Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Sağlık Bilgileri

Başlatan müteallim, 20 Şubat 2005, 04:02:36

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 7 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Tuğra

Geliştirilen yeni tedavi yöntemiyle körlüğe bir saatte son verileceği tahmin ediyor.

Uzmanlar, geliştirilen yeni tedavi yöntemi sayesinde, altı ya da yedi yıl içinde yaygın hale gelecek bir saatlik bir işlemle körlüğe son vermenin rutin hale geleceğini tahmin ediyor.

Londra Üniversitesi göz enstitüsü ve Moorfields göz hastanesinden biliminsanları ve cerrahların dahil olduğu bir ekip tarafından geliştirilen tedavi uyarınca, bozulmuş hücre tabakası, embriyonik kök hücrelerinden oluşturulan yeni hücrelerle değiştiriliyor.

Tedavi, körlüğün en yaygın nedeni olan, yaşa bağlı Maküla Dejenerasyonunu (AMD) ortadan kaldırmak üzere geliştirildi.

Yeni tedaviyle, embriyonik kök hücreler, kaybedilmiş hücrelerin kopyalarına dönüştürülüyor. Daha sonra retinanın arkasına konulan yapay bir zar üzerine yerleştiriliyorlar.

İngiliz ekip tarafından tamamlanan laboratuvar denemeleri, kök hücrelerin AMD'ye benzer hastalık taşıyan farelerde körlüğü engellediğini ortaya koydu. Domuzlar üzerinde yapılan deneylerde de başarılı sonuçlara ulaşıldığı kaydediliyor.

Ekip lideri profesör Pete Coffey, tedavinin bir saatten az süreceğini belirterek, "Ayakta tedavi olarak düşünülebilir. Bu tedavinin yagın hale gelmesi için çalışıyoruz" diye konuştu.

İngiltere'deki AMD derneğinden Tom Bremridge de, "Bu hastalar için ileriye doğru çok büyük bir adım. Tedavi onaylanır onaylanmaz, çok sayıda hastaya uygulanabilecek" diyor.

İlaç devi Pfizer, tedavinin hastalara ulaştırılması için araştırmaya mali destek sağlamak üzere talip olurken, ekip, laboratuvar deneylerini onaylatmak üzere başvuruda bulundu. Klinik deneylerinin iki yıl içinde yapılması planlanıyor.

Böylece insanlar üzerinde embriyonik kök hücreleri dünyada ikinci kez denenmiş olacak. Embriyonik kök hücrelerinin insanlar üzerinde kullanılacağı açıklanan ilk tedavi, omurilik hasarı olan hastalara yönelikti ve uygulama bu yıl ABD'de başlayacak.

Haber3
〰〰〰〰🐠

devran

Siirt'te annesi tarafından emzirildiği sırada nefes borusuna süt kaçan bebek hayatını kaybetti.

A.A. isimli annenin emzirdiği 4 aylık bebek Tarık A. bir süre sonra uyudu. Bebeğin uzun süre uyanmadığını fark eden anne A.A. uyandırmaya çalıştığında hareketsiz olduğunu gördüğü bebeği hastaneye kaldırdı.

Siirt Devlet Hastanesi'ne kaldırılan bebeğin, boğazında biriken sütün nefes borusuna kaçması sonucu hayatını kaybettiği belirlendi.

İHA
Gün Olur devran döner.

devran

Alınan, vitamin ve antioksidanlar hastayı sadece piskolojik yönden mi rahatlatıyor?
Kalp hastalarının ilaç alır gibi antioksidan vitamin ya da mineral almalarının yararı olmadığı bildirildi.  Op. Dr. Mustafa Ahsen, koroner kalp hastalarının beslenmesinde sorun bulunmadığı sürece antioksidan vitamin ya da minerallerin doğal yolla, besinlerle alınması gerektiğini söyledi.

Tüm vitaminlerin ve antioksidanlar ile Omega 3 yağ asitlerinin dengeli beslenildiği sürece besinlerden alınabildiğini kaydeden Ahsen, "Yapılan araştırmalar, antioksidanların, vitaminlerin ya da Omega 3 yağ asitlerinin ilaç gibi ilave olarak alınması kalp hastalarında ek bir yarar sağlamadığını ortaya koymuştur. Selenyum, çinko gibi minerallerin doğal olmayan yollardan almasının kalbe ek bir yararı yoktur. Yani kişi (ben üzüm çekirdeği yiyeyim, balık yağı içeyim, çinko, selenyum ya da bazı vitaminleri ve antioksidanları hap şeklinde alayım bunlar beni koroner arter hastalığından korur) diye düşünürse yanlış yapar." dedi.

Kalp krizinden korunmak için yaşam biçiminin değiştirilmesi gerektiğini hatırlatan Op. Dr. Mustafa Ahsen, vitamin, mineral ve antioksidanların ilaç olarak alınmasının belki kişiyi psikolojik olarak rahatlattığını, ancak kalp krizinden korumadığını kaydetti.

Ahsen, "Hastaların aklını karıştıracak önerilere gerek yoktur. Hekim olarak bizim bile telaffuzunda zorlandığımız minarelerin ilaç gibi hastalara tavsiye edilmesi doğru değildir. Kalp hastalarına önerdiğimiz yaşam biçimi değişiklikleri son derece açık ve nettir. Bunlar, bol yeşillik ve meyve sebze, bol balıketi. Yağsız tavuk etini kırmızı ete tercih eden bir diyet, katı yağlardan ve hamur işlerinden uzak kalmak, sigara içmemek ve düzenli spordur. Bunları yapmayan kişilerin işin kolayına kaçarak 'Ben şu antioksidanı, selenyumu, çinkoyu mutlaka besinlere ek olarak almalıyım. Bunlar beni koroner arter hastalığından korur' düşüncesine kapılıyor. Bunlar doğru değildir." diye konuştu.
Kalp hastalıklarında zaman kaybının neticesinin kalp krizi olduğunu dile getiren Dr. Ahsen, bilimsel veriler çerçevesinde yaşam biçimi değişiklikleri yapmanın, düzenli hekim takibinde kalmanın kalp hastası için şart olduğunu kaydetti.

Cihan
Gün Olur devran döner.

devran

Kalp krizi, beyin kanaması ve kalp-damar hastalıklarına yakalanma riskini azaltıyor.
Bebeğini emzirmiş kadınların kalp krizi, beyin kanaması ve kalp-damar hastalıklarına yakalanma riskinin hiç emzirmemiş kadınlara göre daha az olduğu belirlendi.

ABD'nin Pittsburg Üniversitesinden Dr. Eleanor Bimla Schwartz ve ekibinin menopoza girmiş 139 bin 681 kadını kapsayan araştırması, bebeğini en az bir ay emzirmiş katılımcıların tansiyonu ve kolesterol seviyesinin daha düşük olduğunu, bu kişilerde şeker hastalığı ve kalp krizi belirtilerine daha az rastlandığını gösterdi.

"Obstetrics and Gynecology" dergisinde yayımlanan araştırmada, bir yıldan fazla emziren kadınlarda ise kalp krizi ve kalp-damar hastalıklarına yakalanma riskinin yüzde 10 oranında düştüğü görüldü.

"Anne bebeğini ne kadar fazla emzirirse, kendisi ve çocuğu için o kadar faydalı" diyen Dr. Schwartz, kadınlar için emzirmenin yararlı etkilerinin uzun süreli olduğunu vurgulayarak, kadınlarda birinci sıradaki ölümlerin kalp-damar hastalıklarından kaynaklandığına dikkati çekti.


AA
Gün Olur devran döner.

devran

Hamilelik döneminde ayaklar ve ayak bileklerinde çok sık görülen şişmelerin doğumdan hemen sonra kaybolduğunu belirten uzmanlar, şişmelerin önüne geçebilmenin mümkün olduğunu belirtiyor.

Op. Dr. Özer Kutlu, ayak şişmelerinin hamilelikte yaygın görülen bir durum olduğunu belirtti. Günün ilerleyen saatlerinde iyice belirginleşen şişmelerin nedenlerini açıklayan Özer Kutlu, şöyle konuştu: "Hamilelikte vücut daha fazla sıvı üretir ve daha fazla sıvı tutar. Ayrıca büyüyen uterus (özellikle hamileliğin son aylarında) bacaklara giden damarlara daha fazla baskı yapar. Bu da kanın kalbe dönmesini zorlaştırarak bacaklar, ayak bilekleri ve ayaklarda daha fazla sıvının birikmesine neden olur. Uzun süre ayakta durmak veya sandalye ya da koltukta ayakları yere koyarak oturmak bu basıncın artmasına neden olabilir."
Dr. Kutlu, hamilelikte ayak ve bilek şişmelerini hafifletmek veya önlemek için yapılabilecekleri ise şöyle sıraladı: "Gün içinde sık sık ayaklarınızı yukarıya uzatarak oturun. Uyurken yan yatın veya ayaklarınızı yastık yardımıyla hafifçe yükseltin. Otururken bacak bacak üstüne atmayın. Uzun süre ayakta kalmaktan veya ayaklarınızı yere koyarak oturmaktan kaçının. Sıcaklık şişmeyi artıracağından kendinizi serin tutmaya ve serin ortamlarda bulunmaya gayret edin. Suyun kaldırma kuvveti bebeğin pelvisin yukarısında tutulmasına yardımcı olacağından, sık sık yüzün veya havuzda yürüyün. Sıkı ve dar giysilerden kaçının. Destekleyici, pamuklu çoraplar giyinin, naylon çoraplardan kaçının. Düzenli egzersiz yapın."

Hafif ayak ve bilek şişkinliklerinin normal olduğunu vurgulayan Kutlu, aşırı veya ani şişme, özellikle baldırlar ve kalçalarda ağrı ve hassasiyetle birlikte yalnızca tek bacakta şişme olması durumlarında doktora başvurulması gerektiğini ifade etti.

Cihan
Gün Olur devran döner.

Tuğra

Arı sokmalarına karşı halk arasında doğru bilinen yanlışlar var. Meğer ne kadar çok yanlış bildiğimiz şey varmış.

Avrupa Acil Tıp Birliği Başkan Vekili ve Alsancak Devlet Hastanesi Acil Servis Sorumlu Hekimi Uzman Doktor Ülkümen Rodoplu, arı sokmasında halk arasında yapılan bazı uygulamaların doğru olmadığını bildirdi.

BAL ARISINA DİKKAT

Alerjiye en fazla yol açan ve zehirli olan arı türünün, bal arısı olduğunu ve insanda anaflaksi denilen aşırı duyarlılığa bağlı şok tablosu meydana getirdiğini anlatan Dr. Rodoplu, böyle bir durumda önce ciltte kırmızılık, şişme ve kabarıklık görüldüğünü, daha sonra şişmenin bütün vücuda yayıldığını söyledi.

NELERE YOL AÇIYOR

Dr. Rodoplu, bu durumda kaşıntı görülebileceğini, dudak ve dil ile solunum yolu iç örtüsünün de (mukoza) şişerek nefes borusunda spazm (bronkospazm), hırıltı, göğüste solunum yetersizliğine yol açabildiğini ifade ederek, ilk yardım konusunda şu bilgiyi verdi:

BUNLARI YAP

''İğneyi görebilirseniz, tırnaklarınız yardımıyla veya cımbız kullanarak çıkarabilirsiniz. Sokma yerini bol soğuk suyla yıkayın. Solunum sorunu olanlarda gerekli temel yaşam desteği yapılması lazım.

BUNLARI YAPMA

Arının soktuğu bölgeye, zehrin kana karışmasını engellemek amacıyla turnike uygulaması, ısırılması, emilmesi, dağlanması asla önerilmeyen yöntemlerdir. Bunlar doğru bilinen yanlışlardır ve bu tip girişimlerin hiçbir bilimsel açıklaması olmadığı gibi pratik faydası da yoktur. Çünkü zehir ciltten girdikten sonra saniyeler içinde kana ve oradan da tüm vücuda yayılır. Bu nedenle çeşitli girişimlerle bunu engellemek asla mümkün değildir.''

İnternet Haber
〰〰〰〰🐠

devran

Hava kirliliği aslında iyiymiş!


Uzmanlara göre, hava kirliliği bitkilerin karbondioksidi emme kabiliyetini artırarak, küresel ısınmayla mücedeleye katkı sunabilir.

Bilim dergisi Nature'da yayınlanan araştırma, 1960'lardan beri artan atmosfer kirliliği düzeyinin, bitki verimliliğini dörtte bir oranında artırdığını ortaya koydu.

Bu fazladan yüzde 10 oranında karbondioksidin toprakta tutulduğu anlamına geliyor. Bitkilerin en iyi temiz güneşli havada yetiştiği yaygın bir kanıyken, uzmanlar durumun her zaman böyle olmadığını ortaya koydu.

Araştırma, ağaçların ve ekinlerin puslu hava koşullarında da gelişebildiğini, zira bulutların ve atmosferde moleküllerin daha fazla yaprağa ulaşabilecek şekilde güneş ışınlarını dağıttığını gösteriyor.Bu da, bitkilerin ışığı ve karbondioksidi dönüştürerek beslenme süreci olan fotosentezi artırıyor.

Uzmanlar, bu sonuçtan yola çıkarak bitkilerin kirli havada güneş ışınların yayılması dolayısıyla daha fazla karbondioksit emdiğini ve dolayısıyla da atmosferdeki karbondioksit oranını azaltarak küresel ısınmayı yavaşlattığı sonucuna vardı.

1960'lardan beri dünya genelinde artan kirli ve puslu hava koşullarından kaynaklanan ışık azlığının bitkiler üzerindeki etkilerini analiz eden araştırmacılar, kirliliğin yol açtığı "küresel kararma" denilen durumun, 1960'tan 1999'a kadar bitki verimliliğini dörtte bir oranında artırdığını ortaya koydu.  (Gazeteport)
Gün Olur devran döner.

devran

Erkekler dikkat! Bu hastalık sizi de etkiliyor...

Halk arasında ''kemik erimesi'' olarak bilinen ve daha çok kadınları etkilediğine inanılan osteoporozun erkeklerde ve çocuklarda da önemli sağlık sorunlarına yol açtığı bildirildi.

Bursa'da özel bir hastanede görevli fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı Dr. Neslihan Özkan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, osteoporozun dünyada yaygın görülen bir iskelet sistemi hastalığı olduğunu belirtti.

Bu hastalığa bağlı kemik kırıklarının giderek önemli bir halk sağlığı soruna haline geldiğini ifade eden Dr. Özkan, özellikle kadınların korkulu rüyası olarak bilinen osteoporozun erkeklerde ve çocuklarda da oluşabileceğini kaydetti.

Özkan, bir kişinin sahip olabileceği en yüksek kemik yoğunluğuna 30-35 yaşına kadar ulaştığını, bu yaştan sonra kemik kaybının hızlandığını, 65 yaş üzerindeki kadın ve erkeklerde ise aynı hızda yıkım olduğunu söyledi.

Osteoporozun kadın-erkek ayrımı gözetmeksizin herkes için önemli risk oluşturduğunu ifade eden Özkan, şöyle konuştu:

''Osteoporoza yakalanma riski yüksek olan kişiler arasında kadınlar başta geliyor. Ancak bu hastalık erkekler ve çocuklarda da görülebiliyor. Osteoporoz hakkında halk arasında birçok yanlış inanış bulunuyor. Bunların başında ise osteoporozun yalnızca kadınlarda görüleceğine inanılması geliyor. Oysa osteoporoz erkeklerde de görülebilir. Bu nedenle erkekler özellikle ileri yaşlarda osteoporoza karşı dikkatli olmalı. Ailede osteoporozlu kişilerin olması, ince yapılı, beyaz ırktan olunması, fiziksel aktivite ve egzersiz yapılmaması, sigara, aşırı alkol ve kafein kullanılması, erken menopoz, şeker hastalığı, bazı romatizmal ve hormonal rahatsızlıklar osteoporoz nedeni olabilir.''

Özkan, kırıkların osteoporozun en korkulan belirtileri arasında ilk sırada olduğunu belirterek, ''Hastalarımızda, başlangıçta bel ve sırt ağrıları, omurgalarda çökme kırıkları, boyda kısalma, sırtta kamburlaşma görülebilir. Vücutta kalça ve el bileği kırıkları gelişebilir. Halk arasındaki inanışın aksine, yaygın ağrılarla veya kırık dışında kemik eklem ağrıları ile osteoporozun ilişkisi yoktur'' dedi.

Dünya Sağlık Örgütü ve uluslararası osteoporoz örgütlerinin 65 yaş üzerindekilerin kemik taraması yaptırması gerektiği konusunda fikir birliği içinde olduğunu ifade eden Özkan, 65 yaş altında olan ve en az iki risk faktörü bulunanlar ile erken menopoza giren, geçmişinde herhangi bir kırık öyküsü olan, şeker, tiroit, romatizmal hastalıkları bulunan ve kortizon kullanan kişilerin bu taramayla mutlaka tanışması gerektiğini vurguladı.

-''KİŞİLERİN KENDİ ÇABALARI ÖNEMLİ''-

Dr. Neslihan Özkan, vücutta kemik yoğunluğunun azalması olarak bilinen osteoporozun gerekli önlemler alındığında sorun olmaktan çıkacağını ancak kemik kırılganlığının artmasıyla ciddi sorunlar ortaya çıkabileceğini söyledi.

Osteoporozda erken önlem alınmamasının hastanın sakatlanmasına hatta ölümüne yol açabileceğine dikkati çeken Özkan, şunları kaydetti:

''Asıl önemli olan koruyucu hekimliktir. Yani küçük yaşlardan itibaren bireylerin diyetlerine, yaşam biçimlerine dikkat etmesi ve risk altındaki kişilerin eğitilmesi gerekiyor. Osteoporozla mücadelede doktorların ve teknoloji desteğinin yanı sıra kişilerin kendi çabaları etkin olmaktadır. Kemikleriniz genç kalsın istiyorsanız düzenli beslenin, bol bol güneş alın, belinizi ve sırtınızı korumaya yönelik önerileri uygulayın, konunun uzmanı bir doktora başvurarak tedavinizi yaptırın, sigarayı bırakın, aşırı alkol ve kahve içmeyin.''

AA
Gün Olur devran döner.

anise

acaba böbrek hastaliklarina ne iyi gelir? bilgiler verebilirmisiniz tskkrlr

Tuğra

Alıntı yapılan: anise - 24 Nisan 2009, 14:48:06
acaba böbrek hastaliklarina ne iyi gelir? bilgiler verebilirmisiniz tskkrlr

Araştıralım inşAllah,bu konuda bilgi veren dokrtor varmı?

-----------------------------------------------------

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Kamboçya ile Tayland sınırı yakınında ilaca dirençli yeni bir sıtma türünü saptadı.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Kamboçya ile Tayland sınırı yakınında ilaca dirençli yeni bir sıtma türünün saptandığını belirterek, bunun da hastalığın kontrol altına alınması ve kökünün kazınmasına yönelik küresel çaptaki çabaları tehdit ettiğini bildirdi.

DSÖ açıklamasında, dünyanın birçok yerinde sıtmadan ölümlerde azalma sağlanırken ve özellikle de Zambiya'da 2000'den bu yana ölümler üçte iki oranında düşerken, Mekong bölgesinde ilk kez 2007'de tespit edilen ilaca dirençli yeni bir tür sıtmanın, hastalığın kökünün kazınması çabalarını riske soktuğu kaydedildi.

Örgütün Batı Pasifik bölgesi sorumlusu Shin Young-soo, şu an için önceliğin, bu sıtma türünün Mekong bölgesinde kontrol altına alınarak yayılmasının önlenmesi, bölgesel ve uluslararası tehdit haline gelmesine izin verilmemesi olduğunu belirtti.

DSÖ'nün sıtma uzmanlarından Eva Christophel de, saptanan yeni tür sıtmadan geçiren ve bu hastalıkla mücadeledeki en etkili ilaç olan "artemisinin" ile tedavi edilen yaklaşık 20-50 kişiye yapılan son klinik testlerin, hastalığın dirençli hale gelmekte olduğunu doğruladığını söyledi.

Christophel, elde ettikleri bu bilimsel veriyi endişe verici olarak niteledi.

Uzman Christophel, çoğu vakada artemisinin kullanılmasından sadece üç gün sonra hastanın kan değerlerinde parazitin yok olduğu saptanırken, yeni tür sıtma bulamış hastalarda ise ilaca tepkinin çok daha yavaşladığının görüldüğünü anlattı.

İnternet Haber
〰〰〰〰🐠

devran

Kemoterapisiz kanser tedavisi

Kemoterapinin yol açtığı yan etkilerden kurtaran, tamamen hasta hücreyi izole eden, hedefe yönelik ilaçlarla kanser tedavisi mümkün hale geldi. Bilim dünyası tarafından bir süredir kullanılan bu yöntemle şu an için böbrek ve karaciğer kanserini kemoterapi kullanmadan iyileştirmek mümkün.

İstanbul Bilim Üniversitesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı ve Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gökhan Demir, kanserli hücrelerin genetik moleküler sırlarının çözülmesiyle sadece hastalıklı hücreleri izole eden biyolojik tedavi yöntemleri geliştirildiğini söyledi. Böylece kemoterapinin yan etkilerin de önüne geçildiğini anlatan Prof. Dr. Demir, "Kemoterapi, sadece hızlı büyüyen hücreleri yok etmeye çalışan bir zehirdir. Kanser hücresiyle normal hücre arasında ayrım yapmadan, vücutta hızlı büyüyen bütün hücrelere etki yapar. Hedefe yönelik tedavide ise sadece kanserli hücreler izole edilerek yok edebiliyor. Bu sayede kemoterapinin sebep olduğu saç dökülmesi, mide bulantısı, ağız yarası, ishal gibi şikayetlerin hiçbiri görülmüyor." dedi. Şu anda böbrek ve karaciğer kanserlerinin böyle tedavi edilebildiğini anlatan Demir, "Meme, karaciğer ve pankreas kanserlerinde ise kemoterapiyle birlikte kullanıldığında tedavinin etkisi artıyor." şeklinde konuştu.

Kemoterapiyle kanserli hücreleri küçültmek ya da yok etmek amaçlanmasına rağmen hedefe yönelik ilaçların bunları stabilize ettiğine işaret eden Demir, şunları söyledi: "Hedefe yönelik ilaçlar, kanserin kronik bir hastalık şeklinde algılanmasını sağlıyor. Hastayı tam olarak şifaya kavuşturmuyorlar fakat tansiyon, kalp yetmezliği, diyabet gibi uzun yıllar hastalıkla beraber yaşamasını sağlıyor."

Hedefe yönelik tedavide kullanılan ilaçların yarısı, Sağlık Bakanlığı'nın onayıyla Türkiye'de de kullanılıyor. Yüzde 20'si ise özel izinle getirilebiliyor. Geçen mart ayında ABD'de, ilerlemiş böbrek kanseri hastaları için yeni bir ilaç, FDA onayı aldı. Bu ilacın, tümörün büyümesini engellediği veya yaşam süresini iki kattan fazla arttırdığı bildirildi.

Cihan
Gün Olur devran döner.

devran

Hanta virüsü insandan insana bulaşamaz

Bartın ve Zonguldak'ta rastlanılan hanta virüsünün, insandan insana bulaşmadığı, bir enfeksiyon türü olduğu, bu virüsün tedavisinin Türkiye'de yapılabildiği ve panik yapılacak bir durum olmadığı belirtildi.
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Hastane Enfeksiyon Kontrol Kurulu Başkanı Doç.Dr. Güven Çelebi, Bartın Sağlık Müdürlüğü Bulaşıcı Hastalıklar Müdürü Dr. Birol Aksu ile birlikte Bartın Televizyonunda Türkan Aydın tarafından sunulan, "Yaşam ve Sağlık" programında hanta virüsü ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Doç.Dr. Güven Çelebi ve Bartın Sağlık Müdürlüğü Bulaşıcı Hastalıklar Müdürü Dr. Birol Aksu, Bartınlıları hanta virüsü konusunda bilgilendirdi.

TEDAVİSİ OLAN BİR HASTALIK

ZKÜ Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Hastane Enfeksiyon Kontrol Kurulu Başkanı Doç.Dr. Güven Çelebi, hanta virüsünün tedavi edilen bir hastalık olduğunu belirterek şöyle konuştu: "Bilgilendirilmesi ve kaygıları, kuşkuları varsa giderilmesi için eğitim programları düzenledik. Şubat ayından itibaren hanta virüsü gündemimize düştü. Bu virüs hastalıklara yol açıyor. Kırım Kongo gibi, grip gibi bir virüs. Temel özelliği farelerde bulunuyor. Rezervi ve kaynağı faredir. Bu
canlılara bu virüs, farelerin hastalanması ve ölmesine sebep olmuyor. İdrar ve dışkı ile dışarı saçılıyor. Dışkıların ağız yolu veya ciltteki yaralardan dolayı insanlara bulaşıyor. Ülkemizde bugüne kadar hanta virüsü yoktu. Hastalık anlamında bu bir ilk. Bu virüs ülkemizde var mıydı? Bununla ilgili ip uçları var."
1997 yılında bazı araştırmacıların böbrek yetmezliği olan hastaların hastalığına hanta virüsünün sebep olup olmadığını araştırdığını hatırlatan Güven Çelebi, şunları söyledi: "Hastaların bir kısmında hanta virüsünün hastalara daha önce bulaştığı saptanmış. Doğu Karadeniz Bölgesi'nde kemiricilerde bu virüs var mı diye araştırmışlar. Yüzde 1-2 kadar kısmında bu virüs ile karşılaştıklarına dair ipuçları oluşmuş. Bu anlamda 2009 yılının şubat ayından itibaren Bartın ve Zonguldak'ta görüldü."

HASTALIĞIN BELİRTİLERİ

Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Hastane Enfeksiyon Kontrol Kurulu Başkanı Doç. Dr. Güven Çelebi, hanta virüsünün belirtilerinin diğer enfeksiyonların belirtilerinden farksız olduğunu söyledi. Hanta virüsün de genellikle mikrop insanlara bulaştıktan sonra kuluçka süresi olduğunu anlatan
Doç. Dr. Çelebi, sözlerine şöyle devam etti: "Bu bir ve üç hafta oluyor. Bu sürenin sonunda vücutta yüksek ateş, üşüme, kusma, bulantı, adale ağrısı, baş ağrısı gibi şikayetler olabiliyor. Biri veya bir kaçı çıkabiliyor. Bu şikayetlerin ardından trombosit değerinde düşme görülüyor. Bunun da arkasından böbrek işlevlerinde gerileme görülüyor. Hanta virüsü bunu oluşturuyor. Her hanta virüsü bulaşmış hastadan bu tabloların gelişmesi de beklenemez. Kişinin bağışıklık durumuna bağlı. Bazen çok sessiz sedasız bir
enfeksiyonla gelip geçebiliyor."

NASIL KORUNMAK GEREKİR

Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Hastane Enfeksiyon Kontrol Kurulu Başkanı Doç. Dr. Güven Çelebi, hanta virüsü hastalığının insandan insana bulaşmasının söz konusu olmadığını belirtti. Önemli bir noktanın panik olunacak bir durum olmaması olduğunu anlatan Doç. Dr. Çelebi, sözlerini şöyle sürdürdü: "Eğer biz bir hastalıkla ilgili bulaşma ve korunma yollarının tedavisini bilmiyorsak, bilmemekten kaynaklanan panik olabilir. Biliyorsak
kaygımız giderilmiş olur. İnsandan insana bulaşmıyor. Bunun altını çizelim. Bizim ülkemiz dışında Kore'de, Çin'de, Rusya, Bosna Hersek, İsveç, Danimarka ve Batı Avrupa'ya kadar olan ülkelerde bu enfeksiyon var. Onlar bu enfeksiyonla yıllardır yaşıyor. Bizim için yeni ama dünya için yeni bir enfeksiyon hastalığı değil. Bilimsel bilgilerden biliyoruz ki, günlük aktivitelerle sarılmak, yemek yemek, sohbet etmekle bulaşmıyor. Kan ve idrar gibi çıkartıldığında temas riski varsa korunma önlemi almak gerekir"

ÇAMAŞIR SUYU KULLANIN

Programa katılan Bartın Sağlık Müdürlüğü Bulaşıcı Hastalıklar Müdürü Dr. Birol Aksu da hanta virüsü ile ilgili bilgi verdi. Fare ile bulaşan bu hastalık konusunda tabii ki halkımızı bilimsel yorumlara çekebilmek için uzmanların verdiği bilgiler doğrultusunda hareket etmek gerektiğini anlatan
Dr. Aksu, şunları söyledi: "Böyle bir durumda bilgi edinmek için bize müracaat etsinler. Korunma yöntemlerine dikkat etsinler. Besinlerin çok iyi yıkanması ve temizlik yapılırken ortamın çamaşır suyuyla temizlenmesi gibi durumlara dikkat etmek gerekir. Panik yapılacak bir durum yok. Bunlara dikkat edilmesi gerekiyor."

haberturk


Gün Olur devran döner.

devran

Migren en çok kimi vuruyor?

Uzmanlar, takıntılı ve mükemmeliyetçi kişiliklerde migrene daha sık rastlandığını söylüyor. Migren hastalığının daha çok kadınlarda görüldüğünü, migrenlilerin titiz olduklarına dikkat çeken uzmanlar, "İnsanlar migreni tedavisi mümkün olmayan bir hastalık olarak görüyor. Oysa migren tedavisinde çok başarılı sonuçlar alınıyor" uyarısında bulunuyor.

Nöroloji Uzmanı Dr. Ali Özkan, takıntılı ve mükemmeliyetçi kişiliklerde migrene daha sık rastlandığını kaydetti. "Migren hastaları baş ağrısı atakları nedeniyle ayda birkaç kez işe gelemeyebilirler, ancak işlerini mükemmel bir şekilde yaparlar. Aynı şekilde tedavilerini de çok iyi takip ederler, doktor sözü dinlerler" diyen Dr. Özkan, ağrı olunca hastalara sessiz ve karanlık bir odada dinlenmelerini önerdiklerini kaydetti.
Uzm. Dr. Ali Özkan, eıÜüskiden sıradan bir baş ağrısı olarak görülen migren ağrısının, başlı başına nörolojik bir hastalık olduğunun artık kabul edildiğini söyledi. Özkan, migren ağrısına beynimizin yüzeyindeki damarların genişleyip daralması ve çevre dokulardaki ödemin yol açtığını vurgulayarak, "Başlıca karakteristik özelliği belirli aralıklarla gelmesidir. Genç ve orta yaş grubunda yüzde 20'ler gibi yüksek bir oranda görülür. Genç ve erişkin hastalığı olarak kabul edilen migren krizleri 45-50 yaşlarına kadar sürebilir. Ağrı 4 ile 72 saat arası devam edebilir. Migren hastalarının büyük bir kısmının ortak özellikleri; aşırı titiz, sinirli, çok dikkatli, zihni sürekli çalışan, duygusal insanlar olmalarıdır" diye konuştu.

Nöroloji Uzmanı Dr. Ali Özkan, migrenin belirtilerini şöyle sıraladı:
- Başın bir yarısında ve göz oyuluyor gibi zonklayarak seyreder.
- Şakak ve ense ağrısı çoğu vakada karakteristiktir.
- Ağrı öncesi veya sonrası bulantı, kusma, ışığa ve sese tahammülsüzlük olabilir.
- Hastanın huzuru kaçar ve rengi solabilir.
- Alın ve yüze yayılan ağrı nedeni ile sıklıkla sinüzitle karıştırılır.
- Krizlerin bir kısmında ağrı başlamadan önce (parlak ışık çakmaları, zikzak görüntüler, el-yüz ve kollarda hissedilen iğnelenmeler, uyuşma gibi) şikayetler olabilir.
- Baş ağrısını bazı hastalar; geriyor, çekiyor, yanıyor, sızlıyor, sıkışıyor, üşüyor, kaşınıyor, burgu ile oyuluyor, bıçak saplanıyor gibi değişik şekilde anlatmaya çalışır.
- Bazı hastalar ağrının geleceğini saatler önce anlayabilirken, bazen de birden bire şiddetli bir ağrı krizi ile kişinin hayatı alt üst olabilir.

Cihan
Gün Olur devran döner.

devran

Kuş gribinden sonra hınzır gribi çıktı!


Merkezin yöneticisi Dr. Richard Besser, gazetecilere yaptığı açıklamada, ülkede 8 kişinin domuz gribine yakalandığını belirterek, bu salgının yol açtığı sağlık tehditinin tam anlamıyla değerlendirilmesi için yeterli bilgiye sahip olmadıklarını söyledi. 

ABD ve Meksika'da görülen vakalarda şimdiye dek bakılan genetik unsurların aynı olduğunu belirten Besser, salgını, insanları tecrit veya tedavi ederek ya da aşılayarak kontrol altına almaya çalışmak için çok geç olabileceğini de sözlerine ekledi.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Meksika'da nadir görülen domuz gribi salgınında en az 60 kişinin yaşamını yitirdiğini, normalde domuzlarda ortaya çıkan, ancak nadiren insanlarda görülen hastalıkla ilgili yüzlerce vakanın bildirildiğini açıklamıştı.

WHO Sözcüsü, ABD'nin güneybatısındaki Kaliforniya ve Teksas eyaletlerinde bilinen vakaların sayısının 7 olduğunu bildirmişti.

AA



Gün Olur devran döner.

devran

Uzun yaşamak ister misiniz?

Bardağı boş ya da dolu tarafından görmenin, sadece kişinin hayata bakışını değil, uzun ve sağlıklı bir yaşam sürmesini de etkilediği belirlendi.

ABD'de Pittsburg Üniversitesi tarafından yürütülen ve internette yayımlanan araştırma, iyimser yapının yaşamın zorlukları ve stresle mücadelede kişiye avantaj sağlamasının yanı sıra sağlıklı ve uzun yaşamın kapılarını da araladığını ortaya çıkardı.

Kadın Sağlığı Girişimi Programı kapsamında 1994 yılında başlayan çalışmada, 100 bini aşkın 50 yaş ve üzerindeki kadınla görüşülerek, bu kişilerin karakter özellikleri tespit edildi ve sağlık durumları takibe alındı.

Çalışmada, kötümserlerin kalp krizinden ölme riskleri, ''hayata daha pembe gözlükle bakanlara'' oranla yüzde 30, kansere yakalanma riskleri yüzde 23 daha fazla. Uzmanlar, benzer durumun yüksek tansiyon ve şeker hastalıkları için de söz konusu olduğunu belirtiyor.

Sigara kullanımıyla kötümserlik arasında da ilişki olduğuna işaret edilen araştırmayı ekip adına kaleme alan Pittsburg Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde görevli Doç. Dr. Hilary Trindle, şu ifadeleri kullandı:

''Eğitim düzeyi, gelir düzeyi, yaşam alışkanlıklarınız farklı olsun, fiziksel olarak aktif olup olmayışınız, içki ya da sigara kullanıp kullanmadığınızdan bağımsız olarak, her durumda iyimser yapıdakilerin daha düşük riske sahip olduklarını gördük. Bu ilişkinin, tüm diğer faktörlerden bağımsız olması, araştırmayı yapan bizleri de şaşırttı.''

Uzmanlara göre, ''çok az sayıda insanın şanslı şekilde iyimser olarak doğmasına karşın'', genelde iyimserlik, kötümser yapıda olanlar için bile, biraz gayret göstererek öğrenilebiliyor.

ABD'deki araştırmanın ''malumu ilan ettiğini ve rakamlara dökmeyi başardığını'' ifade eden Dahiliye ve Gastroentereloji uzmanı Dr. Önder Çolakoğlu, diyabet, kalp ve şekerin içinde bulunduğu bütün kronik hastalıkların temelinde, vücutta bazı hormonların salgılanmasındaki aksaklıkların bulunduğunu belirterek, ''Sıkıntı ve stres ise bu dengenin bozulmasını ciddi şekilde etkiler'' dedi.

Stres, karamsarlık içinde bulunan kişilerin vücut dengelerinin bozulduğunu, bu durumun da çeşitli hastalıklara davetiye çıkardığını kaydetti.

Hastaların genellikle kronik bir hastalığa yakalandıktan sonra daha az stresli ve gergin bir yaşama kendilerini alıştırmaya çalıştıklarını, oysa önemli olanın hastalığa yakalanmadan önceki evrede bu alışkanlığı kazanmak olduğunu ifade eden Çolakoğlu, şöyle konuştu:

''Hastalığa yakalandıktan sonra, stresten uzak durmaya çalışmak, hayata daha iyimser yaklaşmak, tedavinin yalnızca bir parçasıdır, tek başına çözüm değildir. Oysa, endişeleri, sıkıntıları, karamsarlığı geride bırakmak, hastalıklara yakalanmamak için bize yardımcı olur.''

AA
Gün Olur devran döner.