Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Hoşlaşmadığım Laflar

Başlatan turab, 19 Mayıs 2008, 08:41:11

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

turab

HOŞLAŞMADIĞIM LAFLAR


Bilerek ya da bilmeyerek

söz arasında kullandığımız

öyle laflar vardır ki,

onlardan birisini duymak,

bu Hüdai kardeşinizi,

aksi bir kedi gibi ense

tüylerine kadar ürpertir.

Bu ayki faslımızda işte

bu hoşlaşmadığım laflardan dem vuracağım.

Alışkanlık ile ağzına bu lafları sakız edenlerin bir

miktar gocunmasına da

aldırmayacağım.






“KENDİ DÜŞEN AĞLAMAZ”



İŞTE o fena laflardan bir tanesi budur.

Ağlar efendiler ağlar! Kendi düşen ağlar. Hem de ne ağlamak! Feryad ede ede, hönküre hönküre, yüzün gözün tırmaklaya tırmaklaya ağlar kendi düşen.

Herifçioğlu ikaz dinlemez, ders almaz, “yapma”dan, “etme”den, yalvar yakardan tınmaz, nasihata kulak vermez de bir zarara düşer ise, ona her şeyden önce oturup ağlamak düşmez mi?

“Zarara bilerek girene merhamet edilmez” kaidesinde, kendi düşenin haline, kimsecikler ağlamaz. Kendi düşen, kendi haline, kendi ağlar!

“Ne edelim, kendi düşen ağlamaz” deyip, düştüğü çamuru misk ü amberdir diye yüzüne gözüne sürenlerin aklı, akıl mıdır?

Kendi düşen, ağlamıyorsa, düştüğünün farkına varamamış demektir. Oysa ağlamalı! En çok, kendi düşen ağlamalı! Hem ağlamalı, hem de Rabbisine yalvarıp yakarmalı ki, “Ey kendi nefsine zulmeden kullarım! Rahmetimden ümit kesmeyin” emreden Rab Tealâ, o kimseyi düştüğü yerden kaldıracak bir sebeb yaratıp göndersin inşaAllah.



“ERKEĞİN

KALBİNE GİDEN YOL

MİDESİNDEN GEÇER”



AYIPTIR, yazıktır, günahtır! Erkek milletini aşağılayan lafların en birincisi de budur. Efendim, Cenab-ı Hak, vücud makinesini ne şekilde yaratmış bellidir. Ağızdan içeriye girmek saadetine nail olan nimet, orda öğütüle öğütüle mideye kadar gider. Midede kışrı ile lübbü—bir kez daha— birbinden ayrılır ve faidelisi tutulup, faidesizi en kestirme yoldan dışarıya atılır. İmdi bu sözü ağızlarına pelesenk edenler, iş bu mideden kalbe giden hangi yol var imiş, göstersinler!

“Canım kalpten kasıt, bir et parçası değildir. Sevmek mahallidir” der, kendilerini savunmaya kalkar iseler, o daha büyük hezeyandır!

Zira, çiçeği sevmek, böceği sevmek, insanı sevmek, anayı babayı sevmek, evladı, yarı yaranı sevmek, Kitabı, Peygamberi sevmek ve dahi Allah’ı sevmek mahalli olan kalbe, bir zeytinyağlı dolmaya ram olmak yaraşır mı?

Sırf, iyicene terbiye edilmiş diye, bir tas çorbanın ardına düşen kalp, aslında nerelere düşmüştür?

Bir er kişi, kalbini bir tepsi künefeye satar mı? Sevmek bu kadar ucuz mudur?

Hem, “Erkeğin kalbine giden yol, midesinden geçer imiş” diye, kendilerini mutfaklara gömen hatun kısmısı, ne büyük bir aldanış içindedir. Onlara da, yazıktır!

“Dolma saracağım, börek açacağım, yahni kaynatacağım...” diye sabahından akşamına kadar mutfak tezgahının üzerinde inim inim inleyen taife-i nisaya merhamet ediniz. Muhabbetinize, yemek-içmek gibi dünyevî lezzetler ile kota koymayınız.

Mübarek Aişe annemizin naklettiğine göre, önüne konan hiçbir yemeğe karşı beğenmemezlik etmeyen Resul-i Ekrem Efendimiz’i (asm), bu meselede de rehber etmekliğimiz gerektir.

Hem, herbir nimeti, Rezzak’ımızın bir lütfu bildikten sonra, “sirke ne güzel katıktır!”

Hem, iki gönül bir olursa, tarhana çorbasından âlâ çorba, makarnadan leziz yemek, kimin aklına gelir.

Ancaaak, üzerine ceviz yağı gezdirilmiş, çerkez tavuğu için, bir miktar ekistra muhabbet etmenin, zararı yoktur kanaatindeyim.



“SABAHIN KÖRÜ”



HOŞLAŞMADIĞIM lafların en fenası budur. Bir kere, “sabahın körü” diyen, asıl kendi körlüğünü ilan etmektedir.

Gecenin karanlığından, sabaha çıkarılırken, gökyüzünü seyreylemeyecek kadar gafil bir insan var mıdır?

Her sabah, mucizelerin en büyüğünü bize yaşatan Allah, Kelam-ı Kadim’inde “nefes alan sabahlara” yemin etmez mi?

Daha gün ağarmadan, yuvalarında uyanan serçe kuşlarının cıvıldaşması gibi, kişioğluna neşve ile o taze sabah havasını içine çekip, “Bana yeni bir gün daha bahşeden Allah’a, hamd ü senalar olsun” demek gerekmez mi?

“Her yeni gün, herkese bir yeni âlemin kapısı” değil midir?

Güneşin, ufukta ağır ağır belirmeye başladığı, gökyüzünün, pembesi, erguvanisi ile renkten renge büründüğü o ter ü taze vakitler için—tövbe hâşâ—“sabahın körü” demek, en hafifinden ayıp değil midir?

Ey azizler, gün doğdu mu, her şey yeniden doğar. Renkler yeniden doğar. Kuş sesleri yeniden doğar. İnsanlar uykularından uyanırlar, onlar dahi sanki yeniden doğar.

Hülasa, “sabahın körü” diyenler, hakikatte, “sabah”ın körüdürler. Böyle bir nimet körlüğünden, Allah’a sığınırız.



“KENDİNE İYİ BAK!”



ALIN size bir nahoş laf daha! “Kendine iyi bak!” Ya başkalarına? Onlara nasıl bakarsan bak. İster yan bak, ister düz bak. Amma kendine iyi bak!

Peki nasıl olacak bu iş?

Geçeceğiz aynanın karşısına kendimize iyice bakacağız öyle mi?

“Yok öyle değil, sözde mecaz vardır. Yağ ile, bal ile, kaymak ile beslenip; terli terli su içmeyerek, öksürenin aksıranın yamacına ilişmeyerek..”

Oldu mu ya!?

Her an vücudumuzda olup biten sayısız hayatî faaliyet varken, insanın kendisine ne kadar iyi bakabileceği ortadadır.

Damarlarımızda akıp giden alvuyarlara da bakacak mıyız?

Beynimizdeki nöronlara peki?

Böbreklerimize, karaciğerimize, ince barsaklarımıza?..

Nasıl bakacağız, hücrelerimizdeki golgi cisimcikleri ile endoplazmikretukulum’lara?

Efendiler, biz kendimize iyi bakamayız. Bize Allah bakar. Öyleyse, “Kendine iyi bak!” gibi kuru bir laf-ü güzafı boşveriniz de, birbirinizi Allah’a ısmarlayınız. Çünkü “O ne güzel vekildir.”

Hadi, Allah’a ısmarladık...

Hüdai Kalender

Allahım!Ahirete mani olan dünyadan,ölümün iyiliğine engel olan hayattan ve amelin hayrına mani olan emelden sana sığınırım

İsra

"kendine iyi bak" bende pek sevmem bu lafı ş2))

Devri Âlem

MUHTEREM okuyucularım! Fi tarihinde* “Hoşlaşmadığım laflar” adında bir yazı kaleme almış ve sizlerle paylaşmış idim. Bir kısım okuyucumuz, bu yazıyı fevkalade beğenmiş ve türlü türlü internet sitelerinde, efendime söyleyelim, blog sayfalarında ve dahi forum adreslerinde halkımızın istifadesine sunmuş idi.

Allah cem-i cümlesinden razı olsun! Bu cem-i cümlesi içine, yazımızı beğenip takdirlerini ifade edenler bulunduğu gibi; “bırak bu işleri devlet su işleri” kabilinden tenkidler edip, Hüdaî kardeşinize boyunun ölçüsünü hatırlatanlar da dahildir. Allah oncağızlardan da razı olsun!

İmdi, beğenmeyenlerden kat-ı nazar edip—zira, söylemesi ayıp sayıca pek bir azdırlar—beğenenlerin hatırları için bu ay bize ayrılan sahifemizde, işte bu “hoşlaşmadığım laflar” faslının ikincisine yer vereceğiz. Rabb Teala’nın izin ve inayeti ile...

İşte işittiğimde ensemden tepe başıma doğru bir üşümek ve ürpermek hissine kapıldığım laflardan bir kaç tanesi de şunlardır, buyrun:

“TABİATIN MUCİZESİ”

EN fenası budur!

Bakınız Allah, kişioğlunun aklına bir körlük verdiğinde, ne acıklı hallere düşmekte ve ne mânâsız sözler sarfetmektedir, görünüz:

Vakti zamanında bir zeytinyağı reklâmı var idi. Bendeniz zeytini ve zeytinyağını fevkalâde severim. Ol sebeple, bu mübarek nimet ile ilgili her ne var ise, alâkamı çeker. Söz konusu reklâmda bir hanım kızımız—kendisini görmeyiz ama sesini duyarız— “Zeytinyağı, tabiatın mucizesi. Yeyin için sağlıktır, bizden söylemesi!” demekte idi.

Şimdi muhteremler bakın! Mucize demek, olağanüstü, fevkalâde, sıradan olmayan, acayip, tabiatüstü.. demektir. Hanım kızımızın dediği gibi zeytinyağı mucizedir. Ve bir şey mucize ise “tabii” değildir, fevkalâdedir, tabiatın fevkindedir.

Hülasa: Bir şey mucize ise, tabiatın olamaz; tabiatın ise mucize olamaz!

Öyleyse, “Tabiatın mucizesi” gibi bir laf, en hafifinden boş laftır! Kullanmayınız, rezil olmayınız. Allah’ın mucizesi deyiniz. Hem sevaba giriniz...

“SİZDEN İYİ OLMASIN”

CANIM efendim, iyiye ve özellikle insanın iyisine bu kadar ihtiyacımız olan bir zamanda, böyle bir temenni ne kadar boş bir laftır, izaha gerek var mıdır?

Bana, sohbet muhabbet meclislerinde, “sizden iyi olmasın, falanca yerde bir ahbabımız var, maişetini kokoreççilik ile temin eder” dediklerinde, fevkalâde mahcub olurum. Bazen dayanamam:

“Olsun efendim olsun! Bizden de iyi olsun, sizden de iyi olsun! Fena mı? İyiler çoğalsın ki, kötülerin adı silinsin gitsin” demekten kendimi alamam.

“Sizden iyi olmasın..”

Niyçin olmasınmış? Ne zararı var? O muhterem yahut muhtereme iyi olunca benim iyiliğim mi azalacak?

Hepimiz elden avuçtan geldiğince iyi olalım. Ve iyilikte birbirimizle yarışalım. Rabbimiz, “Hayırda yarışın” buyurmaktadır.

Eş dost ve akrabalarımıza iltifat edeceksek, böyle acaib-ül garaib ve hikmetsiz temennileri bırakalım derim. Bu laflar dalkavuk mirası laflardır.

“İyi insanlar, iyi atlara binip gitti” diyen şairi bütün bütün haklı mı çıkaracağız yahu!..

“HAYATINI YAŞA”


PEH! İşte bu söz dahi, bendenizi fevkalâde rahatsız eder. Genellikle, eli ayağı yerinde durmayan, gözleri fıldır fıldır dönen bazı kimselerin, halim selim, aklı başında, mazbut çocuklara şöylesinden laflar ettiğini işitmişliğim vardır:

“Ya, arkadaşım, biraz da hayatını yaşa! Gel gezelim tozalım. Şu bahar mevsiminde okumak yazmak senin neyine gerek!”

Ey ona buna hayatını yaşa diyen arkadaş!

Senin hayatını yaşamaktan anladığın bu gezip tozmalar, işret etmeler—safi zihinleri bulandırmamak için tasvire girmiyorum—ise, yuh sana!

Bir bu kadar daha yaşamak ihtimali giderek azalan bu Hüdai kardeşine azıcık kulak ver!

Ona buna “hayatını yaşa” diye öğütler vereceğine, kendi ömürcüğünün ağacına bir bak!

Kendi tarihçe-i hayatını bir gözden geçir!

Sen meraklanma, herkes hayatını öyle ya da böyle yaşar. Mesele, nasıl yaşadığıdır!

Bu meyanda bir öğüdün var ise, söyle de tutalım!

(Bu fasılda neşter, yara derinde olduğu için pek bir derinden gitti, mazur görünüz..)

“Allah’IN DAĞI”


İŞ bu söz de, lafız doğru olmakla birlikte, söyleyenin muradı genelde sakat olduğu için, faslımızın içine dahil edilmiştir.

Efendim, bendeniz vatanî vazifesini yapmak için, bir hudud karakoluna yollandığımda, bir takım eş, dost ve ahbab arkamdan:

“Allah’ın dağı’na gidiyorsun be ya!” deyivermişler idi.

Ben vatanımızın o güzide beldesine tayyare ile bir an önce vasıl olmak için yola çıktığımda, hep bu “Allah’ın dağı” lafını düşündüm durdum.

Bana bu sözü söyleyen gafilun tabakasından kimseler olduğu için onların birinci derecede muradları:

“Oğlum yandın! O dımdızlak dağlarda ne yapacaksın. Bitmez senin askerliğin..” gibi menfi mânâlar idi.

Ancak, halt etmişlerdi. Zira, Allah’ın olduğunu bildikten sonra dağ da makbuldü, bağ da... Mümin kimse için, her yer mesciddi.

Öyle buyurmuyor muydu Cenab-ı Hak, “yeryüzü bir mesciddir” demiyor muydu?

“Allah’ın dağı” demek suretiyle, Allah’ın dağını küçümsemek, veyahut kötülemek mümin kimselerin ağzına yakışır mıydı?

Ben o tayyare uçağında, “Allah’ın dağlarından bir dağa gittiğimi düşündüm durdum. O’na tevekkül ettim ve o dağ, bana bağ oldu.

Hamdenlillah...

Ey azizler, işte geldik faslımızın sonuna. Hüda ne vakit takdir eylemiş ise, o vakit görüşmek üzere hoşça kalınız, Allah’a emanet olunuz..

* Söz konusu tarih Ocak 2008’dir.

Hüdai Kalender
اَلْعِلْمُ يَرْفَع بُيوتًا لاَعِمَادًا لَهَا وَالْجِهلُ يَهْدِم بِيُوتَ اْلعِزَّ وَلْكَرَمِ

Fatihan

#3
Güzeldi, aslında o kadar çok var ki bunlardan....

Tabiatın Mucizesi gibi laflar ekseri Evrim Teorisine inanan güruhça kullanılıyor...

Devri Âlem

Evet bunlar çoğaltılabilir. Evrim teorisinin bulandırdığı zihinlerin topluma hissetirmeden sızdırdığı bu ve bu gibi sözler bunlar dediğiniz gibi.
اَلْعِلْمُ يَرْفَع بُيوتًا لاَعِمَادًا لَهَا وَالْجِهلُ يَهْدِم بِيُوتَ اْلعِزَّ وَلْكَرَمِ

Tuğra

Teşekkürler Devrin Alemi,anlatım çok hoş :)
〰〰〰〰🐠

Devri Âlem

Ben desteğine teşekkür ettim sayın Tuğra  s4))
اَلْعِلْمُ يَرْفَع بُيوتًا لاَعِمَادًا لَهَا وَالْجِهلُ يَهْدِم بِيُوتَ اْلعِزَّ وَلْكَرَمِ

enfa

Örnekler çoğaltılabilir.. Benim özellikle en sinir olduğum; genç-yaşlı, çoluk-çocuğun ağzına pelesenk olmuş kendine iyi bak!

Teşekkürler Devri Âlem.

Zaman diyorum, biraz daha zaman.Dilimin ucundaki kelimeler bu kış donmazsa bir dahaki yıl uçmayı öğrenecekler!

Günbatımı

Özellikle "Erkeğin Kalbine Giden Yol, Midesinden Geçer" sözü çok güzel yorumlanmış. Son derece yerinde tesbitler...

Teşekkürler paylaşım için...

Dua'sız üşürmüş yürekler!
Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin...
Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan,
Sana ummadık kapılar açan.
Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan...


Hz. Mevlana 

bülbülmisali

inandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız. Hz.Ömer

iniz_hay

paylaşım için teşkkrler.
çak haklısınız. bilerek veya bilmeden kullanabiliyoruz bu deyimleri. belki de kendimizi öyle avutuyoruz. i´tikadi yöne taallük eden sözleri kullanmam, ameli bazı  boş lafları gafilin olarak birazcık burayı okduktan sonra kullanmamaya i´tina göstereceğim inş. kendine iyi bak sözünden şöyle anlam çıkarıyordum: "ben aynayım bende sen görünüyorsun, senin kendine iyi bakman benim lehimedir." anlamı veriyordum  ey karşılıklı  yardımlaşma var  kendine  dönüşlülük var. tabii ki; mutlak bakıcımız Allah celle celalühüdür. nasıl olur da "Allaha ısmarladık veya Allaha emanet olun" sözü bırakırlır? Allah sonumuzu hayreylesin. o neylerse gözel eyler....  

Şecaatli

#11
Alıntı yapılan: enfa - 20 Mart 2009, 21:45:41
Örnekler çoğaltılabilir.. Benim özellikle en sinir olduğum; genç-yaşlı, çoluk-çocuğun ağzına pelesenk olmuş kendine iyi bak!

Teşekkürler Devri Âlem.

Bu lafa ben de gıcıkım.Adam "kendine iyi bak!" diyeceğine, "Allah'a emanet ol, selamün aleyküm" diyerek yanından ayrılmalı,öyle değil mi dostlar.
Neden mi mutluyum?.Çünkü Allah var, sıkıntı yok!
Gerisi imtihanımdır.

Bir ayet:"Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız;
oysa o, hakkınızda hayırlıdır.Olur ki, siz bir şeyi seversiniz;ama o, sizin hakkınızda bir fenalıktır.
Allah bilir, siz bilmezsiniz. " (BAKARA SURESİ-216)

ihvan

Teşekkürler paylaşım için

Günbatımı

"Kendine iyi bak" sözü bana göre; "Kendini ihmal etme, sağlığına, beslenmene, her şeyi kafana takmamaya özen göster" anlamında... Hüdai Efendi de sonunda açıklamış zaten! Vedalaşırken "Allah'a ısmarladık, Allah'a emanet ol" çok daha iyi ve uygun tabii ki...
Dua'sız üşürmüş yürekler!
Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin...
Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan,
Sana ummadık kapılar açan.
Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan...


Hz. Mevlana