Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Yılmaz Erdoganin Baris Mektubuna Cevap

Başlatan garsli36, 03 Ocak 2009, 04:31:19

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

garsli36

Yılmaz Erdoğan'dan barış mektubu

Tarih: 24.07.2006 Saat: 02:33
Bu bir mektup. Kanamalı bir güvercinin kanadına yazıldı. Hangi yüreğe konarsa o okusun ve bu ölümcül gidişi durdurmak için yapabileceği bir şey varsa hemen şimdi yapsın diye yazıldı. Ölüm üzerine... Mayın üzerine yazıldı. Kürtçe meselesi, Türkçe meselesi üzerine bir yakarış bu. Ben... Yani kalemden başka silah, vicdanından başka pusula tanımayan, bilmeyen ben... Ne elimde dünyayı kurtaracak bir bilgi var, ne düşleri aydınlatacak bir lamba... Elimde sade kelimeler... Dizlerimin üstüne çöktüm, ağlıyorum. Takatimin sonundayım ve durun diyebiliyorum sadece. Yalvarırım... Durun! Durdurun!
Ünlü tiyatro sanatçısı ve yazar Yılmaz Erdoğan, terörün neden olduğu ölümlerin durması için yazdığı feryat dolu mektubunu Hürriyet aracılığıyla Türk halkına beyaz güvercinle yolladı:
Güvercin Kanadına Mektup
Bu bir mektup. Kuş, güvercin kanadına yazıldı.Kimin vicdanına konarsa o okusun diye. Ölüm üzerine...
Mayın üzerine...
Kürt meselesi... Türk meselesi üzerine.
Güzel kelimeler... Ve çirkin kelimeler üzerine.
Ölüme doğru yapılan bu korkusuz koşudan korkuyorum. Mayınlarla parçalanan kardeş cesetleri odamda, yanı başımda duruyorlar.
Yazdığım her kelimeye daha bir dikkatle bakıyorlar.
Onlar dün parçalandılar.
Yazıklar olsun diye başlıyor aklıma gelen her cümle şimdi.
Yazıklar oluyor zira, insanın biriktirdiği en güzel şeylere.
Yazıklar oluyor, bir çocuğun Kürtçe, Türkçe veya her ne hal ve her ne dilde ise gülümsemesine...
HER SİLAH ÖLDÜRÜR AMA MAYINDAN KAHPESİ YOKTUR
Sevgiliye hediye almaya, pazar alışverişine çıkmaya, bir bebek sahibi olmaya, sigarayı bırakmaya, piknik yapmaya, bir insanı her şeyden çok sevmeye.... Yazıklar oluyor...
Yazıklar oluyor hayatın bizzat kendisine.
Yapmayın!
Mayınlar döşemeyin geleceğinizin güzergâhına.
Bu kalleşin ne zaman patlayacağı belli olmaz.
Bazen yıllar sonra, bir küçük kız çocuğu çiçek toplarken denk gelir, bazen yirmi yaşındayken ve daha önce hiç görmediğin bir yerde, daha önce hiç tanımadığın insanların arasında hem anayasal hem siyasal hem mukaddes bir yolculuk sırasında....
İnsanoğlu her melaneti icat etti; ama mayından kahpesi yoktur.
Her silah öldürebilir, her zaman öldürme potansiyeli taşır; ama mayın MUTLAKA ÖLDÜRÜR.
Mayın ıskalamaz! O birini mutlaka öldürür!
Uğursuz bir pusuya yatar ve patlayana kadar, bir can üstüne basana kadar bekler.
İnsanın icat ettiği EN ÇİRKİN şey silahtır.
Ve silahların EN ÇİRKİNİ MAYINDIR!
Sebebini unuttum kavganın ve umurumda da değil siyasi tartışmalar. Bir tek şey için dua ediyorum her gece, her gündüz: Kimse genç ölmesin dağlarımızda.
EN GÜZEL KELİME "BARIŞ" ARTIK SOYTARI KELİME
Silahlar susmadan sebebi konuşmaya imkan da yok lüzum da.
Aklın sesi, akılsızlık susmadıkça duyulmuyor.
Ve o zaman akla sadece DURUN demek geliyor.
Hemen şimdi DURUN!
Hiçbir haber geçmiyor ajanslar artık, ölümsüz.
İçinde acı olmayan gecemiz yok..
Ne oldu diyorum yine, kim hangi korkunun, hangi uğursuz hesabın peşinde diye...
Barış artık soytarı bir kelime...
Her ağızda var; ama hiçbir yerde yok.
Nerede bu barış?
O, insanın icat ettiği EN GÜZEL kelime.
Ama kelimelerle ne isterseniz onu yaparsınız.
Barış dersiniz; ama savaş manasınadır. Hatta bütün savaşlar barış için yapılır. Ve herkes adil bir barış için savaşır. Ve akıl der ki, aslında savaşmıyorsanız barışmaya başlamışsınız demektir.
Bir barış için yapılması gereken ilk ve belki de tek şey savaşmamaktır.
Silahlar patlamaya başlamışsa orada insanın bulduğu güzel kelimeler orayı terk eder.

SEVDADAN GAYRISINA AĞIDIMIZ OLMASIN

Kelimeler de ölür bazen... Ve kelime cesetleriyle yaşanmaya başlar hayat.
O kelimelerin, o cesetlerin... Nece olduğu, yani bu ölülerin ölürken son nefeslerinde hangi dilde konuştukları artık akılsızlığın gölgesinde soğuyan HAYATIN, YAŞAMANIN ta kendisidir.
Ölen yirmisindedir.
Artık, ardından söylenen ağıtlar kalır.
Ve Anadolu’da ağıt sıkıntısı yoktur.
Kürtçe’de de, Türkçe’de de binlerce ağıt vardır.
Hatta aynı ağıtın hem Kürtçe’si hem Türkçe’si vardır.
Yürek yakmak iyi bir işse, ikisi de eşit derecede yürek yakmaktadır.
Ama yüreğimizde artık dağlanacak yer kalmamıştır.
Sevdadan gayrısına ağıdımız olmasın artık.
Şimdi hepinizin huzurunda yalvarmak istiyorum.
Gördüm anladım, yapacak hiçbir şey kalmadıysa yalvarıyorum işte.
Kendimi küçük düşürmek istiyorum.
Taviz vermek istiyorum.
Kimin elinde bu kanı durduracak bir güç varsa, ister şeytana tapsın ister puta, ister bir tek Allah’a...
DİZLERİMİN ÜSTÜNE ÇÖKTÜM YALVARIYORUM
Kimin dudaklarının ucundaysa bunca gencecik hayat, ben ona yalvarmak istiyorum.
Ne olur? Bu işi durdur.
Ben siyaset miyasetten bahsetmiyorum. Dizlerimin üstüne çöktüm, "Bu genç ölümleri durdur" diyorum.
Kimse ateş etmesin kimseye.
Hiçbir gerekçeyle.
Hatta kendini savunmak için bile...
Çünkü savunmaya başlayana kadar masumsun ve masum güzel bir kelime, masum kal...
Kim hangi mayının yerini biliyorsa yalvarırım söylesin.
Bir kağıda yazsın, bir şişeye koysun, suya salsın söylesin.
Kim hangi mayının yerini biliyorsa, kimin gücü yetiyorsa olası ölümlere engel olmaya, ona yalvarıyorum işte.
İster şeytana tapsın ister puta, ister oralı olsun ister bizim buralı. Gücü yetiyorsa eğer durdursun bu işi.
Ben, bir yurttaş, bir insan olarak kendimi küçük düşürüyorum.
İşte açık açık yalvarıyorum, durdursun durdurmaya gücü yeten.
Süresiz ve sonsuza kadar.
Yalvarıyorum.
Dizlerimin üstüne de çöktüm ve ağlıyorum işte.
YAZGI BİRİNİ KIŞLAYA BİRİNİ DAĞLARA GÖTÜRMÜŞ
Sonra sabahlara kadar tartışalım.
Ama şimdi durdur. Yalvarırım.
Gençler, çocuklar ölüyor, hepsi kardeş, hepsinde aynı muska, aynı yazgı, aynı televizyon, aynı futbol, aynı hayat...
Hepsinin gerisinde dualara bürünmüş paramparça bir sevdalı.
Hepsi genç, hepsi güzel... Hepsi Türk, Hepsi Kürt... Gençler... Yazgının biri kışlaya, diğeri dağlara götürmüş...
Kürtçe’de "cehel" derler.
Kulağa cahil gibi gelir; ama "henüz bilmez" manasındadır, henüz yolun başında manasında...
Yalvarırım ne olacak...
Benden ne eksiltecekse bu yakarış eksiltsin, maksat hayat çoğalsın bu dünya cennetinde.
Bir yangında hep güzel kelimeler yanarken, çirkinleri hayatta kalır...
Kınamak, sövmek, hangi haklı gerekçeyle olursa olsun yangına körükle gitmek.
Ben kimseyi kınamıyorum, ben kimseye sövmüyorum, ben bu işin tamamını SEVMİYORUM.
Kurtulalım istiyorum bu vebadan.
Kimseyi haklı bulmuyorum, kimseyi haksız bulmuyorum.
Küstüm.
’MIRIN’ DENİR KÜRTÇE’DE ’ÖLÜM’DÜR TÜRKÇE’DE
Konuşmuyorum bu konuyu...
Silahlar susana kadar "SİLAHLAR SUSSUN"dan başka konu konuşmak istemiyorum... İstemiyoruz.
Ölmenin, öldürmenin hiçbir türünü, çeşidini sevmiyorum.
Ben genç bir hayat kurtulsun istiyorum her tür kavgadan.
Hatta kavgayı öven şiirlerden bile uzak dursun istiyorum.
Her çocuk çirkin kelimelerden uzakta yaşasın istiyorum.
Eğer o kelime çirkinse, çirkinin hizmetindeyse, Kürtçe söylemişin, Türkçe söylemişin çı fayda...
Hiçbir dil çirkin bir kelimeyi güzelleştiremez.
Ölüm her dilde çirkin bir kelimedir.
"Mırın" denir Kürtçe’de.
Anadolu’da konuşulan bütün dillerde karşılığı vardır.
Bunların içinde resmi olan "ölüm"dür. Türkçe’dir.
Ve ölüm kelimesi, resmi ya da gayri resmi her dilde eşit derecede çirkindir.
"Yaşam"a gelince....
Kelimelerin en şahanelerinden.
İçi açık açık ve kelimenin her manasıyla "hayat" doludur...
Ve hayat, varlığından emin olduğumuz tek şeydir...
DİL, BİR OLUŞLAR ZİNCİRİNİN SONUCUDUR
Kürtçe’de "jiyan" denir.
Yaşam, her dildeki en güzel kelimedir.
Belki bir tek rakibi vardır, o da "aşk"tır elbette.
Aşk...
Kürtçe’de "evin" denir.
Bu kelimelerin içinde resmi olan "aşk"tır; ama aşk kelimesi her dilde eşit derecede güzeldir.
Anadolu’da en az iki kişinin birbiriyle konuşup anlaştığı bir dil varsa ben onu bile öğrenmek istiyorum.
Sadece iki kişi bir dil icat etsin, ben çok merak ederim onu.
Çünkü bu iş öyle kolay değildir.
Dil yani lenguiç, çok geniş ve karmaşık bir sesler organizasyonudur.
Ve bir dilin oluşması, hiç kimsenin tasarlamasına imkán bulunmayan ve yüzyıllar boyu süren bir olaylar, oluşlar zincirinin sonucudur.
Bazı insanlar başka seslerle, bazıları başka seslerle anlaşırlar...
O sesler onların bünyelerinden, yani hayatlarının, kuşaklar boyu yaşamışlıklarının içinden süzülerek akar.
Sonuç her zaman mükemmeldir.
Çünkü bir dilin yapımında milyon, milyar insanın katkısı vardır ve bu katkı o insanlar yaşadıkça devam eder.
"ACI"NIN YANINA "ŞİFA", "İNTİKAM"A "BAĞIŞLAMA"
İşte bu yüzden bütün diller, insanoğlunun en büyük, en mucizevi eserleridirler.
Ve dil akışkan bir şey, düpedüz bir nehirdir.
Bünyesine uyan her su içine akar.
Her dilde başka dilden göçmen kelimeler vardır.
Onlar o dilin yurttaşı olurlar sonra.
Buna bazısı yozlaşma der; ama "yozlaşma" zaten çirkin bir kelimedir.
Güzel dil ya da çirkin dil diye bir şey yoktur.
Hepsi şaşılası bir kolektif çabanın ürünü, birer insan harikasıdır.
Güzel kelimeler vardır, çirkin kelimeler vardır.
Ve bunlar bütün dillere eşit sayıda yayılmıştır.
Her çirkin kelimenin yanına bir tane iyisini eş edeceğiz.
"Acı"nın yanına "şifa", "zor"un yanına "çaba", "intikam"ın yanına "bağışlama"....
"Ölüm"ün yanına "hayat"!
Sivil olan, sivil hakların geliştirilmesini isteyen bir yurttaş, silaha hiçbir zaman elini sürmemelidir.
Haklılığını sivilliğinden alan kişi sivillikten vazgeçerse haklı olmaktan da vazgeçer..
RESMİ OLANI TÜRKÇE’DİR AMA HEPSİ ÖZGÜRDÜR
Artık sivil de değildir haklı da.
Bir dilde manası çirkin olan, yani çirkin bir şeye isim veya duruma sıfat olan kelime sayısı artmışsa işte o zaman o dil, evet "yozlaşıyor" demektir.
Dil yani lenguiç, iyi kullanılmazsa tehlikeli olur.
Çünkü dil, her türlü kullanıma müsait mükemmel bir ses organizasyonudur.
İnsanları başkalaştırır.
Ama "başka"dan korkmaya gerek yoktur.
"Başka" güzel bir kelimedir.
Çünkü aslında aynı dili konuşan, konuşmayan herkes "BAŞKA"dır.
Ve başka, başkalık güzeldir.
Başkasının başkalığıyla birleşiriz ve bu birleşme bazen AŞK diye patlar.
Ve aşk nerede olursa olsun kendisi dışındaki her şeyi önemsizleştirir.
Biz kendi bahçemizdeki dillerin hepsini bilek, öğrenek, bir de üstüne İngilizce, Fransızca filan çakıp dünyanın karşısına çıkak.
Diyek ki bizim bahçede insanoğlunun şu kadar senede imal ve muhafaza ettiği diller, hazineler var!
Süryanice var, Keldanice var, daha araştırsak bulacaklarımız var...
Bunların içinde resmi olanı Türkçe’dir.
Ama hepsi Türkçe kadar özgürdür diyelim.
KÜRTÇE’Yİ CENDEREDEN TÜRKÇE KURTARACAKTIR
(Hem belki diğer dişlerini de yaptırmasına yardım edebiliriz şu tek dişli, tek taşlı medeniyetin.... "BİZ"i düzeltirsek herkesi düzeltiriz.)
Hepimizin eşit derecede duyacağı bir gururla dünyaya diyelim ki:
Bizzat Türkçe’nin kendisi diğer dillerimizin güvencesidir.
Çünkü onları özgürleştiren şeyler Türkçe yazılacaktır.
Türkçe bizim ortak dilimizdir ve ortak kimliğimizi oluşturur.
Ve Türkçe, güzel kelimeleriyle her şeyi iyileştirebilir.
Kürtçe’yi bu cendereden çıkarabilir.
Alır bu Mezopotamyalı kardeşini, önce yaralarını iyileştirir.
Onu özgürleştirir...
Kürtçe’yi, korku salan, öfke çağrıştıran bir meselenin parçası olmaktan, bu hiç hak etmediği yankısından Türkçe kurtaracaktır.
Çünkü DİL güncel bir mesele değildir.
Güncel bir kavganın konusu olması, hiç hak etmediğimiz bir trajedidir.
Ve kavga da (ki Kürtçe şer denir), trajedi de (ki ona Kürtçe’de de trajedi denir) çirkin kelimelerdir.
Elbette bütün kelimelerle ilgili kullandığım "güzel" ve "çirkin" kelimeleri tırnak içindedir.
Bazı tırnak kalın, bazısı incedir; ama hepsi tırnak içindedir.
Çünkü asıl güzel olması gereken, kelimelere yön veren mekanizmadır ve bildiğim kadarıyla ona da akıl denir.
TAKATİMİN SONUNDAYIM ELİMDE SADE KELİMELER
Akıl dilin patronudur ve hiçbir zaman ve hiçbir koşulda yetkilerini akılsızlığa, öfkeye devretmemelidir.
Bu bir mektup.
Kanamalı bir güvercinin kanadına yazıldı.
Hangi yüreğe konarsa o okusun ve bu ölümcül gidişi durdurmak için yapabileceği bir şey varsa hemen şimdi yapsın diye yazıldı.
Ölüm üzerine...
Mayın üzerine yazıldı.
Kürtçe meselesi, Türkçe meselesi üzerine bir yakarış bu.
Ben... Yani kalemden başka silah, vicdanından başka pusula tanımayan, bilmeyen ben...
Ne elimde dünyayı kurtaracak bir bilgi var, ne düşleri aydınlatacak bir lamba...
Elimde sade kelimeler...
Dizlerimin üstüne çöktüm, ağlıyorum.
Takatimin sonundayım ve durun diyebiliyorum sadece.
Yalvarırım... Durun!
Durdurun!
Yılmaz ERDOĞAN


YILMAZ ERDOĞAN'A CEVAP

Bir mektup yazdım Yılmaz Erdoğan'a… Zarfa koymadan önce sizlere de yüksek sesle okumak istedim…

Yılmaz Erdoğan BKM/İstanbul

Bir mektubu okuduktan sonra beğenmeyip, zarfa tekrar koyup göndericisine iade etmenin hoş olmadığını bilmediğimi sanma. Ama bu sefer böyle oldu ve ben yazdığın mektubu, bu mektubumun ekinde sana iade ediyorum…

Benim hiçbir zaman senin gibi romantik bir dilim olamadı. Edebi lafları arka arkaya dizip şiir yazmasını ise hiç bilmem… Ama bu benim hassas olmadığım veya duygusuz olduğum demek değildir.

Seni anladım. Hem de çok iyi anladım. Aman!

Sakın! Mütareke basının anladığı enteller gibi seni anladığımı sanma! Allah beni o durumlara düşürmekten saklasın!

Eğer bir gün görseydim seni bir şehidimizin cenaze töreninde, elinde al bayrakla en önde yürürken, "Bu Vatan Bölünmez" diye bağırken, yazdığın mektubun içindeki maddi hataların hepsini görmezden gelir, sana iade etmezdim. Derdim ki en nihayetinde; " Sanatçı kafasıdır, karışmış biraz…"

Ama;

Gönderdiğin kanamalı güvercindi silâhı eline alıp ilk dağa çıkan. Terörü başlatan ve devam ettiren de o oldu. Hatta terörden ekmek dahi yedi. Senin savaş dediğinin adı terördür. Savaş iki devlet arasında olur. Topraklarımız içinde ayrı bir devlet kuruldu da bizim mi haberimiz olmadı?

Senin kanamalı güvercininin elindeki keleşten çıkan mermi ile kıpkırmızı bir gül yaprağı olup düşerken Mehmetçik sahi sen ve mektupların nerdeydiniz? Biliyor musun; öz be öz Türkçe olarak kaç ana, kaç eş, kaç evlât bağırdı; "Söyleyin Güneşe Bu Sabah Doğmasın!" diye… Sen, sahi o zamanlarda da nerelerdeydin?

O Mehmetçik'lerin yüzlerine bakmaya kıyamazdın. Bahar kadar güzeldiler… Ay kadar güzeldiler… Ecelleri senin mektubunda siyasallaşmasını resmen istediğin PKK'nın ta kendisi oldu.

Bak sen bir mektup yazdın. Herkes sesini duydu. Peki; sen geçen hafta Gül Hanımın sesini duydun mu? Gül Hanım bir şehit eşi… Senin bahsettiğin o mayınlarda geçtiğimiz günlerde şehit olan binbaşının ardından annesinin "Artık vatan sağ olsun demeyeceğim" demesi üzerine "Hiç kimsenin bu anayı kınamaya hakkı yoktur" başlıklı bir yazı yazdı.

Tabii Gül Hanım senin gibi ince zanaatkâr olmadığından, sesini ancak bizler duyabildik. Ne mütareke basının başköşelerine çıktı, ne de dantel misali entellerden destek alabildi…

"Zemheri soğuğunda ateşler içinde yandım" dediğinde, biz onu çok iyi anladık. Yazdıkları öz Türkçe idi… Sade Türkçe idi… "Elimde kelimeler var" deyip alt alta dizerek şiirimsi havalar katarak, senin gibi satır arası mesajlar iletmeye çalışmadan, açıkça, mertçe yazdı… Gerçek bir Türk kadını idi yazarken… Kaçak güreşmedi senin gibi…

Ağırbaşlı, vakur, efendi, sözünün ardında duran cesur bir Türk kadını Gül Hanım.

Ateşin düştüğü yer Gül Hanım.

Yani senin anlayacağın, şehit eşine lâyık bir Türk kadını Gül Hanım…

Sahi, senin bahsettiğin şu kürtçe ağıtlardan birini, birebir tercüme edip yollasana bana… Yayınlayalım! Gül Hanımın feryadını okuduğumuz gibi onları da okuyalım! Birkaç tanesinin çevirisi bana denk geldi, biliyorum… Onlardan olsun ama… Sakın kıvırtma! Çok iyi kürtçe bildiğinin dersini de vermişsin mektubunda…

Uzun uzun mektubunda yer ayırdığın mayınlardan sadece son bir ayda kaç asker, kaç subay şehit oldu bilir misin? Dağın tepesine helikopterle indirme yaparken aşağıya atlayan asker, mayının üstüne bastığında, ölüm nasıl gelir bilir misin? Her şeyi hayal eden beyin gücün, onu da hayal etsin bir kere… Dağın tepesine o mayınları kim döşedi? Ya da asfalta? Veyahut kuş uçmaz kervan geçmez patikalara kimler döşedi o mayınları? Mektubunda mayınları döşeyenlerin adını koymayarak, mayınlarla gelen ölümlerde orduyu da ne kadar net suçlamışsın!

"Dağa çıkmak yazgı" dediğin an mektubunda, sen de onlardan olmadın mı? Ya da yazgının mı tarifini bilmezsin? Aynı cümle içine "kışlada olmak yazgısı" kelimelerini de katarak, kelimelerinle yaptığın oyunu görmedik mi?

Kanlı terör örgütünün eşkıyaları ile bu ülkenin şerefli askerini aynı kefeye koymak seni "aydın –sanatçı" yapıyorsa ve mütareke entellerinden de destek alıyorsan eğer; senin de, entellerinin de boynunadır bu işin vebali… Masumiyetten bahseden güya masum(!) mektuplar yazarak bu vebale de bizi ortak etmeye kalkma…

Edebiyatçılardan(!) çok büyük destek alan bu mektubu, açık olarak Türk milletine yazana kadar neden dağdaki kızlarınıza bir mektup yazmadın? Senin aşk ve sevgi dilinin çok iyi olduğunu söylerler. Yazsaydın ya o kızlara;

-" Yakışır mı size âşıktaşlık etmek! Bir erkek evleneceği kadının yapısında asalet arar! Nezaket arar! Namus arar! Hangi erkek, soğuk dağ gecelerinde eşkıya yatağı ısıtmış, yorgun yosmayı alır? Bakın bana, evlenmek için sizler gibi dağdan bir kızı mı seçiyorum?"

Cesaretin varsa Yılmaz Erdoğan bu mealde bir mektup yaz… Senin kahramanlığını ben o zaman göreyim.

Önceden gerekli mihraklara haber verilerek desteği sağlanmış, kendi kendine sipariş ettirilmiş mektuplar yazarak, Türk Milletini ve Türk Ordusunu suçlayarak kaybeden sen oldun… Tarih senin gibi kaybedenlerle dolu…

Sehitler ölmez.net
13 / 06 / 2007

Kalin saglicakla..garsli36

Günbatımı

#1
Alıntı yapılan: garsli36 - 03 Ocak 2009, 04:31:19
Yılmaz Erdoğan'dan barış mektubu
Kimin elinde bu kanı durduracak bir güç varsa, ister şeytana tapsın ister puta, ister bir tek Allah'a...
DİZLERİMİN ÜSTÜNE ÇÖKTÜM YALVARIYORUM
Kimin dudaklarının ucundaysa bunca gencecik hayat, ben ona yalvarmak istiyorum.
Ne olur? Bu işi durdur.

Dizlerin üzerine çöküp yalvarmak... Şeytana tapana, puta tapana mı?!. Allah C.C. korusun, Asla!.. Yalvaracaksam, herşeye kâdir olan Rabb'ime, Allah'ıma yalvarırım çok şükür... Allah herkese bu bilinci ve imanı nasib etsin...

Yılmaz Erdoğan'a cevap, sehitlerolmez.net tarafından en iyi şekilde verilmiş.

Fakat Y. Erdoğan'ın da iyi niyetli olduğunu farzedecek olursak: Her millet (ya da topluluk, etnik grup vs.) kendi kimliğini, örfünü, adetini, tarihini korumak, sahip çıkmak, yok olmasına engel olmak ister. Biz Türkler de (Allah korusun) başka bir milletin egemenliği altında yaşasak, elbetteki dilimize, inançlarımıza sahip çıkmak için elimizden geleni yaparız. Nitekim Balkanlar'daki soykırım sırasında (Bosna-Hersek) lanet etmemişmiydik Türkler'in isimlerini değiştirmek istedikleri için, onlara çeşitli şekillerde kimliklerini unutturmaya ya da vazgeçirmeye çalıştıkları için?.. Tabii ki her millet, etnik grup vs. kimliğine, diline sahip çıkmalı. Fakat bunu yapabilmek için BEŞİKTEKİ ÇOCUĞU, CAMİDE NAMAZ KILAN MÜSLÜMANI, MİNAREDE EZAN OKUYAN MÜEZZİNİ, ANALARI, BACILARI, MASUM VATANDAŞI, GÖREVİNİ YAPMAK İÇİN CANINI FEDAYA HAZIR ASKERİ HEDEF ALMAMALI, ONLARI KATLETMEMELİ... BU KALLEŞLİKTİR, CANİLİKTİR VE HİÇBİR HAKLI GEREKÇESİ YOKTUR!.. ASLA SAVUNULAMAZ!..

Bütün bunların altında bir sürü Ermeni oyunu, Amerikan, Yahudi, İngiliz vs. bir çok milletin ezeli ve ebedi düşmanlıkları vardır. Kürtler'in bir kısmı da (dağdakiler ve yandaşları) bu oyunlara alet olmaktadırlar. Yazık... Allah c.c. ıslah eylesin, hiçbirine fırsat vermesin...

Dua'sız üşürmüş yürekler!
Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin...
Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan,
Sana ummadık kapılar açan.
Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan...


Hz. Mevlana