Gönderen Konu: Faydalı Bilgiler  (Okunma sayısı 366969 defa)

0 Üye ve 17 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Yaşam kaliteniz uyumanıza bağlı
« Yanıtla #105 : 01 Eylül 2008, 00:35:57 »

Yaşam kalitesini yükseltmek için uykunun ne kadar önemli olduğunu bilmemiz şart.

Çoğu kez uyku bedenin dinlenmesi olarak düşünülüyor. Oysa uyku süreci dinlenmeden çok vücudun kendini yenilediği bir süreç.

Vücudun tamiri için...

Uyku, gün içinde maruz kaldığımız hasarları tamamen tamir eden, hücreleri onaran bir özelliğe sahip. İnsan ömrünü uzatan ve dinç tutan iki önemli hormon var ve bunların ikisi de uyku sırasında salgılanıyor. Biri melatonin hormonu, diğeri ise büyüme hormonu.

Erkenden kesintisiz uyuyun

Uyku deyince gözleri kapatarak uyumak akla gelmemeli. Önemli olan kaliteli uyumak. Diyelim ki 10 saat uyudunuz zihniniz meşgul ve sürekli uykunuz bölündü. Buna kaliteli bir uyku diyemeyiz. Daha kısa olmasına rağmen 8 saat kesintisiz bir uyku daha değerlidir. 

Hürriyet 

〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Süt sevmeyen dereotu yesin
« Yanıtla #106 : 02 Eylül 2008, 01:20:50 »
Yemeklerin güzel kokulu süsü dereotunda inek sütünden daha fazla kalsiyum bulunduğu ve sütün alternatifi olabileceği belirtildi.

Sütün alternatifi olabilir mi?

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Bölümü Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Aydın, sütün alternatifinin dereotu olduğunu söyledi.

Kemikler için olmazsa olmaz

"Dereotu sütten daha fazla kalsiyum içeriyor" diyen Prof. Aydın, şöyle devam etti: "İnek sütünde 117 miligram kalsiyum bulunurken, dereotunda bu oran 208'dir. Ayrıca dereotu magnezyum ve potasyum açısından zengin olması bakımından da kemik sağlığına daha faydalıdır. Çocuklar, anne ve babalar kemiklerinin kuvvetli olması için mutlaka dereotu tüketmeli."

ekolay-sağlık
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Kalori yakmanın 20 yolu
« Yanıtla #107 : 02 Eylül 2008, 23:12:56 »
Sadece hayat tarzınızı değiştirerek güvenli bir şekilde kilo verebilirsiniz. Nasıl mı?

Özel yiyecekler almadan, pahalı diyet kulüplerine katılmadan sadece hayat tarzınızı değiştirerek güvenli bir şekilde kilo verebilirsiniz.



1- Kilo almanın en önemli nedenlerinden biri yemek aralarında atıştırmaktır. Atıştıracağınız zamanlarda su için.

2- Buzdolabınızı boşaltın. Böylece hem para harcamazsınız hem de sizi atıştırmaya iten neden yok olur.

3- Yeterince uyuyun. Böylece, yiyerek alacağınız enerjiyi uyurken toplamış olursunuz.

4- Alkol, ekmek ve karbonhidratlardan uzak durun.

5- Karanlık ortamlarda bulunmamaya ve akşamları bir saat önceden uyumaya çalışın. Eğer akşam bir şeyler izlemek istiyorsanız. Karanlık değil, aydınlık bir ortamda yapın bunu.

6- Mutlaka kahvaltı yapın. Bu size gün içinde harcamanız gereken enerjiyi verecektir ve öğlen yemeğinde çok acıkmayacaksınız.

7- Öğün aralarında yeme isteği doğduğunda, meyve yiyin

8- Ayakta hiçbir şey yemeyin.

9- Yeşil çay için. Araştırmalar gösteriyor ki, yeşil çay içmek vücuttaki kalorilerin yakılmasında çok etkili. Günde 3 bardak yeşil çay içmeye çalışın.

10- Yediğiniz şeye konsantre olun. Televizyon seyrederken, bir şeyler okurken ya da e-maillerinize cevap verirken yemeyin.

11- Dışarı çıkın. Günde en az 20 dakika dışarıda oturmaya ya da yürüyüş yapmaya özen gösterin. Çünkü gün ışığı yeme isteğinizi kontrol etmenize yardımcı oluyor.

12- Sağlıklı şeyler yiyin. Dışarıda yemek yediğiniz zaman çocuk mönüsü ya da sossuz salata yiyin.

13- Kendinizi çok fazla zorlamayın. Diyet programınızı yaparken 1200 kalorinin altına düşmemeye özen gösterin.

14- Bahçe işleriyle uğraşın. 1 saat bahçe işiyle uğraşmak 500 kalori yakmanızı sağlar.

15- Asansör kullanmak yerine merdivenden çıkın.

16- Ev işi yaparak da kalori yamanız mümkün. Ufak tefek ev işleriyle uğraşın.

17- İp atlayın. Bu muhteşem bir egzersizdir ve diğerlerinden daha eğlencelidir.

18- Sık ama az yiyin.

19- Çikolatayı çok seviyorsanız, her akşam bir parça (küçük tabi ki) çikolata yiyin.

20- Kendinizi sıkıntıya sokmayın, her şey beyinde biter.

diyet.in
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı enfa

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 1543
Hurma damar sertliğini engelliyor
« Yanıtla #108 : 02 Eylül 2008, 23:58:59 »
Ramazan ayında sofraların vazgeçilmezi hurma; damar sertliğini engelliyor, ayrıca kanı temizleyerek tansiyonu düzenliyor.
 
Hurma satan bazı iş yerleri vatandaşlara hurma ile birlikte bu meyvenin faydalarına ilişkin broşürler veriyor.Bu broşürlerde verilen bilgiye göre; hurma balgam ve öksürüğe çok iyi geliyor. Kan damarlarını yumuşatıyor, damar sertliğini engelliyor, kanı temizliyor, tansiyonu düzenliyor. Böbreklerin çalışmasını kuvvetlendiriyor. Mesane ve böbrek iltihabına iyi geliyor. Gözleri kuvvetlendiriyor ve parlatıyor. Çocuklu kadınlarda süt hormonlarını harekete geçirerek, sütün çoğalmasını sağlıyor. Rahim adalelerini kuvvetlendirerek, doğumu kolaylaştırıyor. Hurmanın stresi giderici, acı ve sancıyı hafifletici, uyku ve rahatlamayı temin edici özellikleri de bulunuyor.
 
CİHAN

Zaman diyorum, biraz daha zaman.Dilimin ucundaki kelimeler bu kış donmazsa bir dahaki yıl uçmayı öğrenecekler!

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Şişe Suları Hakkında 6 Gerçek
« Yanıtla #109 : 04 Eylül 2008, 12:14:51 »
Günümüzde şişe suları oldukça büyük bir endüstri ve giderek büyüyen bir sektör.. Hemen hemen hepimiz aldığımız şişe sularının sağlığımızı nasıl etkilediğini merak ediyor, zaman zaman saf ve sağlıklı olup olmadıklarından şüpheleniyoruz. İşte bugüne kadar şişe suyuyla ilgili söylentiler..

1- Şişe suları musluk suyundan daha iyidir


Her zaman değil.. Şişe sularının üzerindeki etiketlerde dağlardaki kar tanelerinden biriken saf su kaynaklarından depolandıkları yazabilir ancak şişe sularının çok azı karlı dağlar, yeraltı kaynaklar gibi egzotik kaynaklardan depolanır. Çoğu belediye kaynaklarından şişelenir.  Böyle olması suyun kalitesiz olduğunu göstermez, zaten hükümetlerin uyguladığı depolama koşulları vardır ve firmalar buna uygun olarak şişileme yaparlar.

2- En çok arıtılmış suyun tadı en iyisidir

Tuz ve minerallerden arındırılmış en saf suyun tadı yoktur. Sodyum, kalsiyum, magnezyum ve klor suya lezzet verir.

3- Vitamin, mineral ya da protein içeren şişe suları normal sudan daha sağlıklıdır

New York Üniversitesi  Dr. Marion Nestle, "Vitaminler, renk, bitkiler, protein ve suya eklenecek diğer bileşenler farklı tercihlere sunulan pazarlama numarasıdır" diyor. Ayrıca, azar azar verilen vitaminler bağımlılık da yaratabilir. Şeker , suni tatlarla güzelliği arttırılan su, diyet sodadan bile fazla kalori içerebilir. Sadece florür musluk sularında şişe sularından daha fazla olduğu için, şişe sularına eklenebilir.

4- Günde 8 bardak su içmeniz gerekir


Amerikan Tıp Enstitüsü kadınların günde 2.7 litre su içmelerini öneriyor. Ancak uzmanlar suyun yüzde 80'inin su, meyve suyu, kahve, çay gibi içeceklerden ya da yüzde 20'sinin de diğer sulu yiyeceklerle alınabileceğini belirtiyor. Bu da demek oluyor ki günde eğer 1.5 bardak (fincan) kahve ve 1.5 bardak (fincan) diyet soda içiyorsanız, sadece 1.5 litre suya ihtiyacınız kalıyor. Su tüketiminizi yiyip içtiklerinize göre ayarlamalısınız.

5- Yoğun çalışmalardan sonra şişe suyu en iyisidir

1 saatten daha uzun tempoda çalışıyorsanız suya ve sodyum ve potasyum gibi elektrolitlere ihtiyaç duyarsınız.  Bu sebeple sporcuların içtikleri yoğun içerikli sulara ihtiyaç duyabilirsiniz.  Eğer daha az hareket eden biriyseniz her zaman içtiğiniz suyu içebilirsiniz.

6- Şişe suları daha kolay geri dönüşebilir

Şişe suları musluk sularından daha çok doğayı kirletiyor. Üretimi, taşınması, dağıtımı ve pazarlanması oldukça maliyetli. Suları depolamak için üretilen plastik şişeler  yılda 100 bin araca yetecek kadar benzine eş değer. Amerika'da günde ortalama 70 milyon su şişesi yeniden dönüştürülüyor ama üzücü olan şu ki bunların yüzde 86'sının sonu çöp oluyor.

mynet
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Kozmetiklerdeki vitaminler gerçekte ne kadar etkili?
« Yanıtla #110 : 08 Eylül 2008, 01:49:06 »
Günümüz kozmetiklerinde vitamin içerikli olanların oranı, yapılan bir istatistikle 1991 yılından sonra 3 kat artmıştır. Sağlıklı bir cilt için yeterli oranda nemlendirilme, güneşten korunma ve sağlıklı beslenmenin önemi inkar edilemez.

Günlük vitamin ihtiyacını yiyeceklerden veya multivitamin ilaçlarından almak yeterli gibi görünmekle birlikte kremlerin içindeki vitaminlerin etkisi, amaca uygun olanı seçildiğinde memnun edicidir.

Bunun yanında tüketicileri bu yönde yanıltan gizli faktörler bulunmaktadır. Bunların başında kreme konulan vitamin cildin vitamin ihtiyacını karşılamak yerine kremin stabilitesini korumak amacıyla kullanılması gelmektedir. Maalesef üreticiler bu konuda tüketiciyi yanıltan reklamlardan kaçınmamaktadır.

A VİTAMİNİ:

Yağda çözünen bir vitamindir, bu nedenle yağlı kremlerde kullanılır. Isı ve ışığa duyarlıdır ve güneşten koruyucu, güneş sonrası kremlerde etkisi şüphelidir. Güneş yağında kullanılması ciltte oluşacak turuncu-kahverengi bronz renk içindir. Ciltte deri bütünlüğünü sağlamak özelliği vardır, ancak antioksidan özelliği sadece kremin stabilitesini korumak yani bozulmasını engellemek içindir.

E VİTAMİNİ:

Antioksidan özelliği nedeniyle erken yaşlanmanın engellenmesi, kansere karşı kullanımı, derinin yumuşak bir görünüm alması ve A vitamininin aksine gebelerde de kullanılabilmesi nedeniyle birçok kremin içeriğinde vardır. Bununla birlikte krem şeklinde deriye sürüldüğünde antioksidan özelliğinin derideki miktarı ve etkisi kanıtlanmamıştır.

C VİTAMİNİ:

Kozmetik açıdan kullanım amacı, yara iyileşmesindeki iyi etkileri, antioksidan özelliği, kollajen sentezini artırarak kırışmayı azaltma etkileri, anti kanser ve özellikle melanoma karşı koruyucu etkileridir. Bu vitamin reklamlarda görülen cilt solgunluğunu ve bozukluğunu düzeltme etkileri pek inandırıcı değildir çünkü suda çözünen bir vitamin olması nedeniyle, ciltte çok kısa süre kalabilmektedir ve bu da yetersizdir.

B VİTAMİNİ: B8-H vitamini-Biotin;

Bu vitaminlerin yokluğunda ciltte kuruma saç ve tırnak kurumaları ve kırılmaları oluşur. Şampuanlarda çok sık kullanılır; ancak bu şekilde saç köklerine ulaşması mümkün görünmemektedir.

B5 VİTAMİNİ (PANTENEOL):

Pantenol, yunancada ?her yerde bulunan? anlamındadır ve eksikliği nadirdir. Bu maddenin saç tellerinin büyümesine etkisi önemlidir; ancak kullanılan ürünlerle saç köklerine ulaşması zordur.

YARD. DOÇ. DR. CANAN GÖRPELİOĞLU, FATİH ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ DERMATOLOJİ ANABİLİM DALI
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı enfa

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 1543
Her derdin devası çörek otu
« Yanıtla #111 : 09 Eylül 2008, 19:18:02 »
Kansere, kalp damar hastalıklarına, hormon ve sinir hastalıklarına iyi geliyor. Bağışıklık sistemimizi güçlendiriyor. Çörek otunun şifa verdiği hastalıklar aslında saymakla bitmez.


 
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) 14 asır önce şöyle buyurmuştu: "Şu kara tanede (çörek otu) ölümden başka her derde deva vardır."

O zamanlardan günümüze kadar geçen asırlar boyunca, bu ufak taneli gıdada her hastalığa şifanın olabileceğine birçok kimse dudak bükmüştü. Ama Müslümanların yapması gerekeni Maren Franz adlı bir Alman yaptı ve çörek otunun sağlığımız üzerindeki faydalarını araştırıp, bu konudaki yayınları bir araya getirdi.

Sonuçta: "Tabiattan Gelen Şifâ Kaynağı: ÇÖREKOTU" adıyla dilimize tercüme edilen 96 sayfalık bir kitap ortaya çıktı. Üstelik, Peygamberimizin çörek otuyla ilgili hadisinin kendisini uyardığını ve bu sözü rehber alarak bu kitabı hazırlamaya giriştiğini önsözde belirterek...

Bu yazımızda Maren Franz'ın kitabından yola çıkarak, çörek otunun mucizevi tesirlerini tanıtmaya çalışacağız.

Çörek otu niçin değerli?

Çörek otunun tohumunda doymamış yağ asidi, eterli yağ, vitaminler ve organizma için zaruri olan ve çok az miktarda tüketilmesi gereken değerli maddeler bulunur. Bu maddelerin karışımı, hasta kişinin iyileşmesine vesile olur.

Çörek otu tohumunda bulunan doymamış yağ asitinin metabolizmaya müspet yönde tesir ettiği, bağışıklığı arttırdığı ve alerjiyi durdurduğu ispatlanmıştır. Bu sebepten çörek otunun astım, bağışıklığın zayıflığından meydana gelen marazlar ile sinir ve deri hastalıklarında başarılı sonuçlar vermesine şaşırmamalıdır.

Bu iyileştirici tesir, çörek otunu yemeklerde de kullanılan ve sevilen bir gıda haline getirmiştir. Zamanımızda özellikle ABD ve Avrupa'nın büyük ülkelerinde çörek otuna talep çok artmış, istekler karşılanamaz hâle gelmiştir. Almanya'da ise çörek otu tohumu ve yağı, saf veya hap şeklinde eczanelerde ve baharatçılarda yer almaya başlamıştır.

Savunma sistemimiz ve çörek otu

Sağlam bir savunma sistemine sahip olan kişi, kendini genelde iyi hisseder ve nâdiren hastalanır. Çünkü rahatsızlıklara karşı mukavemeti fazla demektir. Böyle olunca mikrop, virüs ve mantarlarla baş edebilir.

Savunma sistemi zayıfladığında, şu hastalıklar ortaya çıkabilir:
• Mikroplu hastalıklar, bilhassa sık sık grip olma ve mesane iltihabı.
• Deri, mukoza ve bağırsakta mantarların oluşması.
• İnatçı herpes (uçuk).
• Sindirim sistemi bozukluklarından meydana gelen ishâl ve zayıflama.
• Kaşıntılı deri hastalıkları.
• Kronik (müzmin) rahatsızlıklar.
• Kanda dolaşım bozukluğu, yüzde belirli solukluk.
• Kronik yorgunluk.
• Cinsî isteksizlik.
• Uyku bozuklukları
Saymış olduğumuz bu hastalıklara yakalanmamak için savunma (immün) sistemimizin kuvvetli olması gerekir. Çörek otunun ise, immün sistemi güçlendirdiği binlerce yıldan beri bilinmektedir. Çörek otu, savunma sistemini dengelemekte ve mümkün olduğu kadar iyi çalışmasını sağlamaktadır.

Çörek otunun bu özelliği nereden kaynaklanır? Bilim adamları, bu sorunun cevabını modern teknolojinin yardımıyla bulmuşlardır. "Çörek otunun tohumunda organizmayı destekleyen yüzden fazla madde vardır."

Kara mucizenin muhtevası

Çörek otunun tohumunda takriben %38 oranında karbonhidrat, %35 oranında çeşitli yağlar, %21 oranında da albumin bulunur. Geri kalan %6 ise, yüzden fazla maddeden oluşur. Bu orana çok değerli olan doymamış yağ asitleri de dahildir. Linolen asidi, alfa linolenasidi ve iç yağı bunlar arasındadır.

Eterli yağlar olarak kofur, nigellon, alfa-pinen vb. mevcuttur. Çok az miktarda bazı vitaminler (B1, B2, B6 folasidi niacin), mineraller (demir, kalsiyum, magnezyum, çinko ve selen) ve amino asitleri vardır.

Doymamış yağ asitleri ve eterli yağ, savunma sisteminde çok yararlıdır. Vitamin ve mineraller, savunma sisteminin işlemesinde önemli rol oynar. Çörek otunun tesiri, çok sayıdaki bu maddelerin karışımından gelmektedir.

Doymamış yağ asitlerin faydaları

Doymamış yağ asitleri, metabolizmaya yardım eder. Hücrelerin büyümesi, gelişmesi ve yenilenmesinde yine buna ihtiyaç vardır.

Ayrıca vücudun ihtiyacı olan hormonların gelişmesinde yardımcı olur. Yine alerjik sinyaller gönderen histamin gibi maddelerin artmasını engeller. İşte doymamış yağ asitlerin faydaları:
• Hormonların yapımına katkıda bulunduklarından, sağlıklı bir savunma-hormon ve sinir sisteminin oluşumunu sağlar.
• Savunma ablukasının kaldırılmasında yardımcı olur.
• Savunma hücrelerinin gereğinden fazla çalışmasını engeller.
• Hücrelerin dağılımı, yenilenmesi ve hücre duvarlarının sağlam olmasına katkıda bulunur.
• Kandaki kolesterolü normale döndürür.
• Kan damarlarının gerginleşmesini ve dolaşım hızını tanzim ederek tıkanmayı önler.
• Tansiyonu düşürüp damar sertleşmesi ve kalp enfarktüsü riskini azaltır.
• Yaraların çabuk iyileşmesine, derinin pürüzsüz olmasına yardım eder.
• İnsan vücudu, doymamış yağ asitlerini üretemediği için, dışarıdan almaya mecburdur. Bir gram çörek otu yağı, bu açıdan günlük ihtiyacımızı karşılamaktadır.

Çörek otunun diğer tesirleri
• Çörek otundaki nigellon ve alfa-pinen gibi eterli yağlar, solunum borusunu genişletip kramp gidericidir. Ayrıca ifrazı geliştirip öksürüğü hafifletir. İltihap giderici, ağrı dindirici ve idrar söktürücüdür. Devamlı kullanımda kan şekerini düşürür.
• Çörek otundaki B1, B2 ve B6 vitaminleri, birçok enzimlerin üretiminde önem taşır. Zira bunlar, savunma ablukalarını yok eder ve boyun altı bezini; dolayısı ile savunma sistemini güçlendirir. Folasidi vitamini ise, kalp ve tansiyon hastalıklarının riskini azaltır. Bunun yanı sıra hücre yenilenmesinde de lüzumludur. -Beta karotin, A, E ve C vitamini, selen gibi antioksitler vücudun savunma sistemini güçlendirir. Selen, vücudun zehirli maddeleri atmasında yardımcı olur.
• Mikrop, virüs ve mantarlara karşı öldürücü tesire sahiptir.
• İfraz boşaltıcı ve solunum borusunu genişleticidir.
• Kan şekerini düşürür.
• Damar hastalıklarını önler.
• Hazmı kolaylaştırır.
• Vücuttaki zehirleri süzerek atar.
• İdrar söktürücü özelliği ile safraya iyi gelir.
• Yaraların çabuk iyileşmesini ve hücrelerin yenilenmesini hızlandırır.
• Alerjiyi önler.
• Savunma sistemini dengeler.
• Hormon sistemini ve ruh hâlini sağlamlaştırır.

Özel hallerde faydaları:
• Çörek otu, müzmin hastalıklarda şaşırtıcı iyileşmeler sağlar. Çocuklarda özellikle sinir ve deri hastalıklarına, astım ile alerjiye iyi gelir.
• Çörek otu ürünleri (yağ ve ezilmiş bal karışımlı) hamilelik devresindeki şikayetleri azaltır. Yan tesiri olmayıp, bu devredeki hanımlara ve bebeklerini ana sütüyle besleyenler için süt kalitesinin bebeğe daha yarayışlı olmasını sağlar.
• Egzamalı deriye sık sık çörek otu yağı sürüldüğünde deri çabuk iyileşir. Yine deri hastalıklarında mikrop öldürücü tesirinden dolayı çok fayda verir.

Bazı hastalıklarda çörek otu:
• Hazım zorluğu ve mide şişkinliklerinde çörek otu eskiden beri bilinmektedir.
• Hemoroite iyi gelir, çünkü damarları güçlendirir ve kan dolaşımını hızlandırır.
• Romatizma, şeker hastalığı ve kolesterolün yükselmesi gibi metabolizma hastalıklarına faydalıdır.
• İktidarsızlık ve kısırlıkta yine yarar verici tesire sahiptir. Çünkü çörek otu, cinsî hormonları tanzim etmekte, bedenî ve ruhî olarak zindelik ve dinçlik vermektedir.
• Çörek otu yağı kadınlardaki ay hâli sancıları ve diş ağrılarına karşı yine başarıyla kullanılmaktadır.

Sağlıklı olmak için çörek otu kürü

Tabii muhtevası ile savunma sistemine, metabolizma ve hormonlara iyi gelen çörek otu, vücudu toksin adı verilen zehirli maddelerden temizler, kan dolaşımını güçlendirir ve bağırsakların düzenli çalışmasını sağlar. Cildi parlaklaştırır. Düzgün bir cilde, parlak saç ve gözlere sebep olur. Sağlıklı ve hayat dolu bir görünüm sağlar.

Çörek otu savunma (immun) sistemini güçlendirdiğinden, kanser, AIDS gibi çağın hastalıklarına karşı tavsiye edilmektedir. Yine tansiyon ve ateş düşürücü ve tabii antibiyotik tesirleriyle yaygın hastalıklara şifâ olmaktadır.

Başta astım ve polen alerjisi olmak üzere alerjik hastalıklara, saç dökülmesine ve kepeğe karşı da tesirlidir.

Maren Franz'ın kitabından naklettiğimiz bu satırlar, çörek otunu "ölümden başka her derde deva" olarak tarif eden Peygamberimizin (a.s.m.) yüceliğini gözler önüne sermektedir. Çünkü Efendimiz (a.s.m.) çörek otunun daha yeni keşfedilen bu mucizevî özelliklerini asırlar öncesinden görmüş ve bunu da, kıyamete kadar gelecek olan insanların en iyi anlayacağı şekilde ifade etmiştir:

Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Hiçbir hastalık yoktur ki, çaresi şu kara tanede bulunuyor olmasın. Ancak ölüm bundan müstesnadır.”(1)

Yine bir hadis-i şerifte Hz. Âişe (r.anhâ); “Peygamber (s.a.v.)’in; ‘Gerçekten şu çörek otu –ölümden başka- birçok hastalık için şifadır.’ buyurduğunu işittim.” demiştir.(2)

Ölüm ve ihtiyarlık hariç her derde deva olduğu hadislerde belirtilen çörek otunun birçok faydaları vardır. Biz burada bir kaçını zikredeceğiz:

• Dövülür de bir beze bağlanıp sürekli koklanırsa soğuk nezleyi giderir.
• Çörek otunun yağı saçkıran hastalığına, siğillere ve bene faydalıdır.
• Çörek otu sirkeyle haşlanır ve bununla gargara yapılırsa soğuktan ağrıyan dişlerin ağrısına faydalı olur.(6)
• Çörek otu, alaca denen hastalığa ve sıtmaya karşı şifalıdır. Midenin şişkinliğini giderir, nefes tıkanıklığını önler, devamlı kullanılırsa bevli, hayzı ve sütü artırır.(7)
• Çörek otu, şişkinliği, alaca hastalığını ve balgamdan doğan ve dört günde bir nöbetle gelen sıtma hastalığını giderir.(8)
• Sirke ile macun yapılıp karın üzerine vurulursa, bağırsak kurtlarını öldürür.
• Çörek otu yağını sivilce ve benler üzerine sürmek faydalıdır. Yağı saç ve sakala sürülürse saç ve sakalı çabuk bitirir ve beyazlamasını geciktirir.(9)
• Çörek otu ekmeğe karıştırılırsa şişkinlik yapmaz. Çörek otu, baş ağrısına, felce, yüz ve ağız felçlerine, uyku hastalığına, unutkanlığa ve baş dönmesine karşı faydalıdır.(10)
• Midenin rutubetini kurutur, ağrı-sızıyı dağıtır, diş ağrısı için faydalıdır. Böbrek ve mesane taşlarına karşı faydalıdır.

Çörek otu bazen sade olarak, bazen de başka bir madde ile karıştırılarak, bazen de tozu yaraya serpmek suretiyle kullanılır.(11)

Tâbiîn’den Katâde (r.a.): “Her gün 21 tane çörek otu alarak onları bir bezin içinde suya koyar, bir müddet bekledikten sonra o sudan birinci gün burnunun sağ deliğine iki, sol deliğine bir damla; ikinci gün sol deliğine iki, sağ deliğine bir damla; üçüncü gün ise sağ deliğine iki, sol deliğine bir damla nezle için damlatılır.” demiştir.(12)

Peygamberimizin (s.a.v.) tavsiye ettiği çörek otunun birçok hastalığa şifa olduğunu bugün modern tıp yeni yeni keşfetmektedir.

Kaynak: www.devalokman.net



Zaman diyorum, biraz daha zaman.Dilimin ucundaki kelimeler bu kış donmazsa bir dahaki yıl uçmayı öğrenecekler!

Çevrimdışı hüsnülhatime

  • okur
  • *
  • İleti: 57
Ynt: Faydalı Bilgiler
« Yanıtla #112 : 10 Eylül 2008, 00:37:19 »
Gerçekten çok önemli bilgiler.Zaten Peygamber efendimiz bir şeyi öneriyor, veya yasaklıyorsa onda mutlaka bir hayır vardır. elinize,yüreğinize,emeğinize sağlık.Allah razı olsun.
Bak şu çeşmenin haline
İçecek tası yok
Kırma mü'minin kalbini
Yapacak ustası yok

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Yiyecek alırken...
« Yanıtla #113 : 10 Eylül 2008, 01:32:29 »
Amin cümlemizden inşAllah..

**************************

Solungaçları kırmızı olmayan, pulları dökülen, gözleri çökmüş balıktan uzak durun. Tavuk alırken ise derisinin rengine bakın, sarı olmasın.

ET VE ŞARKÜTERİ

Yağsız etin besleyici değeri daha yüksektir.
Yağlı ördek ve kaz eti yerine hindi ve tavuğu tercih edin.

Yağ tüketiminizi azaltmak için derisiz beyaz et satın alın. Taze beyaz etin kalitesine dikkat edin. Derisi sararmış, kurumuş kümes hayvanı eti almayın.

Etler hemen tüketilmeyecekse birer yemeklik miktarlarda, yassı şekilde paketlenmiş olarak normal buzdolabı buzluklarında 1 hafta, derin dondurucularda 3-4 ay saklanabilir.
Taze balığın solungaçları pembe ve parlak kırmızıdır, pulları yapışık, görünüşü diridir. Bozulmamış ise gözleri parlak ve dışarı bombelidir.

Beyaz veya açık renkli olan, tatlı su levreği veya dil balığı gibi balıklar, sert ve daha koyu renkli, uskumru, somon ve gibi balıklardan daha az yağ içerir.

SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ

Mikroorganizmalardan korunmak için iyi kaynatılmış, pastörize/sterilize edilmiş süt ve ürünleri kullanılmalıdır.

Pastörize şişe sütlerin kapakları açılmamış ve üretim tarihi ile satın alındığı tarih aynı veya çok yakın olmalıdır.

Pastörize edilmemiş sütler, kabardıktan sonra 5 dakika kaynatılıp hemen soğutulmalıdır.
Kaynatılmış ve pastörize sütler cam kavanozda buzdolabında 12 gün, kutusu açılmış sterilize sütler en fazla 3 gün saklanabilir.

Peynirler hoş kokmalı ve kalıbı ile aynı hacimde (taşmamalı) olmalıdır.

Peynirlerin yüzeyi kesildiğinde kuru, çabuk parçalanan ve dökülür özellikte olmamalıdır .
Çiğ sütten yapılmış peynir tüketilmemelidir.

Yoğurt torbaya konup süzülür ve süzülen suyu atılırsa vitamin kaybı olur. Yoğurt suyu çorba ve hamur işlerinde kullanılarak değerlendirilmelidir.

YUMURTA

Kabuğu temiz, kendisi iri olmalıdır. Kırık ve çatlak yumurtalar alınmamalı.
Yumurta, buzdolabının özel bölümüne sivri kısmı alta gelecek şekilde yerleştirilmelidir. Bu şekilde 10 gün saklanabilir.

Taze yumurtanın sarısı, akı tarafından küre şeklinde sarmalanmıştır. Kabuğu pürtüklüdür.
Bayat yumurta kırıldığı zaman sarısı hemen dağılır ve akıyla karışır.

Yumurta ışığa tutulduğu zaman taze yumurtanın sarısı ortada gözükür; yumurta bayatladıkça sarısında kabuğa doğru bir kayma görülür.

Taze yumurta suya atıldığında dibe çöker, bayatladıkça yukarı doğru çıkar.

SEBZE VE MEYVE

Yeşil yapraklı sebzelerin yaprağı bol ve yeşil olanları daha iyidir.
Patates ve soğanlarda çimlenme ve yeşillenme olmamalıdır.
Şişmiş, paslı ve içindeki sıvıyı sızdıran konserveler alınmamalıdır .
Meyvelerin iri ve gösterişli olanları değil, pörsümemiş ve sulu olanlarını seçin.

siyahruj
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Grip aşısını herkesin yaptırması doğru değil
« Yanıtla #114 : 11 Eylül 2008, 23:09:34 »

Grip aşısını herkesin değil, sadece risk altındaki kişilerin yaptırmasının daha doğru olacağı ve risk altındakiler dışında, genç, herhangi bir sağlık sorunu olmayanların grip aşısı yaptırmalarının şart olmadığı belirtildi.

Konuyla ilgili bir açıklama yapan Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, ülkemizin de içinde bulunduğu kuzey yarım kürede, gribin, kış aylarında salgınlara yol açtığını hatırlattı.

Bu salgınlar sırasında, özellikle yaşlılar, kalp, akciğer, kan, böbrek ve şeker hastalığı gibi müzmin bir rahatsızlığı olanlar ile gebeler ve huzurevi sakinlerinde hastalığın ağır seyrettiğini ve hatta ölümlere yol açabildiğini kaydeden Prof. Dr. Özlü “Aşı yapıldıktan sonra bir iki ay içerisinde yeterli bağışıklık gelişebildiğinden, bu kişilerin, her yıl eylül-ekim aylarında bir doz grip aşısı yaptırmalarında yarar var.

Ayrıca, bu kişilere bakan yakınları, huzurevi çalışanları, sağlık personeli, sık seyahat edenler ve aspirin almakta olan çocuklara da grip aşısı önerilmektedir. Grip aşısı herkese değil, sadece risk altındaki bu kişilere önerilir. Risk altındakiler dışında, genç, herhangi bir sağlık sorunu olmayanların grip aşısı yaptırmaları şart değildir. Grip aşısını, her yıl tekrarlamak gerekmektedir. Çocuklara ilk kez yapıldığında, bir ay ara ile iki doz halinde yapılması önerilmektedir” dedi.

Aşının güvenli olmakla birlikte, uygulama yerinde ağrı ve kızarıklığa yol açabildiğini kaydeden Prof. Dr. Özlü “Hafif ateş, halsizlik ve kırıklıkla gribe benzer hafif ve kısa süreli bir hastalık tablosu oluşturabilir. Eğer 39-40 derece yüksek ateşle seyreden bir hastalık geçirmekte olanlara ve yumurta alerjisi olanlara aşı yapılmaz.

Aşının gribe yakalanmayı ve gripten ölümleri önemli ölçüde azalttığı bilinmektedir. Ancak grip aşısı, nezle, soğuk algınlığı, kulak ve boğaz iltihabı, sinüzit, trakeobronşit gibi daha hafif solunumsal enfeksiyonlardan korumaz. Eğer 65 yaşını geçmişseniz; KOAH, astım, bronşektazi gibi müzmin bir akciğer hastalığınız varsa; şeker, kalp, böbrek hastalığı gibi kronik bir rahatsızlıktan mustaripseniz ya da evinizde bu tür bir hasta varsa; hastanede, huzurevinde çalışıyorsanız; kış veya bahar aylarında doğum yapacak bir gebe iseniz; sık sık seyahat eden, insanlarla yoğun teması olan bir kişiyseniz daha fazla gecikmeden bir doz grip aşısı yaptırın” tavsiyesinde bulundu.

TRABZON (İHA)
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Ynt: Faydalı Bilgiler
« Yanıtla #115 : 13 Eylül 2008, 21:28:25 »
Dünyanın İlk Akciğer Kanseri Aşısı Üretildi

Kübalı bilim adamlarının ürettiği ve Küba'daki hastanelerde kullanılmaya başlayan aşı, akciğer kanseri hastalarının ortalama ömrünü ve yaşam kalitesini artırıyor. İncelemelere göre, yan etkileri de kemoterapiyle karşılaştırıldığında yok denecek kadar az...

Kübalı bilim adamlarının geliştirdiği ilk akciğer kanseri aşısına onay verildi. Küba'daki hastanelerde kullanılmaya başlanan “Cimawax EGF” adlı aşı, akciğer kanseri hastalarının yaşam süresini ortalama 4-5 ay hatta bazı hastalarda daha fazla uzatıyor.

Klinik araştırmalar, aşının hastaların hayatta kalma oranını ve yaşam kalitesini artırdığını ortaya koyuyor. Kübalı bilim adamları, aşının akciğer kanseri tedavisinde kullanılan kemoterapi ilaçlarının aksine fazla bir yan etkisi de olmadığını söylüyor. Zira aşı sadece kanserli hücreleri hedef alıyor. Aşı kemoterapi tedavisinde görülen yan etkilerden biri olan saç dökülmesine yol açmıyor.

Japonlardan Kalp İçin Yeni Buluş

Japon bilim adamları, sağlıklı bir kalbin gelişmesinde önemli rol oynayan bir proteini belirlediklerini açıkladılar.

Sonuçları Nature dergisinde yayınlanan araştırmada uzmanlar, IGFBP-4 proteinini saptayarak, kalpleri yeni oluşmuş kurbağa yavrularından bu proteini aldılar.

Japonya'daki Chiba Tıp Fakültesi'nden Issei Komuro, “Molekül etkisiz duruma getirildikten (alındıktan) sonra, kalplerin giderek küçüldüğünü ve sonunda yok olduğunu” söyledi.

IGFBP-4'ün, sağlıklı bir kalbin gelişiminde hayati rol oynadığını belirlediklerini belirten Komuro, “Bu molekülü, kalp hastalıkları geçiren insanlarda, kalplerin yenilenmesi için kullanabilmeyi umduklarını” kaydetti.

Beyne Bağlanan Dürbün

Dürbünle bir bölgeyi gözetlemek ve saldırıları tespit etmek genelde çok zordur, zira gözlerimizin tehdidi tespit etme ve tepki verme süresi sınırlıdır.

ABD ordusu ile çalışan Northrop Grumman Corporation isimli bir firma bu problemi çözmek için dürbün ve beyin dalgalarını bir arada kullanabilen bir sistem geliştirmek üzere çalıştığını açıkladı. Ortaya konan sistemde hem gece hem de gündüz gözetlemeye imkân veren panoramik (geniş görüş alanını kaplayan) dürbün sistemi ani hareket eden ya da alışık olmadık bir görüntü ile karşılaşan gözcünün beyin dalgalarını izleyerek otomatik olarak alarm verebilecek.

Cognitive Technology Threat Warning System programı adı verilen bu yeni sistem, hem askerlere çok geniş bir görüş açısı sağlayacak hem de harekete karşı anında tepki verme şansı verecek. Özel bir başlığın alın bölgesinde yer alan elektrotları kullanan sistem, askerin beyin dalgalarını sürekli olarak izleyerek bir tehdit durumu olup olmadığını ölçümleyebilecek ve buna uygun olarak bir alarm üretebilecek.

. İlmi Araştırma Dergisi
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Ynt: Faydalı Bilgiler
« Yanıtla #116 : 14 Eylül 2008, 04:33:47 »
Damar sertliğine birebir

Orucun insan sağlığına tesîri, sayılamayacak kadar çoktur. Bunların içinden en önemlileri olarak karaciğer ve damarlar üzerindeki etkileri olarak bildirilmiştir. Karaciğer, vücûdun, muazzam bilgisayarlarla çalışan kimya laboratuarı gibidir.

Karaciğer, bir taraftan sindirim için çok büyük mesele olan yağları sindirir, eritir, diğer taraftan da besinleri depo eder, ihtiyaca göre onları çözer. Ayrıca karaciğer, vücûda giren mikroplara karşı, faydalı zehirler üretir.

Kemik iliğinde kan yapan hücreler için, temel maddeler hazırlar. Vitamin ve hormonlar ile kandaki iyot dengesinin bütün faaliyetinden karaciğer sorumludur. Bunun için karaciğer hücreleri, yirmi dört saat durmadan çalışmak mecburiyetindedir.

Çok yemek ve içmek, karaciğer hücreleri için çok zararlıdır. Aşırı derecede çalışan karaciğer hücreleri, Ramazan-ı şerîfte, oruç tutmak suretiyle dinlenmektedir. Böylece karaciğer, bir sene müddetle daha kuvvetli çalışma imkânı bulmaktadır.
« Son Düzenleme: 14 Eylül 2008, 11:07:54 Gönderen: Tuğra »
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Hafızayı Güçlendiriyor
« Yanıtla #117 : 14 Eylül 2008, 11:35:48 »
Teşekkürler Lika,

*************************
 
Egzersizin, orta derecede hafıza zayıflığı olan yetişkinlerde hafızayı güçlendirmede yardımcı olabildiği bildirildi.Melbourne Üniversitesinden bir ekip, hafıza zayıflığı olan 50 yaş ve üzerindeki 138 kişi üzerinde, evde yapılan bedensel aktivitenin etkisini araştırdı.

Gönüllülerden bazılarından 24 hafta boyunca haftada 3 kez 50 dakika yürümek gibi orta derecede fiziksel aktivitede bulunmaları istendi. Diğerlerinden ise egzersiz yapmaları talep edilmedi.

Araştırma sonucunda yapılan testlerde, egzersiz grubundakilerin hafıza testlerinde daha başarılı oldukları, bunama belirtileriyle ilgili testlerdeki skorlarının ise düşük olduğu belirlendi.

Denekler daha sonra da takip edildi ve egzersiz programı bittikten sonra yararlarının 12 ay boyunca devam ettiği görüldü.Kalp-damar sistemine faydalı olduğu bilinen egzersizin beyne kan gitmesini sağladığı için hafızanın işleyişine de yardımcı olabildiği belirtiliyor.

Journal of the American Medical Association'da yazan araştırmacılar, "Orta derecede idrak sorununda 36 ayda önemli etkisinin olmadığı görülen ilaç tedavisinin aksine bedensel aktivite; depresyon, yaşam kalitesi ve kardiyovasküler sistemin çalışmasına ilişkin araştırmaların da gösterdiği gibi, sadece hafızanın işleyişine fayda sağlamakla kalmıyor, sağlığa başka yararları da bulunuyor" dediler.

Alzheimer Derneği'nden Susanne Sorensen de "Düzenli egzersiz bunama riskini azaltmanın en iyi yollarından biri ve bunamanın ilerlemesini yavaşlatabilir" diye konuştu.

mynet
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Bilinçsiz masaj insan sağlığını tehdit ediyor
« Yanıtla #118 : 15 Eylül 2008, 00:22:52 »
Halkının yarısından fazlasının tarımla geçimini sağladığı Aydın'da vatandaşlarda en sık karşılaşılan rahatsızlıklardan birinin bel ağrısı olduğu bildirildi. Özellikle dağ köylerinde ve tarım alanlarında ağır işlerde ve taşıma sektöründe çalışan kişinin belini bilinçsiz kullanması nedeniyle zaman zaman bel ağrısına yakalandığı bildirildi.

Ağrılardan kurtulmanın en önemli yolunun egzersiz ve bundan daha da önemlisinin ise beli bilinçli kullanmak olduğu bildirildi.

Tarım sektöründe çalışan ve özellikle uzun süre eğilerek yapılan işlerde çalışan bayan erkek herkesin ciddi oranda bel ağrısı çektiğini belirten Fizirem Fizik Tedavi Merkezi Hekimlerinden Uzman Dr. Ayhan Erkek, bir çok kişinin ağrılarını belini çiğneterek gidermeye çalıştığını ve bu sistemin yanlış olduğunu belirtti.

Hekim olarak masajı önerdiklerini ancak bel çiğnetme gibi bir yöntemi önermediklerini kaydeden Uzman Dr. Erkek “bel çiğnetme kişilerde geçici bir rahatlık verebilir, ancak bize göre riskli bir rahatlama yöntemidir. Belkemiği insan yaşamında çok önemlidir.

Zarar gördüğünde vücudun tamamında işlev kaybı yaşanır. Bu nedenle bel ağrısı yaşayan vatandaşlarımız, hekime veya sağlık kuruluşuna gitmiyorsa bu ağrısını elle masajla rahatlatmaya çalışsın. Bel çiğnetmede dikkatsiz davranılması halinde kişinin belinde kırık oluşturabilir. Daha çok taşralarda uygulandığını gördüğümüz bu yöntemin tercih edilmemesini öneriyoruz” dedi.

AYDIN (İHA)
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Kemikleri korumak için hergün 2 bardak süt
« Yanıtla #119 : 15 Eylül 2008, 17:59:12 »
Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Tanju Besler, başlayan ağrılar, değişen vücut biçimi ve yaşanan kırıklar nedeniyle kişiyi bağımlı ve yalnız yaşayamaz hale getirebilen osteoporozdan korunabilmek için günde 2 bardak süt içilmesi önerisinde bulundu.

Prof. Dr. Besler, yaptığı açıklamada, osteoporozun en önemli nedeninin kemiklerin yoğunluğu ve gücünü yitirmesi olduğunu belirterek, ''Ortalama her 3 kadından birinde ve her 5 erkekten birinde bu hastalık görülebiliyor. Türkiye genelinde 8 ile 10 milyon arasında osteoporoz hastası olduğu biliniyor'' dedi.

Osteoporozun önlenebilen bir hastalık olduğuna işaret eden Prof. Dr. Besler, kemiklerin güçlü olmasında küçük yaşlardan itibaren besinlerle alınan kalsiyumun büyük rolü bulunduğunu, sütün de kemik sağlığı için gerekli olan kalsiyumun kaynağını oluşturduğunu söyledi. Prof. Dr. Besler, ''Vücuttaki kalsiyumun yüzde 99'unu bulunduran kemik yapısını güçlü tutabilmek ve osteoporoz riskini azaltabilmek için her gün düzenli olarak kalsiyum içeren besinler, özellikle de sağlıklı süt tüketmek gerekmektedir.

Eğer çocukluk döneminden itibaren süt içmeyi alışkanlık haline getirdiyseniz ve günde 2 bardak süt içtiyseniz bu hastalığa yakalanma olasılığınız azalıyor. Yetişkin bireylerin her gün 2 su bardağı, çocuk, ergen dönemi gençler, gebe, emzikli ve menopoz sonrası kadınların ise 2-4 su bardağı süt içmeleri gerekiyor'' diye konuştu.

Öncelikle yaşam kalitesini etkileyen osteoporozun başlayan ağrılar, değişen vücut biçimi ve yaşanan kırıklar dolasıyla kişiyi bağımlı ve yalnız yaşayamaz hale getirebildiğine dikkati çeken Prof. Dr. Besler, ''Yapılan bir modelleme çalışması, 50 yaşında bir kadının hayat boyu kalçasını kırma riskinin yüzde 17 olduğunu gösteriyor. Kalçasını kıran kadınların 4'de biri bir daha hiç ayağa kalkamıyor'' dedi.

-TÜRKİYE'DEKİ SÜT TÜKETİMİ-

Osteoporoza karşı koruyan süt ve süt ürünlerinin temel besin grupları arasında yer aldığını, organizmanın büyümesi ve gelişimi için gerekli olan besin ögelerinin tamamına yakınını az ya da çok oranlarda içerdiğini vurgulayan Prof. Dr. Besler, şunları söyledi: ''Bebeklerin doğduktan sonra 6 ay süresince anne sütünden başka hiçbir besin grubuna ihtiyaç duymaması bunun en temel göstergesidir.

Günde bir bardak süt içen 6 yaşında bir çocuk protein ihtiyacının yüzde 35'ini, kalsiyum ihtiyacının yüzde 52'sini, B12 vitamini ihtiyacının da yüzde 98'ini karşılayabilmektedir. Ancak Türkiye'de ne yazık ki süt içme alışkanlığı yaygın değil. Türkiye'de kişi başına düşen süt tüketimi yaklaşık olarak 24 litre civarında. Dünya geneline baktığınızda ise bu rakamların 200 litreye ulaştığı ülkeler var. Örneğin İngiltere'de 100, Finlandiya'da ise 139 litre.''

Tüketilen süt miktarı kadar sağlıklı olmasının da önemine işaret eden Prof. Dr. Besler, Türkiye'de tüketilen süt miktarının sadece 10-15 litresinin işlenmiş ve paketlenmiş halde bulunduğunu, geri kalanının ise sokakta satılan açık süt olduğunu söyledi.

Açıkta bırakılma ya da havayla temas sonucu sütün zararlı mikroorganizmalar üretmesinin de hızlandığını ve bu zararlı bakterilerin besin zehirlenmesi, dizanteri, tifo ve brusella gibi hastalıklara neden olabildiğine dikkati çeken Prof. Dr. Besler, ''Çiğ sütlerden kolaylıkla insana geçebilen ve gelişmiş ülkelerde çok az görülen bu hastalıklar bizim gibi sokak sütünün fazla tüketildiği ülkelerde daha sık görülüyor. 2005 yılında ülkemizde görülen brusella vakalarının 14 bin 639 olduğu rapor edilmiştir. Bu nedenle de açıkta satılan sütlerin yarardan çok zararı var diyebiliriz'' dedi.

OSTEOPOROZA KARŞI BİLİNÇLENDİRME KAMPANYASI

Halkı osteoporoza karşı bilinçlendirmek için Tetra Pak A.Ş. desteğiyle Sağlık Bakanlığı, Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Derneği, Osteoporozdan Korunma ve Osteoporozlular Dayanışma Derneği ve Hacettepe Üniversitesi tarafından ''Osteoporozdan korunmak için, sağlık için, sağlıklı süt için'' kampanyası yürütüldüğünü hatırlatan Prof. Dr. Besler, bu kapsamdaki eğitimlerin bu yıl Ankara, Kütahya, Hatay, Nevşehir, Çankırı, Afyonkarahisar, Isparta, Mersin, Şanlıurfa, Kayseri ve Tokat'ta sağlık ocaklarında başladığını söyledi.

Prof. Dr. Tanju Besler, yıl sonuna kadar devam edecek eğitimlerin hedefinin 2,5 milyon kişiyi uzmanlar aracılığı ile osteoporoza karşı bilinçlendirerek, daha sağlıklı nesiller yetiştirebilmek olduğunu sözlerine ekledi

diyet.com
« Son Düzenleme: 15 Eylül 2008, 18:01:19 Gönderen: Tuğra »
〰〰〰〰🐠