Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

İzmler

Başlatan reis-de-aglar, 10 Mart 2008, 23:44:39

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

reis-de-aglar

Milliyetçilik:Üyesi oldugumuz ulusun varligini sürdürmesi ve ilerlemesi için diger bireylerle birlikte çalismaya ve bu

çalismanin bilincini sonraki kusaklara aktarmaya denir. Esas irk degil kültürdür.

Milliyetçilik, bireylerin ait olduklari milletin varligini ve birligini sürdürmesi ve yüceltmesi için diger bireylerle ortak çalisma

bilincine sahip olmasidir.

millet, ayni dili konusan, ortak bir geçmisi olan ve gelecekte birlikte yasama duygusuna sahip olan insan topluluklarina

denir.

Milliyetçilik, kendi milletini ve kültürünü yasatmak ve onu yüceltmek için yapilan çabalar ve benimsenen ilkeledir.

Her milletin bagimsiz olup kendi devletini kurmasidir.

Her milletin kendi kendini yönetmesi ve egemenligin millete ait olmasidir.

Her milletin kendi dilini, yurdunu, tarihini, sanatini ve kültürünü yasatmasidir.

milliyetçilik ülkesini kültürünü tarihini değerlerini korumak savunmaktır.bizim milliyetçilik anlayışımızda asla ırkçılığa

bölgecilike ve kavmiyetçiliğe asla yer yoktur Milliyetçiliğin en önemli kaynakları dil, kültür, din, gelenek ve tarih şuurunun

bilimsel dayanak ve açılımlarla geliştirilmesi ve geleceğin kuşaklarına da hitap edecek argümanları bünyesinde

barındırması sayılabilir. Türk milliyetçiliği milliyetçileri kucaklayıcıdır. Bizim milliyetçiliğimiz bize iftira atanların dediği gibi,

kafatasçı bir milliyetçilik değildir. Biz milliyetçilik derken; öncelikle vatan topraklarında yaşayan milletimizin menfaatleri

diyoruz, yerkürede yaşayan Müslüman Türk milletinin menfaatleri diyoruz. Türk milliyetçiliği derken Ortadoğu da Türk

devletinden habersiz, izinsiz at koşturulmasın diyoruz.

Bizim milliyetçiliğimiz kapsayıcıdır. Bizim milliyetçiliğimiz kucaklayıcıdır. Bizim milliyetçiliğimizde insan sevgisi vardır. Bizim

milliyetçiliğimizde paylaşma ve bölüşme; Bizim milliyetçiliğimizde adalet ve hakkaniyet vardır Bilge Kağan'ın öğüdü vardır,

Dede Korkut'un bilgeliği. Yunus Emre'nin sevgisi vardır, Hacı Bektaş'ın erdemi. Fatih'in vizyonu vardır, Mehmetçiğin

cesareti.

kısaca ünlü bilgenin dediği gibi kendi vatanına sıkı sıkıya bağlı olmak.hiç bir fedakarlıktan kaçınmayarak her türlü  akibeti

göze alarak uğruna canını verebiliceği  sınırları kanla çizilmiş ve kanla silinir olan vatanını sevmektir.
zaman alışmayı öğretir;unutmayı asla.........

reis-de-aglar

#1
Totalitarizm:kelimesinin, ona olumlu bir anlam yükleyen Mussolini tarafından icat edildiği sanılmaktadır. Mussolini, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra etkili olan merkezi otoriteye karşı yıkıcı güçler yüzünden savunmasız kalmış bir ulusun birliğini ve ulus aracılığıyla da devlette cisimleşen tarihi bir topluluk kimliğini hedefliyordu. Faşizm, devletin birey üzerindeki üstünlüğünü ve bu devletin gücünün sınırsız biçimde yayılmasını öngörür.

Mussolini "faşizme göre, her şey devletin içindedir ve devletin dışında insani veya ruhsal hiçbir şey yoktur, dahası onun dışında hiçbir şeyin değeri yoktur. Bu anlamda faşizm, totaliterdir ve bütün değerlerin sentezi ve birliği olan faşist devlet, bir halkın yaşamının tüm yönlerini ifade eder, geliştirir ve güçlendirir" diye yazıyordu. Totaliter sistemlerin diğer rejimlerle farkı tanımlanmaya çalışılmıştır. Bütün totaliter sistemlerin egemen tarihi ve ideolojik unsuru olabilecek özellikler üzerinde bir anlaşma yoktur. Ama "totalitarizm" terimini, devletin hedef olarak seçtiği şeye ulaşmak için "bütün yollar"ın kullanılması anlamına geldiği de açıktır. Bundan dolayı, istekleri ne olursa olsun bütün totaliter rejimler güncel tekniklerle siyasi despotizmi güvence altına almak, devlet tarafından belirlenen bir ekonominin dışındaki çıkarları kısıtlamak, demokratik bile olsa tek tip ideolojik kuralları dayatmak gibi başka özellikler de taşır. Totalitarizm, toplumsal yaşamın bütün yönlerini içerir.

Şoven Napolyonun sadık askerlerinden...Chauvin.Sadâkat(!) inin boyutları o kadar yüksekti ki adını taşıdığı bir kavram yarattı..

Şovenizm:Degişik ırk ve uluslar arasında düsmanlık yaratmayı amaçlayan ve bu yolda kişkırtmada bulunan aşırı ulusçuluk akımı..

Faşizm:Finans Kapitalin en saldırgan diktatörlüğünün adıdır.Diğer bir deyişle insanlığa yapılan en büyük kötülüktür. Faşizm kapitlist düzeni yani paranın ne derse o olduğu bir düzenin komünizm ve hakkını arayan ulus veya düşüncelere uyguladığı vahşi bir düşüncedir.Faşizim stalinin dediği gibi kapitalizim vahişeleşmiş ileri halidir.
zaman alışmayı öğretir;unutmayı asla.........

reis-de-aglar

#2
Siyonizm, 1897 Basel Konferansı'yla teşkilatlanmaya başlayan bir ideolojik oluşumdur.
Etimolojik olarak, Kudüs yakınlarındaki Sion Dağı'ndan gelen bir sözcük olan siyonizm, bugün Sion Kudüs'ü ve yahudilerin inandığı Vadedilmiş Toprakları sembolize etmekte ve 19. yy.'ın son
çeyreğinde yurtsuz olan Yahudilerin Filistin'de bir Yahudi devleti (İsrail) kurma isteği üzerine doğmuş bir ideoloji ve politik hareketi tanımlamaktadır.

Nazi Irkçılığının Sözdebilimsel Kökeni

Darwinizm’in ve Nazizm’in gelişmesinde büyük bir rolü olan, bu Sosyal Darwinizm’in faşist yorumu, Friedrich Nietzsche’nin Darwin’i benimsemesiyle ilk önemli adımlarından birini atmıştı. Nietzsche, insanların çoğunu “köle ahlakı”na sahip sefiller olarak görüyor, ancak aralarındaki az sayıda bir grubun “üstün-insan” olduğunu düşünüyordu. Aynı ayrım ırklar arasında da vardı; ırkların çoğu sefildi, ancak bir tanesi “üstün ırk”tı. Bu vasıfların oluşabilmesi için de sürekli bir savaş ve mücadelenin gerekliliğine inanıyordu. Savaşın zaruri olarak gerçekleşen bir kötülük olarak değil de, ırkların ya da milletlerin gelişmesini sağlayan bir iyilik olarak algılanması, Nietzsche’den sonra, her türlü ırkçılığın ve nasyonalizmin de temel inançlarından biri haline gelecekti. Nietzsche’nin aşağıdaki sözü de bu yaklaşımı çok açık ifade eder:

Vicdandan, merhametten, bağışlamadan, insanların bu dahili zalimlerinden kurtulunuz; güçsüzleri baskı altına alınız, cesetleri üzerinden yukarıya tırmanınız…
Bu sözlerden de anlaşılmaktadır ki, dinsiz bir yapının oluşturduğu mantık bozuklukları sınır tanımamaktadır. Bu ifadelerde, Allah korkusu olmayan insanların zalimlikte, insaniyetsizlikte, bencillikte kısacası her türlü şeytani vasıfta ne kadar ileri gidebilecekleri görülmektedir. Hitler de teorilerini geliştirirken Darwin’in yaşam mücadelesi fikrinden ilham aldı. Ünlü kitabı Kavgam’ın adını, bu yaşam mücadelesi fikrinden esinlenerek belirlemişti. Hitler de, aynı Darwin gibi, Avrupalı olmayan ırkları maymunlarla aynı statüye koyuyor ve şöyle diyordu:

Kuzey Avrupa Almanlarını insanlık tarihinden çıkarın, geriye maymun dansından başka bir şey kalmaz. (Carl Cohen, Communism, Facism and Democracy, 1967, s.408-409)
kaynak
http://www.turk-islamkulturu.com/kultursayfasi6/kultursayfasi6.html
zaman alışmayı öğretir;unutmayı asla.........

reis-de-aglar

#3
Sosyalizm veya toplumculuk

İktidar ve üretim araçlarının halk tarafından kontrol edildiği bir toplum fikrine dayanan bir düşünce sistemidir. Bununla birlikte, sosyalizmin fiili anlamı uygulamada zaman içinde değişmiştir. Siyasi bir terim olması nedeniyle, sınıfsız bir toplumun oluşturulması amacıyla, devrim ya da toplumsal evrimle örgütlü bir emekçi sınıf kurulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Sosyalizm, kökenlerini sanayileşme dönemindeki aydınlanma düşüncesinde dile getirilen siyasal ve sosyal eşitlik isteğinden almıştır. Giderek artan bir şekilde modern demokrasilerde de sosyal reformlar üzerine yoğunlaşılmaya başlanmıştır. Sosyalizm ve sosyalist terimi, bir dizi ideolojiye, bir ekonomik sisteme, varolmuş yahut varolan bir devlete işaret edebilir..

Marksist teoride komünizm, kapitalizmin yerini alacak ve daha sonra komünist yapı kendiliğinden söneceğinden sosyalizme dönüşecek bir topluma işaret eder. Marksizm komünizmin teorik ve felsefi zemini, sosyalizm komünizmin ardılı olarak gelişecek toplumsal sistemdir.

Terimin ilk kullanılışı 19. yüzyılın başına kadar gider.

Marksizm, " bilimsel sosyalizm" olarak bilinen ideolojinin kurucu isimlerinden Karl Marx'ın görüşlerini temel alan öğretinin genel adı.
Marksizm bir öğreti olarak siyasal, ekonomik ve felsefi bir bütünlük içerir.

Marksizm:ideolojik alanda, esas olarak sınıflar savaşımı teorisini ortaya atan ve bu savaşımın zorunlu sonucu olarak proletarya diktatörlüğüne ve oradan da toplumsal eşitlik ve özgürlük dünyası komünizme varılacağını öngören bir öğreti olarak tanımlanır.

Kominizm:Bütün malların ortaklaşa kullanıldığı ve özel mülkiyetin olmadığı toplum düzeni.böyle bir düzenin kurulmasını amaçlayan siyasî, ekonomik ve toplumsal öğreti..
zaman alışmayı öğretir;unutmayı asla.........

reis-de-aglar

#4
Darvinizm:Bütün canlı varlıkların bir çeşit akrabalıkla birbirine bağlı bulunduğunu ve engin çağlar boyunca basit organizmalardan daha karmaşıklara doğru geliştiğini, doğal ayıklanmayı ileri süren ve ilk önce İngiliz tabiat bilgini Charles Darwin (1809-1882) tarafından formüle edilen evrimci, bâtıl, dîne karşı bir doktrin.

Darvinizm:"Biyolojideki kullanımları içeren "Darwincilik", dar anlamda, doğal seleksiyon düzeneğini vurgulayan görüşün adıdır. Buna göre, tüm canlı türler, organizmaya doğal koşullarda ayıklanmaktan kurtulma ve çoğalma olanağı sağlayıcı varyasyonların doğal seleksiyonuyla gelişir. Darwincilik doğal seleksiyon tezini yoklanması gereksiz, doğruluğu apaçık bir ilke saydığı ölçüde bilimsel bir kuram olmaktan uzaklaşmakta, ideolojik bir öğreti kimliği kazanmaktadır. Ancak hemen belirtmeli ki, bu öğretisel eğilim geçmişte kalmış bir olaydır. Bugünkü anlamıyla "Darwincilik" bilimsel evrim kuramıyla özdeştir."

Evrim:1) olanakların içten dışa doğru gerçekleşmesi. 2) başlangıçta belirtisiz olarak bulunan bir ilkenin yavaş yavaş kendini gerçekleştirip gelişmesi ve sonunda oluşarak ortaya çıkması.3) bir ereğe doğru sürekli olarak adım adım ilerleyen ve kendi içinden oluşan değişme. (dış nedenlerle belirlenmiş bir değişmenin karşıtı.) 4) ne belli bir anlamla belirlenmiş olarak, ne de bir ereğe yönelmiş olarak yavaş ve basamak basamak oluşan (değişim, dönüşüm).5) biçim almamıştan, az belirgin olandan biçim almışa, tam belirgin olana giden değişim.6) yavaş ve sürekli ya da sıçramalı, atılımlı olarak bir biçimden öbür biçime, bir türden öbür türe giden değişim (dönüşüm). 7) tanrının kendisini dünya olarak gerçekleştirmesi (nicolaus cusannus’ta, panteizmde).8) (insan yaşamı ve tarihinde) a. belirsiz nedenlerden çıkan bireysel, organik bir gelişme. (aydınlanmanın karşıtı olarak romantizmde görülür.) b. birliğin, birbirlerini dışarıda bırakan karşıtlara bölünmesi yoluyla kendiliğinden oluşan eytişimsel bir devinim; bu karşıtlar daha yüksek bir birlikte ortadan kaldırılarak birleştirilirler; bu birlikten de yeni yeni karşıtlar çıkar. (alman idealizminde, özellikle hegel’de )c. gelecekteki bir ereğe doğru usa uygun ilerleme süreci. d. bulucu, sınayıcı, yeni yaratıcı oluş (nietzsche ve bergson’da).


zaman alışmayı öğretir;unutmayı asla.........

reis-de-aglar

#5
Kapitalizm:Feodalizm yıkılıp, merkezi krallıklar ortaya çıktıktan sonra burjuva (tüccar) kesiminin güçlenmesine yol açan * temeli ticaret, üretim ve emek sömürüsüne dayanan, ekonomik sistem. kapitalizm de bütün üretim araçları özel sektöre aittir ve uzun vadede devlet yönetimine karışacak kadar güçlü dev şirketlerin ortaya çıkmasına olanar sağlar.
kapitalizm adam smith'in * dediği gibi herşeyi yoluna koyan görünmez bir ele sahip değildir. sık sık büyük buhranlar * olur. bu buhranları aşmak için savaşlar yapılır. (2. dünya savaşı, körfez savaşları vs.)
aslında birinci dünya savaşı a sömürgelerdeki hammaddeler için yapıldığına göre dolaylı olarak kapitalizmin sonucudur.

Kapitalizm şu anda tüm ülkelerde var olan sistemin adıdır. Bu sistemde tüm üretim ve dağıtım araçları (toprak, fabrikalar, bürolar, ulaşım araçları, basın v.b.) bir azınlığın, kapitalist sınıfın tekelindedir. Tüm zenginlik, kafa ve beden gücümüzü , maaş ve ücret denilen bir fiyat karşılığı kapitalistlere satan biz emekçiler tarafından üretilmektedir. Bu üretimin amacı pazarda belli bir kar ile satılabilecek mal ve hizmetler yaratmaktır. Kapitalist sınıf yaşantısını işçi sınıfını sömürerek ile devam ettirir.

Ayrıca kapitalizm sıklıkla serbest piyasa ekonomisi ve ekonomik liberalizm kavramlarıyla tanımlanır ve birbiri yerine kullanılır. Ünlü akademisyen francis fukuyama SSCB dağılması ile tarihin sonunu (kapitalizmin zaferini) ilan etmiştir.

Liberalizm : özgürlüğü birincil politik değer olarak ele alan bir ideoloji, politika geleneği ve düşünce akımıdır. Genel anlamda liberalizm, bireylerin ifade özgürlüğüne sahip olduğu, din, devlet ve kimi zaman kurumların gücünün sınırlandırıldığı, düşüncenin serbest bir şekilde dolaştığı, özel teşebbüse olanak sağlayan bir serbest piyasa ekonomisinin olduğu, hukukun üstünlüğünü geçerli kılan şeffaf bir devlet modeli ve toplumsal hayat düzeni hedefler. Liberal demokrasi olarak adlandırılan bu devlet düzeni, açık ve adil bir seçim sistemi ile birlikte tüm vatandaşların kanun önünde eşit olduğu ve fırsat eşitliğine sahip olduğu bir sistem olarak modellenir.

Kralların doğal yönetim hakkı, veraset sistemi, devlet dini gibi eski devlet teorisini oluşturan birçok temel kabule liberalizm karşı çıkar. Tüm liberaller bireyin yaşama hakkı, özgürlüğü ve mülkiyet hakkı gibi temel insan haklarını kabul eder ve desteklerler. Bununla birlikte birçok ülkede modern liberalizm, toplumsal refahın sağlanması açısından, devletin birey özgürlüğü üzerinde minimal bir kısıtlayıcı gücü olmasını savunarak klasik liberalizmden ayrılır.

Liberalizmin kökleri batı aydınlanma sürecine dayansa da, bugün için terim sağdan sola siyasal yelpazenin farklı noktalarını kapsayan, özgürlük temelli bir düşünce çizgisini tanımlar.

Sanayi Devrimi ya da Endüstri Devrimi : Avrupa'da 18. ve 19. yüzyıllarda yeni buluşların üretime uygulanması ve buhar gücüyle çalışan makinaların makinalaşmış endüstriyi doğurması, bu gelişmelerin de Avrupa'daki sermaye birikimini arttırmasına denir.

Sanayileşmenin getirdiği hammadde ihtiyacı ve mamül mallara pazar bulma çabası hızla saniyeleşen devletleri daha yoğun emperyalist (sömürgeci) politikalar izlemeye yönlendirdi.

zaman alışmayı öğretir;unutmayı asla.........

reis-de-aglar

#6
Emperyalizm

Emperyalizm, imparatorluk kurma eğilimidir; bir devletin sınırlarını genişletme politikasına denir. Emperyalizm, aynı ekonomik ve sosyal bütün içinde etnik ve kültürel bakımdan farklı halkların, merkezi bir iktidarın otoriter yönetimi altında bir araya getirilmesi eğilimini ifade etmektedir.

Avrupa Ülkeleri 16. yüzyıldan itibaren özellikle merkantilist akımın etkisi ile yoğun bir sömürgecilik faaliyetine girişmişlerdir. Sanayi Devrimi, sömürgecilik ihtirasını artırmıştır.

Sömürgelerin ucuz ve devamlı hammadde temin etmeleri ve sanayi mamulleri için de sürüm alanı olması, ekonomik bakımdan emperyalist ülkelere büyük yararlar sağlamaktaydı. Bununla birlikte sömürgecilik yoluyla büyük kârların sağlanması ile Avrupalı işçilerin refah seviyesi artmakta, işsizlik ihtimalleri azalmaktaydı.

Modern çağların ürünü olan ekonomik emperyalizm, hammadde ve ticari sürüm alanlarının aranmasından doğmuş, merkantilist ve kapitalist çağla beraber ortaya çıkmıştır. Her imparatorluk ve her emperyalizm sömürgeci olmasa bile, imparatorluk yani emperyalizm olayı ile sömürgecilik arasında sık sık rastlanan bir bağ vardır. Nitekim 19. yüzyıldan beri Avrupa Ülkelerinin ekonomik gelişmesinde sömürgeciliğin önemli bir rol oynadığı gerçektir. Ancak kapitalist sistemin ayakta durmasını sağlayan tek unsur sömürgecilik olmamıştır. Bunu, bilim-teknoloji ve bu alanlardan yararlanma da, sağlamıştır.

Feodalizm veya Derebeylik:

başta Ortaçağ Avrupası olmak üzere tarihin birçok evresinde rastlanan toplumsal, siyasal ve ekonomik örgütleniş biçimidir. Feodalizm kelimesi, Latince feodum (tımar) ile taşınabilir değerli mal anlamına gelen Cermen kökenli bir kelimeden türetilmiştir.

Feodal toplumun siyasi örgütlenişi, koruyan-korunan (süzeren-vassal) ilişkisine dayanan hiyerarşik bir örgütleniştir. Merkezî otorite zayıftır, yerellik görülür. Feodal ekonomi ise, kendi kendine yeterlik üzerine kuruludur.

Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasından güçlü ulusal monarşilerin ortaya çıkmasına kadar olan sürede, Avrupa'da hâkim olan örgütleniş biçimi feodal örgütleniştir. İlk Çağ'da Roma'dan yönetilen topraklarda Cermen istilaları ile Roma döneminin merkeziyetçi siyasi düzeni bozulmuş ve sayısız irili ufaklı feodal beylik ortaya çıkmıştır.

Ticaretin tekrar canlanması ile temelleri sarsılan feodalizmin son kalıntıları Sanayi Devrimi ile tamamen yok olmuştur.
zaman alışmayı öğretir;unutmayı asla.........

reis-de-aglar

#7
Feodalizm:

Köktendincilik (ing: (religious) fundamentalism) İncil'in kelimesi kelimesine okunup savunulması, hayata uygulanması için başlatılan Protestan harekete denilmekteyken, zamanla genişleyerek bütün dini hareketlerdeki ideolojik öze vurgu yapan bir karaktere büründü. Dinin temel prensiplerine sıkı sıkıya bağlı, bu prensiplere dönmeyi savunan, Modernizm ve Sekülerizm karşıtı dini akımları tanımlamak için kullanılır. Dini metinleri genelde kelime anlamlarıyla anlarlar ve yeni yorumlara karşı çıkarlar. Bu kavram sıklıkla radikalizm (köktencilikle) karıştırılmaktadır.

Totemizm:

Yaygın kullanımında, bir totem etrafında örgütlenmiş bir dini ifade etmektedir. Totem, bir kabilenin atası olarak kabul ettiği ve adını taşıdığı bir hayvan veya bitkidir. Çoğu kez kutsal bir nitelik taşıyan kabilenin atası, kabilenin yasaklar sisteminin de temel dayanağı olmaktadır.

Ancak günümüzde etnologlar, totemizmi salt bir din olarak görmemektedirler. Etnologların temel ilgi konularından birisi, modern olmayan ya da ilkel toplumlardaki düşünce biçimidir. Bu düşünceler, bazı yazarlara göre canlı varlıkların iki temel öğesi olan 'ruh' ve 'beden' arası ilişki üstüne temellenmektedir.

Zira ruh ve beden arasında süreklilik veya süreksizlik bulunduğunu kabule göre farklı anlayışlar ortaya çıkmaktadır. Bunlardan totemizm, bir hayvan veya bitki kümesini, bir insan topluluğuyla ilişkilendirmekte ve insanlar ile insan olmayanlar arasında ruh ve beden bakımından bir özdeşlik olduğunu savunmaktadır.

Anarşizm:

toplumsal otoritenin, tahakkümün, erkin ve hiyerarşinin tüm biçimlerini bertaraf etmeyi savunan çeşitli politik felsefeleri ve toplumsal hareketleri tanımlayan sosyal bir terimdir. Anarşi, her koşulda her türlü otoriteyi reddetmektir.

Bu hareketler, merkezi politik yapılar, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ekonomik kurumlar yerine toplumsal ilişkilere dayanan gönüllü etkileşim ve özyönetimi savunur, özgürlük ve otonomi ile karakterize edilen bir toplumu arzular. Bu felsefeler, anarşi terimiyle özgür bireylerin gönüllü etkileşimine dayanan bir toplumu, bireylerin ve toplulukların alınan kararlardan etkilendikleri ölçüde söz sahibi olması düşüncesini ifade eder.

Zorlayıcı kurumlara ve toplumsal bazlı hiyerarşilere karşı olmak anarşizmin asli ilkelerindendir ve ayrıca anarşizm gönüllülüğe dayanan bir toplumun nasıl işleyeceği konusunda olumlu bir görüşü ifade eder. Anarşist felsefeler arasında hatrı sayılır bir çeşitlilik vardır. Şiddetin anarşizmdeki yeri, ne tür bir ekonomik sistemin olması gerektiği, çevre ve endüstriyalizm hakkında sorular ve diğer hareketlerde anarşistlerin rolleri gibi farklı alanlarda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Anarşist akımlar bu nedenlerle birbirlerinden çok farklı ve hatta karşı olabilirler. Örneğin anarşist komünizmin yanı sıra Hıristiyan anarşizmi gibi anarşist akımlar da mevcuttur.
zaman alışmayı öğretir;unutmayı asla.........

reis-de-aglar

#8
Merkantalizm

16. yüzyılda Batı Avrupa'da başlamış ekonomik bir teoridir. Merkantalizm'e göre bir milletin gönenci anaparanın miktarına bağlıdır ve küresel ticaret hacmi değişmez. Ekonomik servet veya anapara devletin elinde tuttuğu, altın, gümüş miktarı veya ticari değer ile temsil edilir. Bu da diğer devletlerle olan ticari dengenin olumlu yönde olması ile en iyi yükseltilir. Merkantalizme göre, yönetim ekonimide korumacı bir rol oynamalı, dış satımı desteklemeli ve dış alımı sınırlandırmalıdır. Bu fikirler üzerinde duran ekonomik sisteme merkantalist sistem denir.

Ayanlık:

Hem Osmanlılardan önce, hem de Osmanlılar döneminde şehir ve köylerde ileri gelenler için kullanılan ve Arapça bir tabir olan Ayan tabiri 18. yüzyıldan önce Osmanlı siyasi hayatında devlet rüknü yani dikkate alınması gereken bir kuvvet olarak kabul edilmezdi . Fakat ayan terimi 18. yüzyılla birlikte, mültezime karşı yerel çıkarları savunan ve zamanla kendileri de mültezim olan kişileri nitelemek için dar bir anlamda kullanılmıştır . Osmanlı devletinin klasik sisteminin bozulmasıyla birlikte merkezi güç zayıflamış ve bu iktidar boşluğu taşrada feodal özellikleri bünyesinde barındıran ayan sınıfını ortaya çıkarmıştır.

Aristokrasi:

(Yunanca ἀριστοκρατία - en iyinin hükümdarlığı = ἀριστεύς - en iyi + κρατεῖν - hüküm sürmek), iktidarın imtiyazlı ve genellikle soya bağlı bir toplum sınıfının elinde bulunduğu siyasi hükümet şeklidir.Ekonomik,toplumsal ve siyasi gücün soylular sınıfının elinde bulunduğu tarihi yönetim biçimidir
zaman alışmayı öğretir;unutmayı asla.........

reis-de-aglar

#9
Kavimler göçü(375):
Çiçi'ye bağlı Batı Hunları Çin'in ve Doğu Hunları'nın baskısıyla Aral Gölü civarına göç etmislerdi. Burada 200 sene hayatlarını sürdüren Batı Hunlarının nüfusları arttı. Toprakları yetersiz kalmaya basladı. Ve baska Türk Boylarının katılmasıyla güçlendiler. MS. 374 yılında VOLGA (İTİL) nehrini asarak Batı'ya (Avrupa'ya) doğru ilerlemeye basladılar. Türklerin bu ilerlemeleri karsısında önlerinde bulunan Vizigot, Ostrogot, Vandal, Sakson, Frank, Germen gibi bir çok kavim hareketlenerek Türklerden kaçmaya basladılar.
Böylece Batı Hun Türklerinin, sebep olduğu bu olaya tarihte KAVİMLER GÖÇÜ adı verilir.(375)

Kavimler göçünün sonuçları:
1)Roma İmparatorluğu; Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu olmak üzere ikiye ayrıldı.(395). Batı Roma
İmparatorluğu 476 yılında bu Germen kavimleri tarafından yıkıldı.
2)Avrupa'nın etnik yapısı değisti. (Germen kavimlerinin Avrupa'daki yerli kavimlerle karısması sonucu yeni milletler ortaya çıktı.)
3)Türkler Avrupa'da batı hun devletini 'ni(avrupa Hun devletinin) kurdular.
4)İngiltere, Fransa gibi Avrupa devletlerinin temeli atıldı.
5)Avrupa'da feodalite8derebeylik) rejimi ortaya çıktı.
6)İlk çağ kapandı, Ortaçağ başladı.
zaman alışmayı öğretir;unutmayı asla.........

reis-de-aglar

#10
Coğrafî Keşifler( kristof Kolomb)(1451-1506)

15. yüzyıl ve 16. yüzyıllarda Avrupalılar tarafından yeni ticaret yollarının bulunması amacıyla başlattıkları ve yeni okyanusların ve kıtaların bulunmasıyla gerçekleşmiş olan keşifleri ifade eder. Bilimsel bir merak ve yeni ufukların keşfedilmesi duygusu sözkonusu olmakla birlikte temelde bu keşifler özellikle 15.yüzyıldan itibaren açık bir şekilde ekonomik nedenlerden kaynaklanmıştır. İlk keşif denemeleri, Atlantik Okyanusu ve Afrika kıyılarına doğru, 14. yüzyılın başlarında Fransız ve Cenevizli gemiciler tarafından yapılmıştır. Kanarya Adaları ve Azor Adaları keşfedilmesi, bu girişimlerin sonucudur.

Keşiflerin belli başlı nedenleri :

    * Avrupa'da coğrafya bilgilerinin artması ve gemicilik deneyiminin çoğalması, pusulanın ögrenilmesi.
    * Avrupanın kendinde olmayan ama Doğu uygarlıklarında olduğunu bildikleri zenginliklere (baharat, ipek ve diger maddi kaynaklara)  ulaşmak için yeni, kısa ve ucuz yol arayışı.
    * Özellikle İspanyol ve Portekiz krallıklarınca, değerli madenlere ulaşılması için gemicilerin desteklenmesi.
    * Hiristiyanlık dininin ve Avrupa kültürünün yaymak istenilmesi.
    * Artan bilgilerin de etkisiyle dünyanın tanınmak istenilmesi.
    * Pusulanın geliştirilmesi
    * Sağlam gemilerin yapılması
    * Coğrafya bilgisininn artması ve cesur gemicilerin yetişmesi
    * Avrupada bu geişmleri takip eden dönemde doğuyaulaşmak isteyen gemiciler,İspanya ve Portekiz krallıklarından aldıkları yardımlarla açık denizlere açıldılar

    Burjuvaizm:

   Yeniçağ başlarında Avrupa’nın bu yapısının bozulmasında coğrâfî keşifler birinci etken oldu. Coğrafi keşiflerden önce yapılan Haçlı Seferleri de (1096 - 1270) soyluların fakir ve zayıf düşmelerine neden oldu.
   Coğrafi keşifler, dünya ticaret yollarını değiştirdi. Akdeniz eski önemini kaybetti veBurjuva sınıfı zenginleşti. Yönetimde hak iddia etmeye başladı. Bu sınıf, demokrasi ve özgürlük fikirlerinin öncüsü oldu. Bu arada, Avrupa’da barutun öğrenilmesi ve topta kullanılması ile, derebeylerinin şatoları yıkıldı. Derebeylik rejimi tarihe karıştı. Bunun yerini güçlü krallıklar aldı. Coğrâfî keşiflerden sonra zenginleşen burjuva sınıfı, bilim ve sanat hareketlerinde öncü oldu. Rönesans ve reform hareketleri, Avrupa’nın değer yargılarını değiştirdi. Bu dönemde Avrupa’da ölümsüz eserler yapıldı. Rönesans, konumu nedeniyle İtalya’da, reform da Almanya da başladı.



   skolastik Düşünce Nedir?
   
    Latince kökenli schola (okul) kelimesinden türetilen scholasticus teriminden gelmektedir ve kelime anlamı olarak okul felsefesi demektir. Bu anlam önemlidir, zira skolastik felsefe, ortaçağ düşüncesinde doğru'nun zaten mevcut olduğu düşüncesine ve felsefenin okullarda okutularak öğretilmesine dayanan bir yaklaşım sergiler. Bu felsefenin temeli teolojidir, ona dayanır ve onu desteklemeye çalışır.
   skolastik düşünce dar düşünce, sınırlandırılmış düşünce demektir. Bilinen bir düşüncenin dışında hiçbir düşünceye hayat hakkı tanımamadır. Olaylara siyah beyaz bakmadır. Aradaki diğer renkli tonları görmemezlikten gelmedir. Güzelliklerin sadece kendi ağzından çıkmasına tahammül gösterip, kendi dışındaki renkli solukların seslerini kesmektir. Bencilliğin, egoistliğin ve tahammülsüzlüğün düşünceye yansımış şeklidir. Yasakçı düşünce de diyeceğimiz bu düşünce akımı genelde cehaletin hakim olduğu yerlerde yer bulsa da, bazen ilmi enaniyetin doruklara ulaştığı yerlerde de ortam bulur.





zaman alışmayı öğretir;unutmayı asla.........

reis-de-aglar

#11
Sabetaizm:

   17. yüzyılda İzmir ve çevresinde ortaya çıkan Sabatay Sevi'nin kurucusu olduğu, onu mesih (kurtarıcı son peygamber) kabul eden , Yahudi Mistizmine (Kabbala) dayanan gizli inanç. Gizliliğin sürdürülmesi amacıyla bu inanca inananlar bulundukları ülkenin yaygın dininde görünmeyi tercih ederler. Sabetaycılar, belli kurallar dahilinde tamamen müslüman ismi almakta ve kendilerini her bakımdan "şüphe edilmeyecek ölçüde" müslüman göstermektedirler. Kendilerini yahudiliğe bağlı bir fraksiyon olarak tanımlasalar da Yahudiler tarafından resmi olarak bu dine bağlı kabul edilmezler. Kur'an da ise inanmadıkları halde Müslümanım diyenler Münafikun Suresi'nde ele alınmaktadır. Taraftarları Sabatayistler, Sabatycı, Sabetaycı, Avdedî, Dönme, Selanikli, Meamin, Maminim, Takiyyeci, Munafık gibi farklı isimlerle de anılır. İlk dönemlerde Musevi ibadet ve ayinlerine sadık kalmışlarsa da asıl Yahudilerden tamamen ayrılmış ve onlara "koferim" (kafirler) ismini vermişlerdir. Yahudiler ise renkleri değişen bir balık olduğundan "Sazanikos" (Sazan) demişlerdir. Sabetay Sevi bağlıları çeşitli ülkelerde günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
Diyanet Işleri Başkanlığı'nın 07.08.2000 tarih B02.1.DIB.0.10-21/1119 nolu yazisina istinaden sabetaycılğın bir islam mezhebi ya da tarikati olmadığı ve islam düşüncesi içinde de yer almadigi açıkça belirtilmiştir.
    Müslüman gözüken ama köken ve inanç bakımından Musevi olan topluluk. resmi Museviler tarafından bir çeşit Afaroz edilmişlerdir sabetaistler..

    Batinilik

    Kurucusu Hasan Sabbah 1O49'da İran'ın Rey'de doğdu, 1134'te Kazvin dolaylarında Alamut kalesinde öldü. Yemen' den göçerek Rey'de yerleştiği söylenen Ali bin Mehmed'in oğludur. Babasının Şafii mezhebinden, Horasanlı bir Türk ailesinden olduğu söylentisi de vardır. Hasan Sabbah, ondört yaşına değin babasının gözetimi altında din bilgileri edindi, sonra o dönemin ünlü İslam bilginlerinden İmam Muvaffak Nişaburi'nin öğrencisi oldu; onun bulunduğu medresede gökbilim, matematik öğrenimi gördü. Arkadaşları arasında, sonradan İran'ın en ünlü bilginlerinden biri olan Ömer Hayyam ile Selçuklular'ın veziri Nizamülmülk vardı. Hasan Sabbah, sonraları, bütün çalışmalarını tasavvuf üzerinde yoğunlaştırdı, özellikle Batinilik denen, Yeni- Platonculuk, Alevilik gibi kuruluşlardan, çoktanrıcı inançlardan oluşan akımı yeniden düzenlemeye, ona siyasal bir nitelik vermeye başladı. Çalışmalarını kolaylıkla sürdürebilmek için; 1090'da İran'ın Kazvin bölgesinde, yüksek bir tepenin üzerinde, sarp kayalıklarda kurulu Alamut Kalesi'ne çekildi, orasını yeniden onarttı, sağlamışlardı. Çevresin de toplananlara kendisinden insanları mutluluğa kavuşturmak, ölümsüzlüğe ulaştırmak, cenneti yeryüzünde kurmak için görevlendirildiğini, bu görevle ilgili bütün yetkileri özel olarak tanrı' dan aldığını etkileyici bir dille anlatmaya koyuldu. Onlara, daha önceden döğülmüş haşhaş katılmış bal şurubu içirip, kendinden geçirttikten sonra, türlü çiçeklerin bulunduğu havuzlu bir bahçeye taşıtırdı. Bu bahçede yarı çıplak genç, güzel kadınlar dolaşır, ayılmaya başlayan erkeklerin çevresinde gezer, onları etkiler, sonra bir bardak şurup daha vererek yeniden bayıltırlardı. Yeniden bayılan kişi, gene ilk bayıldığı yere götürülür, ayılıncağa değin bırakılırdı. Ayıldıktan sonra, kendisine gördüklerinin gerçek olduğu, düş olmadığı, ölünce oraya gideceği söylenirdi.
 
Şeyh Bedreddin

Şeyh Bedreddin, tam adı Bedreddin Mahmud; Simavnalı Şeyh Bedreddin veya Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin olarak tanınır. İslam mistisizminin (tasavvuf) Vahdet-i Vücud okuluna mensup ünlü mutasavvıf ve düşünürdür.
   fikirleri Şeyh Bedreddin'in bugün geniş kitlelerce tanınmasının en önemli sebeplerinden biri Nazım Hikmet'in Şeyh Bedreddin Destanı adlı eseridir. Nazım Hikmet örneğinde görüldüğü gibi, modern Türk yazarları Şeyh Bedreddin'i sınıf mücadelesinin öncüsü ve Osmanlı otoritesine isyan ederek sosyalist bir düzen kurmayı hayal eden bir devrimci gibi görmektedirler. Bu düşünce Bizanslı tarihçi Dukas'ın Börklüce Mustafa isyanı ile ilgili yazdıklarına dayanır. Dukas'a göre Börklüce Mustafa "Ben senin emlakine tasarruf edebildiğim gibi sen de benim emlakime aynı surette tasarruf edebilirsin" diyerek ortak mülkiyeti savunmakta ve bu söylemle köylüleri yanına çekmekteydi. Ortak mülkiyete dair bu görüşe Bedreddin'in günümüze ulaşan yapıtlarında rastlanmadığı gibi, Dukas haricinde hiçbir tarihçi de bu konuya değinmemiştir.

   Bedreddin'in yaydığı söylenen diğer önemli fikir, dinler arasında fark olmadığı, bütün dinlerin eşit ve benzer ilkeler üzerine kurulduğudur. Kendisi İslam alimi olmakla birlikte annesi, eşi ve gelini ihtida etmiş Hıristiyanlardır, Hıristiyan Balkan halklarıyla yakın ilişkiler içindedir, tasavvuf anlamında kaynaştırmacı Türk-Anadolu mistisizminin bir halkasıdır. Bütün bu verilerin ışığında dinler arasında fark olmadığına inanıp bu düşüncesini yaymış olması olasıdır.
zaman alışmayı öğretir;unutmayı asla.........

reis-de-aglar

#12
Dogmatizm

   A priori ilkeler, çeşitli dogmalar ve asla değişmeyeceği kabul edilen mutlak değerleri kabul eden, bu bilgilerin mutlak hakikat olduğunu, inceleme, tartışma yahut araştırmaya ihtiyacın olmadığını savunan anlayışa dogmatizm denir. Temelde skolastik bir anlayıştır, modern çağda değişme ve gelişmeyi yadsıyan öğretileri ve anlayışları adlandırır. Zira kendi fikir ve iddiasının mutlak doğru olduğunu ileri süren her kişi veya sistem dogmatiktir. Özellikle metafizik öğretilerin tümü inakçı (dogmatik) öğretilerdir. Deney alanının dışında kalan bütün savlar inakçı olmak zorundadır. Zaten bir başka izah ile dogmatizm, aklın kesin ve mutlak bir değere sahip olduğunu böylece mutlak bilgi ve varlığa (hakikate) ulaşılabileceğini ve bunun sonucu olarak da bilginin metafiziğinin mümkün olduğunu ileri süren felsefi akımdır.
     Dogmatizmin zorunlu sonucu zorbalıktır, zira farklı düşüncelere, perspektiflere yer olmadığı gibi, dogmatizmde deneyle tanıtlama da kabul edilemezdir. Özellikle ortaçağda dogmatizm zirve noktasına ulaşmıştır; deneylerle tanıtlanamayan kurallar, engizisyon işkenceleriyle tanıtlanmaya çalışılmıştır. Örnek vermek gerekirse, dogmatizm, masum kişinin ateşe atılsa bile yanmayacağı inancına varmış, bundan da ateşe atılınca yanan kişinin suçlu olduğu sonucu çıkarılmıştır.

    Metafizik

   Metafizik, felsefenin bir dalıdır. İlk felsefeciler tarafından, "fizik bilimlerinin ötesinde kalan" anlamına gelen "metafizik" sözcüğü ile felsefeye kazandırılmıştır.

İncelemeleri varlık, varoluş, evrensel, özellik, ilişki, sebep, uzay, zaman, tanrı, olay gibi kavramlar üzerinedir.

Metafiziği tanımlamaktaki zorluk Aristoteles'in bu alana ismini verdiği yüzyıldan bu yana bu alanın gösterdiği değişimdir. Metafiziğin konusu olmayan konular metafizik içine dahil edilmişlerdir. Yüzyıllarca metafiziğin içinde olan Din felsefesi, Aklın felsefesi, Algı felsefesi, Dil felsefesi ve Bilim felsefesi gibi konular kendi alt başlıkları altında incelenmeye başlanmıştır. Bir zamanlar metafiziğin konusu içinde yer almış konuların hepsinden söz etmek çok yer tutabilir.

Temel metafizik sorunları hep metafiziğin konusu olagelmiş konular olarak tanımlamak mümkündür. Bu sorunların ortak niteliği ise hepsinin ontolojik (varlıksal) sorunlar olmasıdır.

Septisizm, şüphecilik veya kuşkuculuk olarak da adlandırılan felsefi görüş.septisizm; her tür bilgi savını kuşkuyla karşılayan, bunların temellerini, etkilerini ve kesinliklerini irdeleyen, ayrıca aklın kesin bir bilgi elde edemeyeceğini, hakikate erişilse dahi sürekli ve tam bir şüphe içinde kalınacağını, mutlak`a ulaşmanın mümkün olmadığını savunan felsefi görüştür. Septisizm felsefe tarihi açısından çok önemli bir yere sahiptir; zira felsefe tarihi boyunca yerleşik kanılar ve inançları sarsmış, felsefe, bilim ve özellikle din konusunda birçok anlayışın değişmesine ortam hazırlamıştır. Septisizm (şüphecilik) dogmatizmin (inakçılık) karşıtıdır.
zaman alışmayı öğretir;unutmayı asla.........

İsra

#13
Ellerinize sağlık resi-de-aglar kardeşim


reis-de-aglar

#14
Nihilizm:(Hiççilik, Yokçuluk)

Metafizik, ahlâkî güç ve kuvvetleri yok sayan, mevcut olan güçlere, değerlere ve düzene karşı çıkan, hiçbir iradeye boyun eğmeyi ilke olarak kabul etmeyen görüşlerin genel adıdır.

Herşeyi, her gerçeği ve değeri inkâr şeklinde ortaya çıkan Nihilizm, bilgi felsefesi, varlık açıklaması, ahlâk ve siyaset alanında kabul görmüş ve yayılma imkânı bulmuştur.Bu görüş, varlığı her şekliyle şüpheyle karşılar; hatta yok sayar; buna bağlı olarak da her çeşit bilgi imkânını inkâr ederek hiçbir doğru, genel-geçer bilginin olamayacağını ileri sürer. Bu görüşün kökleri Antikçağ Yunan Felsefesine, özellikle Gorgias'ın inkârcılığına kadar geri gider. Gorgias, varlık ve bilgi ile ilgili nihilizmini şu üç önermede (hükümde) ortaya koyar: "Hiçbir şey yoktur". "Birşey olsaydı da bilemezdik". "Bilseydik de başkalarına bildiremezdik". Bu görüşleriyle Gorgias, hem varlığı, hem de bilgi elde etme imkânını inkâr eder. Ayrıca Sofistler ve Septikler, tenkit edilemeyen ve kendisinden şüphe edilemeyen hiçbir şeyin olmadığını ileri sürerek tenkitçi ve şüpheci bir nihilizmi ortaya koymuşlardır.

Ahlâkda Nihilizm ise, hiçbir ahlâkî değeri ve kuralı tanımayan, sosyal baskı ve kontrolü kabul etmeyen, ahlâk tanımaz bir doktrindir. Bu doktrin, aydınlanma haraketlerinin (M.Ö. V. Yüzyıl ve M.S. XVIII. Yüzyıl) temel fikirlerinden birini oluşturmuş ve bu ahlâk tanımazlık, Tanrı tanımaz Nietzsehe (NiGe) ile sistemleştirilmiş, Guyeau (1854-1886) ile "Yükümsüz ve Yaptırımsız Ahlâk"a dönüştürülmüştür. Dostoyevski, Turgenief gibi romancılar tarafından bu ahlâk tanımazlık romanlara konu olmuş ve işlenmiş, o çağın gençlerince arzulanan, kabul gören bir anlayış haline gelmiştir. Nihilist romanlarda menfi düşüncenin geliştirdiği mantık sonucu ise inançsız, karamsar, otorite tanımaz bir gençlik ortaya çıkmıştır. İşte inkârcı, her türlü otoriteyi reddeden, kanun, kural tanımayan ve bunalımlı insanların ruh halini yansıtan bu ideoloji sonunda başsızlığa, anarşizme, salt ferdiyetçiliğe dönüşmüştür.

Siyasî alanda Nihilizm, özellikle XlX. Yüzyılda Rusyada tutunmuş bir akımdır. Önceleri yeni bir toplum düzeni kurmak isteği ile eski, yerleşik düzeni tamamen ortadan kaldırmaya yönelik bir hareket iken; daha sonra her türlü düzeni reddeden, toplumun, hiçbir sosyal kurumun ve kuruluşun ferd üzerinde hiçbir baskısını, otoritesini kabul etmeyen bir görüş halini almıştır. Bu Nihilist anlayış, başta devlet olmak üzere, bütün baskıcı kurumların ortadan kalkması gerektiğini savunur. Meselâ; İngiliz filozofu Godwin ünlü "Political Justice" adlı eserinde, devletin insanlığın ahlâkını bozduğunu, bunun için de devlet kurumunun ortadan kaldırılması gerektiğini savunur. Stirner, Tucker, Tolstoi, Fourier, Proudhon, Bakunin, Kropotkin vb. gibi birçok hayalci düşünür de aynı görüştedirler.

Ateizm

Hiçbir ilâh kabul etmeyen, tanrıtanımaz felsefi doktrinlerin ortak adı.sistemleştirilmiş bir ekol oluşturulmaksızın filozoflardan bir bölümünce benimsenmiş olan bu anlayış, doğrudan doğruya tanrının varlığını inkâr üzerine kuruludur. bu özelliğiyle de benzer yanlar taşıyor olsa da- tanrının varlığını ya da mahiyetini tartışan doktrinlerden ayrılır; tanrının yokluğunu kesin bir biçimde öne sürer.

Temen hemen tüm felsefe ekolleri ve öğretileri gibi ateizm'in kökleri de eski yunan'a uzanır. maddeci yapı belirten çeşitli felsefe okullarının bağlıları, ontolojik yorumları sonucunda ateist bir inanç sergilemişlerdir. "gölge etme başka ihsan istemem" sözüyle yaygın bir ünü bulunan diyojen bunlardan biri ve felsefe tarihinde kâfir diye nitelenen ilk kimsedir. atom kuramcısı demokrit, onun izleyicisi leocippus, sofist'lerden gorgias ve protegoras, kendi adıyla anılan ekolün kurucusu epikür, öne sürdükleri materyalist görüşler bağlamında birer ateist olarak göze çarparlar.

Rönesans'tan sonra batı'da varlığını hissettiren din-dışı eğilimler ve özellikle de evrenin, doğanın ve insanın, insan toplumunun dinden bütünüyle soyutlanarak yorumlanması sonucu ortaya çıkan görüşler, ateist tutumlara büyük katkılarda bulunmuş, onlara bolca kullanabilecekleri veriler sağlamıştır.

Nitekim, dinden ve törelerden bağımsız bir siyasetin oluşturulması savını öne süren makyavel, ateizm'i bu alana sokarken; birer ateist olmadıkları hâlde dekart, david hume ve kant gibi kimselerin akılı dinden bağımsız kılma çabaları ve bu doğrultuda öne sürdükleri düşünceler çağdaş ateizm'e tutanaklar hazırlamış oldu.
zaman alışmayı öğretir;unutmayı asla.........