Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Usulu fıkıh nedir ve tarihçesi?

Başlatan Tesniye, 30 Haziran 2009, 23:49:50

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Tesniye

                      USUL-Ü FIKIH
   Delil: kendisine sahih bir nazar ile bizi matluba ulaştıran şeydir. Şer’î delil ise; şer’î hükümlerin kendisinden çıkartıldığı delillerdir ki, bunlar: Kitap, sünnet, icmâ ve kıyastır. Şer’î hükümlerin şer’î delillerden nasıl çıkartıldığını mevzu alan ilme ise “ilm-i usul-u fıkıh” denir.
   Orijinal ifadeyle İlm-i Usul-u Fıkıh; şer’î hükümleri şer’î deliller ile ispatta, bu hükümler ve bu delillerin hallerinden bahseden bir ilimdir.
   Devr-i Saadette ne fıkıh ne de usul-u fıkıh şimdiki haliyle mevcut idi. Çünkü sahabe-i kiram ehl-i lisan idiler. Ayet-i Kur’aniyye ve Ahâdîs-i Nebeviyyenin manalarını, delâlet ve işaretini, îmâ ve iktizâsını, hakikat ve mecâzını, temsil ve istiaresini, umum ve hususunu kendi meleke-i lisaniyyeleriyle bilirler idi.
   Ashab-ı Kiram bir meselenin şer’î hükmünü ortaya koyarken evvela kitaba, sonra da sünnet-i seniyyeye müracaat ederlerdi. Mümkün oldukça bu iki delilin ibare, işare, delâle ve iktizasından hükmün çıkartılmasına gayret gösterirler; muvaffak olamadıkları takdirde bizzarûre kıyas yoluna giderlerdi.
   Hz. Rasul-i Ekrem bir imtihan tarzında Muaz bin Cebel hazretlerine şöyle buyurmuşlardı:
   − “Ya Muaz, ne ile hükmedeceksin?
   − “Kitap ile hükmedeceğim.”
   − “Onda bulamazsan?”
   − “Sünnet-i seniyyelerinle hükmederim”
   − “Onda da bulamazsan?”
   − “Artık o vakit ra’yim ile ictihad ederim.”
   Rasülüllah Efendimiz, Yemen’e vali olarak gönderdiği Hz. Muaz’dan bu cevabı alınca çok memnun oldular ve:
   “Cenab-ı Hakk’a hamd ederim ki rasülünün rasülünü, rasülünün razı olacağı şeye muvaffak kılmıştır” buyurarak, kıyasın dinimizdeki ehemmiyetini dile getirmişlerdir.
   Tabiîn zamanında kıyastan başka ve onun fevkında bir delil-i şer-i daha zuhur etmiştir ki o da İcma’dır. Şöyle ki:
   Ashab-ı kiram bazen bir meselenin hükmünde ihtilaf ettikleri gibi bazen de ittifak ederlerdi. Nâşir-i Din olan ümmetin en yüce insanlarının delilsiz olarak bir hükümde cümleten ittifak etmeleri asla tasavvur olunamaz.
   Hadis-i şerifte, “Benim ümmetim dalalet üzere asla ittifak etmez” buyrulduğu üzere icma’ hata ve dalaletten uzaktır.
   Bu suretle DİNİMİZİN DELİLLERİ; Kitap, sünnet, icma’ ve kıyas olmak üzere dörde baliğ olmuştur.

   
                                                1
      Usul-ü fıkıh kitabının musannıfı Molla Hüsrev hazretleridir
Molla Hüsrev hazretleri; Osmanlı alimlerinin büyüklerinden Mola hüsrev: asıl ismi Muhammed bin Feramuz bin ali Hüsrev’dir. Türkmen olup, Sivas ve Tokat arasında ki Kırgın köyünde dünyaya gelmiştir. Fazilet ve olgunluğu ile temayüz etti. Tahsilini tamamladıktan sonra Sultan ikinci Murat kendisine Şah Melik medresesini verdi. İkinci Murat’ın uzlete çekilmesi üzerine ikinci Mehmet han Molla Hüsrevi yine vazifesinde bıraktı. Varna savaşından önce ikinci Mehmet  saltanatı babasına bırakarak Manisa’ya döndüğü zaman, molla Hüsrev maiyetinde idi.
            Hızır beyin vefatından sonra, Molla Hüsrev İstanbul kadılığına tayin edildi. Fatih Sultan Mehmet ondan bahsettiği zaman ‘’ Zamanın Ebu Hanifisidir.’’ derdi.
           Konağında pek çok kölesi varken bunların hiç birini kendi hizmetinde kullanmaz, odasını dahi kendi süpürürdü. Müderrislik, kadılık ve şeyhülislamlık gibi yüksek vazifelerde bulunan Molla Hüsrev miladi 1480 yılında vefat etmiştir.Bursa da kendi medresesinin avlusuna defnedilmiştir.
           Evliya çelebi, Bursa mescitlerinden bahsederken; ‘’Bursa da zzeyniler mescidi, Abdüllatif mukaddes binasıdır. Molla Hüsrevin burada tekkesi vardır. Fakir Evliya çelebi de mübarek makamda Kuran’ı Kerimi teberrüken bir günde hatmetmedikçe dışarıya ayak basmadım. Ulu bir yerdir ki ismi geçen güzel bir kitabı Dürer ve Gurer’i burada yazmıştır.
         Bu eser medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Molla Hüsrev’in Hz. Fatih’e hediye ettiği el yazması Dürer halen İstanbul Köprülü Kütüphanesi’ndedir.
         Eserleri: 1-Miftah Şerhi, 2-Telvih Haşiyesi, 3-Usûl-ü Pezdevi Haşiyesi, 4-Evâil-i Kadi ve Mutavvel’e Haşiyeler, 5-Düreru’l Hukkâm fi –Şerhi Gureri’l-ahkam 6-Usul-i fıkıhtan Mirkat ve Mir’at 7- Alaaddin Rûmi’nin Tesmiye, Ahbarü’n –Nübüvvet, Fıkıh, Usul Beleğatve Mantık gibi 6ilmden bahseden risâlesi de Nakdül-Efkar fi- Reddi’l Enzar ismiyle şerh etmiştir. (2004 takvim, 21 Mayıs)
           
         Usul-ü  Fıkıh: Birincisi (Edile-i şer’iyye ) ile ikincisini(Ahkamı şer’iyye) ispat etme haysiyetinden Şer’i olan Edille ve Ahkamın ahvali kendisi ile bilinen ilimdir. Usul-ü fıkıh ki; Hikmeti hukuku İslâmiy’ye suretinde tarifi de muvafık ve uygundur. Ahkâmı şeriy’yenin delillerini ve sebeplerini gösterir. Bir Usul-ü fıkıh vardır, bir de furu’u fıkıh vardır. Usul-ü fıkıh;Fıkhın asılları demektir ki; hükümlerin hepsinin delillerini Ayet , Hadis, İcma ve kıyasa dayandırarak ispat eder.
          Mevzusu: Edille-i şer’iyye ve Ahkâmı şer’iyyedir.
           Gayesi:Mücebi üzerine cerayan ile dini ve dünyevi saadete nail olmak için insan takati hasebi ile rabbani olan ahkamı bilmektir. (Usul-ü fıkıh cilt:1 S:24-27)
                                                    2
     Hukuku İslamiy’yenin beş hedefi vardır.
1-   Hıfzun-nefis
2-   Hıfzul-mal
3-   Hıfzun-din
4-   Hıfzul-akıl
5-   Hıfzun-nesil
     Medarı umuru din beştir.
1-   İ’tikadiyyat
2-   Âdâp
3-   Muâmelat
4-   İbadât
5-   Ukubât
(Hukuku İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye)

                        USUL-Ü FIKHIN TARİHÇESİ
     
           Şer’i hükümlerin ilk mübelliği Rasûlü Ekrem efendimizdir. Mazhar olduğu vahi ve ilham sayesinde dini hükümleri Ashabı kiramına tebliğ etmiş, kutsi hayatının dünyada ki son günlerine yakın “Bu gün sizin için dininizi kâmil kıldım ve sizin üzerinize nimetimi tamamladım”(Maide 3)  ayet-i kerimesinin mucebince, dinimizde eksiklik tasavvur olunamaz. Yine ehâdis-i sahihaların delaletiyle, hiç şüphesiz olarak biliyoruz ki, İslam dini bu mükemmeliyyeti ile kıyamete kadar devam edecektir.
        Rasûlü Ekrem Hz.’leri vahyi ilahiye mazhar, bu cihetle İslam dininin bir vazıdır.  Rasülüllah; şübhe yok ki İslam dininin bütün hükümlerine muttali idi.
Peygamberimizden feyz alan Ashabı Güzin de bu hususta yüksek bir ilme haiz idi. Ashabı Kiramın tamamı ehli lisan idi.
      Ehli lisan: Bir lisanın bütün dekaya ve mezâyasına  vakıf  olan kimse demektir. Yani bir lisanın bütün inceliklerine ve bütün meziyetlerine vakıf olan kimseye ehli lisan denir.
      Ashabı kiram bir mesele de ihtilafa düştüğü zaman Rasulüllah’a müracat ediyorlardı. Ve Rasûlüllah o meseleyi onlara izah ediyorlardı. Onun için fıkıh ve usulü fıkıh diye bir ilim tedvin edilmemişti.
       Ama tabiînin son zamanlarında İslam memleketleri genişlemeye başlamış, muhtelif ırklara mensup bir çok kavimler, İslamiyete girmişti. Bunlar Kuran’ı Kerimin inceliklerine tam manası ile vakıf değillerdi.  Ve Kuran’ı Kerimi, içindeki incelikleri öğrenmek zorunda idiler. Çünkü ancak bu şekilde dini hükümlere vakıf olabilirlerdi. İçtimai meseleler günden güne artıyor, çeşitli hadiseler meydana geliyordu. Böylece bir çok mesele
izaha muhtaç oluyordu….                   
                                                   3.
        Sonunda bu karışıklıklar neticesinde, İslam alimleri ilimleri tedvin etmiş, en başta; hadis, fıkıh, usulü fıkıh gibi ilimler artık kaleme alınarak yazılmaya, derlenip toparlanmaya başlamıştı.
        Ahkamı fıkhiyeyi kitaplara, kitapları bablara, babları fasıllara taksim ederek bunları yazan ilk zat: İmamı Âzam, Ebu Hanife Hazretleridir. Bu nedenle fıkhi meseleleri ilk tedvin eden büyük imam, İmamı Âzam ile onun dirayetli talebeleridir. (Hukuku İslamiyye Cilt:1 S:41-42)
Ezeli sırları ne sen bilirsin ne de ben
Bu muammayı ne sen okuyabilirsin ne de ben
Perde ardında sen ben dedikodusu var amma.
Perde kalktı mı ne sen kalırsın ne de ben..
<< Lüzumsuz Konular Atlası >>