ettiği, bu uğurda saç-sakal, kılık-kıyafet, yeme-içme âdabı da dahil pek çok konuda tavsiyede bulunduğu düşünülürse, yılbaşı kutlamalarının, sıradan bir kutlama olarak kabul edilmesi ve tabiî karşılanması mümkün olamaz. Aksine, yılbaşı kutlaması, noel ağacı süslemesi, noel babanın hediye bırakması gibi âdetler toplumumuzda kültürel tahribata ve kimlik bunalımına yol açmakta, yeni yetişen kuşakları kendi öz değerlerinden koparıp, batının hayat tarzına alıştırmakta, sonra da onların değer ve inanç esaslarına sıcak bakmaya ve giderek onları benimsemeye götürebilmektedir. Böyle olunca, Müslüman toplumların bu tür âdetler yerine kendi kültür ve değerlerinden kaynaklanan alternatif program ve faaliyetler geliştirmesi ve yaşatması ayrı bir önem kazanmıştır.

Günümüzde toplumların kültürel değerlerini, hatta itikadî ve ahlâkî eğilimlerini; sahip oldukları hayat tarzı, ekonomik yapı, yerleşim ve ulaşım imkânı, iklim ve çevre, eğitim, folklor, örf ve âdet gibi ilk bakışta konuyla ilgisiz gözüken birçok husus derinden etkilemekte ve sonuçta mekanizma kendi değerlerini üretmektedir. Avrupa'daki Müslüman-Türk işçilerimizin çocukları ve torunlarının bugün Batı'nın kültür ve gelenekleri altında nasıl değiştiği ve giderek o toplumla bütünleşmeye başladığı iyi izlenirse toplumumuza yabancı kültürlerden taşınan veya yabancı toplumlara özenti şeklinde başlayan örf ve âdetlere karşı duyarlı olunmasının önemi daha iyi anlaşılır.

Bunun için alınabilecek bir önlem de: Kendi kültürel mirasımızdan ve dini anlayış ve heyecanımızdan kaynaklanan değerleri, gelenek ve âdetleri iyileştirerek yaşatmaya ve geliştirmeye çalışmak olabilir. Hiç şüphe yok ki, milletler, millî örf ve adetleriyle tanınırlar ve onlarla yaşarlar. Millî örf ve adetleriyle tarih sinesindeki şerefli mevkilerini korurlar. Çünkü, millî örf ve adetler, bir milletin millî kültürünün ve dinî inancının aynasıdır. Millî örf ve adetler, bir milletin şahsiyeti ve tanıtıcı vasfıdır. Sağlam millî örf ve adetlere sahip milletler, dinî bağları kuvvetli ve millî kültürü yüksek olan milletlerdir. Milletlerin örf ve adetlerine, millî kültürleri ve dinî inançları güç verir ve şekil kazandırır. Hatta dinden de kuvvetli olur. Bu sebeple hiçbir Müslüman milli kültüründe olmayan, dinî akidesine ters düşen özentilere hayatında yer vermez. Çünkü, o bilir ki, Rabbi kendisinden olmayanlara özenmeyi ve onlar gibi sefih hayat yaşamayı yasaklamıştır.

Mehmet Talu

ihvan


enfa


Zaman diyorum, biraz daha zaman.Dilimin ucundaki kelimeler bu kış donmazsa bir dahaki yıl uçmayı öğrenecekler!

mazlum

Kesinlikle bu başlıga katılıyorum .
Yılbaşı toblumsal bir isyandır .
Bir harf yeter inan, varsa o evde bir insan.

Dost Ararsan Kendine Bak
Dostun Ağlasını Bulursun
Düşman Ararsan Yine Kendine Bak
Düşmanında Ağlasını Bulursun .
vesselam .

Mücteba

#4
Açıktan ve toplu günahların ifa edildiği bu gecenin şerrinden biz Ümmet-i Muhammedini muhafaza et Yâ rabb !!!

Mücteba

#5
Alıntı yapılan: Mücteba - 29 Aralık 2010, 01:39:02
Açıktan ve toplu günahların ifa edildiği bu gecenin şerrinden biz Ümmet-i Muhammedini muhafaza et Yâ rabb !!!


İsra

Batılılaşma hareketiyle birlikte yılbaşı da örf ve âdetlerimiz arasına girdi.

Mantık bir yana atıldı, taklitte ileri gidildi. Çünkü yılbaşında İsa aleyhisselamın doğumu kutlanıyordu. Öyleyse bir peygamberin doğum yıldönümünü dansla, içkiyle, kumarla kutlamak hangi dinde, hangi mantıkta var?

Demek ki yılbaşı aynı zamanda mantığın, ilmin, İslamiyet'in bir yana bırakıldığı, sathi taklitçiliğin başladığı devrin yıldönümüdür ki böylesine bir tarih ancak bu şekilde kutlanır...

Batılı olmanın gerçek manasını anlamak isteyen, yılbaşında Müslümanları seyretsin. Elbiseler çeşit çeşit... Mezeler o biçim... Erkek tebessümüyle kadın kahkahalarının Eyfel'leştiği ortam... Kumara millilik vasfını kazandıran anlayış... Çamlar, hindiler... Mideler dolu, cepler dolu, kafalar ve kalpler boş... İşte modern insan, işte yılbaşı...

Onu bunu suçluyoruz amma belki de çoğumuz yılbaşı atmosferinin içinde kalıyoruz. Televizyon, radyo, evleri neşeye boğuyor; pek çok dindar aile bile gece yarısına kadar televizyondaki yılbaşı eğlencelerini seyrediyor. Batılılaşma öyle bir seldir ki, pek çok şeyi sürükleyip götürüyor. Geriye okunmayan kitaplar, kalitesiz insanlar, çalışmayan tezgahlar, ekilmeyen topraklar kalıyor.

Basın yayında öyle korkunç erozyonlar yapılıyor ki, tarihe, millete, dine ait ne varsa alıp götürüyor, geriye körü körüne taklitçilik kalıyor. Üç yüz senedir Avrupalı olmaya çalışanlara Avrupalılar halen gülüyor. Her şey olmaya çalışanlar, "kendileri" olamayınca komik duruma düşüyor.

Nasıl ki bir kısım cilt hastalıkları karaciğeri tedavi ederek giderilirse, aynı şekilde sosyal hayattaki felaketleri gidermek için de, işe tahkiki imandan başlamak lazım. Aslında hastalık zaaf-ı imanda... İman zayıflayınca ahlaksızlık yayılıyor. Nasıl ki karaciğeri tedavi ettik, cilt hastalığı geçti, taklidi imanı tahkiki imana çıkarırsak, pek çok dertler çözüme kavuşur.

Yeteri kadar İslami öğretim ve eğitim yapılmadığı gibi, her şey insanımızı din dışına çekiyor. Meyhaneler, kahveler, kılık kıyafetler, basın yayın gibi acı gerçekler, İslam'a hücum ediyor. Bu gerçekler karşısında Bediüzzaman Hazretleri buyurmuş ki: "Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor."

Yılbaşında iğrenerek, tiksinerek gezmeyiniz. Çıkınız, dolaşınız. Bir milletin nereden nereye geldiğini görünüz. Bir zamanlar burnunu göstermekten utanan ninelerimizin torunları ne hale düşmüş görünüz. Bu gidişat içinde kendi vebalimizi görmek zorundayız.

Fertler uyanırsa millet uyanır. Sefahat beşiğinde dalalet rüyaları gören insanımızı hakkın, hakikatin sabahında uyandırmak iradeli, imanlı insanların yapacağı iştir. Işığın olduğu yerde karanlık barınamaz.

Eğer karanlık varsa, biz neyiz?

İnşAllah bu yılbaşı, Müslümanların Avrupa medeniyetinden İslam medeniyetine geçmelerinin yılbaşı olsun. İnşAllah bu yılbaşı Mekke'nin fethi yüzü suyu hürmetine haramlara tövbe edip helallere tabi olmamızın yılbaşı olsun.

Hekimoğlu İsmail

mazhar

Alıntı YapİnşAllah bu yılbaşı, Müslümanların Avrupa medeniyetinden İslam medeniyetine geçmelerinin yılbaşı olsun. İnşAllah bu yılbaşı Mekke'nin fethi yüzü suyu hürmetine haramlara tövbe edip helallere tabi olmamızın yılbaşı olsun.