Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Vermek Çoğalmaktır

Başlatan İsra, 04 Nisan 2008, 06:45:14

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

İsra

Bir zamanlar bir köylü bir medresenin kapısını çaldı. Kapılara bakan talebe gelip kapıyı açtığında köylü ona nefis bir salkım üzüm uzattı.

“Bunlar benim bağımın en güzel üzümleri. Size hediye olarak getirdim.”

“Teşekkür ederim” dedi talebe. “Onları hemen hocamıza götüreceğim. İkramınızdan çok memnun olacaktır.”

“Hayır, hayır” diye atıldı köylü. “Ben bunları sana getirdim.”

“Bana mı?” Talebenin yüzü kızardı. Böyle güzel bir hediyeyi hak ettiğini düşünmüyordu.

“Evet!” diye ısrar etti köylü. “Çünkü ne zaman bu kapıyı çalsam onu sen açıyorsun. Ne zaman ürünlerim kuraklıktan kırılsa, bana hergün sen yiyecek ekmek veriyorsun. İnşAllah bu üzüm salkımı da sana güneş ışığı gibi ılık ve yağmur gibi güzel ilâhî rahmeti getirir. Çünkü, bak, ne güzel yaratılmışlar.”

Talebe o sabahı üzüm salkımını tefekkür ederek geçirdi. Üzümler sahiden de harika yaratılmışlardı. O yüzden salkımı hocasına ikram etmeye karar verdi. Çünkü kendilerini ilim ve hikmeti öğreten oydu.

Hoca, talebenin bu ikramıyla çok mutlu oldu. Ama sonra hemen medresedeki hasta talebesini hatırladı.

“Üzümleri ona hediye edeyim. Kimbilir belki onlarla sevinir ve daha çabuk şifa bulur.”

Düşündüğü gibi de yaptı. Ama üzümler hasta talebenin odasında da fazla kalmadı. Hasta talebe şöyle düşünmüştü:

“Medresenin aşçısı beni günlerce en iyi yemeklerle besledi. Eminim bu üzümleri o daha çok hak ediyordur.”

Aşçı ona öğle yemeğini getirdiğinde, üzüm salkımını ona hediye etti:

“Allah'ın yarattığı sebze ve meyve gibi harikalarla en yakın olan sensin ve dolayısıyla da bu ilâhî sanat eseriyle ne yapılacağını en iyi sen bilirsin.”

Aşçı üzümlerin güzelliğine hayran olmuştu. Bu üzümlerin güzelliğini ve harikalığıını kimse kitaplardan sorumlu talebeden fazla takdir edemezdi. O, tefekkürüyle ve ince düşünüşüyle medresede şöhret kazanmış bir gençti.

Üzümleri görür görmez en küçük şeyde bile ilâhî sanat ve nakışların en yüksek derecede yansıyabileceğini derinden kavradı o talebe de. Yüreği bu sanatın ve güzelliğin Sahibine sevgiyle doldu. Tam bu sırada, medreseye ilk geldiğinde kendisine kapıyı açan talebeyi hatırladı. Şefkatiyle, tevazuuyla, sevecenliğiyle, sıcaklığıyla benzer duyguları yaşamasına vesile olmuştu o arkadaşı da.

Ve böylece daha akşam olmadan, çiftçinin medreseye getirdiği üzüm salkımı kapıya bakan talebeye geri dönmüştü bile.

İşte o zaman bu talebe bu üzümlerin gerçekten de kendi kısmeti olduğunu anladı. Ve birşeyi daha anladı. Cömertlik dostluğun en parlak bir nişanıydı.

***

Herbirimiz bu kadar uzun bir zincir şeklinde olmasa da benzer şeyler yaşamışızdır. vermeye kıyamadığımız, değerli bulduğumuz, kendimize sakladığımız birşeyi, dostluğumuza ve sevgimize kurban ettiğimizde, o şeyden daha fazla kazandığımızı farketmişizdir. Vermenin yoksullaştırmadığını aksine zenginleştirdiğini, verilenden fazlasının elimize geçtiğini de.

Üstelik, hediye ettiğimiz o şey tamamen elimizden çıkıyor değil. İster bir kalem, bir kitap olsun, ister tabakta kalan son meyve olsun, isterse değerli bir vaktimiz olsun, sevdiğimize feda ettiğimizde o şey aslında hayat buluyor. "Benim" diyerek kendimize sakladığımızda sadece o şeyin maddesini tutabilsek de, elimizden çıkarabildiğimizde bütün duygularımız nasipleniyor ondan. Kalem kalemlikten fazla birşey oluyor. Sevginin işareti, dostluğun nişanesi haline geliyor. Gönül ülkemiz onunla şenleniyor ve renkleniyor.

Hani, Hz. Peygamber'in (sav) evinde bir koyun kesilip de tek bir yeri, boynu dışında her tarafı komşulara ve fakirlere dağıtıldıktan sonra, peygamberimiz sormuştu: o koyundan geriye ne kaldı? sadece boynu kaldı şeklinde olmuştu aldığı cevap. Ama o "hayır" demişti, "o koyundan bize kalan, boynu dışında her yanıdır.“

Eğer birşeyi sadece maddesiyle ölçmeye kalkarsak, verdiğimiz, hediye ettiğimiz şey bizden gider, varlığımızdan eksilir. Ama o şeyi üzerinde taşıdığı anlamlarla tanımlarsak, tam tersine maddesi gitse bile asıl olan anlamları bizde kalır. Zenginleşebilmek için verebilmek gerekir. Diğer bir deyişle, vermek, nesneleri ellerimizle değil ruhumuzla ve duygularımızla tutabilmeye cesaret edebilmek demektir..

O halde mal varlığımızı elimizdekilerle değil, elimizden çıkarabildiklerimizle ölçmeye ne dersiniz? Ne kadara sahip olabildiğimizle değil, ne kadarını paylaşabildiğimizle ve benliğimizden koparabildiğimizle?

Murat Çiftkaya

faanii

#1
Allah razi olsun isra kardeşim.
Son günlerde okuduğum en güzel hikaye.
İnsanın gözlerini yaşartacak kadar duygulu ve ibretli.
Benim vermekten çok talebelik kısmı dikkatimi çekti.
Talebelik yapmış biri olarak düşüncem,
Talebelik Dünyada insana verilen en güzel nimet,
Ahiret içinde öyle..
İnşAllah cümlemize Ahiretteki mükafatını nasib etsin hz. Allah ...
Biz evlatlarımızdan iki şey bekleriz.SADAKAT ve AZİM. 

turab


Yardım alıyormuyuz,ediyor muyuz?

Ara, gittiği bir Anadolu şehrinde eski arkadaşı On ve nişanlısı Ten ile pazar kahvaltısında buluştu. Kahvaltıdan sonra yeni açılan kent ormanına yürüyüşe gittiler.
On, son model ve lüks bir Kore arabası almıştı. Şıkır şıkır görünen siyah arabayla kent ormanına ulaştılar. Ormanın girişindeki tabeladaki yürüyüş rotasını inceleyerek yürüyüşe başladılar. Bir buçuk saat kadar sonra patikadan yürüdükten sonra yol bitti; ya ormanın içinden geçerek girişe ulaşmaya çalışacaklardı ya da geldikleri yoldan geri döneceklerdi. On, "Ormanın içinden yürüyelim." diye teklif etti, bir süre yürüdükten sonra kayboldular. Neyse ki, bir süre sonra eski patikaya ulaşmayı başardılar. On, son model arabasının kapısını uzaktan kumandayla açmaya çalıştıysa da açamadı. Sonra birden "Allah" dedi, "Farları kapatmayı unutmuşum. Akü bitti, herhalde." Arabayı anahtarla açtı. Haklıydı gerçekten. Akü tamamen bitmişti. Bu durumda arabayı itmek gerekiyordu. Ne var ki, araba yokuş aşağı durumdaydı ve tek çare arabayı gerisin geriye itmekti. Ten direksiyona geçti, Ara ve On ise arabayı itmeye başladılar; arabayı doğru rotaya sokmak çok zordu; zira araba 1,6 tondu. Son derece zorlanarak arabayı yokuşun tepesine almayı başardılar. Amaçları arabayı vurdurmaktı, yani araba hızlandığında motor çalışacaktı. Önlerinde bu iş için oldukça uzun bir mesafe vardı. 250 metrelik mesafede motor kesin çalışacak gibi görünüyordu. Tüm güçleriyle arabayı ittiler ama araba yine çalışmadı. Birkaç kere daha denediler; ama sonuç değişmedi. Ormanın girişinden ana yola çıktılar. Ne var ki yardım alabilecekleri kimse görünmüyordu. Bu durumda önlerinde birkaç seçenek vardı. Çekici çağırmak, bir arkadaşı arayıp akü şarj kablosu istemek, yol yardım ekibini çağırmak, otostop çekmek.

Ara, yolun karşı şeridinde park etmiş çok eski iki araba gördü. Öndeki arabanın kaput kapağı açıktı ve motorun üstüne üç kişi eğilmişti. Ara bunlardan birinin tamirci olabileceği düşüncesiyle hızla yanlarına gitti. "Geçmiş olsun" dedi. Adamlardan biri "Sağol abi", dedi. "İnşaat işçisiyim, üç gündür yevmiye alamıyorum, gazım da bitti, ben de yardım için yeğenlerimi çağırdım. Ama istasyonlar bidonla artık benzin de vermiyorlar. Çekici için paramız da yok, ne yapacağımızı bilemiyoruz, bir çözüm arıyoruz." Ara, "Geçmiş olsun, üzüldüm. Sizde akü şarj kablosu var mı, bizim de farlar açık kalmış, akü bitmiş." İnşaat işçisi olan adam "Kablo yok ama istersen aküyü sökelim, sizin arabaya takalım, çalışınca söker yine bizim arabaya bağlarız" dedi. Daha sonra aküyü söktüler. On'un arabasına taktılar ve araba çalıştı. Ara, inşaat işçisinin cebine onun problemini çözecek kadar bir para sıkıştırdı. On ve nişanlışı, Ara'ya karşı kendilerini çok mahcup hissediyorlardı. Ara'yı önce ormanda kaybedip susuz ve ter içinde bırakmışlardı.

On ve nişanlısı Ara'dan özür dilerken onların sözünü kesti. "Sizce dedi, şu inşaat ustası mı bize yardım etti, yoksa biz mi ona yardım ettik?" "İnşaat ustası yardım etti" diye cevap verdiler. Ara, "Hayır" dedi. "Allah, bizim ona yardım etmemiz için bir vesile oluşturdu. Böyle son model bir arabanın aküsü normalde bitmez, ayrıca bu kadar vurdurma çabasından sonra da araba çalışır; arabanın kaldığı son nokta tam inşaat işçisinin arabasının kaldığı yerin önüydü. Biz her şekilde oradan kurtulurduk, tamirciyle, yol yardımla, bir arkadaşla vesaire... Ama üç günlük yevmiyesini alamamış bir işçinin yeğenlerini çağırmak için kullandığı son telefon kontöründen başka bir çaresi kalmamıştı. Allah bizim ona yardım etmemiz için bir vesile yarattı, ona verdiğimiz bir paranın da bizim için pek önemi yoktu, ama onun için değeri çoktu. Onun için olanlara üzüleceğinize, böyle bir hayra vesile olan Allah'a şükredelim."


Melih Arat
Allahım!Ahirete mani olan dünyadan,ölümün iyiliğine engel olan hayattan ve amelin hayrına mani olan emelden sana sığınırım

talib 67

tesekkürler ellerinize saglik.

İsra


Haklısınız faanii en güzel şeydir talebelik

Teşekkürler turab,paylaştığınız konu bize bir kez daha yaşadığımız her olumsuzluk için "her şeyde vardır bir hayır" sözünü aklımızdan çıkarmamız gerektiğini hatırlatıyor.Yaşadığımız bir olumsuzluk başkasının yararına vesile olabiliyor

Allah cümlemizden razı oslun arkadaşlar

Asfa

İlimsiz ibadetin tadı olmaz!...

kırık testi

Allah razı olsun kardeşim. İnşAllah Allah cümlemize nasip etsin...