Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Tandır Ekmeği

Başlatan Ay Iıığı, 22 Şubat 2009, 19:47:24

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ay Iıığı


-Kaç gündür gözüm dalıyordu baba. Meğer sen gelecekmişsin, dedi genç kadın, babasının yol çantasını boşaltırken. Oo, süzme yoğurt getirmişsin. Tandır ekmeği de var.

Burnuna götürüp kokladı ekmeği uzun uzun. Esmer, gayrimuntazam ekmek pandispanya gibi göründü gözüne. Mis gibi de bir kokusu vardı.  Dayanamadı. İrice bir parça kopardı ekmekten. Üzerine süzme yoğurttan sürüp tuz serpti ve çocukluğundaki gibi iştahla dişlemeye koyuldu.

Baba çayını yudumlarken bir yandan da onu, evi inceliyordu dikkatli, eleştirici bakışlarla. Alıcı gözüyle dolaştırdı gözlerini çevresinde. Eh, fena değildi. Çulu çuvalı epey düzmüşlerdi. Perdeler, divan örtüsü değişmiş, yenilenmişti. TV bile vardı şimdi konduda.

Asıl önemlisi kızındaki değişiklikti. Başka türlü karşılamıştı onu bu defa. Ve köydeki herkesi tek tek sormuştu. Dedikodu kumkuması  Cak cak  Hatça’yı, Yelpikli Hamza Emmi’yi, hattâ  Bakkal Teyze’yi bile sormuştu.

-Asıl mühim haberi unuttum, dedi baba. Arife Yenge evi satılığa çıkardı.

-Arkasında bağı olan kırmızı kiremitli evi mi?

-Hee ya. Satıp şehere gelecekmiş o da!

Durdu kadın, gözlerini pencereye dikti  uzun uzun baktı. Daldı gitti epey bir süre. Sonra:

-O evi çok severdim,dedi. Hep öyle bir evim olsun isterdim şehirde. Sanki köyü bırakıp şehre gelince hemen öyle bir eve buyur edeceklerdi beni!?

-Köyden nefret eder, tiksinirdin, dedi babası biraz kırgın. “Batasıca köyünüz” derdin hep…

Genç kadın suçlu suçlu yere eğdi bakışlarını.

-Doğru, dedi. Cahillik işte. Boğuluyorum sanıyordum orada. Sanki şöyle doyasıya nefes alamıyormuşum gibi geliyordu hep.

-Muradına erdin  sonunda. Geldin yerleştin işte büyük şehere.

Omuzlarını kaldırdı kadın.

-Öyle, dedi. Büyük  şehir dediğin bir gayya kuyusu, bir ilgisizlik, sevgisizlik ummanı. İnsanı yutan koca bir dev, insanlığını öğütüp un ufak eden bir azman değirmen. Yittim gittim baba ben burada.

-Niye yitip gideceksin kızım? Yalnız, kimsesiz değilsin ki… Aslan gibi kocan var başında.

Elini şöyle bir salladı kadın buruk, küskün, “Onu sayma!” der gibilerden.

-Ev de yaptınız başınızı sokacak…  Daha n’olsun? Bundan iyisi can sağlığı… Tapuyu aldınız mı?

Birden allak bullak oldu kadının yüzü. Bakışları koyulaştı. Dişlerinin arasından ıslık gibi bir sesle:

-Almış, dedi. Sakladı benden. Tapuyu kendi üstüne çıkartmış!

Babanın da nevri döndü.

-Soysuz, cibilliyetsiz, dedi. Ona bir hal olsa kardeşleri üşüşür, alır evi elinden. Tığı teber, şahı merdan  kalakalırsın ellerin böğründe.

Gözlerini kuruladı, burnunu sildi genç kadın.

-Temizliğe gittiğim evlerden bir doktor hanım sigortaladı beni. Beş senem var emekliliğimi kazanmama. Bir köşede de birikmiş üç beş kuruşumvar. Şu Arife yengenin evini diyorum, alabilir miyiz acaba? Sen bir konuş da haber uçur bana. Belki oradan buradan borç da bulurum…

Gözleri nemlendi:

-Köyümü, o her şeyime karışan, yediğim lokmalara bile lâf eden köylülerimi, konu komşu, akrabalarımı özledim baba, dedi fısıltı gibi bir sesle. Köyün ahır kokusunu, serseri köpeklerini bile özledim…

Yüzünde huzurlu, dingin bir ifade vardı. Birden saatine baktı ve ayağa kalktı.

-Kusura kalma baba, dedi. Gitmem gerek. Sen yat uyu. Yol yorgunusun. Dinlen! Konuştuklarımız aramızda kalsın ama. Sakın bir şey deme kocama! Tapudan haberim olduğunu bilmiyor. Şu Arife Yengenin evini bir ayarladık mı, tamam. Unutma ama, sır bu! Kimse bilmeyecek.

Kırmızı kiremitli evin hayaliyle bir kuş gibi hafiflemiş çıktı evden. Yıllardır böylesine mutlu hissetmemişti kendini.


Belma Aksun