Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Sâliklere Nasihatler

Başlatan Mahi, 18 Nisan 2008, 22:58:07

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mahi

Şeyhi ekber Muhyuddin Arabi

Hazreti Şeyhiekber'in Mevaki'ün Nucum' adlı risalesinde talebesi Abdullah bin Bedr el Habeşi'ye manzum olarak verdiği öğütlerin beyit beyit tercümelerini veriyoruz.

Muhyiddin Arabi Hazretleri burada Alah'a ulaştıran yolların inceliklerini gösterip sülûk keyfiyetini beyan etmektedir.

Ey Bedri Habeşî, sakın vereceğim emrin ifasını yarına, öbür güne bırakma, gelecek seneye atma. Münadinin; "Ey mutmain nefs, rabbına razı olmuş ve razı olunmuş olarak geri dön" nidasına derhal kabet et. Allah sana yeter. Senin ilerlemelerine engel olan insan ve cin düşmanlarının sana verdiği zararlara teşekkürde bulun. Zira halktan ne kadar zarar görürsen Hakk'a o kadar yaklaşırsın ve Hakk'a dönersin. Halktan ziyan görünce onlara karşı sana nefret hissi gelmesi senin için bir nimettir.

Ya Bedr, sair evliyaya geldiği gibi sana da ilim ve hidayet nuru geldi. Ondan istidat ve ihtiyacın kadarını al, karanlığa doğru gitme.

(Yahut) Ya Bedîr, sana hidayet ilminin nuru geldi. Deveyi kaçırmamak için ayağına bukağı vurdukları gibi sen de sana gelen nuru iyice muhafaza et, kaçırma. Ekvan ve benlik cahilliklerini yanına sokma.

Bir altın parçası suya batırıp mürekkeple yazılmış yazıya sürülünce bu yazıyı mahv eylediği gibi ilahî sıfatlar bir kula zahir olup tecelli edince, mükevvenat da ona karşı muzmahil olur.

Şu halde ey Bedr, kalk kendi vasfını bırak da yalnız Allah'ın vasfıyla meşgul ol. Allah'tan gayri bir şey görme. Her şeyi Allah'tan ve O'nun vasfı olarak gör ve yalnız O'na bütün ağyardan mümtaz olduğu halde Ferd olarak bak.

(Yahut) Ya Bedr, münferit olduğun halde kalk vasfeyle, meşgul ol. İlâhî ferdiyete karşılık ferdiyede, yalnız başına Cenabı Hakk'a nazar eyle.

Zira Hazreti Şeyh'in zevkine göre ilâhî varlıktan başka bir varlık yoktur ve Hak Teala ayn-ı vücuddur, vücudun gayrı değildir. Ama bir kısım mütefekkirlere göre Allah'ın vücudu ayrı, gayrın vücudu ayrıdır. Bu ise avamın bilgisidir. Bir kısım halka göre de mevcudat-ı vücud Hakk'ın gölgesidir ve cümle vücud Allah'tandır, Allah değildir,

Hakk'ın nidasını işiten kulağını ağyar sesinden muhafaza et. Et ki, kulağın Hak Teala'ın nidasından başka bir nida işitmesin. Her işittiğin ses Hak'tan gelsin. Sen de Hakk'a ettiğin nida ve münacatı hâlis kıl, o münacatı kendinden bilme. Münacatın lisanını Hak'tan dinle.

Rabbına karşı fakr ve zillet libasını giy, izzet ve gurur libasını üzerinden at. Her ne kadar izzet "Allah, onun resulü ve müminler içindir" ise de Mevlâ'na karşı izzet gösterme. Zira izzet Allah'a aittir, ona mahsustur.

Bunda da hikmet senin Rabbına olan yokluk arzetmene mukabil Vâhib ve Cevad olan Hak Teala'nın zatından haz alman içindir. Hakk'ın mevâhibinden, verdiği şeylerden haz almak için değildir. Zira vâhibi görmeyip eger sana izzet hibe etmişse onun mevahibinden haz almak hakiki hatalardandır. Eğer sen inat ehlinden değilsen sana şunu diyorum ki, Vâhib'le lezzetlenmeyi hatırına getirmeyip mevâlüble tatlanmak çocukluktur. Binaenaleyh fesatlardandır.

Rabbine fakir ve âciz bir halde münacatta bulunduğunda "Efendim, senden başkasına iltifattan beni men eyle, itimadım ancak sanadır." de!

"Sana kavuşma şarabınla beni bol bol sula. Zira cehalet ve gafletle ölmüş kulun ayrılığından şikâyet ediyor. Bunun için sana kavuaşma şarabınla yakınhk ve hayat istiyor" de!

"Zira kulun şimdiye kadar ilim ve hidayet rızkından mahrum ve kesret âleminde bunalıp kaldı. Çünkü kulunun gözü kalbin ayrılığmı ve ölümünü gerektiren ve sayılan milyonlara varan muhtelif mahlukat ve mahsusattan başka bir şey görmedi" de!

"Efendim, kulunun mutedil günler geçirmesi için ona ilim ve hidayet nzkını devamlı surette ihsan eyle. Yani kulunu helak eden cem'de ve uzaklaştıran fark'ta bırakma" de!

"Hatta beni kötüleyen kimseler benim deruni zevkimi bilmeceklerinden, bana karşı hapsedilmiş vaziyette kalmalarıyla onların bana olan kıskançlık ateşleri de sönmüş olsun"

"Ve benim gibi bir kulcağız, kavuşma yakınlığına erişsin de herkes şaşakalsın ve filan kimse dalaletten kurtuldu, hidayeti buldu desin." de!

Nitekim hadisi şerifte; "Sizden biriniz daima cennet ehli amelerini İşler hatta kendisiyle cennet arasında bir arşın kalır. Ezelî kalem ona yetişir, cehennem ehlinden olur. Yine sizden biriniz cehennem amellerini isler, hatta cehennem ile kendisi arasında bir arşın mesafe kahr. Ona kalem-i ezelî yetişir; ehl-i cennetten olur" buyrudu.

Allah'ı ve hakikati bilmeyip ölü mesabesinde olan kimse birdenbire fazl-ı ilâhi ve mevhibe-i rabbanî ile ilim ve hakikate vâkıf olarak hayat bulursa zeval ve fenadan kurtulup yükselmiş olur.Bu yüzden enbiya ve evliya kabirlerinde diridirler. Rableri tarafından daima kendilerine rızık verilir. Zira onlar cihad-ı ekberde veyahut tevhid denizine gark olarak şehid olmuşlardır. Muharebede şehid olanlar ise cihad-ı asgarda şehid olmuşlardır.

Ey Bedr, Musa (a.s.)dan başkasına nâlinlerin çıkarılması emrolunmadı. Musa a.s.'ya taraf-ı ilâhîden "Nalinlerini çıkar; şüphesiz ki sen mukaddes Tur vadisindesin" nidası Tur'da vadi ortasında tecelliye eriştiği zaman oldu. Bu tecelli ile Musa a.s.'da vücud-ı mevhum ve enaiyet kalmadı.

Cenabı Hakk'ın lütf u keremiyle Allah tarafından kimin nâlinleri çıkarılırsa Cenabı Hak onun kalbinden dünya ve ahiret muhabbetini alıp yalnız kendi zatına muhabbet verir. Bu sayede onun da sözü, fiili, ameli doğruluğun en yüksek mertebesini bulur.

Ya Bedr, eger sen Ben-i Hâşimî Muhammed'in (s.a.s.) vârisi olursan nâlinlerinle, açık müstakim yolu olan şeriat-ı Muhammediye üzere yürü. Zira Nebî'nin ilminin vârisi olanlar iki nâlinlidir.

Ey Bedr,nalinlerini giy! Zira nâlinlerin havf ve reca nâlinleridir. Bunlardan asla ayrılma. Zira bu nâlinlerle yürüdükçe bunlar seni her türlü mazarrattan korurlar ve ayaklarına kir sürdürmezler. Şu halde sâlike nâlin çıkarmak tarz olmaz. Nâlin çıkarmak ancak "Kabe Kavseyn" mertebesine vüsul ile olur. Kim ki sülûku esnasında nâlinini çıkarırsa o kimse nefsinin iradesindedir ve bir cihete yönelmiş kalmıştır. Hakk'ın ise cihet ve tarafı yoktur.

İlmen değil (hâlen, ihataten) Hak vücudunun sonsuz vecihlerini rüyet ve müşahedede bulunanla bulunmayan bir olur mu? Asla olmaz. Ve bilenle bilmeyen müsavi olmaz. Zira bilmek temayüzü icab eder, üstün olmayı gerektirir.

Şu halde hali kalden belki bir hali diğer halden ayırt et. Bu fark dahi Hak Teala'yı mevkib ve derecat-ı kuds'de rüyetin anmda olur. Bunun dereceleri de kalp tavırlarının mühim kısmı olan "Fuad" mertebesine erişmekle olur.

Ey Bedr, hidayet veren ilme tam manasıyla riayet ederek rabbine münacatta ve tövbe ve rücu'-ı ilAllah'da bulunduğunda sırnn ile sımna (kalbin ile hâfâna) münacatı unutma. Sırrına nazar et. Esrar-ı ilâhîyeden her sırrı anlamaya bak; sırr-ı hafî olsun, celî olsun. Zira feİım sırf adem-i gaflettendir. Anlayıp kavramak gaflet yokluğundandır.

Senden sana veya hariçten sana gelen nidaları işittiğin vakit hiç birini reddetme. Zira nidaların aslı ondandır. Yalnız nidaların rahmanî, melekî, şeytanî olup olmadıklarını ayırt edip ona göre muamele et ki, mekr'den kurtulasın. Her nidaya uymak mezalık-ı akdamdandır, ayak kaydırıcı yerlerdendir.

Eğer Cenabı Hak sana fazlıyla rücu' hibe ederse yani fena mertebesine erdikten sonra insanları irşad etmek için fark-ı sâni ve cem'ül cem' denilen bekabillah'ı nasib ederse öylece cem' ve kurb arasını fark et. Fark-ı sâni, cem' halinden seni mahcub etmesin. Yani bir an enaiyet davasında bulunmayasın ve vücud-ı hâkanî libasından ayrılmayasın.

Güzel atlara binmiş bir kafileye karşı at yavrusuna binip çıkma. Bu sana noksanlık verir.

Senin gÖrdüğün yüz binlerce müteferrid ve muhtelif şahıslar seni hakikat-ı vahide-i müttehideden mahcub kılmasın. Zira onlar sana vehim aşılayan hayallerdir.

Nazarın daima Vahib'ül meânî olan, manaları kalbine ilham eden. Hak Teala'ya olsun. Nazarını, hiçbir vakit insanı yanıltmayan kalp mertebelerinden "Fuad" mertebesine mukarin kıl. Zira fuad'ın sıdkı hakkında ayet vardır. (Necm suresi: 12.) Şu halde kalbinle ve fuadınla Hak'tan başkasını görmediğin gibi vahib olan Hak'tan başkasını da görmezsin.

Her telakkide yani alem-i gaybdan gelen her meâniyi almakta içine fikir karıştırmayarak doğrudan doğruya Hakk'a isnad et ki, istinad sahibi olasın. Yani kendinde Berr ve Kerim ve Cevad olan Hak Teala'dan başka muharrik, Mürid, itimad sahibi bulmayasın.

Münâdînin davetine icabette havahir ile bevadi arasında fark olmaması hakkında başkalarının sözü seni aldatmasın. Havahir ile bevadi ise kurbunun cem'ine hicab olmasıdır. Hak Teala {c.c.) cem' makamında nida etmez. Zira nida fark makamında olur. Bu da isneyniyet iktiza eder, ikilik gerektirir. Her nidayı Hak'tan işitip mucibince amel etmek hüsran getirir. Gerek nida, gerek fiil Kur'an hükümlerinin terazisine konmadıkça gereğince hareket edilemez. Zira sarahaten Hakk'ın emr ü nehyini bildiren hazreti Kur'an'dır. Vahdet yolunda giden kimse her nidayı Hak'tan işitir ama her nida şeriat mizanıyla tartılmadıkça kabul olunamaz. Mekr-i ilâhî hazırdır. O zaman insan ibahiyeden olur. Bu cihetle burası ayak kaydına yerlerdendir. Meğer ki, her türlü mekrden masun ve mahfuz ola. Ve mizan-ı şeriat ile tarttıktan sonra her sesi Hak'tan işitmek, bütün elem ve hastalıklardan uzaklaşmaya sebeptir.

Cevad olan Cenabı Hakk'm misli olmadığından bu cem' makamı havas ve avama pek gizlidir. Mesela Cenabı Hak ayette "Gören ve işiten ancak O'dur" buyurdu. Şu halde Hakk'ın semi' ve basarı vardır, bizim de semi' ve basarımız vardır. Onun görme ve işitmesinin keyfiyeti meçhuldür. Onun işitmesi ve görmesi kadîm, bizimki aletten ibaret ve sonradan olmadır, geçicidir. Diger ayette "Onun misli gibisi yoktur" buyrulmuştur. Bu ayetteki "kâf'ı gayr-i zaid sayarsak "İnsanı kâmilin misli yoktur" demek olur. Cem' makamının ahfa yani en gizli olması meçhul olduğundandır. Tenzih ve teşbih ise mufassaldır. Yani tenzih-i sırfyahut teşbih, her ikisi cem'den daha zâhirdir. Zira cem' tenzih ile teşbih arasmı câmi' bir ahadiyettir. Tenzih ve teşbih o ahadiyetin tafsilidir.

Şu halde ilmen ve hâlen O ol! Yani sen hüviyetinle ve hakikatinle ol! İlmen ve hâlen takyid ve iftikarınla olma. Ve sana gelmiş ve gelecek şuunatta böyle ol. Bunun için ayn-ı teşbihde ve tenzihde ve ayn-ı tenzihde teşbihde bulun. Gelen giden ahval ve şuununda ilmen Hak ol ve hâlen de Hak ol. Bunun gayrisi telvindir. Yani bunun gayrisi telbisdir. Ve cinsinin hilafı bir şeyle yaldızlamaktır. Hakk'ı yalnız teşbih ve tenzihden biriyle vasfedersen hakikati fevtetmiş, elden kaçırmış olursun. İster âlim ol, ister cahil ol söz budur.

Onunla ilmen ve hâlen olduğun gibi vasfen de ol yani vasf cihetimdende onun vasfı ol. Ama zat olarak O olma! Zira sen vasf cihetiyle onun aynısın, zat cihetinden değilsin.

(Müellif Hazretleri Fütuhat'ta yazar ki: "Eşya vücudda ve zuhurda ayn'ullahdır. Ama zata nisbetle eşya eşyadır, Allah Allah'dır. "Allah âlemlerden ğanîdir" ayetinin manası budur. Bizzat bir şeyin O'nunla ittihadı muhaldir. Zata ermeye yol yoktur, zuhuru yoktur.")

Zat'ı anlayacağını hevesine düşme! Zira Cenabı Hak bundan seni menetti, Bu yolda hareket edecek olursan günden güne Hak'tan uzaklaşırsın. Muhibbin kaibi ise asla mahbubsuz yaşayamaz. Zat'ı anlayacağım diye çalışan muhib de Hak'tan, sevgilisinden uzak bulunduğundan kalbi sevgilisine gider, sevgilisini bir türlü bulamaz. Şu halde bu mümtehi işi bırak, nâfile yere zahmet çekme ve mahbubsuz da kalma. Ve sonunda cehennem azabına uğrama!

Muhib olduğu cihetten kim ki, muhabbet yanıklığıyla olursa onun duyduğu acı pek susamış, susuzluktan ölüm derecesine gelmiş bir adamm içinin yanmasından daha şiddetlidir.

Cenabı Hak kulların icadından ve ibadetlerinden müstağni olduğu halde fark gözüyle halkın icad hikmetine bak.

Ve yine fark eyle, haznı (ihtiyatlı ve açık gözlü adama yakışır şekilde işlerini görme) ve ihtiyat ve tüvani (kuvvet) ve kesel (ağır) ve sulh ve selam hikmeti ve celâ hikmeti ve kahre bak.

Her umurda olan hikmeti, zıddın hikmetini gören kimse yalnız bir hakîm-i mutlak görür. Kim ki, hakîmdir, hikmeti bırakıp başka tarafa gitmez, hakiyminden ayrılmaz.

Uddan ses çıkarmak için kullanılan aletlere bak. Hepsi kuru ve hayattan eser olmayan tahta, deri vs.den ibarettir.

Gerek ud ve gerek udu çalan aleti beğen de kendini ud veya mızrap mesabesinde kıl. Ve bunu kendine hal edin. Elbette udu ve mızrabı hareket ettiren bir ilim ve hayat sahibi vardır. Çakmak taşındaki ateş de böyledir. Çakmak taşına yakma hassasını veren bir kudret sahibi vardır.

Cisimlere su nasıl hayat veriyorsa, ruh0a hayat veren su da ilmî nzıktır. Her bir cismin ya bilfiil, ya bil kuvve yanmaya kabiliyeti olduğu ğibi her insan cisminin şevk ve marifet ateşine de kabiliyeti vardır. Cisimlere hayat veren ruhtur, ruha hayat veren ilimdir. Cahil ölüdür, âlim diridir.

Ruhun ilim abıhayatını zayi edecek olursa dünyada bulamadığı ilmi ahirette de bulamaz.

"kim bu dünyada kör ise ahirette de kördür, hatta da-habeterdir" (17/72.)

Muhyiddin İbn-i Arabi Hz. Vahdet-i Vücud ve Tevhid Risaleleri