Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

KILIC ALI

Başlatan Oruc_Reis, 05 Kasım 2006, 18:20:59

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Oruc_Reis

Gönüllerin paşası Kılıç Ali

Cezayir, Barbaroslu yıllardan beri Osmanlı hakimiyetindedir, Fas ve Mısır ona keza. Ancak İspanyollar Tunus’u terk etmeye yanaşmaz, yerli halkı baskı ve terörle bunaltırlar. Evet Kılıç Ali Reis burayı ele geçirmiştir ama Kıbrıs’ın fethine çağırılınca yöredeki gücümüz zayıflar.
Ertesi sene Don Juan, İnebahtı’da kazandığı zaferin sarhoşluğu ile Tunus üzerine yürür, yer götürmez askerle çıkarma yapar. Kılıç Ali Reis’in vekili Ramazan sert cengaverdir ancak “yerli halk kırılmasın” diye İspanyollarla takışmaz. Türkler Kayrevân’a çekilir, sahilleri meraklısına bırakırlar. Bu uyutma taktiği işe yarar, nitekim işgalciler gevşer, Don Juan, Mevlây adlı birini Sultan yapar. Yanına bir miktar asker bırakıp İspanya’ya döner, kendisini “Tunus fatihi” diye karşılayan hayranlarına selamlar.
İşte tam da o sıralar, 2. Selim Han Kapdân-ı deryâ Kılıç Ali ile Serdâr Koca Sinan Paşa’yı Tunus’a yollar. 250 gemilik muhteşem donanma Navarin, Sicilya ve Messina havâlisini vura vura gelir, Tunus’a demir atar. Koca Sinân Paşa derhâl Halk-ul-Vâd Kalesi’ni kuşatır, Trablus Beylerbeyi Mustafa Paşa ile eski Tunus Beylerbeyi Haydar Paşa, Bastion Kalesini sıkıştırırlar.

Tunus Fatihi
Yıllardan beri İspanyollar tarafından tahkim edilen ve “zapt edilemez” diye bilinen Halk-ul-Vâd bir ay içinde düşer, (Ağustos 1574) Kukla sultan Mevlây ile İspanyol komutan Don Pietro Cerrera’yı derdest eder İstanbul’a yollarlar.
Bastion Kalesinin fethiyle tamâmen ele geçen Tunus, Cezâyir ve Trablusgarb gibi bir eyâlet hâline getirilir ve Beylerbeyliğine Ramazan Paşa tâyin edilir. Kılıç Ali Reis Fas’a da bir kale yaptırır ve bu coğrafyada 300 küsur yıl sürecek olan Osmanlı idâresi başlar.
Kaptan paşamız umumiyetle Akdeniz’de dolanır, Haçlıların kan dökmesine fırsat tanımaz. Bu arada Kırım Seferine katılır ve Lübnan’daki Derezî (Dürzî) isyanlarını bastırırlar.
Yaşlandıkça daha abid olur, fukarayı daha ziyade kollar. Bir gece rüyasında cami inşaatıyla uğraşır. Sahi neden bir cami yaptırmıyorum der gider içini III. Murat’a açar. Usulünce bir yer gösterilmesini arzular.
3. Murat Han bu aksakallı paşasını çok sever, takılmadan yapamaz. “Denizleri bitirdin de şimdi benim topraklarıma mı göz diktin” diye sorar, “sen ki derya serdarısın, var git camini de deryaya yap!”
Kılıç Ali, “belî sultanım” deyip huzurdan çıkar, derhal Mimar Sinan’ı bulur ve “senden bir cami istiyorum” der “ama derya üzerine kurulacak!” Koca mimarın gözleri kısılır, zihninde bir şeyler canlanır. Sakalını sıvazlarken “neden olmasın” diye mırıldanır. “Öyle ya emrinde sayısız mavna var.”
İki yaşlı İstanbul’u dolanır, Tophane körfezini uygun bulurlar. Venedik Elçiliğinin yanı başında (o da manidar) karar kılar, mavnalarla koca koca kayaları taşıyıp döker bir ada yaparlar. Yüzlerce işçi, esirler, gönüllüler arılar gibi çalışırlar. Hatta Vakıf defterlerinde Miguel de Saavedra Cervantes’in bile adı var. (Don Kişot’un yazarı)
Kılıç Ali Paşa fırsat buldukça şantiyeye takılır, ona buna ihsan dağıtıp inşaata hız katar. İşte öylesi günlerden birinde genç bir işçinin, elindeki taşı ustaların yanına kadar getirdiğini çaktırmadan alıp geri götürdüğünü fark eder. Yanına sokulup sorar: “Niye?”
-Efendim sabah uyandığımda gusül abdesti almam gerektiğini anladım. Evet, uzak semtlerdeki hamamlara gidip yıkanamadım ama şu nurlu mabette benim gibi cenabetin taşıdığı taşın kullanılmasına da dayanamazdım.
Paşa derhal Mimar Sinan’a çıkar. “Camiyi durduralım” der, “hamama başlana!”
Bu emir Sinan’a da uyar, zaten bir bahane bulup eyleşmeyi ister ki, temeller otura.
Taşlarındaki ihlastan mı bilinmez Tophaneliler bu camide 40 gün sabah namazı kılanın Hızır Aleyhisselam ile karşılaşacağına inanırlar.
Kılıç Ali Reis fukaranın bedava yıkanacağı bu hamamdan maada ölüleri de temiz pak edecek bir gasilhane ısmarlar. Köşeye yaz günleri serin su, bayramlarda kandillerde bal şerbeti sunan bir sebil yaptırmayı arzular. Sonra bil’umum müderrisan ve tullâb (talebeler) için bir medrese ve onlara ikamet ve iaşe sağlayacak bir teşkilat kurar.
Efendim bu cami Ayasofya’ya benziyormuş da filan... Valla o Ayasofya’nın problemi. Mimar Sinan kendini bile taklid etmez, bir kere denediği tarzı unutur, bir daha asla o stilde mekan kurmaz. Sonra bu cami Ayasofya gibi loş değildir, 147 penceresi ile ışıl ışıl aydınlanır insanın içini açar.
Mimar Sinan belki son eseri olan bu camiye aşırı ihtimam gösterir, Çinileri İznik’te yaptırır, hatları büyük usta Karahisari’ye yazdırır. Bahçesine sütunlu kubbeli bir şadırvan oturtur, aydınlatmayı “gemici fenerleriyle” sağlar.
Şimdi karaya zarif bir yolla bağlanan şirin bir adacık düşünün, dalgalar gelsin eteklerinde kırılsınlar. Şöyle bağrına sığınılacak bir ada... Hem de Tophane gibi bir curcunada...

Ne yazık ki
Ancak medeniyeti kara kara fabrika bacalarından, köşeli köşeli apartmanlardan ve oto dolu yollardan ibaret sananlar, ahşap konakları yıkar, körfezi doldururlar. Şirin caminin etrafına ucube depolar yapar, hamamı (babalarının malı gibi) birilerine satarlar. Asfalt yüksele yüksele külliyeyi boğar, mescidi âdeta çukura sokar.
Neyse... Kılıç Ali Paşa o gün her zamankinden fazla hayır dağıtır, her gördüğü fakire sadaka verir, çocukların hatırını sorar. Eve neşeyle gelir ama ansızın gözlerini yumar. (Hicri 19 recep 995-430 sene evvel) Ertesi gün cumadır, onu camisinin bağrına bırakırlar.
Kılıç Ali sıradan bir Osmanlı paşasıdır, gelgelelim bıraktığı serveti saymak memurların bir yılını alır. Mücevherler bir yana hazineye yarım milyon duka altını aktarılır.
Hanımı Selime de hayır sahibidir, o da Fındıklı yokuşuna sanatlı bir mescid yaptırır.
Akdeniz’i İtalyanlara dar etmesine rağmen La Castella sakinleri Kılıç Ali Reis’i kahraman biliyor, belli günlerde üç hilalli sancaklar açıp hatırasını yad ediyorlar.
Denilecek tek şey var: “Gratzia!”
cihan baginda ey akil, budur makbul-i ins i cin.Ne kimse senden incinsin, ne sen bir kimseden incin.