Gelenekli sanatların has bahçesi Nakkaş

Başlatan İsra, 11 Aralık 2009, 17:52:58

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

İsra

Taşa hürmet edesi geliyor insanın, iyi ki o kadar sağlam ve sebatkâr da, ne rüzgârın hışmı yıkabiliyor onu, ne yağmurun tokadı... Yüreğinin katı olduğu söyleniyor.

Yalan! Camiler, medreseler, mescitler, tekkeler niye sevimli öyleyse? Üsküdar'daki Atik Valide Külliyesi'nin tekkesi mesela, niye munis bu kadar? Bizi coşturan bu tekke işte, taşları arasından zarâfet süzülen bu tekke... Avluyu bir görseniz, duvarları, dışa sağır, içe açık pencereleri, kapıları, kapıların gerisindeki odaları... Epeyce bir zaman küskün beklemiş hepsi de, terk edilmenin kederi, kederin yıkıcılığı, saçlar gibi, dişler gibi dökülen taşlar... Nasipte ihya edilmek varmış da heybetli bir adam çıkagelmiş, gelebilecek en doğru adam; mimarî tezyinatın usta ismi Semih İrteş... Yanında eski, sağlam bir dost; müzehhib Mamure Öz...

Yıllar yılı apartman katlarında, dükkândan bozma atölyelerde nice talebeler yetiştiren iki kafadar sanatçı, en doğru yerde duruyor şimdi, gelenekli sanatlara en yakışan mekânda, 16. yüzyıldan kalma bu zarif tekke sanata yakışıyor, sanat tekkeye... Ellerinde fırça, altın yaldızlar arasında nefes almaktan korkar gibi çalışan gençler bu odalara; hat, minyatür, tezhip levhaları bu duvarlara yakışıyor. Bahçedeki güz çiçekleri, Mamure Hanım'ın kâğıdı üzerine düşüyor, pembesi daha pembe, yeşili daha yeşil görünüyor. Burası artık bir nakkaşhâne...

Sırtımızı Koca Sinan'ın yaptığı tekke duvarlarına dayayalım ve Semih İrteş'e soralım; nakkaş kime denir, nakkaşhâne neresidir? Vaktiyle viran olan bu tekkenin bir Osmanlı nakkaşhânesine dönüşme hikâyesi nedir?

Nakkaşhâne sistemi yaşatılıyor

Nakkaş; eserin tasarımını, kompozisyonunu ve tatbikatını yapacak düzeydeki kişiye denir. Anlaşıldığı üzere çok yönlülük gerektirir. Öyle şimdiki gibi süsleme yapan herkes 'nakkaş' değildir. Osmanlı'daki nakkaşhâneye gelince; orada, müzehhibler, ressamlar ve nakkaşlar bir arada çalışır, hem eser üretir hem de talebe yetiştirir. Köşe başlarında pıtrak gibi biten 'gecekondu' atölyelerden çıkar çıkmaz 'üstat' oluverenlerin anlamakta zorlanacağı bir sistemden söz ediyoruz. Bu sistem Atik Valide'deki tekkede yaşıyor işte, hocaların dizinin dibinden on beş yıldır ayrılmayan gençler ekibin bir parçası artık, biri desen çiziyor, öteki altın eziyor. Mamure Öz, tezhip çalışmalarını, Semih İrteş ise mimarî tezyinat işlerini yönlendiriyor. Avludaki coşku kimi zaman bir sergiyi haber veriyor kimi zaman da yetişmesi gereken siparişleri.

Sergiler önemli; çünkü Nakkaş-hane'nin kapıları bu sergiler vesilesiyle sanatseverlere açılıyor. Hem mekân hem bu mekânın duvarlarını süsleyen eserler incelikli bir medeniyeti de görünür kılıyor. Semih Bey'in elinde bir kitap cildi, kapağın sadece dışı değil içi de nakışlı. "Bu bir gönül zarâfeti." diyor sanatçı ve devam ediyor: "Kitabını böyle ince ince süsleyen bir toplumun medeniyetini düşünün. Bu insanların yaşayışını, birbirlerine davranışlarını... Oturmalarını, kalkmalarını, yemelerini, içmelerini düşünün. Bu incelikleri kaybettiğimiz için birbirimizin gözünü oyuyoruz şimdi."

Siparişler, evinin duvarında bir Besmele-i Şerif, Kelime-i Tevhid ya da Esma-ül Hüsna levhası görmek isteyen gönül ehillerinden geliyor. Mamure Hanım, "Bir amacımız da" diyor: "Duvarları, nitelikli sanat eserlerinin süslemesi. Bu sanatların çok katı bir disiplini var aslında. Bu disiplini gerektiği gibi uygulayıp eser üreten sınırlı sayıda sanatçı var. Biz kendimizi gelecek kuşaklara görevi teslim etmeye hazırlanan bir ekip gibi görüyoruz." Nakkaşhâne ekibine en azından kursiyer olarak dahil olmak isteyenler bir dahaki güzü beklemeli. Haftada bir yapılan derslerin uzun yıllar süreceğini ve meşk olmadan aşk olmayacağını hesaba katarak tabii...

Avlusuna adım atar atmaz 'çarpıldığımız' bu tekkeyi Semih İrteş'in kendi imkânlarıyla restore ettirdiğini; ama buna rağmen mekâna kira ödediğini öğrenmek biraz şaşırtıcı. Üstelik 10 yıl sonra sözleşmeyi yenilemesi de gerekecekmiş. Gönül isterdi ki "fırçanın ucundan damlayan altın yaldızla, boyayla hayatını kazanan" bir sanatçı değil de bir kurum restore ettirseydi bu tekkeyi ya da sanatçı hâmisi biri çıkıp zaman tahdidini ortadan kaldırsaydı. Olmaz mıydı?

Caferağa Medresesi Uygulamalı El Sanatları Merkezi

Gelenekli sanatlar kurslarının en eskilerinden biri Caferağa Medresesi içinde devam ediyor. Hat, tezhip, minyatür ve ebrû derslerine hem hafta içi hem hafta sonu katılmak mümkün. Haftada bir gün, üç saat süren derslerin aylık eğitim bedeli 135 lira. Mekân pazartesi günleri kapalı. 0 212 513 36 01 www.tkhv.org


Topkapı Sarayı Tezhip Kursu

Sarayda sadece cumartesi günleri tezhip kursu veriliyor. Hocalar Mamure Öz ve Semih İrteş. Kurs, aralık ayında açılacak bir sınavla öğrenci alacak. Her yıl yaklaşık yirmi kişi kabul ediliyor. Herhangi bir ücret istenmiyor. 0 212 512 04 80

Küçükayasofya Medresesi

Cankurtaran'da restore edilerek eli yüzü açılan Küçükayasofya Camii'nin hemen bitişiğindeki medrese, sakin bahçesiyle iyi bir dinlenme mekânı; ancak küçük hücrelerinin her birinde farklı bir atölye bulunuyor. Hat, tezhip ve ebrû kursları hakkında bilgi almak için Ahmet Yesevi Vakfı aranabilir. 0 212 638 50 12

Ülkü Özel Akagündüz