Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Alim Hakki batildan ayirandir

Başlatan Oruc_Reis, 06 Ağustos 2007, 22:20:04

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Oruc_Reis

Âlim, hakkı bâtıldan ayırandır

Âlim, bilen, bilgin anlamındadır. Her bilene âlim veya İslâm âlimi denir mi veya kime âlim denir? İslâm âlimi olabilmek için, din bilgilerinin naklî ve aklî kısmında mütehassıs olmak, kalbin de bütün kirlerden temizlenmiş olması gerekmektedir. Âlim, ışığı ve karanlığı gören ve hakkı bâtıldan ayırt eden kimsedir. Âlim, islâm alimlerinin kitaplarından nakil yapan kişidir. Âlimlerin ziyneti, süsü, özelliği; bilmediklerine, bilmiyorum demeleridir. Cahil ise, her konuda, kendi nefsine, aklına göre konuşan kimsedir. Âlim, söyleyeceği ve yazacağı her kelimeden korkar, vesika bulmadan söyleyemez ve yazamaz. Zira sorulan her suâle, delilini bilmediği halde cevap vermeye kalkışmak, ahmaklık alâmetidir.
Dinde söz sâhibi olabilmek için, ictihâd derecesine yükselmek lâzımdır. Zamanımızda böyle bir âlim yok gibidir. Şimdi, âlim olmıyanlar, çeşitli maksatlarla, din kitâpları yazıyor, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere, çala kalem, manâlar verip, Allahü teâlâ böyle söylüyor, Peygamber böyle emrediyor, diyorlar. İslâmiyyeti oyun hâline sokuyorlar. Böyle yazılmış din kitâplarını almamalı, okumamalıdır. Din büyüklerinin ismini koyarak, onlardan tercüme diyerek satılan kitâpların çoğunda da, ilâveler, değiştirmeler veyâ çıkarmalar yapılarak, kitâpların zararlı bir şekle sokulduğu acı acı görülmektedir. Asırlardan beri câhillerin bu şekilde kitâplar yazmış olduğunu, hele âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere, kendi zamânlarındaki fen bilgilerinden yanlış olanlarına uydurarak, yanlış ve gülünç manâlar vermiş oldukları, mevcût ve hattâ meşhûr bazı kitâplarda esefle görülmektedir. İslâm dînine inanmıyanları en çok sevindiren şey de, fen ile isbât edilen, meydânda olan hakîkatleri, müslümânların reddetmesi, bunlar kâfirliktir, demesidir. Çünkü, bu sûretle gençleri aldatmaları çok kolay oluyor. Fen adamları, maddenin, hücrenin, canlının ve cansızın yok iken, sonradan var olduğunu söyledikten sonra, ister denizde tesâdüfen olsun, ister başka türlü meydâna gelsin, islâmiyyete zarar vermez. Çünkü, herşeyi yaratan Allahü teâlâdır.
Âlimlerin iyisi, nakleden, vasıta olandır. Kendinden söyleyen ve insanları kendine bağlayan değildir. Herhangi bir müslüman, dinden bahsederken mutlaka nakli esas almalı, kendinden bir şey söylememelidir. Çünkü dinimiz, nakil dinidir. İmân, ibâdet bilgileri, kıyâmete kadar hep aynıdır, hiç değişmez. Bu sebeple nakleden aziz olur, kendinden söyleyen ise, rezil olur.
Herhangi bir dini konu, ehli sünnet âlimlerinin kitaplarından alınarak nakledilirse, o âlimin kalbi ile bağlantı kurulur ve o mübârek zâtın rûhu da orada hazır olur. Ehl-i sünnet âlimlerinin, evliyânın kalbleri diridir. Diri kalplerin sözleri, yazıları nakledildiği zaman, hem insanlara tesir eder, hem de Allahü teâlâ, oraya feyz ve bereket verir. Bu sebeple itikad ve ilmihâl bilgilerini, ehli sünnet âlimlerinin kıymetli kitaplarından okuyup öğrenmeli ve bu eserleri yaymalı, insanlara ulaştırmalıdır. Zira doğru imân, ibâdet bilgilerini duymak, öğrenmek, insanların en tabii hakkıdır. İnsanlara bunları ulaştırmak, en kıymetli ve en şerefli bir hizmettir.
Din bilgilerinde, hangi âlimin bilgisine güvenilir? Elbette, en büyük, ilmi en çok, fen kollarında araştırma ve tecrübe sâhibi olan âlimin ilmine dahâ çok güvenilir. Bunun üstünde, başka bir âlim bulunursa, elbette ona güvenilir. Eshâb-ı kirâmdan sonra, insanların en üstünleri, Eshâb-ı kirâmı gören ve onların sohbetinde yetişenlerdir ki, bunlara, Tâbi’în denir. Tâbi’înden sonra, insanların en üstünleri, Tâbi’îni gören ve onların sohbetinde yetişenlerdir ki, bunlara da, Tebe’ı tâbi’în denir. Bunlardan sonra gelen asırlarda, kıyâmete kadar bulunan insanların en üstünleri, en iyileri de, bunlara tâbi olan, bunların bildirdiklerini öğrenip, yollarında bulunanlardır.
Bir din adamı, hangi asırda bulunursa bulunsun, Peygamber efendimizin ve Onun Eshâbının bildirdiklerine uymazsa, sözleri, işleri, i’tikâdı bunların bildirdiklerine uygun olmazsa, nefsine, düşüncelerine uyarak islâmiyetin dışına çıkarsa, aklına uyarak islâmiyetin inceliklerine karşı gelir, anlıyamadığı bilgilerde dört mezhebin dışına taşarsa, bu kimsenin kötü din adamı olduğu anlaşılır. Böyle kimselerin gözleri hak yolu göremez ve kulakları da, doğru sözü işitemez.
Netice olarak âlim, hakkı bâtıldan ayıran ve söylediklerini, yazdıklarını, kendinden önceki din büyüklerinden nakledendir. Bunun için dinimizi, nakli esas alan ehli sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenmeliyiz. Aksi takdirde, şeytanın oyuncağı, kötü niyetli, din adamı maskeli kimselerin kuklası oluruz.
cihan baginda ey akil, budur makbul-i ins i cin.Ne kimse senden incinsin, ne sen bir kimseden incin.

Fatihan

Allah razı olsun El-Ensar kardeşim.Elinize sağlık....

Alıntı Yap
Her bilene âlim veya İslâm âlimi denir mi veya kime âlim denir?

Konuyla alakalı olarak ilim sahiplerinde  bulunması gereken vasıflarla ilgili Peygamber Efendimiz'in hadis-i şerifini paylaşmak istedim:

Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Kendisinde şu üç şey bulunmayanın ilmine itibar edilmez. Çünkü o ilmin bir menfaatı yoktur: Birincisi halim olmak ...” Hilim (yumuşak huyluluk) sahibinin makamı, peygamberlik makamına çok yakındır. Bu halimlik, cahilin yapmış olduğu bir hakarete, zulüme karşı sahibini muhafaza etmezse, ona itibar edilmez.

Enes bin Malik’ ten (R.A) rivayet edildiğine göre, bir bedevi Peygamber Efendimiz (S.A.V)’ in yanına gelip, mübarek cübbesini sert bir biçimde çekti. Öyle ki cübbesi, Peygamber Efendimiz(S.A.V)' in boynunda iz bıraktı. Bedevi dedi ki: “Ya Muhammed! Yanında bulunanlardan bana da biraz ver!” Peygamber Efendimiz (S.A.V) ona döndü ve tebessüm ederek, etrafındakilere o adama bir şey vermelerini emretti.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) ahlâken çok halimdi. Ciltler dolusu kitap yazsak dahi, onun hilmini tam manası ile anlatamayız. Onun için denizden bir damla da olsa, ona mutabaat yapmamız, bizim için büyük sermayedir. “İkincisi vera...”. Bir kimsenin takvası ve verası, kendisini günahlardan muhafaza etmiyorsa, o kimsede hayır yoktur ve ona itibar edilmez. Daima Allah-u Zülcelal’ in bildirmiş olduğu emir ve nehiye riayet edip, Allah-u Zülcelal’ in kudret ve azametinden korkarak, günahlardan kendimizi muhafaza etmeliyiz.

Zira Allah-u Zülcelal, ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Hidayet ve rahmet, Allah’tan korkanlar içindir.” (Araf;154)

“Üçüncüsü güzel ahlaktır.” Bu da, insanlarla muaşeret kurallarına uygun ve edep üzere iş görmektir.

Ahi

Alıntı yapılan: "fatihan"Allah razı olsun El-Ensar kardeşim.Elinize sağlık....

http://www.sadakat.net/forum/viewtopic.php?t=10956
[glow=yellow,2,300]Herhangi bir insan vaktini nasıl geçireceğini, üstün bir insan ise vaktini nasıl tasarruf edeceğini düşünür. – Schopenhaver[/glow]