Gönderen Konu: Faydalı Bilgiler  (Okunma sayısı 367027 defa)

0 Üye ve 104 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı enfa

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 1543
Ynt: Faydalı Bilgiler
« Yanıtla #345 : 18 Nisan 2009, 22:43:51 »

• Yemeğe tuz ile başlanırsa beyin tarafından gönderilen bir uyarı sayesinde, midede mukus denilen sindirimi kolaylaştırıcı bir tabaka oluşturduğunu ve midenin sindirime hazırlıksız yakalanmasını önlediğini…

• Yemek yerken yerde oturarak sol ayağı katlayıp sağ ayağı karna çekerek oturulup yenildiğinde, su ile doldurulmuş balon şeklinde olan midenin çıkış kısmını kapatarak yenilen gıdanın tam sindirilmeden bağırsaklara kaçmasını önleyeceğini ve mide dolunca da doygunluk hissi vererek çok fazla yemeden kalkılacağını…

• Yemek yerken yemeğin ortasında su içildiğinde içilen suyun yenilen gıdaların sindirilmesine, gerekli vitaminlerin emilmesine katkıda bulunduğunu ve midede doygunluk hissi vererek az yemeye vesile olduğunu…

• Oturularak ve en az 3 yudumda içilen su, dil ve ağız bölgesinde daha fazla duraksadığından tükürük bezleri için gerekli olan suyun emilimini artırıp anti bakteriyel ve antioksidan etkiye sahip tükürüğün salgılanmasını artırarak ağız ve diş sağlığına katkıda bulunduğunu..

• Uyurken sağ yana dönüp yatıldığında solda olan kalbimizin daha rahat çalışmasına neden olarak, kalbi yormadan dinlenmiş bir vaziyette kalkılabileceğini…

• Tuvalete girerken sol ayakla ilk adım atıldığında kaygan olan zeminde ayağın kayması durumunda sola göre daha güçlü olan sağ ayağın düşmeyi engelleyerek vücudu dengelediğini..

• Banyo yaptıktan sonra ayaklara soğuk su dökmenin kan dolaşımını hızlandırıp sıcak sudan dolayı genleşmiş olan damarların içindeki kanın aktivasyonunu artırarak tansiyon düşüklüğünü önlediğini ve savunma mekanizmasını güçlendirdiğini…

• Kesintisiz uyunan uzun gece uykularının, damarlarda vazodilatasyona neden olduğunu, uyku ortalarında kalkıp el yüz yıkamak  az yorucu egzersizler yapmanın vazodilatasyonu engellediğini ve daha zinde kalkılabileceğini...

Saatli Maarif

Zaman diyorum, biraz daha zaman.Dilimin ucundaki kelimeler bu kış donmazsa bir dahaki yıl uçmayı öğrenecekler!

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Pastanın önce kremasını yiyin
« Yanıtla #346 : 20 Nisan 2009, 02:32:36 »
Pasta vücuttaki şeker oranını artırdığı için, pasta yemeye önce kremadan başlamak gerekiyor.



Yemeye proteinden başlayınca insülin salgılaması gecikiyor. Böylece insülin hızla yükselmiyor. Baklavadan önce ceviz yemek de şekerin yükselmesini engelliyor.

Aynı şekilde biraz fındık fıstık yemek ve birkaç dakika beklemek gerekiyor. O zaman kandaki şeker oranı düşük kalıyor, yani insülin salgılanması gecikiyor. Metabolizma çalışmaya devam ediyor. İnsülinin düşük kalması ise vücudun yağ yakmasına büyük oranda yardımcı oluyor.

Sabah
« Son Düzenleme: 20 Nisan 2009, 10:03:09 Gönderen: Nefer »
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı devran

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 282
İnternetten alınan ilaç sağlık için risk oluşturmakta
« Yanıtla #347 : 20 Nisan 2009, 12:29:48 »
Polisin yoğun mücadelesine rağmen bir sahte ilaç tehlikesi her geçen yıl büyüyor. Sahte ilaçları piyasaya sürmek için 3 farklı yolu deneyen dolandırıcıların en önemli yöntemi internet...

Emniyet güçlerinin geçen hafta İstanbul'da kaçakçılara yönelik gerçekleştirdiği operasyon, sahte ilacı yeniden gündeme oturttu. 64 kişinin göz altına alındığı operasyonlarda Suriye'den yurda sokulan 184 bin kutu sahte ilaç ele geçirilmişti. Polisin yoğun mücadelesine rağmen bir türlü önlenemeyen sahte ilaç tehlikesi her geçen yıl büyüyor. 
 
Sahte ilaç 3 farlı yolla piyasaya sürülüyor. Birincisi internet üzerinden satış. Daha çok cinsel gücü artırıcı, saç dökülmesini önleyici ve zayıflama yardımcı ilaçlarla vitaminlerin sahteleri internet siteleri üzerinden ucuz fiyatla satılıyor. Kredi kartı ya da havale ile parasını alan dolandırıcılar, sahte ilacı kargo ile gönderiyor.

Bazı sahte ilaçlar ise seyyar satıcılar aracılığıyla piyasaya sunuluyor. Bunların dışındaki diğer sahtecilik yöntemi de ecza deposu ve eczaneden satış. Ambalajı, kutusu ve içindeki ürünü ile gerçeğine çok benzeyen sahte ilaçlar, kötü niyetli bazı ecza depoları yoluyla satılıyor. Ayrıca son kullanma tarihi geçen ilaçlar da sahte kutularla değiştirilerek ya da orijinal kutudaki kullanım tarihi yenilenerek hastalara veriliyor.

Uzmanlar, kullananı ölüme kadar götürebilen bu büyük tehlikeden korunmak için internet sitelerinden ve seyyar satıcılardan kesinlikle ilaç alınmamasını öneriyor. Ayrıca ilacın ruhsatlı eczanelerden temin edilmesi, şüphelenilen durumlarda da kutunun üzerinde silinti-kazıntı olup olmadığına bakılması öneriliyor. Daha çok Uzakdoğu ülkelerinden getirilen sahte ilaçlar, kaçak yollarla yurda sokuluyor.

'Sahte ilaç nedir, ilacın sahte olup olmadığı nasıl anlaşılır, kullananı ölüme kadar götürebilen bu tehlikeden korunmak için neler yapılmalı?' gibi soruların cevabı aşağıda.

Sahte ilaç nedir?

Saf olmayan, eksik ya da hatalı aktif madde içeriğine sahip olan ilaçlar ile kullanım süresi geçtiği halde bunun gizlenerek satıldığı ilaçlar sahte ilaç olarak nitelendirilmekte.

İlacın sahte olduğu nasıl anlaşılır?

Sağlık Bakanlığı'nın belirlediği fiyattan daha ucuza satılan ilaçlara dikkat edilmeli. Ayrıca kutunun üzerinde ve etiketinde silinti, kazıntı olup olmadığına ve son kullanım tarihlerinin değiştirilip değiştirilmediğine bakılmalı. Bazı sahteciler son kullanım tarihi dolmak üzere olan ürünleri satın alıp etiketlerini değiştiriyor. Bu bakımdan ürün ambalajında kurnazca yapılmış değişiklikler aramak, daha önceden satın alınan ürünlerle karşılaştırmak gerek. Ambalajlarda, kağıt dokusu, etiketlerin boyutu ve kalınlığı, ayrıca kağıdın parlaklığı veya cilasında farklılık olup olmadığı da incelenebilir. Sahte bir ilaç tespit edildiğinde, doktora, satın alınan eczaneye, ilacın meşru üreticisine ve Sağlık Bakanlığı'na bilgi verilmeli.

Korunmak için neler yapılmalı?

Hastalar ilaçlarını ruhsatlı eczanelerden temin etmeli, internet sitelerinden ya da seyyar satıcılardan kesinlikle ilaç satın almamalıdır. Ayrıca ilaç dağıtım kanalları iyi denetlenmeli, güvenilir olmayan depolardan alım yapılmamalıdır. Son olarak sahte ilaç üreticilerine yönelik yasal cezai yaptırımların daha caydırıcı olması gerekmekte.

Olumsuz etkileri neler?

Sağlık otoriteleri, şimdiye kadar sahte ilaçların sebep olduğu bir çok ölüm ve hastalık vakası tespit etti. Sahte maddeler veya eksik tedavi, beklenmedik etkilere, zehirlenmelere yol açabiliyor. Bundan dolayı ölüme varan sonuçlar doğuyor. Öte yandan olumlu ya da olumsuz hiçbir etkisi olmayan sahte ilaçlar da hastaya zarar veriyor. Çünkü tedavi olduğu sanan hasta, aslında iyileşemiyor.

Sahte ilaç sorunu dünyada ne kadar yaygın?

Dünya Sağlık Örgütü'nün tespitlerine göre dünyadaki ilaçların yaklaşık yüzde 7'si sahte. ABD'de lipit düşürücülerden (kolesterol) kanser ilaçlarına kadar geniş bir yelpazede sahte ilaçlar tespit edilmiştir. Ülkemizde ilaç dağıtımı genel olarak güvenli olmakla birlikte, bazı gelişmekte olan ülkelerde ilaçların yüzde 50'sinin sahte olduğu tahmin edilmekte. Bu oran Afrika kıtasında yüzde 80'lere kadar çıkmakta. Sahteciler çoğunlukla fazla satılan ilaçları taklit ediyor. Örneğin, Afrika'da sahte sıtma ilacı çok yaygın. Sahte ilaçların çoğu Hindistan ve Çin'de üretiliyor.

Sahteciliğe 'kimlik numaralı' çözüm

Sağlık Bakanlığı, sahte ilaç vakalarını önlemek ve 'kupür' yolsuzluğu ile devletin soyulmasını önlemek için yeni sisteme geçmeye hazırlanıyor. Buna göre üretim aşamasında her kutu ilaca ayrı bir kimlik numarası verilecek. Bu numaralar, Sosyal Güvenlik Kurumu ve Sağlık Bakanlığı'nın ana bilgisayarlarından takip edilecek. Sisteme kayıtlı olmayan ilaçlar eczanelerden verilemeyecek. Her bir numara sadece tek bir kez işlem görecek. Yeni uygulamada ilaç kutularından kupür kesme işlemi de sona erecek. Böylece sahte kutu basımları bir işe yaramayacak.

Hazırlayan: Necip Çakır (Kaynak: Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği)


Zaman

Gün Olur devran döner.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Kan vermenin faydalarını biliyor musunuz?
« Yanıtla #348 : 21 Nisan 2009, 09:11:13 »
Kan bağışında bulunarak kalp-damar hastalıklarını önleyebilirsiniz.

Kan bağışında bulunmanın kalp-damar hastalıklarını önlediği belirtildi.

Prof. Dr. Necat Yılmaz, kan bağışı yapanlarda kalp damar hastalıklarının daha az görüldüğünün yapılan birçok araştırmada ortaya çıktığını vurguladı. Prof. Dr. Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Serbest oksijen radikalleri yağların oksidasyonunu sağlamakta, böylece damar sertliği gelişmektedir.

İnsan vücudunda ne kadar çok demir varsa o kadar zararlı oksidan molekül oluşur. Bunun tersine adet kanaması, kan vermek gibi kan kaybına, dolayısıyla demir kaybına yol açan durumlarda ortamda serbest demir azaldığı için oksidasyon da azalır. Kişide kalp damar hastalıkları daha az görülür. Bu hipoteze dayanarak araştırmacılar düzenli kan bağışı yapanların kalp krizi, inme ve diğer kalp hastalıklarına daha az yakalandığını bulmuşlardır...”

Haber3
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı devran

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 282
Kahvaltı yaptırmadan okula göndermeyin
« Yanıtla #349 : 22 Nisan 2009, 09:46:21 »
Uzmanlar çocukların okula gitmeden önce mutlaka kahvaltı yapması gerektiğini söylüyor. Neden mi?
Selçuk Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi Beslenme Eğitimi Anabilim Dalı öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Didem Önay, kahvaltı etmeyen çocukların derste konsantrasyonlarının azaldığını, verilen bilgileri sonradan anımsayabilme performanslarının düştüğünü söyledi.

Önay, Anadolu Üniversitesi'nde (AÜ) Türk Mutfağı Araştırma ve Uygulama Birimi tarafından düzenlenen ''Türk Mutfağında Kahvaltı'' konulu seminerde yaptığı ''Okul Başarısında Kahvaltının Önemi'' adlı sunumda, bireyin günlük enerji ve besin ögeleri gereksinimlerini düzenli öğünler şeklinde yeterli ve dengeli besin örüntüsüyle karşılamasının önemine dikkati çekti.

Kahvaltının, basit tanımıyla günün ilk öğünü ve en önemlisi olduğunu ifade eden Önay, ''Yeni bir günün başlangıcında, güne istekli başlamada ve günü verimli bir şekilde sürdürmede yenilen sabah kahvaltısının miktarı ve bileşimi büyük rol oynamaktadır'' dedi.

Vücudun uyurken bile çalışmaya devam ettiğini, akşam yemeği ile sabah arasında yaklaşık 12 saatlik bir sürenin geçtiğini ifade eden Önay, şöyle konuştu:

''Bu süre içinde vücut, besinlerin tümünü kullanır ve sabah kalkıldığında kahvaltı yapılmazsa beyinde yeterince enerji oluşamaz. Bu durumda yorgunluk, baş ağrısı, dikkat azlığı gibi sıkıntılar yaşanır. Kahvaltı yapmayan beden kendi depolarını kullanır ve hastalıklar karşısında bedenin direnci düşer. Farklı ülkelerde yapılan araştırmalar, kahvaltının özellikle büyüme dönemindeki çocuklar ile gençlerin günlük enerji ve besin ögeleri gereksinimlerine katkısı yanında, okul başarısı üzerine de olumlu etkileri üzerinde durmaktadır. Çocuklardan erişkinlere bütün bireylerin kahvaltıyı atlama eğiliminin diğer öğünlere göre daha fazla olduğu görülmektedir. Ülkemizde de kahvaltı atlanan bir öğün olup, özellikle üniversite öğrencilerinin yaklaşık yarısı düzenli kahvaltı yapmamaktadır.''

-KAN ŞEKERİNİN YETERLİ DÜZEYDE OLMASI-

Önay, gece açlığının sonunda ve kahvaltı zamanında bireyin açlık düzeyindeyken beyine enerji sağlayan kan şekerinin en alt düzeyde bulunduğuna işaret ederek, ''Deney hayvanları ve insanlar üzerinde yapılan çalışmalardan elde edilen veriler kan şekerinin yeterli düzeyde olmasının öğrenme ve anımsamayı içine alan birçok beyin ve davranış işlevlerini düzenlediğini işaret etmektedir'' diye konuştu.

Kahvaltının beyin işlevindeki etkisinin bireyin genel beslenme durumu, kahvaltının ve akşam yemeğinin niteliğine göre farklılık gösterdiğini anlatan Önay, şöyle devam etti:

''Kahvaltı öğrencinin beslenme durumunu iyileştirmekte, beynin açlık durumunda yetersiz olan enerji gereksinmesini karşılamakta ve derse devam durumunu iyileştirmektedir. Kahvaltı etmeyen çocukların derste konsantrasyonları azalmakta, verilen bilgileri sonradan anımsayabilme performansları düşmektedir. Bireyin beslenme alışkanlıkları ve yemek tercihleri yaş, cinsiyet, eğitim durumu, sosyo-ekonomik düzey, sağlık durumu ve psikolojik yapı gibi çeşitli faktörlere göre değişiklik gösterir. Günlük enerji ve besin ögeleri gereksinimlerinin düzenli öğünler şeklinde ve her öğünde uygun besin örüntüsüyle sağlanması önemlidir. Ancak, sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanmamış bireylerde çeşitli nedenlerle öğün atlamanın, öğünlerde seçilen yüksek enerjili besinlerin tercih edilme oranlarının arttığı bildirilmektedir.''

-KAHVALTIDA PROTEİN TÜKETİMİ-

Önay, kahvaltıda yeterli protein tüketen bireylerde iş verimi ve reaksiyon hızının yüksek olduğunu belirterek, ''Özellikle süt, tahıl ve meyve tüketilmelidir. Kızarmış tahıl ekmeği üzerine fıstık ezmesi veya peynir dilimleri gibi kombinasyonlar denenmelidir. Süt veya yoğurt ile taze meyveden yapılmış karışımlar veya tahıl üzerine dilimlenmiş meyve yenilebilir'' dedi.

Yapılan çalışmaların, kan şekerinin yeterli düzeyde olmasının, öğrenme ve anımsanmayı içine alan birçok beyin ve davranış işlevlerini düzenlediğine işaret ettiğini ifade eden Önay, şunları bildirdi:

''Niğde Üniversitesindeki öğrenciler üzerinde yapılan bir çalışmada, kahvaltı yapmayanların (yüzde 61) performanslarında azalma, üşüme ve titreme gibi etkilerin olduğu da saptanmıştır. Hatırlama ve kan glikoz düzeyi üzerine üniversite öğrencilerinde yapılan bir çalışmada, hatırlama performansının kan glikoz düzeyleri ile ilişkili olduğu ve kahvaltı etmenin hatırlamayı kolaylaştırdığı belirlenmiştir. Kahvaltı, öğrencinin beslenme durumunu iyileştirmekte, beynin açlık durumunda yetersiz olan enerji gereksinimini karşılamakta ve derse devam durumunu iyileştirmektedir. Bunun yanı sıra kahvaltı, beslenme durumu normal olan çocuklarda da derslerde dikkat ve konsantrasyonu arttırarak başarı düzeyini yükseltmektedir. Beslenme durumu kötü olan çocuklara okulda kahvaltı sağlanması, okul başarısını artırmaktadır.''

-ÖNERİLER-

Erken yaşlardan başlayarak çocuklara düzenli kahvaltı yapma alışkanlığının kazandırılması gerektiğini anlatan Önay, önerilerini şöyle sıraladı:

''Yeterli ve dengeli beslenen sağlıklı toplumların oluşabilmesi için okul idaresiyle aile arasında işbirliği sağlanmalı, sabah kahvaltısı programları oluşturulmalıdır. Kahvaltıyı özendirici, yeterli ve dengeli beslenmeyi öğretici reklam ve programlar yapılarak kamuoyu aydınlatılmalıdır. Ülkemiz için alternatif kahvaltı seçeneği olarak zenginleştirilmiş kahvaltılık tahıl ürünleri, süt tüketimi ve üretimi teşvik edilmelidir.''

haberturk
Gün Olur devran döner.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Vücutta emilebilen stentler geliyor
« Yanıtla #350 : 24 Nisan 2009, 10:13:46 »
ABD’de yapılan kongrede, damar daralması tedavisinde kullanılan sentlerin, vücutta emilerek kaybolmasını sağlayan yeni türlerinin uygulanmaya hazır olduğu belirtildi

ABD’nin Miami şehrinde düzenlenen “21. Klinik Onkoloji ve Girişimsel Vasküler Radyoloji Kongresi’nde, damarlardaki daralmanın tedavisinde kullanılan “stentler”in artık vücutta zamanla eriyebilen, hiçbir yan etkisi olmayan, hasta ve hekim açısından ilerleyen dönemlerde ileri tetkik ve incelemelerin yapılmasına kolaylık tanıyan özelliklerde üretilmeye ve uygulanmaya başlandığının müjdesi verildi.

Türkiye’den kongreye katılan Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesi Radiodiagnostik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sadık Bilgiç, kalp, böbrek ve bacaklardaki damarlarda daralmaya bağlı tıkanıklığın giderilmesi için stentlerin uzun yıllardır tüm dünyada kullanıldığını söyledi.

Günümüzde damar tıkanıklığı olan hastaların çoğunun ameliyat yerine stent takılarak tedavi edildiğini ifade eden Bilgiç, “Özellikle tek beyin damarı tam tıkalı olan hastalarda, karşı taraf damarın darlığı stentle genişletilerek hastanın normal yaşamına devam etmesi sağlanıyor. Bu uygulanmadığında hasta felç geçirme riskiyle karşı karşıya kalıyor. Genellikle yüzde 70’in üzerindeki darlıklarda ve daha evvel geçici bayılma ve şuur kaybı ile karşımıza çıkan beyin damar tıkanıklarına bağlı bulguların ön plana çıkmasıyla birlikte tedavi kaçınılmaz hale geliyor” diye konuştu.

Damar içine stent takılması işleminin bir cerrahi müdahale değil girişimsel radyoloji işlemi olduğunu belirten Bilgiç, “Uygulama, yıllardır cerrahiden daha başarılı sonuçlar vermektedir. Stentler, bir nevi damar duvarına baskı yaparak oranın tekrar büzülmesini-daralmasını engellemeye çalışır ve bunda önemli ölçüde başarılı olurlar” diye konuştu. Bilgiç, stentlerin normal (ilaçsız) ve genellikle kanser tedavisinde hücrelerin çoğalmasını engelleyebilen (ilaçlı) olmak üzere 2 türü olduğunu belirtti.

EŞ ZAMANLI OLARAK TÜRKİYE’DE DE UYGULANACAK

“Uygulama alanları şimdilik sınırlı. Bu özellikteki stentler, şu an için böbrek, kalp ve beyne giden damarlarda kullanılabilecek” diye konuşan ve günümüzde uygulanan yöntemde stentlerin vücutta kaldığını anımsatan Bilgiç, “stentlerin vücutta kalmasının belirlenmiş bir zararı olmadığını” söyledi. Yeni teknoloji ürünü olan vücutta eriyebilen özellikteki stentlerin, diğerlerine göre bazı avantajları olduğunu dile getiren Bilgiç, şunları kaydetti:

“Yeni ürünler, tamamen pür çelikten değil, vücuda hiçbir zararı olmayan bir maddeden yapılıyor ve girişimden sonraki birkaç yıl içinde vücutta emilerek bütün oluşturuyor. Eski yöntemin de vücuda bir zararı yok sadece ileride yapılacak kimi tetkikleri engellemesi açısından sınırlama getiriyor. Örneğin, vücutlarında metal olduğu için Magnetik Rezonans Görüntüleme (MR) işlemini yaptıramıyorlar. Yeni yöntemin uygulanmasıyla bu engel de ortadan kalkacak. Öte yandan, tedavi sonrasında olası darlıkların görülme süreci de eskiye göre daha uzun olacak. Yeni ürünler, dünyada uygulanmaya başlanmasıyla birlikte eş zamanlı olarak Türkiye’de de uygulanmaya başlanacak ve her yaş grubundaki hasta için kullanılabilecek.”

FİYATLARI DAHA YÜKSEK
Yeni stentlerin, diğerlerine göre fiyatlarının da daha yüksek olduğunu belirten Bilgiç, “Zaten koroner kalp damarlarının darlığında ilaç kaplı stentleri de kişiler kendileri alıyordu, bunu da kendileri alacaklar. Çünkü SGK ödemiyor. Yeni ürünün fiyatı 2 bin 500- 3 bin dolar arasında olacak” diye konuştu.

AA
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Ihlamur Şifa Dağıtıyor
« Yanıtla #351 : 25 Nisan 2009, 10:43:19 »
Kokusuyla sinirleri yatıştıran ıhlamurun yararları saymakla bitmiyor. İşte ıhlamurun faydaları:


 
Ihlamurun çiçek, yaprak, kabuk ve ağacından faydalanılıyor. Hoş kokulu bir bitki olan ıhlamur aynı zamanda iyi bir ev ilacı. Kurutulmuş ıhlamur yaprakları, çiçekleriyle birlikte kaynatılarak yapılan hoş kokulu içecek sinirleri yatıştırır, bağırsak kurdunu düşürür, bağırsak sancısını giderir, öksürüğü keser, damar tıkanıklığını açar, gribi iyileştirir, hazımsızlığa karşı kullanılır, mide üşütmesini ve uykusuzluğu giderir. Ihlamur ayrıca idrar söktürücü, terletici, yatıştırıcı, göğüs yumuşatıcı özelliğe de sahiptir. Ihlamur çiçeği balla karıştırılıp içilirse mide ülserine iyi gelir. Kan dolaşımını düzenler..

Ihlamurun içinde uçucu yağ, tanen, şeker, C ve P vitamini, reçine ve enzimler de bulunuyor. Mide şikayeti olanlar ıhlamuru tek başına kaynatıp içerse hazmı kolaylaştırır. Bunun yanısıra ıhlamurun içine biraz kekik, nane ve rezene katıp kaynatıp içerseniz hem mide yanmalarına, hem de kusma türü rahatsızlıklara iyi gelir.

Bunların yanında ıhlamur kan dolaşımını düzenler. Kabızlıkta da ıhlamurdan yararlanabilirsiniz. Kramplar için de ıhlamurun iyi bir ilaç olduğunu unutmamalısınız. Sabah aç karnına içilmeye devam edilen ıhlamur zayıflamak isteyenlere bu hususta yardımcı olur. Ihlamurun migren için de birebir olduğu bilinir. Ancak ıhlamuru uzun süre ve fazla miktarda kullandığınızda kalbinize zarar verebileceğini de unutmamalısınız!

Strese karşı ıhlamur çayı

İçine çok az karanfil atarsanız hem güzel bir tat elde etmiş olursunuz, hem de sizi sakinleştiren etkisini arttırırsınız.

Grip ve nezle ye ıhlamur

Bu tür hastalıklarda ıhlamur sadece terlemeyi sağlayarak değil, aynı zamanda vücudun direncini de artırarak tedaviye yardımcı olur.

Güzellik için ıhlamur

Göz çapaklanmalarında ıhlamuru kaynatın ve süzün. Pamuk yardımı ile gözlerinize kompres yapın. Hem çapaklanmaları önleyecektir, hem de gözünüzü dinlendirecektir. Gözlerinize kompres yaparken gözünüzü kapatmayı unutmayın.

Ihlamuru kaynatıp elde ettiğiniz su ile ara sıra saçlarınızı yıkayarak saçlarınızın beslenip kuvvetlenmesini sağlayabilirsiniz. Bu işlemden sonra saçınızı durulamayı ihmal etmeyin.

Cildinizde leke mi var?

Hemen ıhlamuru suda kaynatıp sıvı sümüksü bir hal alıncaya kadar bekletin. Sonra bu sıvıyı lekelere sürün faydasını göreceksiniz. Yine aynı şekilde elde edeceğiniz ıhlamurla kırışıklıklara masaj yaparsanız iyi sonuç alacaksınız.

Aktif Haber
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı devran

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 282
Mide kanseri oluyoruz ama doktora gitmiyoruz
« Yanıtla #352 : 25 Nisan 2009, 16:47:44 »
Mide kanseri oluyoruz ama doktora gitmiyoruz


Antalya Belek'te devam eden 18. Ulusal Kanser Kongresinde, mide kanserinin özellikleri, coğrafi farklılıkları ve tedavi şekillerini ortaya koymak amacıyla 22 ülkede 10 bin 200 hastanın katılımıyla yürütülen araştırmanın Türkiye'ye yönelik ilk sonuçları açıklandı.

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Şuayip Yalçın, Türkiye'de bulunan 11 merkezdeki 412 hastanın verilerine göre, mide kanserine yakalanan hastaların yaş ortalamasının 59.4 ve hastaların yüzde 67.3'ünün erkek, yüzde 32.7'sinin kadın olduğunun belirlendiğini söyledi.

Araştırmanın en çarpıcı sonucunun, hastaların şikayetleri başladıktan ancak 7 ay 28 gün sonra doktora başvurmaları olduğunu açıklayan Prof. Dr. Yalçın, şöyle konuştu:

''Mide kanseri hastaları doktora çok geç başvuruyor. Türkiye'de hastalar dünya ortalamasından en az iki ay geç doktora gidiyor. Bu kritik bir zaman. Araştırmaya katılanların yüzde 80'e yakını, hastalığın ileri evresinde doktora başvurmuştu. Kabul edilebilir bir oran değil. Hastalar ileri evrede başvurdukları için tamamen tedavi olma şansı düşürüyor. Bizim halkımız doktora başvurmakta gecikiyor.''

Araştırmaya katılanların yüzde 12'sinin ailesinde mide kanseri öyküsü tespit edildiğini ifade eden Yalçın, ''Bunda ailenin beslenme alışkanlıklarının rol oynadığını düşünüyoruz'' dedi.


(AA)


Gün Olur devran döner.

Çevrimdışı devran

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 282
Bahar çocukları vuruyor!
« Yanıtla #353 : 25 Nisan 2009, 16:51:44 »
Bahar çocukları vuruyor!

Denizli Devlet Hastanesi Çocuk Hastalıkları ve Sağlığı Uzmanı Dr. Halil Mıhçı, ilkbaharın gelmesiyle birlikte sıcaklık ve nem değişikliklerinin, üst solunum yolu enfeksiyonları ve alerjik hastalıklara sebep olduğunu söyledi.
Aileleri bu konuda dikkatli olunması için uyaran Dr. Mıhçı, "Bahar döneminde rhinovirüs, RSV, influenza ve adenovirüsler gibi çeşitli virüslerin sebep olduğu üst solunum yolu enfeksiyonları görülmektedir. Bunlar genellikle burun akıntısı, hapşırık, öksürük, halsizlik, hafif ateş şeklinde belirtilerle seyreder." dedi. Saman nezlesi gibi bazı alerjik hastalıkların bahar aylarında arttığına dikkat çeken Mıhçı, "Çocukları bu enfeksiyonlardan korumak için dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, hasta kişilerle temasın önlenmesidir. Bu amaçla kapalı ve kalabalık ortamlara girilmekten kaçınılmalıdır. Okul içinde bulaşmayı en aza indirmek veya önlemek amacıyla hasta çocuğun gönderilmemesinde büyük yarar vardır. Sınıfların düzenli havalandırılması, ortak kullanım alanlarında hijyen şartlarına dikkat edilmesi önemlidir. Ayrıca bütün hastalıklardan korunmada el yıkamanın çok önemli rolü vardır. Doğru el yıkama, bulaşıcı hastalıkların yaygınlaşmasını önemli ölçüde azaltır." şeklinde konuştu. Tedavide ise öncelikle çocuğun neye karşı alerjisi olduğunu saptamak gerektiğine değinen Dr. Halil Mıhçı, ebeveynlerin çocuklarını genel anlamda en az altı ayda bir doktor kontrolünden geçirmesi gerektiğini bildirdi.

Cihan
Gün Olur devran döner.

Çevrimdışı devran

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 282
Peki ya diyetisyenler nasıl besleniyor?
« Yanıtla #354 : 25 Nisan 2009, 16:56:33 »
Peki ya diyetisyenler nasıl besleniyor?

Biz gazeteciler, diyetisyenleri her fırsatta arayıp önerilerini sorarız. Kurban bayramı geliyor, et tüketimi nasıl olmalı? Ramazan bayramında baklavadan nasıl uzak durmalı? Yılbaşı yaklaştı, ne kadar kuruyemiş yemeli?


Yaz sıcaklarında nasıl beslenmeli? Onlar da hiç bıkmadan sağlıklı beslenmenin kurallarını bir bir sıralar. Bu kez soruyu tersinden soruyoruz. 'Acaba kendileri nasıl besleniyor?' Onların canı yok mu? Hiç baklava, börek, kebap çörek çekmez mi? Hep kalorili yiyeceklerden uzak mı dururlar, yediklerini, içtiklerini sürekli kontrol altında mı tutarlar? Ünlü doktorlardan Osman Müftüoğlu, aslında neler yediğiyle ilgili kısa bir süre önce küçük bir itirafta bulunmuştu. Kendisini İskender kebap yerken gören bir okuruna, esprili bir şekilde 'Brokoliyle hayat geçmez' cevabını vererek, diyetisyenlerin de insani yönüne dikkat çekmişti. Biz de diğer diyetisyenlere ve uzmanlara; Ender Saraç, Dilara Koçak, Selahattin Dönmez, Taylan Kümeli ve Turgay Köse'ye nasıl beslendiklerini, özellikle yemek konusunda yaptıkları kaçamakları sorduk. Ünlü kalp cerrahı Mehmet Öz'ü de dosyamızın içinde dahil ettik. Çünkü Öz, sadece yaptığı başarılı ameliyatlarla değil, sağlığına ve beslenmesine çok özen gösteren bir doktor olarak da tanınıyor.

***

Yaptığım yemek kaçamaklarını hastalarıma da öğretiyorum

 Uzman Doktor Ender Saraç: "20 yıldır vücut ölçülerim aynı. Hatta kas oranım bir miktar daha arttı, yağ oranım da düştü. 38 bedenim. Kilom 72. Boyum 1.80. Ben hastalarıma söylediklerim dışımda gerçekten bir şey yapmıyorum. Çünkü onlara esir diyeti vermiyorum ki! 10 günde bir kırmızı et, ayda bir kere patates kızartması yiyebilirsiniz diyorum. Bazıları hamur işlerinden vazgeçemiyor. Onlara püf noktalarını öğretiyorum. Kendi yaptığım kaçamakları hastalarıma da söylüyorum. Kalorili bir şey yiyeceksem de değsin isterim. Mesela baklava Halep'ten geldiyse yok demem. Haftada 2-3 kere iki parmak bitter çikolata yerim. Tam buğday unundan yapılan, az yağlı, ince hamur, bol mozeralla peynirli ve sebzeli pizzaya bayılırım.

En sevdiğim yemek puf böreği

Hayatta en çok sevdiğim yemek puf böreği ama yemiyorum. Hem un, hem yağ, hem de kızartma yağı var içinde. Yılda ancak bir kere yerim. Kilo almamak için Formula 7 hapı içerim. Bu, formülünü benim bulduğum ve ilaca yeni dönüştürülen çok doğal bir antioksidan. Amerikalı ilaç Firması Douglas formülü onayladı ve üretti. İlk defa Amerika dışında bir Türk doktorun formülü böylece kabul edilmiş oldu. Yılın ilacı seçildi. İçinde tere tohumu var; metabolizmayı canlandırıyor. Zencefil var; sindirim sistemini harekete geçiriyor, bağışıklık sistemini kuvvetlendiriyor. Ayrıca funda yaprağı, yeşil çay var. Eğer yemeği fazla kaçırdıysam sabah-akşam Formula 7 içiyorum.

'Aaa siz yemek yiyor musunuz?'

Bizim evde köy kokulu yemekler pişer daha çok. Bulgur, bakliyat, mercimek gibi. Pırasa, yeşil mercimek, ıspanak ve tofuyu da çok severim. Hepsi basit yemeklerdir. Aslında ne kadar basit beslenirsek sağlığımız için o kadar iyi. Uzakdoğu mutfağını; özellikle Tayland, Çin, Japon, Hint yemeklerini yerim. Çünkü sağlıklı. Kırmızı et ve kızartma az. Doymuş yağ kullanılmıyor. Yemeğin yanında bol yasemin çayı servis ediliyor. Eşimle birlikte balık-salata yemeye dışarıya çok çıkarız. Dışarıda yemek yerken çok sık yaşadığım bir olay var; tanıyanlar, kafasını uzatıp 'ne yiyorum' diye tabağımı inceliyor. Birkaç kere şöyle bir tepkiyle karşılaştım. "Aaa siz yemek yiyorsunuz!" "Ben bitki değilim tabiî ki yiyorum", diyorum. Bunda şaşacak ne var!

***

Çok yediğimde ertesi gün 'vicdan çorbası' pişiriyorum

 Diyetisyen Dilara Koçak: "1.63 boyundayım ve şu anda 50-51 kilo civarındayım. Karnıyarık, nohutlu tavuklu pilav ve profiterol çok sevdiğim ama sıkça yemediğim yemekler. Ben güney çocuğuyum Adana ve Mersin yemekleri ile büyüdüm, bazen bu yemekleri çok özlediğim oluyor ve ailemi ziyarete gittiğimde hiçbir şeye hayır diyemiyorum doğrusu. Ancak 1 porsiyonu hiçbir zaman bitiremem. Ayda 1 kez kebapçıya giderim. Balıkçıda tatlı severim, genelde kabak veya ayvayı kaymaksız alırım ve yarısını yerim, yazın ise favorim dondurmadır. Siyah çaysız günüm geçmez, bitki çayı olarak rezene ve yeşil çay içerim. Günde 1 fincan da Türk kahvesi içerim, yanında kuru kayısı ve ceviz yemek en büyük keyiflerimden biridir. Çikolata hiç aklıma gelmez. Ama profiterol, sakızlı muhallebi, dondurma en sevdiğim tatlılardır. Haftada 1-2 gün yerim. Bisküvi çok sevmem ama kuruyemiş ve cips severim, evde kepekli yufka ve peynir ile kendi cipsimi yapıyorum.

Yemek yerken herkes beni göz ucuyla süzüyor

Mesleğimi çok seviyorum ama itiraf edeyim bazen stres yaşıyorum. Çünkü yemeğe gidildiğinde herkes bana bakıyor, ne sipariş edecek diye merakla bekliyor. Eve misafir çağırdığımda ise herkes aynı şeyi soruyor; 'diyet mi yiyoruz normal mi?' Tatile gittiğimde tanıyanların göz ucuyla beni süzdüklerin görüyorum. Hatta bir keresinde bir lokantada yan masaya gelen iki kişi menüye hiç bakmadan garsona, "Dilara Hanım ne sipariş ettiyse aynısını istiyoruz." dediler ve yemek boyunca iki masa sohbet ettik, bunlar hoş tabi. Yaptığınız işin insan sağlığına faydalı olması ve sizin bunun için rehber olması inanılmaz derecede mutlu ediyor insanı. Ama beni pizza, kebap veya tatlı yerken görenler ne düşünüyor bilemiyorum. Her şeyi yiyorum ne kendime ne de danışanlarıma hiçbir besini yasaklamıyorum. Önemli olan dengeli seçimler yapmak. Hep söylerim, hiçbir besin tek başına suçlu değildir, hiçbir besin de tek başına mucize yaratmaz. Bir de benim vicdan çorbası tarifim var. Çok yediğinizi düşündüğünüz günün ertesinde vicdanınızı rahatlatmak istiyorsanız bu çorbadan içiyorsunuz, hem vicdanınız hem vücudunuz hafiflemiş oluyor. Size de tarifini vereyim:

Malzemeleri: 2 orta boy kabak, 2 orta boy soğan, 2 orta boy domates, 2 yemek kaşığı bulgur, 1 tatlı kaşığı zeytinyağı, 1 demet nane, 1 demet maydanoz, 3-4 diş sarımsak, kuru nane, tuz, kekik, kimyon.

Hazırlanışı: Tüm malzemeler az su (1-2 su bardağı) ile haşlanıp blenderdan geçirilip servis edilir.

***

Eşim çok güzel imambayıldı ve dolma yapıyor, Yürüyüş beni çok sıkıyor

 Kalp Cerrahı Mehmet Öz: "Çok hareketli bir hayatım var. Aynı zamanda çok dikkat gerektiren bir mesleğe sahibim. Dolayısıyla kendime iyi bakıyorum. Hayatım boyunca hiç ilaç kullanmadım. Tansiyonum düşüktür. Her ölçtüğümde 11/7 çıkar. Her gün mutlaka 30 dakika spor yaparım. Bunun vücuduma zindelik verdiğini biliyorum. Tenis oynarım ve bisiklete binerim. Sabah 08.30'daki ilk ameliyatıma girmeden önce bir avuç ceviz ve badem yerim. Bu bana gerekli olan kaloriyi verir ve kahvaltıya gerek duymam. Öğlen bir gün önce evde eşimin yaptığı bir sebze yemeğini masamda çabucak atıştırırım. Akşam 21.00'de eve geldiğimde ailecek masaya otururuz. Eşim Lisa vejetaryendir. Ben genellikle balık yerim. Haftada üç kere balık yerim, en çok lüfer, kalkan ve somon. Soframızda sadece taze sebze, soya ve meyve olur. Şunu da söylemeliyim ki Lisa çok güzel imambayıldı ve dolma yapar. Yemekten sonra çocuklarımla beraber yarım saat ya da 45 dakika oyun oynarım. Top, ebeleme gibi oyunlar... Bu aynı zamanda benim için bir spor çünkü yürüyüş beni çok sıkıyor. Tüm bunların yanı sıra şeker çok az alırım ve bol bol su içerim. Bir dönem Amerikan futbolu oynamıştım, o zaman 90 kiloya çıkmıştım. Tekrar 80 kiloya dönmek için spor yaptım ve tatlıdan uzak durdum. Kilo kaybederken kemikleri kuvvetlendirmek önemli. Fındığı çok severim. Balık ve sebze dışında hayır diyemeyeceğim şey Mado'nun dondurmasıdır. Zeynel'de tavuk göğsü, Divan'da da çikolata kaplı badem yemeye bayılırım. Çikolata ve tatlıları pek tüketmem ama yüzde 70 saf kakaoyu çok seviyorum. Kilom hiç değişmiyor. Çünkü haftada 4 kez spor yapıyorum. 20 yıldır aynı kilodayım. Boyum 1.82 cm. Kilom 82. Bunun haricinde haftada 3-4 kez daha ağır egzersiz çalışıyorum. Yogayı seviyorum çünkü vücudu incitmeden çalıştırıyor. Yaralanma riski yok. Ayrıca stresle baş etmede yardımcı oluyor. Haftada üç kez tartılıyorum. Bisküvi tarzı abur cubur şeyleri yemem, daha çok fındık, fıstık, ceviz, badem tüketirim."

***

Her gün künefe yiyorum

 Diyetisyen Selahattin Dönmez: "Ben hijyene çok önem veriyorum. Bir şeyi yerken değil de, satın alırken tedirgin oluyorum. Bu nedenle bütün sebze ve meyveleri eve gelince zeytinyağlı sabunlu suda yıkarım. Çünkü en sağlıklısı bu. Kimyasallardan en iyi şekilde arındıran bir yöntem. Yeşil saf sabunu suyun içinde biraz köpürtüyorum, sebze ve meyveleri koyuyorum. Bir süre bekliyor, sonra bol su ile duruluyorum. Zeytinyağlı sabun en güzel antiseptiktir. 5 yıldır bu yöntemi uyguluyorum. Danışanlarıma da tavsiye ediyorum.

En sevdiğim yemek zeytinyağlı biber dolması

Haftada 2-3 kez pişiririz. İkincisi ise ızgara balık ya da fırında balık. Ama benim en çok sevdiğim ve hayatımdan hiç çıkarmayacağım yiyecek mercimekli bulgur pilavıdır. İskenderun'luyum. Bizim oraya özgüdür. Yöremizde hamurlu yiyecekler ve künefe meşhurdur. Özellikle künefeyi memleketten özel olarak getirtiyorum. Hiç çekinmeden de yerim. Bazen haftada bir, bazen her gün... Tabi küçük bir porsiyon. 1.80 boyundayım. Kilom 72. Haftanın dört günü dışarıda yemek yerim. Mezaluna'da Ricotto pizzayı çok güzel yaparlar. Akdeniz pizzasıdır. Siyah zeytinden değişik peynirlere kadar, domatesinden biberine kadar içinde birçok çeşit var. İnce hamur açılır. Büyük bir porsiyondur. Kovva restoran çok özel bir yerdir, menüsü çok değişik. Damak zevki iyi olanların, iyi aşçının elinden çıkmış yemeği tanıyanların gittiği bir yer. Köfteli erişte yaparlar. El yapımı eriştenin içine minik minik köfte katıyorlar. İyi bir gurme değilim ama lezzetli yemeği algılayan biriyim.

Diyetisyen olmasaydım bu kadar kendime dikkat eder miydim, bu tartışılır!

Beslenme uzmanı olmak kendine bakmayı gerektiren bir meslek. Çünkü biz burada göz ya da kalp ameliyatı yapmıyoruz. Kelin ilacı yokmuş da başına sürememiş gibi bir algı oluşmasını tabi ki istemiyorum. Bu nedenle kendime dikkat ediyorum. Diyetisyen olmasaydım bu kadar kendime dikkat eder miydim, bu tartışılır!

Bir gün Adem Baba balık restoranına gittim. İçerisi kalabalıktı. Önce ızgara kalamar istedim, sonra kalkan tava geldi, yanına da peynirli, domatesli bir salata... Sonra fark ettim ki, yan masadaki kadın ben ne istiyorsam aynısını sipariş etmeye başladı. Ailem geldiği zaman Kanlıca'ya yoğurt yemeye gideriz. Bir keresinde yeğenim patates tava istedi. Masaya gelince ortaya koyduk. Yazılarımı okuyan bir bey hemen yanıma geldi, 'Ben sizi takip ediyorum ama patates tava yediğinizi görünce birden kafam karıştı.' dedi. Bu tür durumlarla sık sık karşılaşıyoruz.

***

Bazen keşke bu mesleği yapmasa mıydım diyorum Balığa asla hayır diyemem, karnım tokken bile yerim

 Diyetisyen Turgay Köse: "13 senedir kilom aynı. 1.77 boyundayım. 69 kilodayım. Makarnanın her türlüsünü severim. Kıymalısı, peynirlisi, domates soslusu, sarımsaklısı... Kahvaltıda bile yiyebilirim. Makarnanın sosu ve içine giren yağlar kilo aldırır. Kendisi aldırmaz. Kilo yapsa bana yapardı. Hayır diyemeyeceğim yemek balıktır. Karnım tokken bile yiyebilirim. Kuruyemişten de asla vazgeçemiyorum. Hastalarıma söyleyip de benim yapmadığım tek şey badem, ceviz, fındık, fıstık gibi kuruyemişleri çok tüketmem. Hastalık gibi bir şey. Kendimi frenleyemiyorum.

Tandır ve kuzu kebabını çok severim

Bakırköy'deki Gelik'e tandır ve kuyu kebabı yemeye giderim. Sonuçta biz de bu tür şeyler yiyoruz. Feriye Lokantası'nın yemeklerine bayılırım. Ama biz yerken şuna dikkat ederiz; siz her hafta mı tandır yersiniz, biz ayda bir kez yeriz. Porsiyonumuz da küçüktür. Bazen gece yarısı kalkıp işkembeciye giderim, kokoreç yerim. Ama şunu yapmam; işkembemi içeyim, üzerine kokoreç yiyeyim, yanına ciğer ızgara, bir de beyin salatası alayım demem.

Diyetisyen olmasaydım şimdi kilolu olurdum

Bazen keşke bu mesleği yapmasa mıydım, keşke bu kadar çok bilmese miydim diyorum. Hayatımda en çok merak ettiğim şey şudur: Üniversite aynı evi paylaştığım iki arkadaşım vardı. Hepimiz aynı kilodaydık, aynı kıyafetleri giyerdik. Şu anda biri benden 20, diğer 30 kilo daha fazla. Bu işi yapmasaydım kaç kilo olurdum, sağlığım nasıl olurdu diye merak ediyorum. 2009 senesinin başında beri hiç tatlı yemedim. Çünkü kendimi sınamak adına yeni bir şey deniyorum. Acaba tatlısız yaşayabilir miyiz? Şeker hastası olsam acaba nasıl olurdu? Hastalarıma tatlıyı kesebilirsiniz diyorum ama kesmek mümkün mü? Tahıllardan baklagillerden süt ürünlerinden meyve ve sebzelerinden karbonhidrat alıyoruz. Dolayısıyla bunlar bizim şeker ihtiyacımızı karşılıyor, diye düşünerek böyle bir deneme yapıyorum. İki buçuk aydır canım bir kere tatlı istedi. O da muharrem ayında aşure.

Üç kez aşırı yediğim için mide problemi yaşadım

Üç kere aşırı yediğim için mide problemi yaşadım. Gastrit problemim var, mide yanmasından dolayı sabaha kadar gözüme uykunun girmediği, yatağımda sağa sola döndüğüm anlar oldu. Bir gece 22.30'da Beyoğlu'nda yemek yiyorum. Hastalara gece geç saatte yemek yemeyin diye tavsiye ederiz ya, hemen biri beni gördü. Neden yediğimi sordu, konuştuk. Çünkü Nişantaşı'ndan Beyoğlu'na yürüyerek gitmiştim. Kursta 2 saat Latin dansı yapmıştım. Dönüşte de tekrar yürüyerek eve dönecektim. Gece de çalışacaktım. Normal şartlarda geç yemek doğru değil. Ama böyle bir durumda yenilebilir diye açıklama yapmak zorunda kaldım.

***

Arkadaşım kafasını çevirince gizlice simidinden koparıyorum

 Beslenme Uzmanı ve Diyetisyen Taylan Kümeli: "Çevremdekilere 'Aman Tanrım bu da yenir mi?' dedirten bir kahvaltı mönüm vardır. Sofradakiler, sahanda yumurtaya ekmek batırırken ben çoklukla probiotik ve müsli tüketirim. Ama kafalarını başka yöne çevirdiklerinde, simidin ucundan alıp ağzıma tıktığım da olmuştur! Tamam, itiraf ediyorum, biraz da Ezine peynirinden alırım... Bazen de 'felekten bir gün' çalmak için; öğlen yenilmiş bir salatadan sonra dondurmalı irmik tatlısını da kaçak bir şekilde tırtıklarım. Danışanlarıma yazdığım reçeteleri önce kendi üzerimde denerim. Ne derler bilirsiniz, kendin için istemediklerini başkaları için düşünme! O zamanlar düzenli olarak reçeteye uymaya gayret ederim. Özellikle yeni bir formül üzerindeysem... Ben sebze delisiyim. Ama etli nohuta da bayılırım. Tekir tavaya hayır demem ama yanında şöyle ekşili bir deniz börülcesi olacak. Bana inanmayacaksınız belki ama semizotunu çok severim. Salatasını, yemeğini... Aslında ekşi tatları çok sevdiğim bir gerçek. O yüzden sanırım sebzeye daha yakınım. Ve dediğim gibi, dondurmalı irmik tatlısına dayanamam. Gittiğimiz bir yerde, masadakilerden birisi sipariş etmişse birkaç lokma yemeden bırakmam... Menemen de yine favorilerim arasında. Bir sabah kahvaltısında, tavşan kanı demli çayla.

Çocuklarımla 'pis tura' çıktım

Gümüşsuyu'nda otururken, çocuklarım "hadi anne Taksim'e gidelim' diye tuttururlardı. Onların 'pis tur' adını verdikleri bir yemek maceraları vardır. Islak hamburgerle açılış yapılır. Kokoreçle kreşendo gerçekleşir. Midye dolma ile sona erer. Sadece ağız tadı değil, sağlam bir mide de gerekir hani... İşte o kabahate beni de bir kez ortak ettiler.

Cihangir'deki Doğa Balık'a giderim. Öğlen yemeği için, salata ya da sebze seçeneklerinin olduğu mekanları tercih ederim. Ama bu ara sıra Tike'ye kebap yemek için uğramadığım anlamına gelmez. Ben çok güzel yemek yapamam... Eskiden yapardım ama vaktim yok artık. Yine de çorbalarımın iyi olduğu söylenirdi. Benim yaptığım değil, tarif ettiğim yemekler daha tercihe şayan. Sabah, ayılmak için şöyle okkalı bir kahve; gün içerisinde sık sık bitki çayı, akşam ayaklarımı uzatıp mis gibi bir çay içerim. Çikolataya ayılıp bayılmam. Tercih edeceksem bitteri yerim. Minik bir ısırık bana yetiyor. Şerbetli tatlıları da pek sevmem. İçim almaz çok. Ama su muhallebisini ve dediğim gibi dondurmalı irmik tatlısını severim.

Kilo konusundaki tek takıntım; iki çocuk doğuran ve tiroit problemi olan bir kadına göre en sağlıklı düzeyde kalabilmektir. Gerçekten de uzun zamandır, kilo grafiğimde öyle ciddi değişimler yok. Ama menapoz gibi bir dönemde olacaktır elbette... Ben de o zaman kilomu, bu olguya göre değerlendireceğim. Zaten, kırklı yaşlarımda tutup da Kate Moss'a özenmek hastalıklı bir davranış olurdu. Bir mimar, çizdiği projedeki milimetrik hataları nasıl fark ederse; ben de vücudumdaki gram değişikliği bile fark ediyorum. Ha, bu harika bir özellik mi? 'Bilmek acıdır!' diyeceğim sadece. Kuruyemiş olarak kuru erik, kuru vişne ve bir avuç bademi her gün tüketirim ama asla çekirdek çitlemem. Her akşam, iki saat bisiklet çeviriyorum. Her doğum günümde pek çok pasta hediye olarak gelir. Ama hepsi, kepekli unla ve yapay tatlandırıcıyla yapılmıştır. Oysa ben, kestaneli bir dilimi hepsine tercih ederim. (Aramızda kalsın).


(Zaman - Cumartesi)
Gün Olur devran döner.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Çok Güzel Görünüyor Değilmi?
« Yanıtla #355 : 27 Nisan 2009, 23:13:14 »
Ama ona yerken dikkatli olun...

Düzenli olarak çok pişmiş, neredeyse yanmış et tüketmenin pankreas kanseri riskini artırdığı bildirildi.



ABD`nin Minnesota Üniversitesinden Kristin Anderson ve ekibinin yaptığı araştırma, eti ızgarada ya da tavada pişirirken ısının azaltılması gerektiğini, yanan etin pankreas kanseri riskini yüzde 60 oranında artırabileceğini gösterdi.

Amerikan Kanser Araştırmaları Derneği yıllık konferansında açıklanan araştırmada, bilim adamları 9 yıl boyunca sağlıklı 62 bin 581 kişinin beslenme alışkanlıklarını inceledi. Bu süreçte 208 pankreas kanserine raslandı.

Eti çok pişmiş tercih edenlerin pankreas kanserine yakalanma riskinin, daha az pişmiş sevenlere ya da hiç et yemeyenlere göre yüzde 60 fazla olduğu belirlendi.

Araştırmanın başındaki Anderson, et sevenlerin pişirme sırasında ısıyı azaltması ya da yanmış parçaları ayırması gerektiğini vurguladı.

Saglıkta bugun

〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı devran

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 282
Salgın hastalıklar savaşlardan bile yıkıcı
« Yanıtla #356 : 28 Nisan 2009, 12:20:41 »
Salgın hastalıklar savaşlardan bile yıkıcı

Kuş gribi salgının ardından yayılan Domuz gribi salgını büyük korku yaratırken, salgın hastalıklar, tarihsel süreçte toplumların bile ortadan kalkmasına neden olduğunu ortaya koyuyor.

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Süleyman Çiğdem, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yazılı belgelerde Anadolu'daki yer alan en eski salgının Hitit Krallığı'nda yaşandığı ifade etti.

Hitit Kralı 1. Şuppililuma'nın Babil seferinden dönerken beraberinde veba hastalığına yakalanmış esirleri de krallığın başkenti Hatuşa'ya getirdiğini anlatan Çiğdem, şunları söyledi:

''Bir müddet sonra krallıkta veba salgını yaygınlaşmıştır. Kral 1. Şuppililuma salgından dolayı ölmüş yerine 2. Murşili geçmiştir. Kral 2. Murşili ölümlere yol açan salgına karşı 'Babamdan yana olan prensler, komutanlar, binbaşılar, subaylar, onlar da o nedenle öldüler. Hatti ülkesi de o konudan dolayı ölmeye başladı. Hatti ülkesi öte yana (felakete) sürüklendi. Artık şimdi salgın o kadar güçlendi ki, Hatti ülkesi salgından çok baskı altında kaldı. Ben kulunuz Murşili yüreğimdeki sıkıntıları yenemiyorum. İçimdeki korkuya hakim olamıyorum. Dualarımı işitin yardıma gelin' şeklinde tanrıya yakardığı yazılı kaynaklarda yer almaktadır.''

Salgın hastalıkların toplu ölümlere yol açtığını anlatan Doç. Dr. Çiğdem, ''salgın hastalıklar en erken tarihlerde bile toplu ölümlere yol açtığı için insan toplulukların ortadan kalkmasına neden olmuş, insanlar için en büyük korkuların başında gelmiştir'' şeklinde konuştu.

-SALGINLAR HEP VAR OLDU-

Sıtma, veba, frengi gibi bulaşıcı ve salgın hastalıkların geçmişte büyük acıların yaşanmasına neden olduğu biliniyor.

AA muhabirinin çeşitli kaynaklardan yaptığı derlemeye göre, tarih boyunca milyonlarca insanın ölümüne yol açan sıtma parazitlerinin insanlık tarihinin başladığı zamandan beri var olduğu biliniyor.

Sıtma, çok eski yıllardan beri bilinen ve birçok düşünür tarafından insanlıkla birlikte var olduğuna inanılan bir hastalık olarak nitelendirilirken antik Mısır, Çin ve Hindistan el yazmalarının birçoğunda bu hastalıktan bahsediliyor olması dikkati çekiyor.

Birçok orduyu etkileyen sıtma hastalığının tarihin büyük komutanlarından İskender'in de ölümüne neden olduğu ifade ediliyor.

-CÜZZAM KORKUSU-

Cüzzam hastalığının ilk kez ne zaman ortaya çıktığını kesin olarak belirlenmezken hastalığın tanısı ile ilgili ilk yazılı kayıtların MÖ 600'lü yıllara ait olduğu belirtiliyor.

Cüzzam hastalığının, Hindistan'dan Avrupa'ya Büyük İskender'in ve Roma askerleri tarafından taşındığını öne sürülürken, salgın hastalığın Haçlı seferleri sırasında oldukça yaygın bir hal aldığı biliniyor.

Hastalık yaygınlaşmaya başladıkça cüzzamlılar adeta lanetlenmiş kimseler olarak kabul edilip toplumdan dışlanmışlar. Tedavisinin bilinmediği dönemlerde cüzzamlılar yerleşim birimlerinden uzak yerlere hatta özel adalara sürülerek, buralarda kendi kaderlerine terk edilmiş.

Çiçek hastalığının Amerika'da milyonlarca yerlinin ölümüne neden olduğu tarihi kaynaklarda yer alırken, tifo hastalığının da tarihin çeşitli dönemlerinde büyük yıkımlara yol açtığı kaydedilmiş.

Gribin ise tarihi insanlık tarihi kadar eski olduğu, MÖ 415 senesinde Sicilya'da Atina ordusunda bir grip salgını yaşandığı Hipokrat tarafından not edilmiş.

Grip tarihin yakın dönemlerinde de milyonlarca kişinin yaşamını yitirmesine neden oldu. Çin'de 1918'de başlayan ve dünyaya yayılan İspanyol gribi 40 milyon, Asya gribi (1957) 70 bin, Hong Kong gribi (1968) 700 bin, İngiliz gribi 30 bin kişinin ölümüne yol açtı.


AA
Gün Olur devran döner.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Karın bölgesindeki yağlanmaya dikkat
« Yanıtla #357 : 29 Nisan 2009, 10:40:34 »
Özellikle karın bölgesinde yağlanmalar dış görünüşteki değişikliğin yanı sıra ileride diyabet ve hipertansiyon gibi hastalıklara da neden olabiliyor.

Yaz aylarının yaklaşmasıyla birlikte fazla kiloların ve vücuttaki yağlanmaların daha fazla göze batmaya başladığını söyleyen Amerikan Hastanesi'nden Beslenme ve Diyet Bölümü Sorumlusu Diyetisyen Ayşe Korkmaz karın bölgesi yağlanmaları ve açlık hissinin kontrol altına alınmasıyla ilgili bilgi veriyor.

Bireylerin kilo almalarının altında birçok neden yapmaktadır. Genetik yatkınlık, düzensiz beslenme alışkanlığı ve buna bağlı olarak hazır gıda tüketiminin fazla olması, fiziksel aktivite azlığı gibi nedenler ilk akla gelenler arasındadır.

Kişi kilo aldığında yağlanmanın hangi bölgede olacağı vücut yapısı ile bağlantılıdır. İki adet vücut tipi vardır. Belden aşağı kısım geniş ise armut tipi vücut yapısı, üst kısmı geniş ise elma tip vücut yapısı olarak adlandırılır.

Bir de önemli olan özellikle karın bölgesi yağlanmalarıdır. Bu durum ileride diyabet, hipertansiyon gibi bazı hastalıklara da davetiye çıkarmaktadır. Hatta bu durum birçok hastalığın da göstergesi olabilmektedir. Örneğin, insülin direnci, metabolik sendrom gibi.

Burada önemli olan ise kişinin kilo almaya başladığında ne yapması gerektiğidir. Kişi, kendine özel bir beslenme planı ile aldığı fazla kilolardan kurtulmayı tercih etmelidir. Böylece hem sağlıklı beslenmeyi öğrenecek hem de yağlanma hangi bölgede ise o bölgeden kilo ve yağ kaybı sağlayacaktır. Çünkü önemli olan diyet ile sadece kilo kaybı değil yağ kitlesinden de kayıp sağlamaktır.

AÇLIK HİSSİNİ KONTROL ALTINA ALIN

Zaman zaman daha sofradan kalkarken acıktığınızı hissettiğiniz oldu mu? Hatta 'Yoksa midemde bir sorun mu var?' dediğiniz. Kendinizi suçlamadan önce öğünlerinizde tükettiğiniz yiyecek ve içecekleri gözden geçirmenizde yarar var.

Vücudumuzun besin alımımızı kontrol eden mekanizma beynimizde, hipotalamus adı verilen bir bölgedir. Hipotalamus iki bölgeye ayrılmaktadır. Biri açlık merkezi, diğeri ise tokluk merkezidir. Bu bölgelerden salgılanan hormonlar, kişilerde besin alımını artırmak ya da azaltmak şeklinde etki göstermektedir.

Örneğin; Norepinefrin, protein alımını azaltır, karbonhidrat alımını artırır. Dopamin, karbonhidrat alımını azaltır. İnsülin, besin alımını artırır. Glukagon ise besin alımını azaltır.

Aynı zamanda stres anında iştah artıran hormonların salgılanmasında da artış olmakta ve bununla birlikte besin alımı da artmaktadır. Ancak açlık ve tokluk hissinde besinlerin de etkisi vardır.

Besinlerin tokluk oluşturan etkilerini, posa içeriği, yağ içeriği, besinlerin glisemik indeksi (cevapları) şeklinde sınıflamak mümkündür.

BESİNLERİN POSA İÇERİĞİ

Posayı, besinlerin bağırsaklar tarafından sindirilemeyen kısmı olarak tanımlamak mümkündür. Suda çözünürlük yönünden; çözünür posa ve çözünmeyen posa diye ikiye ayrılır. Tahıllar, taze sebze ve meyveler, kurubaklagiller posadan zengin besinler arasında sayılmaktadır.

Diyette posa alımının artırılmasının besin alımını azaltma yönünde etki gösterdiği söylenmektedir. Posanın sindirilmesi ve vücuttan atılması daha uzun sürede olduğu için kişide daha uzun bir süre tokluk hissi yaratmaktadır.

Tabii ki burada unutulmaması gereken bir nokta ise kişinin posadan zengin bir beslenme uygulamasına engel olabilecek herhangi bir sağlık sorununun olmamasıdır. Örnek olarak; ishal, ülseratif kolit vb.

BESİNLERİN YAĞ İÇERİKLERİ

Yağlar vücudumuzun en ekonomik enerji kaynağıdır. Enerji ihtiyacımızın ortalama olarak yüzde 25 ile 30'unu karşılamaktadırlar. Aynı zamanda yapısı nedeni ile kişide tokluk hissi oluştururlar. Yağ içeriği yüksek besinler arasında, yağlı tohumlar (fındık, fıstık gibi), sıvı ve katı yağlar, tam yağlı et, tahin, helva, susam gibi besinler sayılabilir.

Ancak unutulmamalıdır ki fazla yağlı besin tüketimi beraberinde bazı hastalıkları getirmektedir. Kalp ve damar hastalığı, şişmanlık gibi... Bu nedenle yağ içeriği yüksek olan besinler tüketilirken dikkat edilmelidir.

BESİNLERİN GLİSEMİK İNDEKSİ

Glisemik İndeks (G.İ.); besinlerin yenildikten sonra gösterdikleri glikoz yanıtın (kan şekeri üzerindeki etkisi) beyaz ekmeğe göre değerlendirilmesidir. Beyaz ekmek standart 100 olarak kabul edilir. Diğer besinlerin değerleri buna göre değerlendirilir. Bir hesaplama sonucunda düşük puanda olan besinlerin glisemik indeksi düşük demektir.

Yani kişinin kan şekerini daha az etkilemekte ve bu nedenle daha az besin alınmasını sağlamakta ve kişide tokluk hissi oluşturmaktadır. Posa oranı yüksek olan besinlerin glisemik indeksi düşüktür. Bu nedenle bu besinler daha uzun süre tokluk hissi yaratmaktadırlar.

Basit karbonhidrat olarak adlandırılan bal, reçel, pekmez, şeker gibi besinlerin G.İ.'i yüksek olduğu için kana çabuk karışmakta ve daha sonra tekrar kişide açlık hissi uyandırmaktadır.

Haber Aktüel
« Son Düzenleme: 29 Nisan 2009, 10:43:39 Gönderen: Tuğra »
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Bel Fıtığında Bilinmeyenler
« Yanıtla #358 : 30 Nisan 2009, 10:16:17 »
Uzmanlar, risk taşımasına rağmen bu ameliyatın Türkiye'de sıkça yapıldığını söylerken, özellikle ABD'de ameliyattan büyük ölçüde uzaklaşıldığı belirtildi..
 
Yargıç Neylan Feke'nin 3 yıl önce geçirdiği bel fıtığı ameliyatı sonucu yürüyemez hale gelmesi, bel fıtığı ameliyatlarının gerekliliğini tartışmaya açtı. Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Eser Alptekin, birçok bel fıtığı ameliyatının boş yere yapıldığını belirterek, "Her yüz bel fıtığı hastasından sadece birinin gerçekten ameliyata ihtiyacı var" dedi.

Bel fıtığı ameliyatı nedeniyle yürüyemez hale gelen Türkiye'nin ilk kadın ağır ceza mahkemesi başkanlarından yargıç Neylan Feke'nin dramatik yaşam öyküsü ve açtığı davanın, SABAH'ın manşetinde yer bulması, disk ameliyatlarının gerekliliği ve taşıdığı riskleri gündeme getirdi. Beyin ve Sinir Cerrahisi uzmanları, risk taşımasına rağmen bu ameliyatın Türkiye'de sıkça yapıldığını söylerken, özellikle Amerika'da bel ve boyun fıtığı ameliyatlarından önemli ölçüde uzaklaşıldığı vurgulandı.

'SAKATLIK RİSKİ VAR'

Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Eser Alptekin, 27 yıllık meslek hayatında, hastalarını fizik tedavi ve rehabilitasyon programlarıyla tedavi ettiğini belirterek, şunları söyledi: "Ameliyatı kesinlikle tercih etmiyorum ve bugüne kadar 100 hastamdan birini operasyona gönderdim.

Her 100 bel fıtığı hastasından gerçekten yalnızca birinde ameliyata ihtiyaç vardır. Her fel fıtığı ameliyatında sakat kalma riski var. Vücudun kendini koruma, tamir etme özelliği var. Ağrının olduğu yerlerde sinir harap olmamıştır, o nedenle her ağrı ameliyat nedeni değildir."

'KLASİK CERRAHİ RAFA KALKTI'

Beyin ve Sinir Cerrahi Uzmanı Dr. Hakan Yakupoğlu ise, bel fıtığının düşük riskli, başarı oranı yüksek bir ameliyat olduğunu, felç kalma olasılığının az olduğunu söyledi. Endoskopik ve mikroskopik ameliyatların hastaya daha az zarar verdiğine değinen Dr. Yakupoğlu şöyle dedi: "Her ameliyatın komplikasyon riski vardır, ancak teknoloji geliştikçe hastaya en az zarar veren ameliyat yöntemleri uygulanıyor.

Hastanın bulgularının gerçekten ameliyatı hak ediyor olması gerek. Fizik tedavi ve egzersiz gibi yöntemler yarar sağlamıyorsa ve şiddetli ağrı, idrar kaçırma varsa ameliyat önerilir. Tedaviye yanıt vermeyen ağrı ameliyat gerektirir.

Çünkü fizik tedavi her hastada işe yaramıyor." Bel fıtığı ameliyatının yurtdışında hâlâ yapıldığını da vurgulayan Dr. Yakupoğlu, "Ancak değişik yöntemler kullanıyorlar. Klasik cerrahi tüm dünyada artık daha az uygulanıyor. Tüm dünya mikroskop ya da endoskop altında ameliyatları tercih ediyor. Gerekmeyen ameliyat dünyada belli oranda vardır. Türkiye'de dünya standartlarıyla aynıdır" şeklinde konuştu.

Dr. Eser Alptekin: Hasta, ameliyat için ısrar etmemeli

Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Eser Alptekin, hastalarda 'kestir kurtul' mantığı olduğunu söyledi. Dr. Alptekin, "Bel fıtığının erkek hastalarda iktidarsızlığa neden olacağı gibi yanlış inanışlar var. Bu bilgi tamamen yanlış olup bilimsel değildir. Hastalar ameliyat edildiği takdirde de hemen idrar ve büyük abdest kontrolü yerine gelmez. En az 6 aylık idrar kesesi ve bağırsak rehabilitasyonu gerekir" dedi.

Dr. Serdar Baş: Ticari kaygılar sayıyı artırıyor

Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Opr. Dr. Serdar Baş, bel ağrısı şikâyetiyle gelen hastalarının yüzde 90'ının istirahatla iyileştiğini belirterek, yüzde 10'unun ameliyata ihtiyacı olduğunu söyledi. Dr. Serdar Baş, sözlerine şöyle devam etti: "Hastaların erken tedavi içinacele etmeleri, doktorların ticari kaygıları devlet ve özel hastanelerdeki 'ameliyat yap' baskısı, cerrahi önerileri ön plana çıkarmaya başladı."

Avukat Erol Şahin: Sağlık Şûrası, doktoru kolluyor

Avukat Erol Şahın, yargıç Neylan Feke gibi, özellikle bel fıtığı ameliyatlarından kaynaklanan sorunlar nedeniyle açılan sağlık davalarının, Adli Tıp kurumundan sonra Ankara'daki Yüksek Sağlık Şûrası'na gittiğini belirtti. Şahin, "Burada doktorun mesleki kusuru var mı, yok mu ona bakılır. Ancak şûranın verdiği rapor genelde, yüzde 99 oranında doktor lehine çıkar. Çünkü doktoru kolluyorlar" ifadesini kullandı.

Avukat Cengiz Hortoğlu: Sonucu, Adli Tıp raporu belirler

Avukat Cengiz Hortoğlu konu hakkında şunları söyledi: "Bu tür davalarda tüm deliller toplanıp dosya Adli Tıpa gönderilir. Bilirkişilerin de raporlarıyla ameliyatta kusur var mı, yok mu ona bakılır. Öte yandan tarafların isteğiyle dosya farklı bilirkişilere, başka kurumlara da gönderilir. Yargıç Neylan Feke'nin, açtığı tazminat davasını kazanıp kazanamayacağını şimdiden söylemek çok zor. Yargı süreci devam ediyor."

Aktif Haber
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Hepatit B tehlikesinin farkında mısınız?
« Yanıtla #359 : 01 Mayıs 2009, 02:49:36 »
Hepatit B, dünyada en yaygın görülen karaciğer enfeksiyonudur.

Hepatit B virüsü ya da kısaca HBV olarak adlandırılan bir virüs ile meydana gelmektedir.

Bu virüs, esas olarak karaciğerde yerleşir, orada çoğalır ve zamanla karaciğeri tahrip edebilir. Hepatit B bulaşıcı bir hastalıktır ve ülkemizde çok önemli bir sağlık sorunudur.

Hepatit B enfeksiyonu, dünyada ve ülkemizde yaygın olarak gözlenmektedir. Tüm dünyada 2 milyar insanın, yani her 3 kişiden birinin Hepatit B ile enfekte olduğu ve bu kişilerin 400 milyonunda bu enfeksiyonun uzun süreli bir hal alarak kronik Hepatit B hastalığına dönüştüğü bilinmektedir. Her yıl yaklaşık 1 milyon insan Hepatit B ve onun neden olduğu sorunlar nedeni ile yaşamını yitirmektedir.

Türkiye'de de bugün her 3 kişiden yaklaşık 1'i Hepatit B virüsü ile karşılaşmıştır. Yine her 10 kişiden 1'i Hepatit B virüsünü taşımakta ve bulaştırmaktadır. Hastaların %75-80'inde herhangi bir belirti vermeksizin gelişir, taramalarda ve kan bağışlarında yapılan tetkiklerde tesadüfen tespit edilebilir.

Hepatit B'de hedef organ karaciğerdir. Karaciğer vücudu toksik maddelerden temizleyen, sindirimde görevli safrayı üretip kana veren, vücutta görevli pek çok taşıyıcı proteini sentezleyen ana organdır.

Hepatit B, kan yoluyla ve çok sıklıkla da yakın temasla (kan dışındaki vücut sıvıları: tükürük, ter) bulaşır. Derideki bir çatlak ya da açık yara ile temas eden bir damla kan ya da tükürük bile hastalığın bulaşması için yeterli olabilmektedir. Taşıyıcı anneden bebeğine de hamilelik ya da doğum esnasında bulaşabilir.

Kan ve kan ürünlerinin nakli, kirli enjektörlerin kullanımı (örnek: uyuşturucu bağımlılarında olduğu gibi hijyenik olmayan şartlarda ortak kullanılan enjektörlerle), yeterli sterilizasyonun yapılmadığı cerrahi girişimler, kuaför ve berberlerdeki iyi sterilize edilmemiş manikür ve pedikür setleri, tıraş bıçakları, makaslar, steril olmayan aletlerle yapılan sünnet, kulak delme işlemleri ve ortak kullanılan diş fırçaları, Hepatit B virüsünün bulaşmasına sıklıkla aracılık etmektedir. HBV virüsünün oldukça dayanıklı bir virüs olup dış ortamda 7 gün canlılığını sürdürebildiği unutulmamalıdır.

Hepatit B virüsü bulaştıktan sonra üç yol izler:

1. Kişinin immün sistemi (bağışıklık sistemi) kuvvetli ise vücudunda virüse karşı antikor denilen koruyucu maddeler oluşur ve belirli bir düzeyde kalır, artık kişi doğal olarak aşılanmıştır, ömür boyu Hepatit B'den korunacaktır.

2. Oluşan bu koruyucu antikorlar, eğer ki olması gereken düzeye ulaşamaz ise kişi taşıyıcı olarak kalacaktır. Henüz kendisi hasta değildir fakat potansiyel virüs saçıcısıdır ve çevresi için hastalığın yayılmasında büyük bir tehlike oluşturur. Özellikle ülkemizde bu anlamda gizli taşıyıcılar çoktur ve hastalığın kontrolsüz bulaşmasında en sessiz yolu oluşturur. Taşıyıcılar için ise risk yıllar sonra başlayabilir.

Taşıyıcı kişi karaciğer kanserine aday olabilir veya organ hasarı ile karaciğer yetmezliğine girebilir. Hepatit B çok tehlikelidir çünkü sinsi bir enfeksiyon olarak adlandırılmaktadır ve kişiye farkında olmadan bulaşabilir.

Enfeksiyonun bulaştığı kişilerin çoğu virüs taşıdıklarının farkında olmadıkları ve herhangi bir önlem almadıkları için başka kişilere de rahatlıkla bulaştırabilirler.

3. Kişide koruyucu antikorlar hiç oluşamaz, her zaman virüs güçlü durumdadır, vücut virüse yeniktir, karaciğer fonksiyonları bozuktur, karaciğer enzimleri yüksektir, kişi aktif hastadır, hızla karaciğer yetmezliğine gider veya hastalık yıllara yayılır zamanla karaciğer yetmezliğine ya da karaciğer kanserine dönüşür.

Hepatit B virüsü vücuda girmemişse, korunması kesinlikle mümkün olan bir hastalıktır. En etkili korunma yolu da aşılanmadır. Koruyuculuğu %90-95'tir. Eğer kişinin vücudunda aşılama sonrası koruyucu düzeyde antikor miktarı elde edilmişse koruyuculuk %100'e ulaşır.

Aşılama, taşıyıcılara veya aktif hasta olanlara yapılamaz. Uygulanacak aşı şeması, toplam üç dozun belirli zamanlara bölünerek uygulanması ile olur. Aşılama kararı ancak, doktorlar tarafından istenen belirli tetkiklerden sonra verilebilir.

Bu kadar hayati bir organı ilgilendiren ve ülkemizde de yaygın görülen bu hastalık için umut verici olan, yeni ve başarılı koruma ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmeye hızla devam edilmesidir

Milliyet
〰〰〰〰🐠