Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Bir Günden Bir Ömre

Başlatan Mahi, 24 Haziran 2008, 17:25:19

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mahi

İnsanlar aynaya bakar gibi topluma bakıyorlar. Aynada kendisini nasıl görüyorsa, topluma bakınca da kendisini öyle görüyor. Gerçekleri görmüyor; bilakis gördüklerinin gerçek olduğunu zannediyorlar. Aynaya bakarken gördüğü yansımaya aldanıyor ve "Ben buyum!" diyor.

Hayatınızda bu güne kadar "İşte bu benim günüm!" dediğiniz bir gün yaşadınız mı? Tamamı kendinize ait, tamamı kendinizle beraber, yirmi dört saat geçirdiniz mi hiç? Bu yirmi dört saatin her dakikasını (1440 dk) ve her saniyesini (86400 sn) kendiniz için kullandınız mı?
Her şey o kadar hızlı ve o kadar çabuk değişiyor ki, bu hız karşısında insan kendisini unutuyor. "Değişenler"e ayak uydurmak isterken, değişen kendisi oluyor. Çağımız insanının kendisine ait bir günü bile yokken, ortaya çıkan yenilikler, sözde insan için yapılıyor; fakat bu yenilikler karşısında insan kendisiyle baş başa kalamıyor ve kendisini kaybediyor. Her an gelişen teknoloji, medeniyet, ilim ve kültürün hangi amaçla, kim için yapıldığının sorgulanması gerekiyor. İnsan denen muammanın, kendisine ait bir günü bile yokken, sadece bir günlüğüne bile olsa kendisi ile baş başa kalamazken, ortaya çıkan bu ilerleme ve değişmenin hiçbir anlamı olmayacaktır. Zaten buna ilerleme de denilemez.
Her insan, kendi algı, eğilim, tercih, görüş ve düşüncelerini biçimlendirme konusunda doğuştan getirdiği bir yeteneğe sahiptir. Bireyin yaşamını anlamlı kılan sahip olduğu bu güçtür. Allahu Teâlâ'nın:
"İnsanı en güzel şekilde yarattık." diyerek vurguladığı bu husus, insan kapasitesinin ne kadar geniş olduğunun da göstergesidir. O hâlde insan, sahip olduğu bu muazzam gücünü, niçin tam olarak kullanamamaktadır? Bu güne kadar yapılan araştırmaların, beynini en çok kullanan bir insanın bile, onun sadece yüzde dokuzunu kullanabildiğini göstermesi bizim var olan bu yeteneğimizi, yok ettiğimizi mi gösteriyor ya da kullanmasını bilmediğimizi mi?
Bu gücümüzün yok olmasındaki tek nedenin, sadece insanın kendisinden kaynaklandığını söylemek hata olur. Evet, insan belirli bir yere kadar olayları kontrol edebilir; fakat bununla beraber, toplum ve sosyal çevre de çok büyük bir etkiye sahiptir.
Bugüne kadar bizlere hep neler yapamayacağımız söylenmiştir, gücümüzün nelere yetmeyeceği vurgulanmıştır. Bir düşünün, şu ana kadar geçen hayatınızda size yüz defa neleri yapabileceğinizi söyledilerse, en az bin defa hatta on bin defa da neleri yapamayacağınız söylenmiştir. Sayılar ne olursa olsun, hayatımızdaki "evetler" ve "hayırlar" bir birini dengelemiyor. Hep olumsuzluklar, hep eksik yönler, hep suçlamalar göz önünde bulunduruluyor. Üstelik bunu bizzat biz bile kendimize yapıyoruz. Değil tüm hayatımızı; sadece bir günümüzü bile değerlendirdiğimizde göreceğiz ki, toplum ve tüm dış çevremiz bize negatif yönde etki etmektedir.
İnsan, toplumdan kopmamak için, o toplumun kurallarına uymak zorunda olduğunu bilir. İşte tam bu noktada "uyum" dediğimiz bir süreç ortaya çıkar bireyin toplumla olan ilişkilerinde. Uyum ise, toplumsal süreçlerle çelişmemekte yatmaktadır. Günümüz insanı, toplumla çelişmemek için yani uyumsuz bir birey olmamak için (siz bu uyumsuzluğu delilik diye de yorumlayabilirsiniz), bu kurallara uymak gerektiğini düşünür ve bu uyumlu dediğimiz kişiler hiçbir şeye karşı gel(e)mediği için, hayatı hep belli bir istikamette gider. Monoton ve tek düze bir yaşam sürdürür ve davranışları hep bu uyumu korumak için olur. Fakat en çok sorun yaşayanlar, genellikle bu uyumlu gibi görünen insanlardır. Çünkü onlar toplumla ters düşmemek için kendi görüş, düşünce ve eğilimlerini ortaya koymaktan çekinirler. Bu öyle bir boyuta varır ki, birlikte olduğu, en samimi arkadaşları arasında bile kendini gösterir. Arkadaşlarından tepki görmemek için, onların hatalarını yahut kendisine ters gelen herhangi bir durumu ifade edemez. O sorunu ya kendi içine atar ya da tepki görmeyeceği uygun bir dedikodu ortamında açığa çıkarır.
İnsanlar aynaya bakar gibi topluma bakıyorlar. Aynada kendisini nasıl görüyorsa, topluma bakınca da kendisini öyle görüyor. Gerçekleri görmüyor; bilakis gördüklerinin gerçek olduğunu zannediyorlar. Aynaya bakarken gördüğü yansımaya aldanıyor ve "Ben buyum!" diyor. Oysa ruhunun derinliklerine inemiyor.
Onun için, şu kocaman dünya hayatının sadece bir gününü kendiniz için ayırın ve bu anlatmak istediklerimi kendi hayatınızı, başkasına bakıyormuş gibi değerlendirerek, ne yaptığınızı veya ne yapamadığınızı bizzat kendiniz görün. Kendiniz için ayırdığınız bu özel günde sizi kimsenin rahatsız etmesine müsaade etmeyin. Arkadaşmış, annebabaymış, akrabaymış, toplum içinde yalnız kalmak olmazmış... Bunların hepsini bir tarafa bırakın, dış çevreyle olan bağlantılarınızı sadece bir günlüğüne de olsa koparın, kendinize ayırdığınız bu günde kendinizi olabildiğince toplumdan soyutlayın ve kendi gününüzü yaşamaya başlayın.
Ben katı bir egoizmden bahsetmiyorum. Toplum içinde sadece kendi çıkarlarını düşünen "benlik" anlayışından söz etmiyorum. İnsanoğlunun kendisini unuttuğundan, yaptığı her hareket ve davranışının kendisine neler kazandırıp neler kaybettirdiğini bilmediğinden bahsediyorum. Anlamayan, sorgulamayan, düşünüp hissetmeyen, şuursuz bir varlık hâline geldiğinden dem vuruyorum.
Bu farklı gününüzü nasıl değerlendireceğinizi, neler yapabileceğinizi ya da neyi, niçin ve kim için yaptığınızı anlamak için, sabah yatağınızdan kalkar kalkmaz hatta yüzünüzü bile yıkamadan, kendi gününüzün başladığının farkına vararak hareket edin. Geçen her dakika ve saniyelerin gününüzden eksildiğini düşünerek, giden her anınızın tekrarının mümkün olmadığının bilincine vararak, davranışlarınızı kontrol altına alın.
Attığınız her adımda, yaptığınız her işte, oturuşunuzda, kalkıp yürüyüşünüzde, dinlenmek için yattığınızda, yediğiniz yemekte ve normal, sıradan bir günde yaptığınız daha birçok şeyde hep şunu düşünün:
Ben bu fiili yapmakla kendi günüme ne katabilirim? Tamamen bana ait olan bu günde, artı ya da eksi yönde neler yapabilirim? Hayatımı, davranışlarımı, bilincimi, düşünce, his ve duygularımı ne kadar kontrol edebilirim? Birlikte olduğum insanlara ne verebilirim ya da onlardan ne alabilirim?
Yirmi dört saatin tamamının kendinize ait olduğu, böyle bir günü hayatınızda mutlaka yaşamalısınız. Bin dört yüz kırk dakikanın her saniyesini, sadece bir günlüğüne de olsa kendiniz için kullanmalısınız. Ki, bugüne kadar kullanamadıysanız, bugüne kadar kendinize ait bir gününüz olmadıysa hayatınızın, bu dünyada var olmanızın gayesini tekrar gözden geçirmelisiniz.
Bir insanın kendine ait bir günü bile yokken, gelişen ve değişen bu teknolojinin, medeniyetin, ilim ve kültürün ne anlamı olur? Hatta bütün bunlar bizim gün ve günlerimizi bizden alıyorlarsa, bize yirmi dört saatlik bir gün dahi vermiyorlarsa tüm bu gelişmeler kimin için?
Oysa ortaya konulan her yenilik, insan hayatı için, insana yeni ve farklı bir şeyler verebilmek için, onun kişisel gelişimini tamamlamak için olmalıdır. İnsanı insandan ve toplumdan uzaklaştırmak için, kendi kendine bile yabancı kalması için değil.
İşte kendi gününün farkında olan insan, değil sadece bir gününü, her anını, hayatının tamamını şuurlu bir şekilde geçirir. Kendine ayırmış olduğu o günün sonunda, gece yatmak için başını yastığa koyduğunda birçok şeyin gerçek mânasını anlar; bu dünyaya niçin geldiğini, neler yapması gerektiğini bilir ve tabiî ki bunu sadece bir günle sınırlamayıp hayatının tamamına uygular. Bir ömre uzanacak olan bir yolculuğun temellerini atar bu bir günlük hayatıyla.
Zamanı durdurmanın imkânsız olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Bu yüzden "vakit" nakit olarak görülür. Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri, saatler haftaları, haftalar ayları, aylar ise yılları kovalayıp durmaktadır. Fakat bizler ne yazık ki bir yerlerde hata yapıyoruz. Zamanı durduramayacağımızı bile bile onu suçluyoruz. Nasıl mı? Her gün sık sık kullandığımız şu sözlere birlikte bakalım: "Günler nasıl da geçip gitmiş", "Yıllar su gibi akıp gitti", "Daha dün gibi hatırlıyorum", "Hey gidi günler hey, göz açıp kapayıncaya kadar bitti..."
Biz zamanla uğraşırken, zamanı durdurmak için uğraşırken; zaman bizi durduruyor. Onun bize tâbi olması gerekirken, ne hazindir ki biz ona tâbi oluyoruz, o ise hâkim. "Zaman size uymazsa, siz zaman uyun" anlayışı bunun en bâriz göstergesi değil midir günümüzde? Eğer zaman size uymuyorsa, zamanla mücadele etmeli hatta zamanı kendinize göre ayarlayabilmek için onunla savaşmalısınız.
Tek önemli an vardır: İçinde bulunduğumuz an. Bu anın temellerini atan dündür, şekillendiren ise, yarınlara dair ümitlerimizdir. Ne mutlu dününe bir şeyler verip, bugününü en güzel şekilde değerlendirip, yarınlarına umutla bakanlara!

İdris Bilen