müslümanmı yetiştiriyoruz yoksa teba mı?

Başlatan piskotrop, 15 Temmuz 2010, 12:53:38

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

piskotrop

Rahatlıkla söylenebilir ki Kuran teslimiyetçiliği yasaklamıştır. Çok sayıda sahte büyüklük ve otorite yerine Kuran, sadece tek ve biricik teslimiyeti tesis etmiştir. Allaha olan teslimiyet.Ancak Allaha olan bu teslimiyette Kuran insan için özgürlük inşa ederek, onu bütün korkulardan ve diğer bütün teslimiyetlerden kurtarmıştır. İslamın ilerlemesini her türlü ilerlemeyi sakin ve teslimiyetçi kimseler değil, cesur ve itiraz ruhlu kimseler gerçekleştirecektir. her birey kendi ufku ile yaradılmıştır.
                                                       vesselam.
Beni bir NOKTA gibi KÜÇÜK görenler unutmamalıdırki... Her cümlenin sonunda bana ihtiyaç duyacaklardır...

Fatihan

#1
Aliya İzzetbegoviç'in İslam Deklarasyonu  kitabından bir alıntıdır. Müslüman mı yetiştiriyoruz yoksa teba mı? o kitaptaki bir makalenin bir başlığıdır daha doğrusu.Cümleler de ona ait.

Aliya (zahiren bakınca) iyi bir devlet adamı idi, ülkesi için iyi şeyler yapmıştır. Ancak itikadi yönden sıkıntılı birisi idi. İşte bu nedenden dolayı mıdır bilemiyoruz ama bir çok yerde tasavvuf düşmanları Aliya'nın bu makalesi ile de kendi görüşlerini savunmaya geçiyorlar. Yani, tasavvuftaki Mürid mürşid ilişkisi, bağlılık ilişkisi ve dolayısıyla Bir BÜYÜĞE İTAAT'in olamayacağını, olmaması gerektiğini savunurlarken Aliya'nın bu makalesini de devreye koyuveriyorlar.

"Kuran teslimiyetçiliği yasaklamıştır" gibi düz ve ayrıntılarına inilmeyen bir cümle en önemli argümanları. Oysaki bahsi geçen teslimiyetçilikle, tasavvuftaki teslim olma, itaatin aynı şey olmadığını pekala iyi biliyorlar ama yine de elma ile armudu karıştırıp bir kişinin kafasını bulandırsak kârdır stratejisi hakim.



Mücteba

#2
MÜRŞİDE TESLİMİYET KÖLELİK Mİ?

Tasavvufa dışarıdan bakanların anlamakta güçlük çektikleri bir mesele de mürşide teslimiyettir. Özellikle tasavvuf ehlinin mürid-mürşid ilişkisine, ölü ve yıkayıcısı ilişkisini örnek göstermeleri itirazlara sebep olmaktadır...
Tasavvuftaki mürşide teslimiyetin karakteri ve sınırları gerçekte nedir? Bu teslimiyetin insan iradesinin reddi anlamına geldiğini söyleyenler haklı olabilir mi?

Tasavvuf adabıyla ilgili biraz kitap karıştıranlar şu ifadeyi mutlaka okumuşlardır: “Bir mürid, mürşidine hiç itirazsız teslim olmalıdır. Öyle ki, bir ölü, yıkayıcısına nasıl hiç itiraz etmez, ne tarafa çevirse dönerse, mürid de mürşidine karşı böyle olmalıdır. Mürşidine ‘niçin?’ ‘neden?’ diye itiraz eden kimse maksadına eremez.”

Gerçekten de bütün tasavvuf kollarında mürşidler, müridlerinden bu manada bir teslimiyet isterler. Ancak böyle bir teslimiyet anlayışı eleştirilmekte ve şöyle itiraz gelmektedir:

“Mürşid de olsa, bir insana bu derecede teslim olmak doğru olabilir mi? Böyle bir teslimiyetin dinde yeri, terbiyede gereği var mıdır? Bu durum, insan hürriyetini yok etmek ve birilerinin esaretine girmek değil midir? Allah ve Rasulü’nden başka emirlerine itiraz edilmeyecek kimse var mıdır? Mürşid hiç yanılmaz mı? Yanılırsa, onu uyarmak ve yanlışını göstermek gerekmez mi? Böyle yapan bir kimse niçin manevi terbiyede yolda kalsın?”

Asıl teslim olunan Yüce Allah’tır

Aslında, Yüce Yaratıcı’dan başka hiç kimsenin insanları kendisine itaat etmeye davet yetkisi ve görevi yoktur. Her emrine uyulacak, her hükmünde teslim olunacak tek varlık, alemlerin sahibi Yüce Allah’tır. Hiç bir peygamber de kendi şahsından kaynaklanan bir sebep ve yetkiyle insanlara bir şeyi emretme veya yasaklama yetkisine sahip değildir. Fakat peygamberi Yüce Allah davetle görevlendirip halkın arasına gönderdiği zaman, konumu, yetkisi ve insanlar üzerindeki etkisi değişir.

Kur’an’da belirtildiği gibi, Allah’ın gönderdiği peygambere itaat eden kimse, bizzat Allah’a itaat etmiş olur. Ona isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur (Nisa/80). Hz. Peygamberimiz A.S.’a uymadan hiç kimse Allah’ın rızasına ulaşamaz. Onu anne-babası dahil bütün insanlardan daha fazla sevmeyen kimse tam mümin de olamaz (Buharî, Müslim). Onun öğrettiği dine sadece kalbiyle değil, bütün his ve hevesiyle, içi ve dışıyla uymayan kimse gerçek mümin sıfatını alamaz (Begavî, İbnu Asım, İbnu Recep). Çünkü Hz. Peygamberimiz A.S. Allah’a giden yolun kılavuzu, bu yolda insanların terbiyecisi ve sahibidir. Her hükmü Cenab-ı Hakk’ın hükmü yerindedir. Onu insanlığın önüne koyan Yüce Allah’tır. “Bu peygamberime uyun ki, benim muhabbetime, rızama ve cennetime ulaşın!” diyen de bizzat Yüce Allah’tır.

Bunun için, insan Yüce Allah’a muhabbet ve teslimiyetini ancak O’nun peygamberine gösterdiği muhabbet ve teslimiyet ile ortaya koyabilir. Bu açıdan bakıldığında, günümüzdeki bir insanın Allah yoluna davet eden bir mürşide göstereceği samimiyet ve teslimiyet de Allah sevgisinin ispatından başka bir şey değildir. Bu teslimiyet görünürde insana, hakikate ise Allah’a bağlanmaktır.

İçi ve dışıyla Hakk’a teslim olan kimse, Allahu Tealâ’dan başka her şeyin köleliğinden kurtulur, hür olur, kalbi Allah ile huzur, ilâhi aşk ile hayat bulur. Hakk’a itiraz eden kimse ise, iradesini nefsinin eline vermiş olur. Bundan sonra o kimse kendisini hür irade ve hürriyet sahibi görse de, aslında bütün yaptıkları bir çeşit köleliktir. Çünkü bu kimse, devamlı nefsine köle, şehvetine esir, midesine hizmetçi, maddeye bekçi, insanların aferin ve alkışına bağımlı bir halde hayat sürmektedir. Böyle bir hayat şeref ve hürriyet değil, tam manası ile zillet ve köleliktir. Asıl hürriyet, Yüce Allah’tan başka hiç bir varlığa kulluk yapmamaktır.

Mürşidin yetkisi ve konumu

Kâmil mürşidin vazifesi, güzel ahlâkı temsil ve tatbiktir. Onun tek hedefi ilâhi hükümleri en güzel şekilde uygulamak, korumak ve yaşatmaktır. Buna dini ihya etmek denir.

Mürşid, Yüce Allah’ın dostudur. Bu sıfatıyla vazifesi, isteyenlere Allah’ın dostluğunu öğretmektir. O aynı zamanda ümmeti terbiye işinde Hz. Peygamberimiz A.S.’ın vekili ve vârisidir. Bu sıfatıyla vazifesi kalpleri Allah’a bağlamak, gönülleri kötü ahlâktan arındırmak, insanı Allah’ın edebiyle edeplendirmek, nefsin, şeytanın, eşyanın ve dünyanın esaretinden kurtarıp gerçek hürriyete kavuşturmaktır.

Kâmil mürşid, bu sıfat ve vazifeleriyle dünyada en önemli işi yürütmektedir. Hangi iş insanın Yaratıcı’sına yönelmesinden daha önemli olabilir? İşte bu büyük işi yürüten insana karşı vazifemizi şu ayet belirlemektedir:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve içinizden (Allah’ın yapmanızı istediği) işlerinizi yürüten önder ve idarecilerinize de itaat edin.” (Nisa/59)

Ayrıca, Hz. Peygamberimiz A.S.’ın şu uyarıları da bizim için bağlayıcıdır:

“Başınızdaki kimse gözü kör, ayağı topal, rengi siyah bir köle de olsa, sizi Allah’ın Kitabı’na göre sevk ve idare ettiği sürece onun sözünü dinleyip emirlerine itaat edin.” (Buharî, Müslim, Nesaî)

“Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur. Benim emirime (dini işlerinizi yürüten imamınıza) itaat eden bana itaat etmiş olur. Ona isyan eden de bana isyan etmiş olur.” (Buharî, Nesaî)

Şu halde, gerçekten peygamber vârisi, alim, arif, kâmil bir mürşide tabi olmak, aslında Allah ve Rasulü’ne tabi olmaktır.

Teslim olunacak kimseyi iyi tanımalıdır.

Gafile uyanın kalbi uyanmaz. Cahile dert açanın derdi dinmez. İşinin ehli olmayan doktor insanı candan eder. Sahte mürşid de imandan eder. Birisi dünyayı, diğeri ahireti harap eder. O halde hak yolunda peşine düşülen kimseyi iyi tanımalı, manevi terbiye için ehli olmayan kimseye yanaşmamalıdır.

Kâmil mürşid, her şeyden önce kendisi terbiye olmuş kimsedir. Ayrıca insanları terbiye için izinli ve ehliyetlidir. Çünkü kendisi ehliyetli bir üstadın elinde terbiye görmüş, takva ve edeple süslenmiş, hak yolunda imamlık vasfını elde etmiştir. Allahu Tealâ onu kendi yolunda kılavuz, örnek ve şahit yapmıştır. Önüne Kur’an ve Sünnet’i koymuş, insanları onlardaki gerçeklere davet görevi vermiştir.

İşte bu noktada mürşid, Allah yolunda gitmek isteyenleri ciddi olarak ilgilendirmektedir. Öyle ki, İmam Rabbani K.S.’nin uyardığı gibi, bütün arzusu Allah rızası olan bir veliye itiraz, Allah’a itiraz gibi olmaktadır. Çünkü veli, herkese sadece Allahu Tealâ’nın kuldan istediklerini emretmekte, Hz. Peygamber A.S.’ın usulü üzere terbiye vermektedir. O kendisine değil, Hakk’a davet etmektedir.

Tasavvuf terbiyesinin asıl hedefi kâmil insan yetiştirmektir. Ariflerin tarifine göre kâmil insan, Allah’a aşık olmuş, kalbi gaflet ve manevi kirlerden zikir ile huzur bulmuş, gönlü boş arzu ve sahte sevgilerden arınmış, nefsi ilâhi emirlere itaat edecek bir kıvama gelmiş; kısaca içi ve dışıyla Yüce Allah’a teslim olmuş insandır. İşte bu kıvamı bulmak için önündeki rehbere samimi olarak inanmaya, gücü nisbetinde emir ve tavsiyelerine uymaya teslimiyet denir.

Tedavi için teslim olmak şarttır

Allah’ın dostu olmak isteyen kimse, bunun gereğini yapmalıdır. Bu yola giren kimseye tasavvufta mürid denir. İlk aşamada mürid, ölümcül bir hastalığa yakalanmış hasta gibi düşünülür. Böyle bir hastaya ne lazımsa, müride de o lazımdır.

Eğer ağır bir hasta şifa bulmak istiyorsa, aklını kullanıp kendisini ehil bir doktora teslim etmelidir. Hasta şunu bilmelidir ki, kendi aklı ve tecrübesiyle veya eline alıp okuyacağı tıp kitapları ile bu hastalığı tedavi etmesi mümkün değildir.

Bu durumda karşısında iki seçenek vardır: Ya bilgi, tecrübe ve ehliyeti ispat edilmiş bir doktora gidip teslim olacak ve her ne derse yerine getirecek. Ya da bu hastalığı çeke çeke ölecek. Şüphesiz akıl ve insaf doktora teslim olmayı seçer. Çünkü bu teslimiyette sıhhat, hayat ve huzur vardır. Kendi bildiğini yapmakta ise yıkım, acı ve sıkıntı vardır. Böyle bir teslimiyet, aklını bir kenara bırakmak değil, aklını iyi kullanmaktır.

Terbiye için mürşide teslim olmak da aynen böyledir. Çünkü müridin kalbi hasta, gönlü yaralı, vicdanı sıkıntı içindedir. Kalbi, geflet, günahlara meyil, şehvetine düşkünlük, kibir, kendini beğenme, haset, gösteriş, aşırı dünya sevgisi, gereksiz rızk endişesi, geçim kaygısı, ölüm korkusu, ibadetlere karşı tembellik gibi manevi hastalıklarla hastadır. Gönlü, Yüce Yaratıcısı’nı unutup eşyaya bağlandığı için yaralıdır. Vicdanı ise, içine düştüğü bu halden devamlı sıkıntı çekmektedir. Çünkü bu dertler karşısında aklı aciz kalmaktadır. Nefsi her gün derdine dert katmakta, devamlı hastalıkları artmaktadır. Kendi tedbir ve tecrübeleri tedavi için yetmemektedir. Günler geçmekte, fakat hastalıkları geçmemektedir. Bu durumda, aklı olan ne yapmalıdır?

Bu kimsenin de önünde iki seçenek vardır: Ya aklını kullanıp bu işin ehli bir mürşide gidip teslim olacak; onun tedbir ve tedavi tecrübesine uyup manevi dertlerinden kurtulacak. Ya da bu hastalıklar içinde ölüp mahcup ve perişan bir şekilde Yüce Allah’ın huzuruna çıkacak. Elbette akıl, vicdan ve tecrübe, böyle bir hastanın da bu işin ehline teslim olmasını ister. Zaten Kur’an ve Sünnet bunu emreder. Sayısız tercübe ve görülüp yaşanmış olaylar da bunun gerçek olduğunu ispat eder.

Mevcut hastalığını kabul etmeyen, mütehassıs doktoruna güvenmeyen, tarif edilen usulde ilaçlarını içmeyen, kendi keyfine göre hareket eden kimse, maddi-manevi hiç bir hastalığından kurtulamaz. Böyle bir hasta kalkıp da ‘aklım bana yeter, ben doktor filan tanımam, kimseye teslim olmam, istediğim gibi yaşarım!’ derse, ona akıllı değil, belki deli denir.

Teslimiyet akıl ister

Arifler der ki:

Kâmil mürşide tam teslimiyet bir anda olmaz. İnsan, kalbi nurlandıkça, nefsini ve şeytanı tanıdıkça, iyiyi kötüyü seçtikçe, yani akıllandıkça, Allah’a giden yolda Allah dostuna teslim olur. Mürid, zaman içinde mürşidini gerçek haliyle tanır. Bu tanıma bir ömür sürebilir. Bu yolda samimiyetle sabreden kimse sonuçta sevinir, Allah sevgisini bulur, kalbi bu sevgi ile huzur bulur. Dağınık hali toplanır, ibadetlere sarılır, günahlardan uzaklaşır, bütün manevi hastalıklardan kurtulur. İşte o zaman hakkıyla ve tadıyla Yüce Rabbine kulluk edebilir. Buna ihsan makamı denir. Bu hedefe ulaşmak için rehberine tam teslim olanlar çok az olduğu için, bu makama çıkanlar da çok azdır. Herkesin bu yolda nasibi, iman, sadakat, edep ve gayretine göredir. Ancak, Allahu Tealâ dilediği kullarına bol ihsan ve ikramlarda bulunur.

Allah dostları, “biz peygamber gibi masumuz, hiçbir kusur ve noksanımız yoktur, her sözümüz ayet ve hadis gibidir” demezler. Onlar, açık ve mertçe Hz. Ebu Bekir R.A. Efendimiz’in halife seçildiği gün, Ashab-ı Kiram’a söylediği şu sözü söylerler:

“Ben Allah ve Rasulü’ne itaat ettiğim ve size hakkı emrettiğim sürece bana itaat ediniz. Çünkü bu durumda bana itaati sizden Allahu Tealâ istiyor. Ben hak çizgiden ayrılırsam, artık kimsenin bana itaat etmesi gerekmez.”

(İbnu Kesir)


Fatihan

Yerinde bir izah oldu, teşekkür ederiz Mücteba.

piskotrop

tebrik ederim araştırma gereği duymuşsunuz.
aliya izzet begoviçe Allah rahmet eylesin insanı düşündüren dolu dolu şeyler konuşmuş.
Beni bir NOKTA gibi KÜÇÜK görenler unutmamalıdırki... Her cümlenin sonunda bana ihtiyaç duyacaklardır...

Lika

Teşekkürler Fatihan ve Mücteba. Uyarı ve yazılarınız çok yerinde oldu. Allah razı olsun.
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Devri Âlem

Alıntı yapılan: piskotrop - 18 Temmuz 2010, 19:24:03
tebrik ederim araştırma gereği duymuşsunuz.
aliya izzet begoviçe Allah rahmet eylesin insanı düşündüren dolu dolu şeyler konuşmuş.

aliya izzet begoviç'e katılıyor musun piskotrop ?[
اَلْعِلْمُ يَرْفَع بُيوتًا لاَعِمَادًا لَهَا وَالْجِهلُ يَهْدِم بِيُوتَ اْلعِزَّ وَلْكَرَمِ

Mücteba

#7
Alıntı yapılan: piskotrop - 18 Temmuz 2010, 19:24:03
tebrik ederim araştırma gereği duymuşsunuz.
aliya izzet begoviçe Allah rahmet eylesin insanı düşündüren dolu dolu şeyler konuşmuş.
Teşekkür ediyoruz piskotrop kardeşim;
İtikadi yönden sıkıntıları olan birisinin sözleri, ehli sünnet müslümanlar için bağlayıcı değildir.

piskotrop

ben teşekkür ederim kardeşim.
itikadi yönden sıkıntıları olan birinin dahi söz ve mimiklerini takip etmek onaylamak değildir.
ancak "ilim çin'de dahi olsa arayınız" sözüne istinaden aramak, okumak ve bulmak zorundayız.
ayrıca henüz kalp gözüm açılmadığı için sıkıntısının ne boyutta olduğu hususunda fikrim yok,müslümanım elhamdulillah diyen herkese aynı yaklaşımı göstermek bir müminin vazifesidir.
                        vesselam.
Beni bir NOKTA gibi KÜÇÜK görenler unutmamalıdırki... Her cümlenin sonunda bana ihtiyaç duyacaklardır...

Devri Âlem

O zaman artık Aliya izzet Begoviç hakkındaki hakikatleri öğrendikten sonra "ilimi" nereden almaman gerektiğini öğrenmişsindir umarım piskotrop.
اَلْعِلْمُ يَرْفَع بُيوتًا لاَعِمَادًا لَهَا وَالْجِهلُ يَهْدِم بِيُوتَ اْلعِزَّ وَلْكَرَمِ

omur

Alıntı yapılan: Devri Âlem - 21 Temmuz 2010, 23:08:45
O zaman artık Aliya izzet Begoviç hakkındaki hakikatleri öğrendikten sonra "ilimi" nereden almaman gerektiğini öğrenmişsindir umarım piskotrop.
zs2))

33.yıldız

Alıntı yapılan: piskotrop - 21 Temmuz 2010, 22:54:29
ben teşekkür ederim kardeşim.
itikadi yönden sıkıntıları olan birinin dahi söz ve mimiklerini takip etmek onaylamak değildir.
ancak "ilim çin'de dahi olsa arayınız" sözüne istinaden aramak, okumak ve bulmak zorundayız.
ayrıca henüz kalp gözüm açılmadığı için sıkıntısının ne boyutta olduğu hususunda fikrim yok,müslümanım elhamdulillah diyen herkese aynı yaklaşımı göstermek bir müminin vazifesidir.
                        vesselam.

Evet çok okumak, aramak ve bulmak zorundayız ama her gözdüğümüz sakallıyı da hacı zannetmemek lazım. Birinin itikadında bir sorun varsa onu bilmek için insanın kalp gözünün açık olmasına gerek yok. Şimdi ne hocalar var ben müslümanım diyor ama mezhep kabul etmiyor, yahudiyi hristiyanı cennete sokuyor, imanın şartı olan kaderi tartışmalı bir fazlalık görüyor daha neler neler. Her türlü hezeyanlar.Ve bunları söyleyenler avamdan birileri değil Türkiye'nin meşhur sözde alimleri. Onun için müslümanım elhamdülillah diyen adamların bir de dini konularda neleri nasıl söylediklerine dikkat etmek gerek. Müslümanım demek yetmiyor. Bu tür adamlar dini içerden yozlaştırıyorlar. Aliya  İzzetbegoviç hakkında ben de diğer arkadaşlara katılıyorum. Bu bilinen bir gerçektir. Aliya İzzetbegoviç, bizim kırmızı çizgimiz olan Ehli sünnete mesafeli biridir.
Ortak paydamız, İbrahimi dinler değil! EHLİ SÜNNET, EHLİ SÜNNET...

Mücteba

#12
Konuyla ilişkili olarak Ali EREN abinin bir makalesinden alıntıdır.

...


Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:

“Bundan evvel hakikaten hem kendileri sapmış hem birçoğunu saptırmış ve (hâlâ da) dümdüz yoldan ayrılıp sapagelmiş bir kavmin (topluluğun) hevâ (ve heve)sine uymayın.” (Mâide, 77)

Yeterli ilmi olmayan, İslam inancını gereği gibi sağlam öğrenememiş ve inancına ters bir şey söylendiğinde gerekli cevabı veremeyecek durumda olan müslümanlar, bu makûle kimselerle oturup kalkmamalıdırlar. Aksi takdirde, bahsettiğimiz âyette yasaklanan sınıra girmiş olurlar.

Ancak bu yasak bütün Müslümanlara şâmil değildir. İlmi yerinde, îtikadı sağlam ve sapık kimselere cevap verecek vaziyette olanların onlarla oturup konuşmasında bir mahzur olmaz. Çünkü, dinî meselelere hâkim olan bir kimse, tam techizatlı bir asker gibidir. Karşısındakine verilmesi gereken cevabı lâyıkıyla verebilir. Onun için, böyle kimselerin onları dinleyip ne söylediklerini anlaması ve ona göre cevap vermesi tabii ki lâzımdır.

Meselelere hâkim olan, fikrinin ve inancının kaymasından korkulmayan ilim erbabının, bid’adçıları reddetmek için onlarla konuşması mübahtır. Henüz ilim yolunda olanlar daha ilimlerini tamamlamadıkları için, onlarla beraber bulunmaları katiyen câiz olamaz. Çünkü, -yukarıda da ifadeye çalıştığımız gibi- onlarla oturup konuşmak şeytanla sohbet etmeye benzer ki, şeytanın ilim yolunda olan talebeleri altetmesi kolaydır.

Biz böyle talebelere çok rastladık ve sapık kimselerin tuzaklarına düşüp mânen mahvolduklarına çok şahid olduk.

Hazreti Allah (c.c.) hem kendi sapkın hem de başkalarını sapıtma yolunda olanların şerlerinden ümmet-i Muhammed’i muhafaza buyursun. ÂMÎN…

Ali EREN-Guraba Mecmuası

enfa


Zaman diyorum, biraz daha zaman.Dilimin ucundaki kelimeler bu kış donmazsa bir dahaki yıl uçmayı öğrenecekler!

Lika

Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim