DİNİ KATEGORİLER > CUMA SOHBET, HUTBE VE VAAZ ARŞİVİ

Hutbe: Cuma Namazı,

<< < (2/9) > >>

uzman.:
18 Rebîulevvel 1433 (10 Şubat 2012)

 
استعيذ بالله بسم الله الرحمن الرحيم: وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشاً
قال رسول الله {صلعم}  : اَلَّتاجِرُالْاَمِينُ الصَّدُوقُ المُسْلِمُ مَعَ النَّبِييِنَ وَالصِّدِّقِينَ وَالشُّهَداءِ يَوْمَ القِيامَةِ
 

 

Muhterem Mü’minler!

Hutbemiz, Ticâret Ahlâkı hakkındadır.

Dünyada gâyemiz Âhireti, Mevlâmızın Rızâsını, Cennet ve Cemâl-i İlâhi’yi kazanmak, Allâh(cc)’a hakîki kul olmaya çalışmaktır. Ancak bunun yanında insanlar, yeme-içme, giyim-kuşam gibi zarûrî ihtiyaçları temin edebilmek için gayret etmek durumundadırlar. Bu maîşet yollarının en mühim olanlarından biri de ticaret’tir. Mensûbu olduğumuz İslam Dini’de, mensuplarını ticarete teşvik etmiştir. Nitekim Âyet-i kerîmesinde Cenâb-ı Hakk: “…Ve gündüzleri, geçiminize elverişli kıldık” (Nebe sûresi, 11) buyuruyor. Diğer bir Âyet-i kerîmede de: “Yerde sizin için maîşetler (geçim yolları) halkettik. Az şükrediyorsunuz” (Hicr sûresi, 20) buyuruluyor. Peygamber Efendimiz de hadîs-i şeriflerinde: “Ticârete devam edin. Çünkü rızkın onda dokuzu ticârette’dir” buyuruyorlar.

Ticaretin taşıdığı ehemmiyet, fazla bir îzâha hâcet bırakmayacak derecede açıktır. Ancak üzerinde durulması icab eden husus, Ticaret Ahlâkı’dır. Nitekim dinimiz dikkat edilmesi icab eden bazı ölçüler ortaya koymuştur. Aksi halde elde edilen maîşete, helâl olmayan şeylerin karışma ihtimali olur ki, bu da bir mü’min için felâkettir. Alan ya da satan bir tüccarın riâyet etmesi icab eden bazı hususları arz edecek olursak:

-Aldığı malda bir kusur yoksa o malı tenkîd etmemelidir.

-Ölçü ve tartılarda hîle yapmamalıdır. Bu hususta Rasûlüllah Efendimizin şu hadîs-i şerîfi çok dikkate şâyandır: “Kişinin namazına ve orucuna bakmayın. Onun dinar ve dirhemine bakın. (Yani bir kimsenin namaz kılması, oruç tutması sizi aldatmasın. Siz o kimsenin alışveriş-lerdeki doğruluğuna, dürüstlüğüne, kul hakkı hususundaki hassasiyetine bakın, ona göre değerlendirin)”

-Satışı yapılacak bir malın kusurlu tarafı varsa, onu gizlemeye çalışmamalıdır. Bu hususta Rasûlüllah (sav) Efendimiz: “Kim bir ayıbı (bulunan malı), o (kusuru)’nu açıklamadan satarsa, Allah’ın dâimî gadabı içinde kalır ve melekler durmadan ona la’net eder” (Feyz’ül-Kadir, c:6; s:92) buyuruyorlar.

-Mala sürüm sağlayıp iyi satış yapmak için yemin etmemelidir.

-Birde eğer iki kişi ortaklık yoluyla, beraberce ticaret yapıyorlarsa, birbirlerinin haklarını her zaman için gözetmeliler, birbirlerine asla ihânet etmemelidirler.

Bunların yanında şu maddelere de dikkat etmemiz işyerimizdeki başarımızda mühim rol oynayacaktır. İşyerinizde eğer:   

-Besmelesiz işe başlıyorsanız,

-Günlük çalışma planı yapmıyorsunuz,

-Acil işler yerine önemsizlerle ilgileniyorsanız,

-İşyerinin temizliğine dikkat etmiyorsanız,

-Aynı anda birden fazla işe sarılıyorsanız,

-Ekip çalışması ve iş aktarmayı bilmiyorsanız, -Şahsi sıkıntılarınızı işyerinizde de devam ettiriyorsanız,

-Hemen karar veriyor veya hemen reddediyorsanız,

-İşi, iş saatleri dışına, eve ve tatile taşıyorsanız,

-Tavsiye ve yeniliklere karşı çıkıyorsanız,

-Yorgunluğa karşı mola vermiyorsanız,

-Servetinizin şükrünü eda edemiyorsanız,   

“işiniz ne olursa olsun başınız ciddî biçimde dertte” demektir.

Muhterem Mü’minler!

Bu sebepledir ki, bir mü’min her işinde olduğu gibi, yaptığı ticârette de dinimizin koyduğu ölçüler istikâmetinde hareket etmelidir. Rasulullâh (s.a.v.) Efendimiz hadîs-i şeriflerinde buyuruyorlar ki: “Doğru, güven duyulan bir tâcir, (kıyâmet günü) peygamberlerle, sıddıklar ve şehidlerle beraber (haşr) olacaktır.” (Feyz’ül-Kadir, c:3  s:278)

uzman.:
Hutbe: Ehl-i Sünnet vel Cemaat, 25 Rebî`ul-evvel 1433 (17 Şubat  2012


 

 
استعيذ بالله بسم الله الرحمن الرحيم : وَأَنَّ هَـذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيماً فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
أن النبي صلى الله عليه وسلم قال:  وستفترق هذه الأمة على ثلاث وسبعين فرقة كلها في النار إلا واحدة، قيل: من هي يا رسول الله؟ قال: من كان على مثل ما أنا عليه وأصحابي. وفي بعض الروايات: هي الجماعة.

 

Muhterem Mü’minler!

Bu haftaki hutbemiz, Ehl-i Sünnet vel Cemaat itikadına sahip olmanın ehemmiyeti hakkında olacaktır.

Ümmet ikiye ayrılır: Ümmet-i dâvet ve Ümmet-i icâbet. Peygamber Efendimiz ve

sonrası gelmiş ve gelecek bütün insanlığa ümmet-i davet; bunlar içinde Peygamber Efendimizin, Allah tarafından getirip tebliğ buyurduğu hususlara inanmış müslümanlara ise ümmet-i icabet denir. Ümmet-i icabet de ehl-i sünnet ve ehl-i bid’at olmak üzere ikiye ayrılır.

Ehl-i sünnet: Rasülüllah Efendimiz ve onun eshabının yoluna sımsıkı sarılan, dînî hükümleri kendi arzularına göre yorumlamaktan kaçınan, ehl-i islâm arasına tefrika sokmaktan sakınan, bid’atlerden uzak kimselere denir. Hadis-i şerifte fırka-i nâciye diye işaret edilen de bu cemaattir.[1]

            Din-i Celil-i İslamın hükümleri iki ana kola ayrılır: İnanç esasları ile ilgili hükümler; Amel ve ibadetle ilgili hükümler. Peygamber Efendimiz (s.a.v) zamanında, ashab-ı kiram ve tâbiîn devirlerinde Müslümanların inanç ve amelleri Rasülüllahın sohbetleri bereketiyle gâyet saf ve temizdi. Fakat aradan zaman geçtikçe Müslümanlar arasında meseleler, hâdiseler, problemler çoğaldı, fitneler ortaya çıktı.

            Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuşlardır: “Yakında ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri müstesna bu fırkaların hepsi Cehenneme gidecektir. Ya Rasülellah! O bir fırka kimlerdir” diye sorulunca: “Benim ve Ashâbımın yolu üzerine olanlardır.” şeklinde cevap vermişlerdir.[2]

            Hadis-i şerifte dikkat edilmesi icabeden bir husus vardır: Bu fırkaların hepsi İslâmî fırkalardır. O halde, “Biri hariç tamamı cehennemdedir” sözünün manası: “itikâdındaki bozukluk sebebiyle cehennemde cezâsını çektikten sonra, inancındaki bozukluğu küfre varmamışsa, cennete girecektir” demektir.

Muhterem Müminler!

Ehl-i sünnetin inanç ve iman ile alâkalı mevzularda selâhiyetli büyük âlimleri ve imamları vardır. Müslümanlar, İnanç hususunda iki imamdan birine tabi olmuşlardır. Birincisi İmam-ı Ebu Mansur Maturidî hazretleri, ikincisi ise İmam-ı Ebu’l- Hasen’il-Eş’ari hazretleridir. Bu iki imamın arasında esasa ait hiçbir farklılık yoktur. Sadece teferruata ait bazı inceliklerde, küçük mana ayrılıkları olmuştur. Bu iki İmama bağlı olan ehl-i sünnet Müslümanları, birbirlerini kardeş bilir, biri diğerini sapıklıkla veya bid’atle itham etmezler.

Amel ile alâkalı dini hükümlerde ise Müslümanlar, mutlak müctehid, Allah’ın Kitabından ve Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesinden hüküm çıkarmaya muktedir, dört imamdan birine tabi olmuşlardır. Bu dört büyük imam: İmam-ı Azam Ebu Hanife, İmam-ı Malik, İmam-ı Şâfii, İmam-ı Ahmed bin Hanbel Hazeratıdır.

Muhterem Müminler!

Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve onun Ashabının yolunu ihya etmekte gösterilecek her türlü gayret, zamanımızın en kıymetli hizmetidir. Burada, ehl-i sünnet ve cemaat itikadı üzere devam edip, bunlar ile alakalı ilimleri tahsil eden, talebe ve muallimlerin ve bunların her türlü hizmetlerini üstlenmiş olan müesseselerin kıymet ve ehemmiyeti daha iyi anlaşılacaktır.

Bu nedenle Müslümanlar olarak birinci vazifemiz; neye nasıl inanacağımızı çok iyi bilmek ve Ehl-i sünnet ve cemaat çizgisinden ayrılmaktan şiddetle sakınmaktır. Bu hususta İmam-ı Rabbanî hazretleri şöyle buyururlar: “Mükellef olanlara vacip olan ilk zarûri vazife, akidelerini Ehl-i sünnet ve’l-cemaat alimlerinin görüşlerine münasip şekilde tashih etmeleridir.”[3]


[1] Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelâm Dersleri s.22-23, Derseadet Basın ve Dağıtım İstanbul

[2] Bağdâdi, El-fark beyne’l-fırak, s.7 Daru’l-Ma’rife Beyrut. Lübnan. (Diğer bir rivayetle mevcuttur.)

[3] İmam-ı Rabbani, Mektubat c.1 mektup 193

uzman.:
HUTBE: ISLAM TERÖR VE ŞİDDETİ YASAKLAR,

2 Rebî`ul-âhir 1433 (24 Şubat 2012)

 
استعيذ بالله بسم الله الرحمن الرحيم : يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ كَآفَّةً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
أن النبي صلى الله عليه وسلم قال: اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ النَّاسُ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ

 

Muhterem Müslümanlar,

İnsanoğlunu en güzel şekilde yaratan[1], şan ve şeref sahibi kılan[2] Hz. Allah(c.c), sayamayacağımız nice nimetleri[3] kendisinin emrine vermiştir. Gerçekten iyi bir eğitim ve terbiye görmüş, yaratılış gâyesine uygun yetiştirilmiş bir insan, seven, sevilen, merhamet eden, kendisiyle, âilesiyle, içinde yaşadığı toplumla ve bütün insanlıkla barışık olandır.

Esasında barış, karşılıklı anlayış, hoşgörüye dayanan ve ismini de bu manalara gelen “İslâm” kelimesinden alan yüce dinimiz, birlik ve beraberliği, sevgi ve kardeşliği emrederken, zulmü, azgınlık ve fenalığı yasaklamış, zulmün en dehşet verici şekillerinden biri olan terörü ise şiddetle men etmiştir. Rasülullah (s.a.v) Efendimiz, müslümanı tarif ederken “Elinden ve dilinden başkalarının kendisinden emin olduğu”[4] ifadelerini kullanırken, insanlara zarar vermeyi ve zulmetmeyi yasaklayıp, merhametli olmayı emretmiş: “İnsanlara merhamet etmeyene Allah’ta merhamet etmez”[5] buyurmuşlardır.

Değerli Mü’minler,

Hz.Allah (c.c), Kur’an-ı Kerim’de haksız yere cana kıymayı haram kılmış, cezasının ebedi kalınacak cehennem olduğunu[6]bildirmiş, haksız yere bir kişiyi öldürmeyi bütün insanlığı öldürmek, bu kişiyi kurtarmayı da bütün insanlara hayat vermek olarak kabul etmiştir.[7] Fahr-i Kâinâtımız (s.a.v), bırakın bir müslümanın kanını akıtmayı savaş zamanında bile müslümanlarla savaşmayan gayri müslim kadınların, çocukların, yaşlıların öldürülmesini, hatta ibâdethânelerinin yıkılmasını, ağaçların kesilmesini, hayvanların öldürülmesini dahî yasaklamıştır. Şu halde ismi ne olursa olsun, terör, şiddet ve anarşinin İslâm’la uzaktan-yakından ilgisi yoktur. Terör ve şiddeti, eziyet ve işkenceyi, fesad ve bozgunculuğu haram kılan İslâm dininin mensuplarının bunu tasvip etmesi asla düşünülemez.

Kıymetli Müslümanlar,

Hepimiz, terör hâdiselerini duyduğumuzda elbette büyük üzüntü duyuyoruz. Duygulanıyor, derin bir acı hissediyor, öfkeleniyoruz.  İşte tam bu esnada aklımızla ve basîretimizle hareket etmek zorundayız. Irka dayalı kin’in ve nefretin din-i celil-i islamda yeri olmadığının bilincinde olarak haklı tepkilerimizi gösterirken, yıllardır nîce emeklerle kurduğumuz ve koruduğumuz kardeşlik ve komşuluk bağlarımızı zayıflatacak tutum ve davranışlardan kesinlikle kaçınmalıyız. Dinimizin emirlerine sarılarak, insanlığın huzur ve selâmeti için dua ve niyazda bulunarak Rabbimize sığınmalıyız. Hz.Allah(c.c): “Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır”[8] buyuruyor. Bu nedenle bugün; Almanya’da son yıllarda ırkçı terörün kurbanı olan insanlarımızı yad ediyor Allâhtan kendilerine rahmet, kalanlarına da sabır diliyoruz.

1.Tin,4; 2.İsra,70; 3.İbrahim,34; 4.Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8; 5.Riyazüssalihin,1/272 H.No.225; 6.Nisa,93; 7.Maide,32; 8.Bakara,208

uzman.:
Hutbe: DUA’NIN EHEMMİYETİ VE ÂDÂBI, 9 Rebî’ulâhır 1433

(2 Mart 2012)

 
استعيذ بالله : وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُوا لِي وَلْيُؤْمِنُوا بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ 

 
قال رسول الله صلى الله عليه و سلم :  الدُّعَاءُ مُخُّ الْعِبَادَةِ

 

Muhterem Müslümanlar!

Bu haftaki hutbemiz DUA’NIN EHEMMİYETİ VE ÂDÂBI hakkındadır.

Bir mü’minin Cenab-ı Hakk’ın kudret ve rahmetine sığınarak kendi acizliğini kabul ettiği ve Allah’a kul olduğunu ızhar ettiği en mühim kulluk vazifelerinden biri de duadır. Dua esasen davet gibi çağırmak manasına masdardır. Sonra küçükten büyüğe ve aşağıdan yukarıya doğru vaki taleb ve niyaz için isim olmuştur. Duanın hakikati kulun Rabbi’nden imdad dilemesi, yardım talep etmesidir.[1]

Mü’min Suresi’nde şöyle buyrulmaktadır:

“Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, karşılık vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler, aşağılanmış olarak cehenneme gireceklerdir”[2] Peygamber Efendimiz (s.a.v.);  “Dua ibadettir” buyurduktan sonra bu Ayet-i Kerime’yi okumuşlardır.[3] Başka bir Hadis-i Şerîf’te de  “Dua ibadetin özüdür”[4] buyurarak dua ve ibadet arasındaki bu alakayı göstermişlerdir.

Muhterem Mü’minler,

Âdâbına riayet ederek yapılan duaların kabul olunacağını Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bizlere şöyle ifade buyurmuşlardır:  “Allah-ü Teâlâ’ya, duanızın kabul olunacağına yakinen inanarak dua edin. Çünkü Allah (c.c.), gafil ve Allah’tan başkasıyla meşgul olan bir kalbden sadır olan duaya icabet etmez”[5]

Duanın Âdabı mevzusunun başında, helal lokma ve helal elbise hususu kaydedilmektedir.[6] Kişinin midesinde haram lokma varsa, elbiseleri haramdan elde edilmiş ise onun duasının kabul olunmayacağı bildirilmektedir.

Dua için,  faziletli vakitleri ve halleri tercih etmelidir. Duaya Allah-ü Teâlâ’ya hamd ve Rasülullâh (s.a.v.)’e salâvat okuyarak başlamalı, dua ederken duasının kabul olunacağına kat’î olarak inanmalı, şüpheye düşmemelidir. Duasında uyanık olmalı ve ne istediğini bilerek dua etmeli; ısrarlı olmalı ve büyük şeylere rağbet etmelidir. Ebu’l Faruk Silistrevi Hz.leri bu mevzu ile alakalı olarak “Uluvv-i himmet (hedefin büyük olması) muktezay-ı imandandır (imanın gereğidir). Her şeyin en âli ve azîmini istemek lazımdır. Allah büyüktür. Böyle büyükten, beşer ne kadar büyük bir şey isterse O’nun indinde bir zerre teşkil etmez”[7] buyurmuşlardır.

Hutbemize mevzunun başında okuduğumuz ayetin mealiyle nihayet verelim: “Kullarım sana beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben yakınım, dua ettiği zaman, dua edenin, duasına icabet ederim. Şu halde benim davetime gelsinler ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulalar.”[8], buyrulmaktadır.
[1] Elmalılı, Bakara Suresi 186. Ayet-i Kerime’nin tefsiri

[2] Mü’min 60

[3] Sünen-i Tirmizi; Taberânî, ed-Duâ, el-Mektebetü’ş-Şamile

[4] Sünen-i Tirmizi, el-Mektebetü’ş-Şamile

[5] Sünen-i Tirmizi, el-Mektebetü’ş-Şamile

[6] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.163

[7] Mektuplar Risalesi, s.78

[8] Bakara 186

uzman.:
Hutbe: “Hayatı değerlendirmek”

16 Rebî’ulâhir 1433

(09 Mart 2012)

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم

وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ{1}

 

قال رسول الله صلى الله عليه و سلم

اِغْتَنِمْ خَمْسًا قَبْلَ خَمْسٍ حَيَاتَكَ قَبْلَ مَوْتِكَ وَ صِحَتَكَ قَبْلَ سَقَمِكَ وَ فَرَاغَكَ قَبْلَ شٌغْلِكَ وَ شَبَابَكَ قَبْلَ هَرَمِكَ وَ غِنَاكَ قَبْلَ فَقْرِكَ{2}

Muhterem Mü’minler,

Hepimizin gâyesi, hedefi, Hz. Allah’ın rızasını, Cenab-ı Hakk’ın yaratmış olduğu, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, aklımızın, havsalamızın alamayacağı kadar güzel olan yerleri kazanabilmek, oralarda ebedî kalabilmektir. Böylesine güzel yerleri kazanabilmek, güzel işler yapmaya, hayırlı ameller ile meşgul olmaya bağlıdır.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bir hadîs-i şerîflerinde “Nefsini, Allah’ın emirlerine itaatkar kılan ve ölümden sonrası için çalışan kimse akıllı kimsedir. Nefsine hizmet eden ve amelsiz (Allah affeder diyerek) oyalanan ve fuzuli işlere bağlanan cahil kimsedir.” (3) buyuruyor. Bütün mükâfât ve cezâlar amel ile tesbit edileceğine göre bir mü’minin aklını çok iyi kullanması icab eder.

Değerli Mü’minler,

Cennet-ü Âlâya kavuşabilmek, dahası, Hz. Allah’ın cemâlini seyredebilmek bize verilecek en büyük nimetlerdir. Ömrünün kıymetini bilen kimse, zamanını israf etmeden, her dakikasını değerlendirmelidir. Hayatını güzelliklerle, hayır ve hasenât ile süslemelidir. Allah’ın Rasülü (s.a.v) hadis-i şeriflerinde buna işaretle şöyle buyururlar: “Beş şeyden evvel beş şeyin kıymetini bil. Ölümden evvel hayatının, hastalığından önce sağlığının, meşguliyetten önce müsait zamanın, ihtiyarlığından önce gençliğinin, fakirliğinden önce zenginliğinin.”

Aziz Müslümanlar,

Zaman su misali akıp gidiyor. Lüzumsuz şeyleri bırakıp, bize yarayacak amellerle meşgul olmak bize fayda sağlayacaktır. Rasülullah Efendimiz (s.a.v) istikametimizi belirlememiz için “Bir kimse kırk yaşını geçer, hayrı şerrine galip gelmezse durumunu gözden geçirsin” buyurmuşlardır. “Şu yaştayım, yapamam. Vazgeçemem, mümkün değil, bu zamanda bu olmaz” gibi sözler sarfetmek,  pek doğru değildir.

İbadetlerimizi yaparken inanarak, ecrini Cenab-ı Hak’tan bekleyerek, şuurlu bir şekilde yapmalıyız. Rabbimiz ile kendimiz arasında olan proğrama önem vermeliyiz.

Her hareketimizin bir şahidi yok mu? Gün, gece, Melâike-i kirâm, canlı-cansız bütün varlıklar ve bilhassa bütün işleri, planları, projeleri bilen HZ. Allah var.

Mü’mine yakışan, âhiret amelini dünya ameli üzerine tercih etmesidir. Zîra âhiret hayırlı ve ebedî’dir, dünya ise fâni ve geçicidir.



1) Al-i İmran 133

2) Feyz’ül-Kadir, c.2 s.16

3)Feyz’ül –Kadir, c.5 s.67

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

[*] Önceki Sayfa

Tam sürüme git
Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek