Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Haz ve huzur

Başlatan İsra, 15 Mart 2010, 20:22:05

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

İsra

Günümüz insanı, hayatı haz ve eğlence odaklı algıladığından, mevcut  güç ve enerjisini haz peşinde harcıyor ve bunu da dolu dolu yaşamak  şeklinde  tanımlıyor. Böyle bir hayat felsefesiyle hareket eden kişi, günden güne sığlaşarak, geride boş ve mesnetsiz avuntulardan oluşan bir miras bırakıyor ve aşkın değerlerden uzaklaşan,  hazların peşinde koşan nesillerin ebeveynliğini yapıyor.

Oysa insanın varoluşsal amaçları, aşkın hedefleri ve sorumluluk bilinci vardır ve hazzın da ötesinde yer alan  huzura, ancak bu perspektifte yer almakla ulaşılabilir.

Erdem, fazilet, ibadet, iyilik, kulluk...gibi ulvi değerlerden uzak, sorumluluk bilincini yitirmiş kişi ister istemez,  bir anlam kaybına, anlam boşluğuna  düşüyor. Böyle bir insan kendisine ve çevresine yabancılaşıyor, adeta, karanlık bir tünelde kendini, benliğini yitirdiği varlığını arar gibi o boşluğun içinde sürüklenip kalıyor. Varoluşsal gerçeğinden uzaklaşan insan, anlam kaybı, hedefsizlik, belirsizlik ve bunların oluşturduğu boşluğu bir yerde  hazlarla telafi etmeye çalışıyor.

Hazlar, meşru ölçüler içinde algılandığında, doğal kabul edilip, insanın dokularına hasar vermezken, bu sınırı aştığında, gayri insani tutum ve davranışların müntesibi oluveriyor. Bugünün insanı için, artık bu sınır çoktan kalkmıştır ve artık haz deyince meşru kılınan, okumak, başarmak, yemek, dostluk kurmak, ibadet etmek, kul olmak... gibi temel dinamiklerimizin hayat bulduğu hoşnutluk akla gelmiyor. Aksine, aşırıya kaçan davranışlar, gayri meşru ilişkiler, şiddet ve delinen sınırlar geliyor.

Bizler iyiliklerden süzülüp gelen iç rahatlığını, hoşnutluğu haz kavramının ötesinde huzurla tanımlarız, huzurla ifade ederiz.  Müslüman toplumların hayatında, huzur çok daha değerli ve evladır, öncelenmiştir. Çünkü haz dünya kaynaklıdır ve ömrü de maddi dünya gibi geçicidir oysa huzurun bir ayağı sonsuzluğa akmakta ve kaynağı imandan çağıldamaktadır. Esasen, insanın en büyük ihtiyaçlarından biri de budur, yani huzurdur. Her insan, farklı alanlarda, farklı kılıflarda huzurunu arar aslında ama bunun farkında değildir.

Dünyaya dair aldığımız lezzetler,  eğer nefsinizden veya aldatıcı heveslerinizden  kaynaklanıyorsa bunun size vereceği heves ve haz geçicidir, bu dünyayla sınırlıdır. Ama hissetiğiniz, duyumsadığınız lezzet insanın imanından hidayetinden çağıldıyorsa bu kişiye  dünyada da ahirette de huzur olarak geri dönecektir. Bu anlamda huzur, daha derin daha köklü ve daha kalıcıdır. Zira hazlar çok kısa süreli ve geçicidir.

Günümüzde, insanın, kendi köklerinden kopması ve özüne yabancılaşması, kışkırtıcı akımların ya da, ya da eylemlerin cesaretini arttırmıştır. İnsanın bu boşluğunu fırsat bilen, bazı yazılı ve görsel basın araçları da kışkırtıcı programlarıyla bunu özellikle genç nesillerin zihinlerine, algı eşiklerine yavaş yavaş işliyorlar. Nasıl uyuşturulduğu hiç fark etmeyen kişiler, boyalı camın ardından lanse edilen gayri meşru ilişkileri, israfa varan harcamaları, eğlenceleri, şatafatlı hayatları, garip skandalları... modelleyerek bir haz arayışına çıkıyorlar.

Böyle bir hayatın peşine takılmak, insanın kolayına geliyor. Çünkü hazzın içinde emek, yok, gayret yok, alın teri yok,.. Hayatı böylesine sığ bir süreçten ibaret sanan kimseler, bütün insani kalıpları, sınırları acımasızca yırtarak, vahşileşiyor ve kimliğini varlığını nereden gelip nereye gittiğini unutuyor. Buna meşru olmayan, haram olan, yasaklanan her şeyi ekleyebiliriz.

Elbette hazların meşru olduğu alanlar da vardır. Daha önce de söylediğimiz gibi buna daha çok huzur demek doğru olur. İnsan, Allah'a ibadet etmekten, kul olmaktan, zikir ve tefekkür etmekten, sanat üretmekten iyilik yapmaktan, sanat üretmekten, şiir yazmaktan, çocuk büyütmekten, araba kullanmaktan, bahçeyle uğraşmaktan... Huzur duyar. Kişi bu dönüşümlerini kulluk bilinciyle  yaparken, insani hasletlerini doruk noktasında yaşar, bir sorumluluk bilinciyle hareket eder ve yaşadığı şey hazzın ötesinde huzura dönüşür.

fatma tuncer