Filistin israil meselelerinin tarihi geçmişinden..

Başlatan meftun, 02 Ocak 2009, 00:54:33

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

meftun

GİRİŞ
İsrail ve Filistinliler arasındaki çatışma, dünyanın en uzun süredir kanayan yarası. Sorunun kökenleri, Akdeniz'in doğu sahilleriyle Ürdün nehri arasında yer alan bölgenin paylaşılamamasına dayanıyor. Filistinliler için geçen 100 yıl, sömürge, sürgün, işgal getirdi. Tüm bunları, kendi kaderini tayin hakkı için zorlu bir mücadele ve acılarından sorumlu tuttukları ülkeyle birlikte yaşama çabası takip etti.
İsrail halkı ise, yüzlerce yıl zulme uğradıktan sonra atalarının topraklarına dönüşlerinde barış ve güvenlik bulamadılar. Komşuları kendilerini haritadan silmeye çalışırken, İsrailliler pek çok kriz yaşadı.
1917
VAATLER

Birinci Dünya Savaşı sırasında bölge, Osmanlı İmparatorluğu tarafından yönetiliyordu. İngiltere tarafından desteklenen Arap güçleri, Osmanlı ordularını bölgeden çıkardı.
İngiltere, savaşın sonunda bölgeyi işgal etti ve 25 Nisan 1920'de Milletler Cemiyeti'nin kararıyla bölge İngiliz kontrolüne girdi.
Bu değişim dönemi boyunca üç farklı anlaşma yapıldı:
1916 yılında Mısır'daki İngiliz yönetici Sir Henry McMahon, önceden Osmanlı egemenliğinde olan Arap bölgelerinin liderlerine savaş sonrası bağımsızlık vaadinde bulundu.
Aynı yıl, I. Dünya Savaşı'nın gelecekteki galipleri İngiltere ve Fransa, gizli Sykes-Picot Anlaşması'nı imzaladılar. Anlaşmaya göre, bölge bu iki ülkenin ortak egemenliği altına girecekti.
1917 yılında ise dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Siyonist liderlerden Lord Rothschild'e gönderdiği mektupta, İngiltere'nin 'Yahudiler için Filistin'de bir devlet kurma yolunda çalışacağı' sözünü verdi.
1929-1936
ARAPLAR RAHATSIZ
1920'lerde ve 1930'larda gelişen Siyonist projeyle birlikte, İngiliz kontrolündeki Filistin'e yüzbinlerce Yahudi göç etti. Arap toplumu huzursuzdu.
1922 yılında İngilizlerin yaptığı bir nüfus sayımıyla, Filistin'deki Yahudi nüfusunun, toplam nüfusun yüzde 11'ini oluşturduğu görüldü. Daha sonraki 15 yıl içinde, 300.000'den fazla Yahudi göçmen bölgeye geldi.
Siyonist-Arap düşmanlığı da artan nüfusla birlikte büyüdü. 1929 yılının Ağustos ayında meydana gelen şiddetli çatışmalar, 133 Yahudi ve 110 Filistinli'nin ölümüyle sonuçlandı.
1936 yılında düzenlenen bir genel grev sırasında, Arapların huzursuzluğu bu kez yaygın bir sivil itaatsizlik eylemi olarak kendini gösterdi. Bu dönemde, militan Siyonist grup Irgun Zvai Leumi, Filistin ve İngiliz hedeflerine saldırıyordu. Amaçları, Filistin'i ve Transjordan'ı (bugünün Ürdün'ü) zorla 'kurtarmak'tı.
1937 yılının Temmuz ayında, eski İngiliz Bakan Lord Peel başkanlığında kurulan komisyon, bölgeyi Yahudi ve Araplar arasında bölüştürme fikrini ortaya attı.
Filistinli ve Arap temsilciler bunu reddettiler. Göçe bir son verilmesini, azınlık haklarını koruyan tek bir devlet kurulmasını istediler. Yönetime muhalefet, şiddet eylemleriyle birlikte sürdü. 1938 yılında, İngiltere'nin de desteğiyle muhalif sesler ezildi.
1947
BM FİLİSTİN'İ BÖLME PLANI YAPIYOR
1947 yılında, Filistin'i 1920 yılından beri yöneten İngiltere, Siyonist-Arap sorununu çözme sorumluluğunu Birleşmiş Milletler'e devretti. Bölge, Araplarla Yahudi göçmenler arasındaki kronikleşmiş huzursuzluğun pençesinde kıvranıyordu. Yahudiler artık toplam Filistin nüfusunun üçte birini oluşturuyorlardı ve toprakların yüzde 6'sının sahibi olmuşlardı. Tüm bunların üzerine, yüzbinlerce Yahudi'nin Avrupa'daki Nazi katliamından kaçmasıyla birlikte durum daha kritik bir hal aldı. Katliamdan kaçamayan 6 milyon Yahudi, II. Dünya Savaşı sırasında öldürüldü. Birleşmiş Milletler, bölgeyi Yahudiler ve Filistinliler arasında bölmeyi öngören tavsiye kararını aldı. Yahudi tarafı BM'nin önerisini kabul ederken, Filistin temsilcileri reddettiler.
Bölme planı, Filistin topraklarının yüzde 56.47'sinin Yahudi devletine, 45.53'ünün ise Arap devletine verilmesini öngörüyordu. Kudüs'ün etrafında ise uluslararası bölge oluşturulacaktı. 29 Kasım 1947'de plan BM ülkeleri arasında oylamaya açıldı. 33 ülke planı kabul ederken, 13 ülke aleyhte oy kullandı, 10 ülke ise çekinser kaldı. Filistinlilerin reddettiği plan, hiç bir zaman uygulanmadı.
İngiltere, 15 Mayıs 1948'de Filistin üzerindeki yönetimine son verme kararını açıkladı. Filistin'deki çatışmalar sırasında İngiliz askerlerinin ölmesi, bölgedeki İngiliz varlığını İngiltere kamuoyunda kabul edilemez hale getiriyordu. Ayrıca İngiltere, ABD'nin bölgeye daha fazla Yahudi göçmen alınması için yaptığı baskıdan sıkılmıştı.
Araplar ve Yahudiler, İngiliz varlığı olmadan yüzyüze gelecekleri güne hazırlanmaya başladılar. Her iki taraf da silahlanıyor, birliklerini seferber ediyordu. İlk operasyonlar, 1947 yılının Aralık ayında Yahudi güçleri tarafından Filistin köylerine düzenlendi.
1948İSRAİL DEVLETİNİN KURULUŞU
2000 yıllık süreçten sonra kurulan ilk Yahudi devleti olan İsrail, 14 Mayıs 1948 tarihinde Tel Aviv'de ilan edildi.
Kuruluş bildirisi, son İngiliz birliğinin bölgeden çekilmesinin ardından derhal yürürlüğe kondu. Filistinliler, 15 Mayıs'ı 'El Nakba' , yani 'felaket günü' ilan ettiler.
1948 yılı, Yahudi ve Arap ordularının birbirlerinin bölgesine düzenlediği saldırılarla başladı. Irgun ve Lehi militan grupları tarafından desteklenen Yahudi güçleri, ilerlediler. Yahudi devleti için tahsis edilen bölgelerin yanısıra Filistin devletine verilmesi öngörülen topraklara da girdiler.
Irgun ve Lehi örgütleri, 9 Nisan 1948'de Deir Yassin köyünün sakinlerini katlettiler. Katliam korkusuyla yüzbinlerce Filistinli Lübnan, Mısır ve Batı Şeria'ya kaçtı.
Yahudi birlikleri, Negev, Galilee, Batı Kudüs ve kıyı bölgesinin çoğunu aldı.
İsrail devletinin ilan edilmesinin ardından Ürdün, Mısır, Lübnan, Suriye ve Irak'tan gelen birlikler İsrail'i istila etti fakat püskürtüldüler. Yapılan ateşkes anlaşmaları, İsrail'in sınırlarını oluşturdu.
Mısır Gazze Şeridi'ni alırken, Ürdün Doğu Kudüs çevresindeki bölgeyi ve bugün Batı Şeria olarak bilinen kesimi ilhak etti
1964
FİLİSTİN KURTULUŞ ÖRGÜTÜ KURULUYOR
1948 yılından sonra İsrail devletinin kuruluşuna karşı harekette lider olmak için Arap devletleri aralarında büyük bir rekabete giriştiler.
Bu durum, Filistinlileri pasifleştirdi. 1964 yılının Ocak ayında Arap hükümetleri, kendi kontrolleri altında hareket edecek bir Filistin örgütü oluşturmak amacıyla Filistin Kurtuluş Örgütü'nü kurdular. Fakat Filistinliler, bağımsız bir örgüt istiyorlardı.

1969 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü'nün başkanlığına getirilen Yaser Arafat'ın amacı da buydu. Arafat'ın beş yıl önce gizlice kurduğu Fetih örgütü de İsrail'e karşı askeri operasyonlarıyla isim yapmaya başlamıştı.
Fetih'in savaşçıları, 1968 yılında, Ürdün'de İsrail birliklerine büyük kayıplar verdirdiler.
1967
6 GÜN SAVAŞI

Arap ülkeleriyle İsrail arasındaki tansiyonun artması sonucu, 5 Haziran- 11 Haziran 1967 tarihleri arasında, Ortadoğu'nun çehresini değiştiren çarpışmalar meydana geldi.
Bu savaş sonucu İsrail; Mısır kontrolündeki Sina Yarımadası ve Gazze Şeridi'ni, Suriye'ye ait Golan Tepeleri'ni ve Ürdün'ün elindeki Batı Şeria ile Doğu Kudüs'ü işgal etti.
Savaşın ilk günü İsrail, Mısır'ın güçlü hava filosunu harekete geçemeden yoketti.
6 Gün Savaşı olarak da bilinen çarpışmalar sonucu İsrail, kontrolündeki toprakları 2 kat genişletti. Elde edilen zafer hem İsrail'de, hem de destekçilerinde büyük bir güven ve iyimserlik yarattı.
Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi ise, "savaş yoluyla toprak elde etmenin kabul edilemezliğini" vurgulayan 242 no'lu kararıyla İsrail'e, işgal ettiği topraklardan çekilmesi çağrısında bulundu.
BM verilerine göre, 1967 savaşının ardından 500 bin Filistinli Mısır, Lübnan, Suriye ve Ürdün'e sığınmak zorunda kaldı.
1973
YOM KİPPUR SAVAŞI
1967 Savaşı'nda kaybedilen toprakları diplomatik yollarla geri alamayan Mısır ve Suriye, Musevilerin kutsal Yom Kippur gününde İsrail'e karşı geniş çaplı bir saldırı başlattılar.
1973 çarpışmaları Ramazan Savaşı olarak da bilinir. Savaşın ilk 3 haftasında iki müttefik, Sina ve Golan'da ilerleme kaydetti. Ancak, İsrail toparlandı ve 1967 ateşkes hattının da ötesinde kazanımlar elde etti. İsrail ordusu Suriye kuvvetlerini püskürttü, ancak işgali altındaki Golan Tepeleri'nin bir kısmını kaybetti. İsrail güçleri, Mısır'da ise, savaşın başında kaybettiği toprakları geri aldı ve Süveyş Kanalı'nın batı yakasına kadar ilerledi.
Muharebeler devam ederken; ABD, Sovyetler Birliği ve Birleşmiş Milletler, taraflar arasında ateşkes sağlanması için yoğun diplomatik faaliyetlerde bulundular.
Savaş sırasında Mısır- Suriye kuvvetleri 8500, İsrail ise 6000 kayıp verdi.
Yom Kippur Savaşı İsrail'i; askeri, diplomatik ve ekonomik alanlarda ABD'ye eskisinden daha bağımlı kıldı. Savaşın hemen ardından başlayan, başını Suudi Arabistan'ın çektiği ve İsrail'i destekleyen ülkeleri hedef alan petrol ambargosu Mart 1974'e kadar sürdü. Ambargo sonucu petrol fiyatları yükselirken, dünya çapında benzin sıkıntısı başgösterdi.
Ekim 1973'de BM Güvenlik Konseyi 338 no'lu kararı kabul etti ve taraflara, ateşkes ilan ederek müzakerelere başlama çağrısında bulundu.
1974
ARAFAT BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'DE
70'li yıllar, Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Ordusu ( FKÖ) ve Ebu Nidal gibi diğer Filistinli grupların İsrail hedeflerine yönelik saldırılarına sahne oldu.
Bu eylemler arasında en çarpıcı olanı ise, Kara Eylül örgütü tarafından gerçekleştirildi. 1972 Münih Olimpiyatları sırasında olimpiyat köyünü basan militanlar, 11 İsrailli sporcuyu öldürdü.
FKÖ "Filistin'in tümünün kurtarılması" için silahlı mücadele yürütürken, Arafat, 1974 yılında Birleşmiş Milletler'de, Filistin sorununa barışçı bir çözüm bulunması konusunda çok önemli bir konuşma yaptı. Siyonizmi kınayan Arafat'ın "Bugün buraya, bir zeytin dalı ve bir silahla geldim. Zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin" sözleri tarihe geçti. Arafat'ın BM'ye hitap etmesi, Filistinlilerin mücadelelerinin uluslararası kamuoyunca tanınması yolunda bir dönüm noktası oluşturdu.
Bir yıl sonra, ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Harold Saunders tarafından yapılan bir açıklamayla ilk defa; Filistinli Arapların meşru çıkarlarının, Arap-İsrail barış müzakarelerinde hesaba katılması gerektiği ifade edildi.
1977İSRAİL SAĞI YENİDEN CANLANIYOR

İsrail devletinin kuruluşunda rol oynayan sertlik yanlısı sağcı Irgun ve Lehi gruplarının mirasçıları olan Herut Partisi (sonradan ismi Likud oldu),
1977 yılına kadar İsrail'de hiçbir seçimi kazanamamıştı. 1977 öncesinde İsrail politikası, sol eğilimli İşçi Partisi'nin egemenliği altındaydı.
Likud'un ideolojisi, İsrail egemenliğini, daha önce İngiliz kontrolünde olan tüm Filistin topraklarına yaymayı, üstüne üstlük Ürdün'ü de ideallerdeki 'Büyük İsrail'e katmaktı.
Eski Irgun lideri Menachem Begin önderliğindeki yeni hükümet, Batı Şeria ve Gazze'de Yahudi yerleşim bölgelerinin kurulmasına hız verdi. Amaç, 1967 yılında işgal edilen topraklardan ileride taviz vermemek için sebep yaratmaktı.
Dönemin Tarım Bakanı Ariel Şaron, 1981 yılına kadar Yahudi yerleşimlerinin kurulması hareketine önderlik etti.
1979İSRAİL VE MISIR BARIŞ ANLAŞMASI YAPIYOR

Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat, 19 Kasım 1977'de Kudüs'e giderek İsrail Parlamentosu'nda bir konuşma yaptı ve tüm dünyayı şaşırttı.
Sedat, 1973'teki Yom Kippur Savaşı'ndan 4 yıl sonra İsrail'i tanıyan ilk Arap lider oldu. Sonucu belirsiz kalan Yom Kippur Savaşı, Birleşmiş Milletler'in, 'Ortadoğu'da adil ve kalıcı barış' çağrısı yapan 338 sayılı tavsiye kararıyla sona ermişti.
Mısır ve İsrail, 1978 yılının Eylül ayında Camp David Mutabakatı'nı imzaladılar. Filistinlilere sınırlı özerklik verilmesini öngören anlaşmayla, Ortadoğu'da barışın çerçevesini çizildi. Mısır- İsrail barış anlaşması, 1979 yılının Mart ayında Enver Sedat ve İsrail Başbakanı Menachem Begin tarafından imzalandı.
İsrail'in 1967'deki 6 Gün Savaşı'nda ele geçirdiği Sina Yarımadası, Mısır'a geri verildi. Arap devletleri, İsrail'le kendi başına anlaşma imzalayan Mısır'ı boykot ettiler.
Enver Sedat, 1981 yılında Mısır Ordusu'ndaki aşırı İslamcı kesiminin düzenlediği suikaste kurban gitti.
1982
İSRAİL LÜBNAN'I İŞGAL EDİYOR
İsrail Ordusu, 1982 yazında Lübnan'a askeri harekat düzenledi. 'Galile için barış' operasyonu, İsrail-Lübnan sınırındaki Filistinli gerillaların kamplarını yok etme amacıyla başlatıldı.
Fakat dönemin Savunma Bakanı Ariel Şaron, harekatı Beyrut'a kadar genişletti ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nü Lübnan'ı terk etmek zorunda bıraktı.
Saldırı, Mısır'la yapılan anlaşma uyarınca tüm İsrail asker ve sivillerinin Sina'dan çekilmesinden iki ay sonra, 6 Haziran 1982'de başladı. Filistinli radikal Ebu Nidal örgütünün İsrail'in Londra Büyükelçisi Shlomo Argov'u öldürmeye teşebbüs etmesi, operasyonu tetikledi.
İsrail birlikleri Ağustos ayında Beyrut'a kadar geldiler. Yapılan ateşkes anlaşması uyarınca Filistin Kurtuluş Örgütü'nün savaşçıları, Lübnan'ı terk ettiler. Filistin mülteci kampları, savunmasız kalmıştı.
14 Eylül'de, İsrail güçleri Beyrut'u kuşattığı sırada, Hristiyan Falanjist milislerin lideri Beşir Gemayel, Beyrut'taki karargahında öldürüldü. Ertesi gün İsrail Batı Beyrut'u işgal etti.
16-18 Eylül tarihlerinde, İsrail'le ittifak içindeki Falanjistler, İsrail birliklerinin kuşattığı Sabra ve Şatila mülteci kamplarında yüzlerce Filistinliyi öldürdü. Sabra ve Şatila katliamı, Ortadoğu sorununun tarihi boyunca meydana gelen en kanlı eylemlerden biri olarak anılacaktı.
Dönemin Savunma Bakanı Ariel Şaron, 1983 yılında İsrail'de yapılan bir soruşturma sonucunda, 'katliama engel olmayı başaramadığı' kararı alınınca, görevinden istifa etti.
1987İNTİFADA

İsrail işgaline karşı Gazze'de başlayan kitle ayaklanması, hızla Batı Şeria'ya sıçradı. İntifada, sivil itaatsizlik, İsrail ürünlerine boykot, duvar yazıları, ve yollara kurulan barikatlarla yayıldı.
Fakat uluslararası arenanın dikkatini çeken, zırhlı ve silahlı İsrail birliklerine karşı taş atarak yapılan protesto gösterileri oldu.
İsrail savunma güçleri, intifadaya sert karşılık verdi. Pek çok Filistinli sivil hayatını kaybetti..
1993 yılına kadar süren çatışmalarda 1000'den fazla kişi öldü
1988
FKÖ BARIŞA KAPI ARALIYOR

Tüm askeri gücüne rağmen İsrail, işgali altında yaşayan tüm Filistinli nüfusun yoğun destek verdiği intifadayı bastıramadı.
1982'de Lübnan'dan çıkartıldıktan sonra Tunus'ta üslenen Filistin Kurtuluş Örgütü, intifadayla birlikte Filistin 'davasındaki' öncü rolünü yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
Filistin Ulusal Konseyi, 1988 yılının Kasım ayında Cezayir'de toplandı. Konsey, Birleşmiş Milletler'in 1947 yılında aldığı ve o dönemde Filistinliler tarafından reddedilen 181 sayılı tavsiye kararını kabul etti. Bu karar, Filistin topraklarının ikiye bölünmesini ve iki ayrı devlet kurulmasını öngörüyordu. BM'nin terörizmi kınayan, İsrail'e 1967 savaşında işgal ettiği topraklardan çekilme çağrısı yapan 242 sayılı tavsiye kararı da Konsey tarafından oylanarak kabul edildi.
ABD, Filistin Kurtuluş Örgütü'yle diyaloğa başladı. İsrail ise, FKÖ'yü terörist örgüt saymayı sürdürdü.
1991
MADRİD ZİRVESİ
1991 yılındaki Körfez Savaşı, Irak'ı destekleyerek zengin Körfez ülkelerini kendisinden uzaklaştıran Filistin Kurtuluş Örgütü ve lideri Yaser Arafat için felaket oldu.
Kuveyt'i Irak kontrolünden kurtaran ABD yönetimi, kendini Ortadoğu'da barışı sağlamaya adadı.
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı James Baker, bölgeye yaptığı ziyaretlerle, Madrid'de uluslararası bir zirve düzenlenmesi için zemin hazırladı. Golan Tepeleri'ni geri almayı uman Suriye, zirveye katılmayı kabul etti. Bölge ülkelerinden Ürdün de zirve davetine 'evet' dedi. Fakat İsrail'in sağ görüşlü ve sertlik yanlısı Başbakanı İzak Şamir, 'terörist' olarak kabul ettiği Filistin Kurtuluş Örgütü'yle doğrudan görüşme yapmayı reddetti. Bunun üzerine, ortak bir Ürdün-Filistin heyeti kuruldu. Heyette, Filistin Kurtuluş Örgütü mensubu olmayan başlıca Filistinli yetkililer yer aldı. Zirve öncesinde ABD, işgal altındaki topraklarda Yahudi yerleşimlerinin inşa edilmesine tepki olarak, İsrail'e vermeyi garanti ettiği10 milyar dolarlık krediyi geri çekti.
30 Ekim günü, tüm dünyanın kamuoyunun gözü, Madrid'de başlayan tarihi zirveye çevrildi. Taraflara, tezlerini anlatmaları için 45'er dakika verildi. Filistinliler, geleceği İsrail'le paylaşmayı umduklarını dile getirdiler. İsrail Başbakanı Şamir, bölgede bir Yahudi devletinin varlığını savundu. Suriye Dışişleri Bakanı Faruk El Şara ise Şamir'in 'terörist' geçmişine gönderme yaptı.
Zirvenin ardından, ABD Washington'da İsrail ile Suriye ve Ürdün-Filistin ortak heyetinin ayrı ayrı görüşeceği ikili toplantılar düzenledi.
1993
OSLO BARIŞ SÜRECİ
İsrail'de Mayıs 1992 seçimlerinde İzak Rabin önderliğindeki İşçi Partisi hükümetinin iktidara gelmesi, Arap-İsrail barış sürecine büyük ivme kazandırdı.
Güvercin kanadından Şimon Peres ve Yossi Beilin'in de yer aldığı yeni İsrail hükümeti, Filistinlilerle barış görüşmelerine uygun bir hükümetti. Körfez Savaşı nedeniyle konumu zayıflayan Filistin Kurtuluş Örgütü de, barış görüşmelerine ivme kazandırılmasını istiyordu.
İsrail, Washington'da Madrid Zirvesi'nin ardından yürütülmekte olan ikili görüşmelere FKÖ üyelerinin katılması yasağını kaldırarak, darboğaza giren görüşmelere yeni bir açılım getirdi. İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Peres ve yardımcısı Yossi Beilin de, görüşmeler için Norveç'te gizli bir forum başlatma planı üzerinde çalışmaya başladılar.
Washington'da sonuçsuz ikili görüşmeler sürerken, 20 Ocak 1993'te Norveç'in Sarpsborg kasabasında başlayan gizli Oslo görüşmelerinde eşi görülmemiş hızda ilerleme kaydedildi. Filistinliler, İsrail'i tanımaya razı oldular.
Görüşmeler sonucunda Beyaz Saray'da ilkeler bildirisi imzalandı. İzak Rabin ve Yaser Arafat'ın tarihi el sıkışma sahnesini, tüm dünyada 400 milyon kişi canlı yayında izledi.
1994
FİLİSTİN YÖNETİMİ DOĞUYOR
4 Mayıs 1994'te Filistin Kurtuluş Örgütü ve İsrail, 1993'te Oslo görüşmeleri sonunda imzalanan bildirinin yürürlüğe konması konusunda anlaştılar.
Belge, İsrail'in, Yahudi yerleşimleri hariç Gazze Şeridi'nin büyük bölümünden ve Batı Şeria'daki Eriha kentinden çekilmesini öngörüyordu. Zor geçen görüşmeler, 25 Şubat tarihinde Batı Şeria'nın El Halil kentinde bir Yahudi yerleşimcinin namaz kılan Müslümanlara ateş açıp 29 kişiyi öldürmesiyle, neredeyse kesiliyordu.
Anlaşma pek çok potansiyel tehlike içeriyordu. Anlaşmada, beş yıllık bir geçiş süreci boyunca en önemli konuların görüşülmesi, (Filistin devletinin kuruluşu, Kudüs'ün statüsü, Yahudi yerleşimleri, Filistinli mülteciler) ve aynı süreç içinde İsrail birliklerinin geri çekilmesi öngörülüyordu.
Barış sürecini eleştirenler, Filistin'e geri dönen Yaser Arafat'a yapılan coşkulu karşılama karşısında sessiz kaldılar. Arafat, zafer kazanmış bir lider olarak karşılandı. Filistin topraklarına dönen Filistin Kurtuluş Ordusu, İsrail birliklerinin boşalttığı topraklara konuşlandı. Arafat, özerk bölgelerde kurulan Filistin Yönetimi'nin başına geçti. 1996 yılının Ocak ayında, Filistin halkı tarafından yönetimin başkanı seçildi.
1995
OSLO II VE RABİN SUİKASTİ
Filistinlilerin Gazze ve Eriha'yı yönettikleri ilk yıl, zorluklarla geçti. Filistinli militanların düzenledikleri bombalı saldırılarda onlarca İsrailli yaşamını yitirdi.
İsrail, özerk bölgeleri ablukaya aldı, Filistinli militanları hedef alan saldırılar düzenledi. Filistin Yönetimi, kitle halinde tutuklamalar yaparak kargaşayı bastırmaya çalıştı. İsrail'de dinci ve sağcı kesim içinde barış sürecine muhalefet arttı.
Barış görüşmelerinde de zorluklar çıkıyor, programdan geri kalınıyordu. Yine de, 24 Eylül'de Oslo II anlaşması imzalandı. Anlaşma, Batı Şeria'yı üç bölgeye ayırıyordu:
-Toprakların yüzde 7'sini kapsayan A bölgesi, (El Halil ve Doğu Kudüs dışında ana Filistin kentleri) tamamıyla Filistin kontrolüne giriyordu.
-Toprakların yüzde 21'ini oluşturan B bölgesi, İsrail ve Filistin'in ortak kontrolüne veriliyordu.
-C bölgesi İsrail'e kalıyordu. Ayrıca İsrail'in, elindeki Filistinli militanları bırakması öngörülüyordu.
Oslo II, Filistinliler arasında fazla sevinç yaratmadı. İsrail'in dinci sağ kesimi ise, 'Yahudi toprağının teslim edilmesine' büyük tepki gösterdi. Anlaşmanın ardından, İsrail Başbakanı İzak Rabin'in aleyhinde kışkırtma kampanyası başlatıldı. Rabin, 4 Kasım'da bir Yahudi radikal dinci tarafından öldürüldü. Suikast, tüm dünyayı şok etti. Barış sürecinin mimarı Şimon Peres, İsrail Başbakanı oldu.
1996-1999
BARIŞ SÜRECİ ÇIKMAZA GİRİYOR
1996 yılının başında, Hamas örgütünün İsraillileri hedef alan intihar saldırıları ve Lübnan'ın üç hafta boyunca İsrail tarafından bombalanmasıyla, şiddet bölgeye geri döndü.
Şimon Peres, sağcı Binyamin 'Bibi' Netanyahu karşısında seçimi kaybetti. Seçim kampanyasında Oslo barış anlaşmalarına soğuk duran Netanyahu, barışın yanında güvenliğin önemini vurguluyordu.
Netanyahu, İsrail Başbakanı olduktan kısa süre sonra işgal altındaki bölgelerde yeni Yahudi yerleşimlerinin kurulmasının önündeki engelleri kaldırarak Arap kamuoyunu kızdırdı. Netanyahu, Kudüs'te Müslümanlar için en kutsal mekanlar arasındaki El Aksa Camii'nin altında arkeolojik tünel açarak, Müslüman kamuoyunda, 'kutsal mekanlara zarar verileceği' endişesinin doğmasına neden oldu.
Netanyahu, barış sürecine olumsuz bakmasına rağmen, artan ABD baskısı nedeniyle 1997 yılının Ocak ayında El Halil'in yüzde 80'ini Filistinlilere verdi. 23 Ekim 1998 tarihinde imzaladığı Wye River Memorandumu ise, İsrail'in Batı Şeria'nın başka bölgelerinden de çekilmesini öngörüyordu.
Fakat Wye River'ın uygulanışında ortaya çıkan iç anlaşmazlıklar nedeniyle Netanyahu'nun sağ kanat koalisyonu 1999 yılı Ocak ayında çöktü. Aynı yılın Mayıs ayında yapılan seçimleri İşçi Partili Ehud Barak kazandı. Barak, seçmene, İsrail ve Araplar arasındaki 100 yıllık sorunu, bir yıl içinde çözme sözü verdi.
Oslo'nun 'nihai çözüm' için tanıdığı 5 yıllık süre, 4 Mayıs 1999 tarihinde doldu. Fakat Yaser Arafat, yeni İsrail yönetimine bir şans tanımak için Filistin Devleti'ni tek taraflı olarak ilan etme kararını erteledi.
2000İKİNCİ İNTİFADA
Ehud Barak hükümetinin başa gelmesiyle esen iyimserlik rüzgarı, karşılığını bulamadı. 1999 yılının Eylül ayında yeni bir Wye River anlaşması imzalandı.
Fakat Kudüs, mülteciler, Yahudi yerleşimleri ve sınırlar gibi kilit konulardaki görüşmeler, kilitlenmişti. 5 yıllık barış sürecinden ellerine pek birşey geçmediğini gören Filistinliler arasında hayal kırıklığı büyüyordu.
Bu sırada Suriye'yle başarısız barış görüşmeleri yapan Barak, 21 yıldır Lübnan'da bulunan İsrail birliklerini geri çekti.
2000 yılı Mayıs ayında İsrail'in Lübnan'dan çekilmesinin ardından, dikkatler tekrar Filistin lideri Arafat'a çevrildi. Arafat, kademeli görüşmeleri bırakıp nihai bir anlaşma yapmak için gerek Barak'ın, gerekse ABD Başkanı Bill Clinton'ın büyük baskısı altındaydı. Camp David'de nihai anlaşma sağlama umuduyla iki hafta boyunca yapılan görüşmeler, başarısızlıkla sonuçlandı. Taraflar özellikle Kudüs'ün statüsü ve Filistinli mültecilerin dönüşü konularında anlaşamadılar.
Camp David'deki başarısızlığın yarattığı olumsuz ortamda, Binyamin Netanyahu'nun ardından sağcı Likud Partisi'nin başına geçen Ariel Şaron, 28 Eylül günü Kudüs'te Müslümanların kutsal mekanı Haremüşşerif'i ziyaret etti.
Filistinliler arasında infial yaratan bu ziyaret, pek çok çevre tarafından 'provokasyon' olarak nitelendirildi.
Ariel Şaron'un Müslümanların kutsal mekanlarını ziyaretinin ardından Filistinlilerin protesto gösterileri arttı ve El Aksa intifadası olarak da adlandırılan İkinci İntifada başladı.
2001
ŞARON GERİ DÖNÜYOR
2000 yılının sonunda İsrail Başbakanı Ehud Barak, intifada ve tırmanışa geçen şiddet karşısında zor duruma düştü. Üstelik koalisyon da sallantıdaydı.
Barak, 10 Aralık'ta başbakanlık görevinden istifa etti. 6 Şubat'ta yapılan seçimlerde, ezici üstünlük sağlayan Ariel Şaron, başbakanlık koltuğuna oturdu. İsrailli seçmen, artık 1990'ların 'barışa karşı toprak' formülüne sırtını dönmüştü. İsrail'de, Filistin sorununa daha sert yaklaşımlar çoğunluk tarafından benimsenmeye başlanmıştı.
Ariel Şaron'un Filistinli militanlara suikast, hava saldırısı ve Filistin topraklarına baskınları yoğunlaştırmasıyla, bölgede çatışma sonucu ölenlerin sayısında büyük artış oldu. Filistinli militanlar da İsrail kentlerine intihar saldırılarını artırdılar.
ABD, şiddeti dindirmek için gösterilen uluslararası çabaların başını çekti. ABD temsilcisi George Mitchell'in başkanlık ettiği komisyon, şiddetin durdurulması ve barış yoluna girilmesi için bir rapor hazırladı. CIA Başkanı George Tenet de ateşkes anlaşması için bölgede görüşmeler yaptı. Fakat her iki girişim de, başarılı olamadı.


Panodan
Yandım ebedi hüsnüne meftun olarak
Kar etti dilim ruhuma efsun olarak..