Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Sen sana perde

Başlatan uhra, 27 Temmuz 2007, 01:19:03

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

uhra

Yaşadığı cezbe halleri, velâyeti ve bilgeliğiyle şöhret bulmuş Şiblî’ye bir derviş sordu:

“Bu yola nasıl girdin? Allah yolunda ilk kılavuzun kimdi?”

Bu soru üzerine, Şiblî, uzun yıllar önce yaşadığı bir olayı anlatmaya başladı.

Sıcak bir yaz günü, Şiblî bir dere kenarında serinlemeye çalışıyordu. Az sonra, dere kenarına bir köpek geldi. Köpek öyle susamıştı ki, bir zerrecik tahammülü kalmamıştı. Fakat, suya atılmak üzereyken, suda kendi aksini görünce, onu başka bir köpek sanıp irkilmişti. Suda gördüğü köpekle dalaşmamak için su içemiyor, su kıyısından kaçıyordu. Çok susadığı için tekrar suya yaklaşıyor; suda gördüğü köpek yüzünden tekrar geri çekiliyordu.

Birkaç kez bu hal devam etti.

Derken, susuzluktan iyice kararsız hale gelen köpek, gözünü karartıp kendisini suya attı.

O kendisini suya atınca da, öbür köpek görünmez oldu. Susamış köpek, kana kana sudan içti.

Şiblî, bu olayı anlattıktan sonra:

“İşte bu hadise bana anlattı ki” dedi “ben, bana perdeyim. Kendimde fani oldum, benlik iddiamdan vazgeçtim, gözümün önündeki perde açıldı. Yolumda ilk önce bana bir köpek kılavuzluk etti!”


______________


Devesiyle çölde yol almakta olan bir bedevî, bir tepeyi geçtiğinde, güçlükle yürüyen, sıcaktan dudakları kurumuş bir adama rastladı.

Issız çölde susuzluktan perişan olmuş adam, bedevîyi görünce, su istedi.

Bedevî devesinden indi, adama su verdi.

Suyu kana kana içen adam, birden bedevîyi iterek yere yuvarladı ve hemen deveye atladığı gibi kaçmaya başladı.

Bedevî arkasından bağırdı:

“Tamam, deveyi al, git! Ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma!”

Bedevînin bu isteğini tuhaf bulan hırsız, biraz duraklayıp:

“Neden” diye sordu.

“Eğer anlatırsan,” dedi bedevî, “bu olay her yere yayılır ve insanlar çölde muhtaç birini gördüklerinde asla yardım etmezler.”


____________________

Buzdolabı diye birşeyin olmadığı devirlerde, içecekleri ve bazı yiyecekleri korumak için, dağlardan buz kesilir ve pazar yerlerinde satılırdı.

Sıcak bir yaz gününde, bir şeyh, talebeleriyle şehirde dolaşırken, böyle bir buz satıcısına rastladı. Satıcı:

“Ey mü’minler! Sermayesi eriyip akan şu adama merhamet ediniz” diye bağırıyordu.

Satıcının bu sözlerini işiten şeyh aniden fenalaşarak bayıldı. Yanındakiler, kendisini gölgelik bir yere taşıdılar ve saatler sonra kendisine geldiğinde bayılma sebebini sordular.

Şeyh satıcının eriyip giden buzlarında kendi hayatını görmüştü. Küçük sermayesinin ziyan olmaması için çırpınıp duran satıcı, milyarla ölçülmeyen ve sonsuz bir hayatta sınırsız bir mutluluğa vesile olabilecek ömür sermayesinin eriyip gidişine nasıl kayıtsız kalındığını düşündürmüştü ona...



_________________


Adamın biri giriştiği hiçbir işte başarılı olamayışına hayıflanıyor, fakirliğinden feryad edip duruyordu.

Büyük sûfî İbrahim Edhem, adamın bu feryadına bakıp:

“Oğul,” dedi, “galiba sen bu yoksulluğu ucuza aldın!”

Adam, bu söze kızdı:

“Böyle de söz mü olur?” diye söylendi. “Yoksulluğu kim satın alır? Sözünden utan yahu!”

İbrahim Edhem şöyle cevap verdi:

“Ben bir kere canla başla yoksulluğu seçtim, kabul ettim. Padişahlığı verdim de yoksulluğu satın aldım. Hâlâ da, yoksulluğun bir anını yüzlerce cihana satın almadayım. Hakikaten bence bu kadar değeri de vardır. Bu matahı ucuz bulduğumdan padişahlığa tamamıyla veda ettim. Hülasa, bunun kıymetini bilen benim, sen değilsin. Buna şükreden, bunu zamanına minnet bilen benim, sen değilsin.”



____________________

uhra

Zengin bir adam hatırı sayılır miktardaki parasını bez bir keseye koymuş; sonra da, keseye çift dikişle dikmişti. Ne var ki, sakınan göze çöp batar misali, adam hırsızdan bu kadar sakındığı parasını bir dikkatsizlik sonucu yolda kaybetti.

Bunun üzerine dellala gidip kayıp keseyi ilan ettiren adam, bu durumlarda âdet olduğu üzere, parayı bulup getirecek dürüst kişiye yüz akçe ödül vaat etti. Çok geçmeden iyi ve dürüst bir adam çıkıp geldi.

“Para keseni filan yerde buldum” dedi. “Al keseni.”

Keseyi görünce, adamın neşesi yerine geldi. Ancak, bu sevinci, kaybettiği keseye bir daha geri gelmez gözüyle baktığı içindi. Buna karşılık, şimdi de, durduk yerde yüz akçe ödülün telaşı basmıştı adamı. Bu parayı vermek istemiyordu.

Zengin adam bir yandan açtığı kesedeki parayı ağır ağır sayarken, bir yandan da parayı bulup getiren namuslu adama vaat edilen ödülü vermemenin bir yolunu düşünüyordu. Sonunda:

“Dostum” dedi, “kesenin içinde esasen tam sekizyüz akçe vardı. Şimdi ise keseden sadece yediyüz akçe çıktı. Demek ki sen kesenin bir tarafını açıp, içinden hakkın olan yüz akçe ödülü almışsın. Buna bir itirazım yok. Böylece mesele kapanmış oldu. Sana teşekkür ederim.”

Keseyi bulup getiren dürüst adam, durduk yerde hırsızlıkla suçlanması karşısında çok içerledi. Tartışma uzadı, uzadı, iş kadının kapısına kadar vardı dayandı.

Kadının huzurunda, zengin adam kesenin içinde sekizyüz akçenin olduğunu ama simdi yediyüz akçe çıktığını, parayı getiren adam ise keseyi bulduğu şekilde alıp getirdiğini tekrar tekrar söyleyip durdu.

Kadı efendinin işi bayağı zordu. Ancak, bunca yılın tecrübesiyle, parayı getiren adamın dürüstlüğünün, para sahibinin ise kötü niyetinin farkına varmış sayılırdı.

Verdikleri ifadeleri her iki adama bir güzel onaylattıktan sonra, meseleye şu çözümü getirdi:

“Biriniz sekizyüz akçe kaybettiğine ve diğeriniz de içinde sadece yediyüz akçe bulunan bir kese bulduğuna göre, bulunan paranın kaybedilenle aynı olması mümkün değil. Bu durumda kayıp kese sahibi bu para üzerinde hak iddia edemez. Sen, dürüst dostum! Bulduğun parayı şimdi bu adamdan geri al ve yediyüz akçe kaybeden biri çıkıncaya kadar, emin ellerde sakla. Sana gelince ey para sahibi! Sana da sekizyüz akçe bulan birinden bir haber çıkıncaya kadar sabretmekten başka verebileceğim bir akıl yok!”



_________________
BİR GRUP sûfî, Dicle kenarında Maruf-u Kerhî ile oturuyordu. O esnada, nehirden, bir sandal içinde def çalan, danseden, içki içen bir genç topluluğu geçti.

Sûfîler, Maruf’a:

“Şunları görüyor musun, açık açık nasıl da Allah’a isyan ediyorlar?” dediler ve eklediler:

“Bu serserilere beddua et!”

Bunun üzerine, Mâruf ellerini göğe kaldırdı ve:

“Allahım” dedi, “bunları bu dünyada nasıl neşelendirdiysen, ahirette de öyle neşelendir.”

Mâruf’un bu duası sûfîleri şaşırtmıştı.

“Biz senden dua değil, beddua istemiştik” dediler.

Mâruf şöyle cevap verdi:

“Eğer Allah bunları ahirette neşelendirmeyi murad ederse, bu dünyada kendilerine bu hayattan tevbekâr olmayı nasip edecektir.”


_________________

Ahi

Paylaşım için sağol. Eline sağlık.
[glow=yellow,2,300]Herhangi bir insan vaktini nasıl geçireceğini, üstün bir insan ise vaktini nasıl tasarruf edeceğini düşünür. – Schopenhaver[/glow]

muhacir

amâ ve hırsa uyup nefs ile mahkûr olma,
Rahatın zâil olur,nâmı meşhur olma,
Sohbet-i Arif-i Billah'a eriş, dûr olma,
Saltanat-ı Mesned-i Dünya ile mağrur olma.

İsra


Vuslat Yolcusu

Alıntı yapılan: "isra"Allahrzı olsun

uhra

Allah cümlemizden razı olsun.

suhup

Teşekkürler, Allah razı olsun.
Kişiye sadakat yakışır görse de ikrah;doğruların yardımcısıdır Hazreti Allah.

emlakçı

Çok güzel konulardı.Zevkle okudum.Teşekkür ederim.