Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Mutluluk hırsı...

Başlatan İsra, 13 Temmuz 2009, 06:43:30

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

İsra

Çağın en büyük hastalıklarının başında geliyor; mutsuzluk.

Mutluluk bile mutsuz ediyor insanı…

Çünkü hiçbir şey sürekli değil, her şey gelip geçiyor insanın hayatından.

İnsan süreli “ayrılıklar” yaşıyor.

En çok yaptığımız şey değil mi vedalaşmak…

Bırakıp gitmek ve bırakılıp gidilen olmak…

Sorunda burada, insan her güzel şeyin “daimi” olmasını arzuluyor.

Fani insanın baki ile imtihanı…

Her şey mutluluk için ise…

Mal, mülk, şan, şerefe, itibar, makam, mevki, dostluk, düşmanlık…

Aşklar, sevdalar, ayrılıklar…

Duygular, düşünceler, sızılar…

Mesleğimiz, başarılarımız, itibarımız…

Hatta sulh ve savaş, mükafat ve ceza da…

Hepsi mutluluk için ise…

Neden bütün bu durum ve bu imkanlar insanı mutsuz ediyor.

Neden insan sürekli mutsuzluktan dem vuruyor.

Niçin bir türlü ulaşamıyor mutluluğa…

Yoksa imkansızın adı mıdır mutluluk denilen şey?

Mutsuzluk ki çaresi var diye yazmıştım iki yıl önce…

Hala aynı fikirde ve hala aynı inanıştayım.

Çünkü ben mutluluğu gördüm.

Mutluluğun ötesine geçmiş “huzura ermiş” insanları tanıdım.

Onların “insanlık halleri” gözlerimin önünden gitmez, sözleri aklımda seyahat eder, gönülleri taptazedir.

Onlar mutluluğu; daha ziyade kalbî ve insanın inançlarıyla gönlünde kurduğu cennetlerin esintisinden ibaret görüyorlar.

Hatırlayınca, “acemi insanlık hallerim” ve yanılgılarım gelir aklıma…

Mutluluk hem çok yakın hem çok uzak.

Hem mümkün hem mümkün değil.

Tamamen bize bağlı.

Hayat felsefemizle çok yakından ilintili bir durum.

Mutluluk dışımızda değil, içimizde.

O hem eşyaya sığacak kadar basit ve küçük, hem de eşyaya sığmayacak kompleks bir yapı, büyük ve derin anlamlar taşıyor.

Mekanın hem içinde hem de dışında.

Zamanın her yerinde…

Fakat kabarmış ve rotasını yitirmiş algımız mutluluğa zulüm ediyor, ona abartılmış anlamlar yükleyerek yaşanmaz ve insanı taşıyamaz bir hale düşürüyor.

Böylelikle en büyük mutsuzluğumuz “mutluluk arayışı” oluyor.

İnsanı, içinde yaşadığı dünyadan koparan bu tür bir arayış, karamsarlık, yılgınlık, tatminsizlik, kaynağıdır. Buna “mutluluğun helâki” demek de mümkündür.

İnsan ne aradığını bilmezse, aradığını nerede bulacağını da bilemez.


Bu durumlarda mutluluk arayışı gereksiz bir uğraştır.

Ulaşılmaz bir hedeftir.

Hedef ulaşılmaz olduğunda insanı her adımda yoran bir süreç başlar.

Bu tek kelimeyle bir “yanılma halidir.”

Yolda kaybolmadan durup düşünmek, akla ve vicdana danışmak, mutluluk kapısından huzur makamına girmiş tecrübelerle tanışmak gerek…

Mutluluk tek başına bir hedef değildir, mutluluk bir araçtır ve aşılması gerekir.

İnsanı “anlamlı” kılan şey, mutluluğa dokunmak değil, o yolda adabına ve bilgisine riayet ede ede yürümektir.

Yani, mutluluk yaşamaktır.

Duyarak, düşünerek, hissederek, ağlayarak, sabrederek, şükrederek, yakararak yaşamak…

Kimseye tenezzül etmeden, her şeyi bir yerden isteyerek yaşamak…

Etkilenerek yaşamak…

Hayata tesir etmeyen, insanı yeniden düşündürmeyen, insana yeni ufuklar açmayan, insana yeni imkanlar sunmayan, insana gönül yapma gücü vermeyen, insana fazilet katmayan, insanı derinleştirmeyen, insanı “kemalat yolunda” inşa etmeyen, insanı “büyük buluşmaya” hazırlamayan hiçbir şey insanı mutlu edemez.

Yaşamak..

İyi yaşamak, iyiyi insanca yaşamak…

Her anın idrakine varmış ve hakkını vererek doya doya yaşamak...

Fakat ne yanılgı ki bu büyük yolculukta nazarlarımız “acil mutluluklar” arıyor.

Anda ve ayrıntılarda kayboluruz, her açıdan “büyük fotoğrafı” göremeyiz.

Ne hüsran ki cahil yanımız devreye girer...

İnsan aynı zamanda geçici bir dünyalıdır.

İnsana itminan kazandıracak olan mutluluk ise dünyevi değil, uhrevidir.

Hatta mutluluğun kendisi pek dünyevidir.

Bu açıdan “salt mutluluk arayışı” karşılıksızdır.

Aradıkça, peşine düştükçe, tehalük gösterdikçe insanın sancıları, hüsranları, yenilgileri artar.

Yani insanın bu “anlamsız mutluluk arayışı” çabası onun mutsuzluğunu çoğaltır.

Çıplak mutluluk hedefi, donanımsızdır ve insanı yücelten değerlerden yoksundur. O bu haliyle temas ettiği insana hırs yükler, hırs her durumda sebeb-i hasarettir.

İnsan dünyalı olduğu halde dünyaya teslim olmamalı.

Kalbiyle, vicdanıyla, aklıyla dünyayı terk etmeli ki mutluluk yolunda perişan olmasın, mutluluğu aşıp huzur iklimine varsın.

Mutluluk benden uzak olsun, huzur yanımda dursun diyebilmeli…

Niyet ve nazarını “büyük buluşmaya” ayarlamış biri için mutluluk ta, mutsuzluk da aynıdır, ikisi de gaye değildir, yoldaki imtihan duraklarındandır.

“Mutsuzluktaki mutluluk” gibi “mutluluktaki mutsuzluk” da sık yaşanan bir realitedir.

Neyse ki mutluluğun da, mutsuzluk da çaresi var…

“Mutluluk ahlakı” inşa edildiğinde, bencilliğin ve bireyselliğin insanı mutlu etmeye yetmedi görülür.

İnsanı biraz gönül merkezli yaşaması gerekir. Orada kendini aşma, fedakarlık, hasbilik, ötekini tercih etme gibi hasletler gelişir ki bu da insanı yoldaki tehlikelerden korur.

Asıl olan ruh inşa edebilmektir.

Selim akılla, duru bir vicdanla, “faziletli bir ruh” inşa edebilmek…

İnsan haddini bildiğinde her şey yerli yerine oturur.

Kendi sınırlılığını, kâinatın sonsuzluğu içindeki ehemmiyetsizliğini, küçüklüğünü idrâk edemeyen, sâlim düşünemeyen, tevekkül edemeyen insanın ise aklı ve ruhu emniyette değildir. Bu tür huzursuz ve tatminsiz ruhlar başta kendileri olmak üzere herkese rahatsızlık verirler.

Tanıdığım ve tanımaktan büyük bahtiyarlık duyduğum bir fazilet abidesi bu durumu şöyle anlatır;

“Fazilet; Her şeyden evvel, en yüce ahlâkla serfîraz bulunarak bütün varlığa muhabbet dolu nazarlar atfetmenin adıdır. Böyle birinin nazarında hâdiselerin akışı, bir bahar havası içinde ruha inşirah verici meltemler gibi eser geçer ve onun gönlünü sevinçlerle doldurarak şâd kılar. O, her zaman akıp giden eşyâ ve zaman selinde, yeni yeni levhalar müşâhede ederek dâima hayran ve dâima mutludur. Ne güneşlerin doğup batması, ne de gece ve gündüzün birbirini takip edip durması, onun zevklerini acılaştıramaz ve gönlüne hüzün veremez. Hüzün vermek şöyle dursun, o her an tazelenen ve birbirinden farklı bulunan manzaraların müşâhedesiyle, hep huzur ve mutluluk dolu dakikalar yaşar.”


İdrak edip yaşamamız gereken şey, kalbî ve ruhî bir huzurdur.

Ve bunlar yerini hiçbir şeyin alamayacağı kadar köklü ve insanın özüyle alâkalıdır.

Maddeye dayalı “tatminsiz mutlulukların” bu huzura ilâve edecekleri bir şey olmadığı gibi onu unutturmaya da güçleri yetmiyor.

Şu hayat yolunda, insanlık macerasında, varoluş ikliminde, imtihan yurdunda, büyük bulaşmaya yaklaşırken “ruhunu inançla yükseltip, gönlünü fazîletlerle donatanlara ne mutlu!..”

Ümitsizlik yok, yola giren er-geç yürümesini de öğrenir.

Yeter ki insanın hakikati arayışı bitmesin..


Mehmet Gündem

fasulye

gitmek kalmak için kendine aramaktadır.........
kalansa yangındadır..........
ya giden yüreğinide alıp gittiyse..........