Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

en güzele ithafen

Başlatan tunike, 20 Ocak 2008, 21:12:12

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

tunike

Görmeden seni isteyen gönlüm, görünce nasıl dayansın!..

Cennet’te Cuma yamaçları, kimi mü’minler için haftanın altı günlük firakının vuslat demi olacak olsa da, bu bir açıdan böyle. Diğer açıdan, o Cuma vuslatlarının, altı günlük ilahî iştiyak günlerinin ateşleyeni olmayacağı ne malum! Henüz hiç görmediğimiz o Cemâl-i Bâkemâl’e bu dünyadan dahi yükselen hasret, aşk ü şevk, şevk ü iştiyaklar, O’nu gördükten sonra kim bilir nasıl kanatlanacaklardır?!.Göz görmeyince gönül katlanırmış, doğru. Demek göz görünce gönül katlanmaz, katlanamaz. Her Cuma gören kafa ve gönül gözünün verasındaki aşık ruhlar, nasıl bir küllî özlemle, bütünü kuşatan bir hasretle şevkleneceklerdir, iştiyakla gerileceklerdir kimbilir? Küllî; bütüncül, her bir cüz’üyle, “kül” edici bir hasretle geçen altı gün boyunca... Şükürler olsun: Aşk duygusunun sonsuzluğu ve sınırsızlığı, sonsuz ve sınırsız Cennet hayatında son bulmayacağını ve sınırlandırılmayacağını ihsas ediyor.


Anlaşılan ilahî aşkın istikameti, Cennet veya Cemalullah’a vuslat’la sınırlı olmayacak ve olamaz da. Sonsuz ve sınırsızlığa açık bir aşka, vuslat içinde vuslatlar yolculuğu devam etsin diye iştiyak mâyesi çalınacak, her vuslatta yeni bir iştiyakla aşk yolculuğunu sonsuza kadar sürdürecek. Neden böyle? Vuslat bir sondur çünkü bir bakıma. Cennet’se, sonsuzluk diyarı. Cemâlî vuslat, kemalî vuslatla sonsuzluğa yelken açacaktır.Cemâlî vuslattan sonsuzluğa ve sınırsızlığa uzanan zamansızlık yolunda yok olmakla evvel’e ulaşır aşk, ulaştığında evvel âhir olur, derken ezel ve ebed’in tâ kendisinde seyr ü temaşa devam eder gider. Sefersiz seyir durağanlaşabilir mi? Haşa! Fakat gönül heyecan istiyor. İsteten de vermek istiyor ki istetiyor. İstetene de kurban, istettiğine de kurban.. isteği Yaradan’a kurban…


Bütün dünya ve mâfihâ güzellerinin, yanında ancak sönük bir şu’le gibi kaldığı Cennet ve mâfihâ güzelleri, o Hazreti Cemîl ü Zülkemâl’in cemâli karşısında sönük bir şu’leden farksızdır. Allah’ın yüzü, ehl-i Cennet’e Cennet’i unutturacak ve bu nisyanda yeniden bir aşk zamanı başlayacak. Dûn hayat mertebesi olan dünyada Allah’a aşık olmanın bir nevi meyvesi olan uhrevî Cennet, ölüm ötesi ulvî hayat mertebesinde dünyakinden çok daha aşkın bir aşk serüveninin ibtida çizgisi olacak! Ümidimiz o ki: Hiç son bulmayacak bir sevda bizi bekliyor. Kainatın özü gönüller, hiç bitmeyecek bir taşkın aşka burada hazırlanıyor. Ne diyelim? Tûbâ! Tûbâ! Tûbâ lenâ!.. Tûbâ limen kâne lenâ ve künnâ lehû!...


Dünyadaki ilahî aşk ile, Cennet’teki ilahî aşk arasında öyle büyük farklar vardır ki, bunların en küçüğü (!), uhrevî aşkın “acısız” olmasıdır. Nasıl ki Cennet, bütünüyle haz, zevk ve lezzet âlemidir; elemsiz, zahmetsiz, meşakkatsiz, kedersiz bir ana yurttur. Öyle de Cennet gönüllerdeki ilahî aşkın iştiyak ateşi –mevcut olsa da- yakmayacaktır; azabı, azb’e (tatlıya), ızdırabı inşiraha dönüşecektir. Ve o “sonsuz aşk”ın serüveni ikinci bölümüyle varlık sahnesine taşınacaktır…

...
Ey aşkının cilveleriyle mest olduğumuz, ey sevgisinin göz kırpmalarıyla sarhoş kesildiğimiz, gözlerimizi alan güzel, gönüllerimizi çalan sevgili!

Bizi cilvelerinin membaı cemal-i bâ kemalinin karşısına geçirdiğinde sana göz kırpmayı ihanet telakki ederim. Göz kırpma salisesi kadarcık olsun, cemalinden mahrumiyeti kaldıramam. Göz açıp kapayıncaya kadar olsun beni nefsimle baş başa bırakma diye dünyada dualar etmiş bu ben’i, ne olursun, hiç göz kırpmadan Senin’le eyle! Dileğim senden: “Mâ zâğa’l-basaru ve mâ tağâ” âyetinle serfiraz kıl, bahtına düştüm, ancak, “Lekâd raê min âyât-i rabbihi’l-kübrâ” âyetinle sınır koyma araya lütfen. Büyük vuslatta -en büyük de olsa- âyetlerini değil, o âyetlerinin delalet ettiği cemâlini, cemâlinin ait olduğu zat-ı akdes’ini istiyorum, bizatihi Seni diliyorum ey âyetleriyle muhât Zât!


Sen ey, Cehennem’i şehevâtla, Cennet’i mekârihle muhât kıldığı gibi, zat-ı kibriyâ’sını da âyâtıyla murâd kılan Yâr-ı Vefadâr! Dünyanın şe’ni olan ef’âlî âyetlerin, esmâî âyetlerin, sıfâtî âyetlerin ve şuûnî âyetlerin verâsındaki Sen’i, bütün âyetlerinle kitap kitap, sure sure, kelime kelime, harf harf, hareke hareke, nokta nokta okumak istiyorum! Okumak için ayne’l-yakîn görmem gerek. Başımı gözyüzüne kaldırmış, Necm (yıldız) suresinin yıldızlarını seyrediyorum, âyetlerinde seyrediyorum, hayran hayran, dalgın dalgın. İç geçirerek, iç çekerek. Titrek dudaklarım da kıpır kıpır:


“Mâ kezebe’l-fuâdü mâ raê... Mâ zâğa’l-basaru ve mâ tağâ. Lekâd raê min âyât-i rabbihi’l-kübrâ. Gönül, gördüğünü yalan saymadı. Göz kaymadı, şaşmadı, aşmadı da. VAllahi gördü, hem de Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü!” [Necm 53/11, 17, 18] İlme’l-yakîn okuyorum... Kâinat kitabında Kur’an’ı okuyorum, Kur’an’ında kâinatı. Kevnî âyetlerinle kelâmî âyetlerinin manasını, kelâmî âyetlerinle kevnî âyetlerinin manasını okuyorum, anlamaya çalışıyorum... Hayallerimde hakka’l-yakin... Diyecek hiçbir şey bulamıyorum.

Ey Sevgili, En Sevgili…

alıntı:islami makale ve yazılar
öyle itaatkar bir kul ol ki,dışardan görenler deli desinler.çünkü deli olmadan,veli olunmaz!

müteallim

 a21))insAllah o vuslat günleri gelirde sevgiliye vasl oluruz.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik