Gücümüzü değil; biraz da acziyetimizi görelim.

Başlatan kenz, 10 Aralık 2007, 22:09:21

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

kenz

ÇAĞIN RÜYASI: BİREYİ YÜCELTMEK!

Gücümüzü değil; biraz da acziyetimizi görelim.

Kendi gücünüzü keşfedin, içinizdeki devi uyandırın!" sloganlarıyla bireyi, her istediğini yapabilen, hükmedebilen bir konuma sokmak istiyorlar. Kişisel gelişim seminerleri adı altında insanın, bir egemen güç olarak, her istediğini yapabilecek, rakip olarak gördüğü her şeyi tepeleyip yok edebilecek bir güce sahip olduğu vurgulanıyor.
Medenîleştikçe yalnızlaşan, yalnızlaştıkça hayattan kaçan, yaşam kendisine anlamsız gelen bu çağın medenî insanını(!), işte bu çıkmaz sokaktan kurtarmak için yücelttikçe yücelten, kutsallaştıran, (hâşâ) ilahlaştıran kişisel gelişim ve NLP seminerleri, her şeyin bireyin kendisinde bittiğini, diğerlerinin önemsiz olduğunu söyleyerek, insanın kendisini "ilâh" edinmesine yol açıyor. Birey, kendisini o kadar yüceltiyor ki, içindeki devi uyandırırken kendisini bir "DEV"miş gibi görmeye başlıyor. İşte asıl problem de burada ortaya çıkıyor:
"İçindeki Deha"yı keşfetmeye kalkışırken ruhunun derinliklerinden yoksun kalıyor ve acziyetini unutuyor. Her istediğinin olmayacağını, Allah'ın da bir planının olduğunu anlamıyor. Acziyetini unutup kendi gücüne odaklanan insan ise, Allah'ın kudreti karşısında ne yapacağını bilemez bir hâle geliyor. Gelecekle ilgili onca planlar yapıyor; fakat Allah'ın da bir planının olduğunu ve her şeyi kuşattığını hiç düşünmüyor. Sonra kendisinin bu planları gerçekleşmeyince kendi gücünü sorgulamaya başlıyor…
Devlikten cüceliğe iniyor…
İçindeki deha yok oluyor…
Kıymetli okuyucularım, bunları niçin söyleme ihtiyacı hissediyorum, biliyor musunuz? İpin ucunu kaçıran, treni rayından saptıranlar var ve bunlar maalesef farkında olmadan, hem ruhsal yardıma ihtiyaç duyan insanlara ve hem de bu yardımı sunanlara çok büyük zararlar vermektedirler. Efendim, psikoloji Bilimi Batı'da doğmuş olabilir. Fakat Batı'da doğdu diye bilinçsiz bir şekilde ne var ne yoksa hepsini alıp kendi kültürümüze, kendi inanç ve değerlerimize aynen olduğu gibi aktaramayız. Yukarıda az çok bahsetmiş olduğum sıkıntım işte bu nedenledir. Geçenlerde bir okuyucum şöyle sormuştu:
"Çoktandır duyuyoruz. Bir NLP modasıdır almış başını gidiyor. Kendi kültürü–müzde olmayan, ithal bir ürün olan bu NLP nedir?"
Bu okuyucum kendi içinde haklı ve gerçekçi bir duruş sergilemektedir. Çünkü NLP'nin adı bile yabancı bir cümlenin kısaltılmış şeklidir: "Nöro Lingustic Programlama." Türkçe karşılığı ise "Sinir Dilinin Kontrolü" demektir ve savunduğu şey pozitif düşünmekten, olayların güzel yönlerini görmekten başka bir şey değildir. Buraya kadar bir sorun yoktur. Asıl sorun, bu anlayışı bizim gidip başka kültürlerde aramamızdan ileri gelmektedir. Okuyucumun da haklı olduğu nokta işte burasıdır. Hans'a göre ayarlanmış bir programı getirip Hasan'ımıza uygularsak sıkıntı yaşarız. Oysaki bu anlayışı kendi öz kültürümüz, ta bin dört yüz küsur yıl önce sunmuştu bize. Çünkü Kur'an–ı Kerîm'in indiriliş gayesi insana, iki dünyada da huzur, mutluluk, güven ve "Pozitiflik" adına ne varsa onu vermekti. Bakara sûresinin 216. âyet–i kerîmesindeki:
"Hakkınızda iyi gibi görünmeyen bir şey, sizin için belki de daha hayırlıdır." ifadesi, pozitif düşüncenin en güzel örneklerinden sadece biriydi. Yine Kur'an–ı Kerîm'de Allahu Teâlâ insanların sıkıntı, problem, musibet gibi hâllerle karşılaştığında neler yapması gerektiğini çok güzel açıklamıştır:
"Onlar başlarına bir belâ ve musibet geldiği zaman 'Biz Allah'ın, dünyada takdirine razı olmuş kullarıyız. Biz âhirette de yine O'na döneceğiz.' derler." (Bakara sûresi, 156)
Sinir dilinin programlanmasında çok önemli bir yere sahip olan "Olayların pozitif ve güzel yönlerine bak!" prensibi, İlâhî Mesaj'ın neredeyse tamamında vurgulanmaktadır; fakat sadece, adı NLP değildir. Bizler kendi "öz"ümüzden koptuğumuz için çareyi dışarıda, kendi inanç ve değerlerimizin dışında bir yerlerde arar olmuşuz. Bunun faturasını ise bazen çok ağır bir şekilde ödemek zorunda kalıyoruz. Nasıl mı? Bir örnekle ifade edeyim:
"Siz psikologlara inanmıyorum... Çünkü siz insanı öyle yüceltiyor, öyle yüceltiyorsunuz ki…"
Bu yüzden çok zorlandım size gelmeden önce. Bugüne kadar tam yedi psikolog değiştirdim ve hepsi de sanki söz birliği etmişçesine aynı şeyleri söylediler:
'Ben eşsizmişim, her istediğimi yapabilecek gücüm varmış, kendi gücümü görmeliymişim' ve daha neler neler… Bunlar işe yaramadı değil; fakat en fazla birkaç hafta sürüyordu onların etkisi. Sonra, sanki sihirli bir büyü gibi yok oluyor ve yüceltilen benliğim bir balonun patlaması gibi sönüveriyordu. Bu hâlden sonra ben daha da kötü oluyordum. Çünkü eşsiz olmadığımı, mükemmel olmadığımı, her istediğimi yapamayacağımı yahut yaptıramayacağımı, âciz olduğumu görüyordum. Şişirilen benliğim ise, darmadağın oluyordu. Her dağılışta ise, ben iyice afallıyordum…" diyerek bana gelen bir insan sizce ne anlatmak istiyordu?

* * *
İnsan ki, yaratılmışların en üstünüdür. Bu üstünlüğü, bu yaratılış güzelliğini en iyi şekilde kullanıp, ulaşabileceğimiz en üst düzeye ulaşmak için öncelikle gücümüzü değil; ACİZİYETİMİZİ GÖRMELİYİZ. Bunun için:
Benlik duvarını yıkıp, enâniyet zincirlerini tek tek çözmeliyiz. "Var" olmak için, "yok"luğu ve "hiç"liği tatmalıyız.
Yaratan ile yaratmayan arasındaki ince çizgide kulun acziyeti, muhtaç oluşu söz konusudur. Yüce Yaratıcı'nın hiçbir şeye muhtaç olmadığını bilen ve kendi acziyetini gören insan tam bu noktada KENDİ GÜCÜNÜ GÖRMEYE BAŞLAR: "ASIL GÜÇ Allah'TAN GELEN GÜÇTÜR." diyerek kendinde var olan üstünlüğün, gücün kaynağını da bulur.
İnsan, kendindeki bu ruhsal dinamikleri harekete geçirmeli, kendisinde var olan bu gücün Allah'tan geldiğini, O'nun bir lütuf ve ihsanı olduğunu kavramalıdır. İşte bu hâlden sonra da ulaşabileceği en üst noktaya kadar yükselmek için mücadeleyi elden bırakmamalıdır. "Esfel–i safilin" çukuruna düşmemek için Allah'ın kendisine bahşetmiş olduğu tüm potansiyelini kullanmalıdır.
Hep Gücünü Değil
Biraz da Acziyetini
Gören Bir İnsan
g Aciz olduğu için "Kul" olduğunu yani yaratılmış bir mahlûk olduğunu idrak eder. İ–lâhlık taslamak şöyle dursun; Yüce Yaratıcı'sına karşı sorumluluğunu bilir ve emr–i ilâhîye teslim olur.
g Her istediğinin olmayacağını bilir. Sadece Allah'ın her istediğinin anında, hem de "ol" demesiyle meydana geleceğinin şuuruna erer. Kendi acizliği karşısında Kâdir–i Mutlak olan Allah'ın yüceliğini tüm benliğiyle kabul eder.
g Planlarının gerçekleşmemesi hâlinde üzüntüye ve karamsarlığa kapılmaz. Bilir ki, Allah'ın da bir planı vardır. Kuşatıcı bir Kader prensibi vardır. Tüm planlarını yok edebilecek cesareti bulur kendinde ve tekrar Allah'ın kuşatıcı kader planına göre şekillendirir hayatını.
g Her istediğini yapan ve yaptıran, hükmeden bir kişiliğe bürünmez. Böylece kendini de yüceltmez.
***
İnsana ne oluyor da kendi acizliğini göremez oluyor? Kendi acizliğini görmekten niçin korkuyor? Yaratılışına hiç bakmıyor mu? Bakıp da ibret almayı hiç düşünmüyor mu? Allah onu neden yarattı: Topraktan ve nutfeden… İnsan, yaratılış gerçeğine bakarak, gururlanmamalıdır…
Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in Fetih hutbesine kulak vererek kendi güç ve kuvvetimizi görerek tüm insanların gurura kapılmamalarını temenni ediyorum:
"Allahu Teâlâ, gururlanmayı sizden uzaklaştırmış ve kaldırmıştır. Bütün insan–lar Âdem'dendir. Âdem de topraktandır. Nitekim Yüce Allah buyuruyor ki: 'Ey İnsan–lar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi muhtelif milletlere ve kabilelere ayırdık. Ta ki tanışasınız diye. Allah'ın nazarında en şerefliniz, Allah'tan en çok korkanınızdır. Üstünlük ancak takva iledir."
Allah'ın huzuruna enâniyetle değil; acizliğimizle çıkalım…
Asıl güç Allah'tan gelen güçtür; UNUTMAYALIM!

İdris Bilen
İNSAN akli ile melekleşen nefsi ile iblisleşen bir aciptir İNSAN
İNSAN kendi kabahatini bilmeyen cehli ile dünyalara sığmayan bir mağrurdur İNSAN
İNSAN bütün zaaf ve acziyyetine rağmen kudrete kafa tutan taşkın bir şaşkındır İNSAN
İNSAN maziye bağlı hâle aldanmış istikbali gözler bir taştır İNSAN