Gönderen Konu: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları  (Okunma sayısı 1063722 defa)

0 Üye ve 209 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

"Muhakkak Allâhü Teâlâ, yeryüzündekilerin duâsından dolayı kabirlerdekilere dağlar kadar rahmet verir. Dirilerin ölülere hediyeleri, (duâ ve) istiğfârdır."
(Hadîs-i Şerîf, Kenzü’l-Ummâl)




24
Ağustos Cumartesi 2013

Hicrî: 17 Şevval 1434 - Rûmî: 11 Ağustos 1429

Vezüv Yanardağı'nın Pompei ve Herkülaneum Şehirlerini Yok Etmesi (79) • Mercidabık Zaferi (1516)


Ölü Defnedildikten Sonra Telkin Meşrûdur

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ölüyü defnettikten sonra kabrin başında durur ve “Kardeşinize istiğfar edin. Allâhü Teâlâ’dan (suallere) cevapta ona sebat isteyin. Zira o şimdi sual olunmaktadır.” buyururdu.

İhyâu Ulûm’da geçen şu hadîs-i şerîf de telkînin sünnet olduğuna delildir: Ebû Ümâme el-Bâhili (r.a.) vefat edeceği sırada şöyle dedi: Yâ Saîd! Ben öldüğüm zaman bana Resûlullah’ın (s.a.v.) bize emrettiği gibi yapın. Muhakkak Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz vefât ettiği zaman kabre defnedilip üzerine toprak konulduktan sonra, biriniz kabrinin başında ayağa kalksın ve ‘Yâ Fülan ibni fülâne’ desin. O meyyit cevap veremez, ama duyar...”

Kudûrî şerhi el-Cevheretü’n-neyyire’de “Ehl-i sünnete göre ölüye telkîn meşrûdur. Çünkü Allâhü Teâlâ ölüye kabirde hayat verir.” denilmektedir.

“Defnolunan ve mükellef Müslüman ölü hakkında telkîn verilmesi meşrûdur. Kabre defnolunmasını müteakip sâlih bir kimse kalkıp ölünün yüzüne karşı durur ve ona hitaben telkînde bulunur.”


Sağlık Tavsiyeleri

Yemeklerinizi mümkün oldukça yemek vaktine yakın zamanda pişirin, pişmiş yiyecekleri bekletmeyin.

Pişirdikten sonra kalan yemeklerinizi hızlı soğutup buzdolabında muhafaza edin, yiyeceğiniz kadarını ısıtın.

Pişirip daha sonra yiyeceğiniz yemekleri, oda sıcaklığında, tezgâh ve ocak üzerinde 2 saatten fazla soğumaya bırakmayın. Yaz aylarında ise oda sıcaklığında 1 saatten fazla bırakmayın.

Dondurulmuş gıdaları asla kalorifer, soba vb. üzerinde değil buzdolabı sıcaklığında çözülmelidir.


İsimlerimiz: Erkek: Necdet, Kız: Nemciye




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Günahlardan tevbe, bir daha günaha aslâ dönmemendir.”
(Hadîs-i Şerîf, Kenzü'l-Ummâl)




25
Ağustos Pazar 2013

Hicrî: 18 Şevval 1434 - Rûmî: 12 Ağustos 1429

Yavuz Sultan Selim Han'ın Halep'i Fethi (1516)


Tevbe Nasıl Olur?

Hz. Alî’ye (kerremAllahu vecheh) tevbe nasıl olur diye soruldu. Şöyle buyurdular:

Tevbe eden şu altı şeyi yapar:
1- Geçmiş günahlarına pişman olur.
2- Geçmiş farzları kazâ eder.
3- Haksız olarak aldıklarını sahibine iâde eder.
4- Hakkı olanlarla helâlleşir
5- İşlediği günahlara dönmemeye azmeder
6- Nefsini nasıl günah ile büyüttüyse öylece Allâh’a itaatta da terbiye eder.


Hz. Muhyiddîn Arabî'nin Kabrinin Bulunması

Yavuz Sultan Selim Han, Şam’da iken Şeyhülislâm Kemal Paşazâde ile Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin bir risalesinde “İza dehale’s-sîn fi’ş-şîn zahara kabru Muhyiddin, ezhara bimerkadi’l-mîm” ibaresini görmüş.

Kemal Paşazâde bu ibareyi (Sîn); Selim, (Şîn); Şam’a girdiğinde Hz. Muhyiddin kabrini izhar eder, diye tevil etti. Sultan derhal Hz. Muhyiddin’in kabrini bulalım, çıkaralım ve ziyaret edelim” deyip araştırdılar. Bir netice alınamadı. Bir gece rüyasında Muhyiddin Arabî hazretleri;

“Şam’a gelmeni bekliyordum. Sabah siyah bir ata bin, o at seni bana getirir. Beni zillet toprağından kaldırıp Salihiyye’de bir türbe, tekke, cami, imaret, medrese, sıbyan mektebi, hamam yaptırarak Salihiyye’yi îmar eyle. Mısır’ın fethini sana müjdeliyorum,” dedi.

Selim Han uyanıp derhal siyah bir at buldurdu, ata bindi. At Salihiyye’ye gelip bir mezbelelikte eşindi ve orada dört köşe bir büyük taş çıktı. Taş üzerinde celi kûfi hat ile “Hâza kabru Muhyiddin” yazılmış idi.

Sultan Selim Han derhal mezbeleyi bizzat kendileri de alakadar olup temizledi ve Muhyiddin Arabî Hazretlerinin kendisinden istediği türbe, cami, medrese ve mektep gibi diğer istediklerini de yaptırdı, Salihiyye’yi imar etti.   (Evliya Çelebi, Seyahatnâme)

İsimlerimiz: Erkek: Orhan, Kız: Zahide



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Hazret-i Ali (k.v.)'den Hikmetler
« Yanıtla #992 : 26 Ağustos 2013, 10:57:28 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Ben ilmin şehriyim, Ali de o şehrin kapısıdır.”
(Hadîs-i Şerîf, Süyûtî, el-Câmiu's-Sağîr)




26
Ağustos Pazartesi 2013

Hicrî: 19 Şevval 1434 - Rûmî: 13 Ağustos 1429

Hz. Ali KerremAllahü Veche'nin Dünyayı Teşrifi (598) • Malazgird Zaferi (1071) • Yunan Ordusuna Karşı Büyük Taarruz (1922)


Hazret-i Ali (k.v.)'den Hikmetler

• İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar.
• Haddini bilen kişi helâk olmaz,
• Herkesin değeri, yaptığı iyilikle, ihsân ve ilmiyle ölçülür.
• Kişi, dilinin altında gizlidir.
• Dili tatlı olanın dostu çok olur.
• İyilik ile hür kişi köle yapılır.
• Cimriyi, malının bir felâket ile yok olabileceği veya vârise kalabileceği ile korkut.
• Söyleyene bakma, söylediğine bak.
• Bela vaktinde sızlanmak, feryâd etmek, mihneti artırır.
• Zulüm ile zafer olmaz.
• Oburlukla sıhhat birleşemez.
• Edepsizlikle şeref birleşemez.
• İntikam hissi ile efendilik (ululuk) olamaz.
• İstişareyi (danışmayı) terk ile doğruya varılmaz.
• Yalancıda insanlık yoktur.
• Takvadan üstün şeref yoktur.
• Kişiyi umduğu şeye tevbeden daha çok eriştiren bir şefaatçi olamaz.
• Afiyetten (sıhhattan) daha güzel bir elbise olamaz.
• Cehaletten daha tehlikeli bir hastalık olamaz.
• İnsan bilmediği şeyin düşmanıdır.
• İşlenen suçun özrünü tekrarlamak işlenen suçu hatırlatır.
• Cemaat içinde bir kimseye nasihat etmek, onu utandırmaktır.
• Cahildeki bir nimet, çöplükteki çiçeğe benzer.
• Belâ ve musibet ânında, feryad ve figan etmek sabırdan daha yorucudur.
• Düşmanın en büyüğü, hilesini daha çok gizleyendir.
• İlim, hikmet, mü'min kişinin yitiğidir,
• Cimrilik, ayıpların bütün kötülüklerini kendisinde toplar.
• Allâh'ın takdirleri olunca, kulun tedbirleri kayıp olur.
• Nefsânî arzusunun esiri kimse, köleden daha alçaktır.





Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Bir Âdâb | Gıda Zehirlenmesi Nedir, Ne Yapılır?
« Yanıtla #993 : 27 Ağustos 2013, 12:50:27 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Sağ elinizle yiyiniz, sağ elinizle içiniz, sağ elinizle alınız ve sağ elinizle veriniz.”
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i İbn-i Mâce)




27
Ağustos Salı 2013

Hicrî: 20 Şevval 1434 - Rûmî: 14 Ağustos 1429

Haydarpaşa - Şam - Medine Demiryolunun Açılışı (1908) • Sincanlı ve Afyon'un Kurtuluşu (1922)


Bir Âdâb

Bir şey alırken sağ el ile alınır, sağ el ile yenilir, içilir ve musâfaha yapılır, abdest âzâlarını yıkamaya başlarken sağdan başlanır, ayakkabı ve elbise giyerken sağ taraftan başlanır, câmi ve mescidlere, evlere, odalara sağ ayak ile girilir.

Cennetliklerin safları sağda olacak, cehennemliklerin safları da solda olacaktır. Cennet sağdadır, cehennem soldadır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Sağ elinizle yiyiniz, sağ elinizle içiniz, sağ elinizle alınız ve sağ elinizle veriniz. Çünkü şeytan sol eliyle yer, sol eliyle içer, sol eliyle verir ve sol eliyle alır.” buyurmuştur.

Pis ve kirli şeyler sol elle tutulur. Kiri temizlemek, burnu temizlemek, istincâ yapmak veya bir necâseti (pisliği) yıkamak için sol el kullanılır. Ancak sol elin kesik olması veya bir hastalık gibi mâzeretten dolayı bunlar sağ elle yapılabilir.

Bir kimseye kitap veya herhangi bir şey sağ elle verilir.

Makam ve fazilet bakımından kendisinden üstün biriyle yürüyen, onu sağına alır, solundan yürür.


Gıda Zehirlenmesi Nedir, Ne Yapılır?

Gıda zehirlenmeleri, çok kere bayatlamış ve bozuk yiyecekler yedikten sonra görülür.

Daha çok yaz aylarında görülen çok kere hafif ve kısa süren bir hastalıktır. Bebek, çocuk, yaşlı ve muafiyet (bağışıklık) sistemi zayıf olanlarda hastalık daha ağır olmakta, hatta ölüme götürebilmektedir.

Belirtileri: Baş dönmesi, ishal, mide bulantısı, kusma, şiddetli karın ağrısı, nefes almakta ve yutkunmakta güçlük çekme ve bazan ateşlenmedir. Bunlar 30 dakika ile 72 saat arasında ortaya çıkabilir.

Yapılacak ilk iş, hastayı kusturmaktır. Vücud kusarak zehiri dışarıya atar. Bu hallerde bulantı ve ishali önleyici ilaçlar da kullanılmamalıdır.

Kanlı ishal, şiddetli baş ağrısı ve ateş var ve zehirlenme belirtileri 2 günden fazla devam ediyorsa hasta, vakit kaybetmeden hastaneye götürülmelidir.




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Resûl-i Ekrem'in Zühdü ve Takvası
« Yanıtla #994 : 28 Ağustos 2013, 11:10:33 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Israrla beraber küçük günah kalmaz (büyük olur), istiğfarla da büyük günah kalmaz (aff olunur).”
(Hadîs-i Şerîf, Deylemî, Müsnedü’l Firdevs)




28
Ağustos Çarşamba 2013

Hicrî: 21 Şevval 1434 - Rûmî: 15 Ağustos 1429

Solhan'ın Kurtuluşu (1918)


Resûl-i Ekrem'in Zühdü ve Takvası

Hâtemü'l-Enbiyâ aleyhisselam Efendimiz geceleri o kadar namaz kılardı ki, çokça ayakta durmaktan mübarek ayakları şişerdi.
"Yâ ResûlAllah!. Neden kendine bu kadar zahmet veriyorsun? Allâhü Teâlâ senin evvel ve âhir günahlarını bağışlamış değil mi?" denilince "Ben Rabbimin çok şükreder bir kulu olmayayım mı?." diye cevap verdiler.

Peygamber-i Zîşân Efendimiz zamân-ı saadetlerinde Cezîretü'l-Arap fethedildi, Medîne-i Münevvere’ye her taraftan ganîmet malları gelmeye başladı, hükümdarlar tarafından kıymetli hediyeler gönderildi. Hâsılı, dünyâ olanca varlığıyla yüz gösterdi. Fakat, Peygamber Efendimiz bunların hiçbirine iltifat etmedi, onları, fakirlere, gazilere sarf etti. Hattâ, bir gün kendisine bir kese altın gelmişti, onu ashabına dağıtmıştı, hâne-i saadetinde yalnız altı altın kalmıştı; gece uyu(ya)madı, kalkıp bunları da dağıttı ve “Şimdi rahat ettim” buyurdu.

Âişe-i Sıddîka validemiz diyor ki: "Resûlullah irtihâllerine kadar üç gün doyuncaya kadar yemek yememiştir. Bazan bir ay kadar Müslümanların mübarek annelerinin evlerinde yemek için ocak yanmazdı. Yeyip içtiğimiz yalnız hurma ile sudan ibaret bulunurdu. Bazan Resûl-i Ekrem'in hâline acır, ağlardım. Bir gün “Canım sana feda olsun, dünyâ dirliğinden kâfi miktar kabul buyursan olmaz mı?” diye sordum. Buyurdular ki:

“Ben nerede, dünyâ nerede! Kardeşlerim olan ulü'l-azm peygamberler bundan daha şiddetli hallere sabrettiler, öylece gidip Hak Teâlâ'ya kavuştular. Allâhü Teâlâ da onlara büyük sevablar, makamlar verdi. Şimdi ben geniş bir maîşete erersem Hak Teâlâ’dan utanırım, benim mertebemin onların mertebelerinden aşağıya kalmasından sıkılırım. Benim en özlediğim şey o kardeşlerim olan peygamberlere kavuşmaktır.”

Peygamberimiz bu mübarek sözlerinden sonra dünyâda ancak bir ay daha yaşamışlardı. Âhirete irtihâl buyurduklarında geride bıraktığı şey, yalnız silahlarıyla bindikleri katırdan ve hâsılatını vakfetmiş olduğu araziden ibaretti.




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Resûlullâh'ın Amcazâdesi: Hz. Ubeyde Bin Hâris (r.a.)
« Yanıtla #995 : 29 Ağustos 2013, 18:01:53 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Şehitler beştir: Salgından ölen, iç hastalıklardan vefat eden, suda boğulan, yıkık altında kalıp ölen, bir de Allah yolunda öldürülen.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)




29
Ağustos Perşembe 2013

Hicrî: 22 Şevval 1434 - Rûmî: 16 Ağustos 1429

Belgrad'ın Fethi (1521) • Mohaç Zaferi (1526)


Resûlullâh'ın Amcazâdesi: Hz. Ubeyde Bin Hâris (r.a.)

Resûlullâh (s.a.v.)’ın amcazadesi Ubeydetübnü Hâris’in künyesi Ebû Hâris ve Ebû Muâviye’dir.

Resûlullâh Efendimiz’den on sene evvel doğmuştu. Resûlullâh (s.a.v.) Dâru’l-Erkâm’a girmeden önce, Ebû Seleme bin Abdülesedî, Abdullâh bin Erkam ve Osmân bin Maz’ûn ile birlikte Müslüman oldular. İki kardeşi Tufeyl, Husayn ve Mistah bin Üsâse ile birlikte Medîne’ye hicret etti. Medîne’de Abdullâh bin Seleme’nin yanında kaldılar. Hz. Ubeyde’nin Resûlullâh nezdinde pek büyük yeri vardı.

Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz Veddân gazasından döndüklerinde hicretin birinci senesi Rebîulevvel ayı başında müşrikler üzerine sırf muhâcirlerden Hz. Ubeyde kumandasında 60 kişilik bir kuvvet sevk etti. Onlara bir de sancak verdi. Resûl-i Ekremin ilk verdiği sancak budur. Hz. Ubeyde (r.a.) müşriklerle Seniyyetü’l-Merre denilen yerde karşılaştı. Başlarında Ebû Süfyan vardı. Burada Sa’d bin Mâlik ok ile şehîd edildi ki İslâm’da ok ile ilk şehîd olan odur. Bu da İslamdaki ilk harbdir.

Hz. Ubeyde (r.a.) Bedir’de de bulundu. İki ordu karşı karşıya geldiğinde müşrikler cephesinden Utbe bin Rebîa ve kardeşi Şeybe ve Velîd bin Utbe çıkarak er dilediler. Karşılarına Ensârdan üç genç çıktı. “Bizim sizinle işimiz yoktur. Yâ Muhammed, sen bize kavmimizden dengimiz olanları gönder.” dediler. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) de “Kalk Yâ Hamza, Kalk Yâ Ali, Kalk Yâ Ubeyde” buyurup gönderdiler. Hz. Ubeyde Utbe ile karşılaştı. İkisi de birbirini yaraladı. Hz. Hamza ve Ali, rakiplerini hemen öldürüp Utbe’nin de işini bitirdiler ve ayağından yaralanan Hz. Ubeyde’yi alıp getirdiler.

Bedir günü Hz. Ubeyde (r.a.) Müslümanların en yaşlısı idi. Bedir’den dönerken Safrâ denilen yerde şehîd oldu.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) bir vakit oradan geçerlerken Ashâb “Biz misk kokusu almaktayız.” dediler. Resûlullah (s.a.v.) “Ne zannediyorsunuz, işte Ebû Muâviye(Ubeyde)’nin kabri şuradadır.” buyurdular.

Şehîd olduğunda 63 yaşında idi, (radıyallâhü teâlâ anhüm.)




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İmanın Şubelerinden: Şükür
« Yanıtla #996 : 30 Ağustos 2013, 22:59:32 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“İyiliğin seni sevindirdiği ve kötülüğün de üzdüğü zaman, sen (kâmil bir) müminsin.”
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed bin Hanbel)




30
Ağustos Cuma 2013

Hicrî: 23 Şevval 1434 - Rûmî: 17 Ağustos 1429

Kütahya, Dumlupınar, Çivril ve Demirci'nin Kurtuluşu (1922)


İmanın Şubelerinden: Şükür

Şükür; îmân, ilim, sâlih amel, güzel ahlâk, âfiyet, sıhhat, evlâd, mâl ve diğer nimetlerinden dolayı Allâhü Teâlâ’ya kalble, dil ile, amel ve mâl ile kulluk ve ibâdet etmek, onun emirlerine uymak, onun nimetlerini günahta kullanmamaktır.

Ona itaat etmemek ise küfran-ı nimet ve nankörlüktür.

Şükür, bütün ibâdetleri ve bütün güzel huyları içine almaktadır.

Dil ile şükür, hamd ve senâ etmek, kelime-i tevhîd, tesbîh okumak ve diğer zikirleri yapmak, Kur’ân-ı Kerîm okumaktır.

Kalp ile şükür, mârifet, ilim, doğru îtikat, düzgün niyet, yaratılanlardan ibret almak, güzel ahlâk elde etmektir. Diğer uzuvların şükürleri de bunlara benzetilebilir.

Her şeyi yoktan var eden Allâh’a şükür ve onun emrine ta’zim (hürmet) etmek kulluk îcâbıdır. Bunun gibi, insanlardan görülen nimet ve iyiliklere teşekkür etmek ve onları hayır dua ile anmak da mürüvvet ve insâniyet icâbıdır. Hadîs-i şerîfte “İnsanlara şükretmeyen, (onların iyiliğini bilmeyen) Allâhü Teâlâ’ya şükretmemiş olur.” buyuruldu. Bilhassa ilim öğretenlerin haklarını gözetmelidir. Zîrâ onlar ebedî saâdete, âhiret nimetlerine ve Allâhü Teâlâ’nın rızâsına kavuşmaya sebep olurlar.

Hakîkî şükür, şükürden âciz olduğunu îtiraf etmektir. Zîrâ nimete şükür de Allâh’ın bir nimetidir. Akıllı bir kimse kendi hâlini düşünse, dışını ve içini Allâhü Teâlâ’nın nimetleriyle kaplanmış bulur. Böylece elbette tam şükredemeyeceğini anlar. İster istemez âcizliğini itiraf eder. Bu hal, nimetleri anlamak ve bilmekten meydana gelir. Nimetleri ihsan eden Allâhü Teâlâ’ya layıkıyla kulluk ve rızâsına uygun ibâdet etmekten âciz olduğunu idrâk eder. Lâkin böyle bir şükre sâhip olanlar pek azdır. Nitekim Allâhü Teâlâ “... Kullarımdan çok şükredenler azdır.” (Sebe’ Sûresi, âyet 13) buyurmuştur. 



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Yûşâ Aleyhisselam
« Yanıtla #997 : 30 Ağustos 2013, 23:04:18 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“İnsanların en akıllısı, güzel görüşlüsü kimdir, Yâ ResûlAllah” denildi. Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz buyurdu ki: “Ölümü en çok zikreden, hatırlayan ve ölüme en şiddetli hazırlanandır.”
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat)




31
Ağustos Cumartesi 2013

Hicrî: 24 Şevval 1434 - Rûmî: 18 Ağustos 1429



Yûşâ Aleyhisselam

Allahu Teâlâ, Hz. Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarına Hz. Yûşa aleyhisselâmı peygamber olarak göndermişti. Hz. Yûşa (a.s.), Belkâ şehrini fethettikten sonra İsrâiloğullarına şöyle dedi: "Şimdi Belkâ şehrine girin, Allâhü Teâlâ size onu Cebbârlardan mîrâs verdi. Ama girerken hepiniz tevâzû ile Allâhü Teâlâ’ya secde ve duâ edin ve “hıtta” (Yani, bizim günahlarımızı affet Yârab) deyiniz. Tâ ki Allâh gazanızı kabûl etsin ve sizin ve ecdadınızın günahlarınızı affetsin." Halbuki onlar Hz. Mûsâ’ya itâat etmemişler ve Tih sahrasında kalmışlardı.

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz de fetih gününde Mekke’ye girerken son derecede mütevazi olup Allâh’ına hamd ve şükrediyordu. Devesinin üzerinde iken sakalı, tevâzu için başını öne eğdiğinden ötürü devenin eğerine değmekte idi. Halbuki kendisiyle birlikte piyade ve atlı o kadar kalabalık bir ordu vardı ki aralarından Resûlullâh’ın bulunduğu yeşil bölük dahi görülemiyordu. Bu vaziyette Mekke-i Mükerreme’ye girdikten sonra gusledip sekiz rek’at şükür namazı kıldı. Bir rivayete göre bu namaz, kuşluk namazı idi.

Hz. Yûşa bu duâyı kavmine emrettiğinde muhsinlerden olanlar bu duâyı hem sözle, hem kalble söylediler. Allâhü Teâlâ da onların günahlarını bağışladı. Zâlimler ise: “Hıtta, hıtta (Yâ Rabbi, bizi affet) ” diyecekleri yerde: “hınta, hınta” yani “Yarabbi, sen bize buğday ihsan eyle! Biz Tih'ten çıktık ve hayli vakit oldu ki buğday yemeyip acıktık” dediler.

Allâhü Teâlâ bu kıssayı Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirdi: -meâlen- “Derken içlerinden o zulm edenler sözü değiştirdiler, kendilerine söylenenden başka bir şekle koydular, zulmü âdet etmeleri sebebiyle biz de üzerlerine semadan bir azâb salıverdik.” (A'raf sûresi, âyet: 162) buyurdu.

Bunlar 70.000 kişiydi. Allâhü Teâlâ onlara azâb olarak tâûn hastalığını indirdi ve tamamını helâk etti.

Bu kıssadan alınacak büyük ibret vardır: Hiç kimse Allâh’ın sözünü hafife almamalı ve şüpheye düşmemelidir.




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Yenisini Sizin İçin Giydik | Çocuğun Velisi Üzerindeki Hakları
« Yanıtla #998 : 02 Eylül 2013, 10:41:37 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Çocuğun babası üzerindeki hakkı ona güzel isim vermesi, büyüdüğü zaman onu evlendirmesi ve Kur’ân’ı öğretmesidir.”
(Hadîs-i Şerîf, Feyzu’l-Kadir)




1
Eylül Pazar 2013

Hicrî: 25 Şevval 1434 - Rûmî: 19 Ağustos 1429

Uşak, Gediz, Kiraz, Aliağa ve Seyitgazi'nin Kurtuluşu (1922) • İkinci Dünya Harbi'nin Başlaması (1939)


Yenisini Sizin İçin Giydik

Süfyân-ı Sevrî (r.a.) anlattı: Bir gün Câfer-i Sâdık Hazretlerinin huzuruna girmiştim. Üzerinde gösterişli bir cübbe vardı. Şaşırmış bir halde kendisine baktığımı görünce: “Yâ Sevrî! Sana ne oldu da bana öyle bakıyorsun? Belki de üzerimde gördüğün bir şeye şaşırdın.” dedi.

“Ey Resûlullâh’ın evladı! Şu giydiğiniz, ne sizin, ne de babalarınızın giydiği elbisedendir.” dedim.

“Yâ Sevrî! Ceddim (Muhammed Mustafa)’nın zamanı fakirlik ve mahrûmiyet zamanı idi. Onlar da fakirlik ve yoksulluğa münasib olarak yaşıyorlardı. Şimdi ise izzetin her şeyden evvel geldiği vakittir.” dedi ve cübbesinin kolunu sıyırdı. O zaman cübbesinin altında beyaz yünden bir cübbe gördüm ki kolunun biri diğerinden, eteğinin bir tarafı diğerinden kısa idi.

“Yâ Sevrî! Bunu Allah için, bunu da sizin için giydik. Allah için giydiğimizi gizledik, sizin için giydiğimizi gösterdik.” buyurdular.


Çocuğun Velisi Üzerindeki Hakları

Çocuk dünyaya geldiği zaman, sağ kulağına ezan, sol kulağına da kamet okumak,
Çocuğa güzel bir isim koymak,
Çocuğun nafakasını ve giyeceğini temin etmek,
Doğumunun yedinci günü çocuğun saçını kesip saçın ağırlığınca altın veya gümüşü sadaka vermek,
Çocuğun akîka kurbanını kesmek,
Çocuğu sünnet ettirmek,
Çocuğu güzel terbiye edip, yetiştirmek,
Çocuğa Kur’an-ı Kerim’i öğretmek,
Yedi yaşına geldiğinde çocuğuna namaz kılmasını emretmek,
Çocuğa iyi bir meslek, sanat öğretmek,
Zamanı geldiğinde onu evlendirmek,
Çocuklarına bir şey vereceği zaman kız olsun erkek olsun hepsine adaletli davranmak,
Çocuklarına hayır duâ etmek, bedduâ etmemektir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İmanın Şubelerinden: İnanca Dair Hususlar
« Yanıtla #999 : 02 Eylül 2013, 10:44:37 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Üç şey kimde olursa imanın lezzetini bulur:
Kim bir kimseyi ancak Allah için severse ve Allâhü Teâlâ ve Resûlü ona başka herşeyden daha sevgili olursa ve kim Allah onu cehennem(e düşmek)den kurtardıktan sonra ateşe atılmak ona küfre dönmekten daha sevgili olursa (o kimse imanın lezzetini bulur)”

(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i İbn-i Mübârek)




2
Eylül Pazartesi 2013

Hicrî: 26 Şevval 1434 - Rûmî: 20 Ağustos 1429



İmanın Şubelerinden: İnanca Dair Hususlar

Îmanın şubelerinin en başta geleni Allâh’a, peygamberlerine, Kur’ân-ı Kerîm’e ve diğer inzâl olunmuş kitapların hak olduğuna, meleklerine, kadere, hayır ve şerrin Allâh’dan olduğuna ve âhiret gününe inanmaktır. Bütün bunlar âyetlerle sâbittir.

Âhiret gününe inanmak; dünya günlerinin bir sonunun olduğuna ve âlemin fani olduğuna, kıyâmetten sonra mahlukatın diriltileceğine, haşre; kıyâmetten sonra mahlukat tekrar diriltildiğinde bir araya toplanıp hesaba çekileceğine, cennetin mü'minler için ebedî mükafat yurdu, cehennemin de kâfirler için ebedî azab yurdu olduğuna inanmaktır. Bu birçok âyetlerde beyân olunmuştur.

Allâh’ı sevmenin farz olduğuna inanmakda imanın şubelerindendir. Hadîs-i şerîfde: “Her kimde üç şey bulunursa imanın lezzetini bulur:  Allâh ve Resûlu ona başka her şeyden sevgili olmak, sevdiğini ancak Allâh için sevmek ve küfre dönmeyi kendisi için tutuşturulmuş olan bir ateşe atılması gibi çirkin görmek.”

Allâh’dan korkmanın farz olduğuna inanmak, Allâh’ın rahmetine ereceğine ümidvar olmakda imanın şubelerindendir.. Kur’ân-ı Kerîm’de -meâlen- “(O melekler) Allâh’ın rahmetini umarlar, azâbından korkarlar (İsrâ, 57)” buyuruldu.

Resûlullâh Efendimiz’i sevmek, ona hürmet ve tazim imanın bir şubesidir.  Hadîs-i şerîfde “Sizden hiç biriniz ben ona evladından, ana babasından, bütün insanlardan sevgili olmadıkça kâmil iman etmiş olmazsınız.” buyuruldu.

Resûlullâh Efendimiz’in Ehl-i Beytini, Mü'minlerin anneleri olan zevcelerini, Ashâb’ını, Kur’ân-ı sevmek de îmanın bir şûbesidir.

Îmanın altmış veya yetmiş kûsur şubesinden son şûbesi yoldan eziyet veren şeyi kaldırmaktır.





Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Mekke-i Mükerremeye Getirilen İlk Su: Ayn-ı Zübeyde
« Yanıtla #1000 : 03 Eylül 2013, 12:29:04 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Kim (beş vakit) farz namazın arkasında Âyetü’l-Kürsî’yi okursa o kimse, diğer namaza kadar Allâh’ın zimmetinde (himâyesinde)dir.”
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr)




3
Eylül Salı 2013

Hicrî: 27 Şevval 1434 - Rûmî: 21 Ağustos 1429

Dursunbey, Sındırgı, Güney, Ödemiş, Emet, Tavşanlı, Eşme ve Buharkent'in Kurtuluşu (1922)


Mekke-i Mükerremeye Getirilen İlk Su: Ayn-ı Zübeyde

Mekke halkı eskiden, şehrin içinde veya dışında bulunan kuyu sularını içiyorlardı. Hz. Muâviye'nin (r.a.) halifeliği zamanında on kanalla Mekke’ye su getirildi. Abdullah b. Âmir bu suları birleştirdi, Arafat Meydanı’nda havuzlar yaptırdı ve suları oraya akıttı, insanlar Mekke ve Arafat’ta sudan rahatladılar. Emevî Devleti’nden (132 h.) sonra bu kanallar harap oldu, Mekke halkının suları kesildi, hem hacılar hem de Mekke halkı büyük sıkıntıya düştüler. Harun Reşid, zamanına kadar böyle devam etti.

Halife Harun Reşid'in hanımı, Halife Emîn'in annesi Zübeyde Hanım, hayır işlerini çok severdi. Huneyn’deki su kaynağının -yani Ayn-i Zübeyde'nin- Mekke'ye akıtılmasını istedi. Bu suyun kaynağı, "Hâitu Huneyn" denilen ve Peygamberimiz’in (s.a.v.) Huneyn Savaşı'nı yaptığı yerde idi. Zübeyde Hanım, bu araziyi satın aldı. Dağları yardırarak suyun akacağı bir kanal açtırdı. Yağmurlar bol yağdığı zaman, suyun toplanabileceği yerlere su depoları yaptırdı, ayrıca Tâif dağlarından Arafat'a bir kanal daha açtırdı.

Ayn-ı Zübeyde 40 km. lik bir mesafeden bir nehir gibi gelerek Belde-i Haram'ın sakinlerini ve dünyanın her yerinden gelen hacıları suladı, hatta o su ile ziraat yapıldı, bahçeler sulandı.

Zübeyde hanım bu iş için hesaba gelmez paralar sarf etmişti. İş bitince kalfalar ve memurlar, zimmetlerinde bir şey olmadığını göstermek, hazineden bu iş için almış oldukları paraların hesabını vermek üzere defterleriyle birlikte huzurunda toplandılar. Zübeyde Hanım o vakit Dicle'ye bakan yüksek bir köşkte oturuyordu. Defterlerin Dicle'ye atılmasını emretti ve “Kimin yanında birşey kalmışsa o ona aittir. Kimin bizde bir alacağı varsa ödeririz.” dedi ve onlara pahalı elbiseler giydirdi. Allah ona rahmet etsin.  




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Hz. Mûsa Aleyhisselâm
« Yanıtla #1001 : 04 Eylül 2013, 10:53:57 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Allâhü Teâlâ’nın fazlından ve ihsânından isteyiniz. Zira Allâh azze ve celle kendisinden istenilmesini sever. İbâdetlerin en faziletlisi (belâ ve sıkıntılar karşısında sabrederek) sıkıntıdan kurtulmayı beklemektir.”
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)




4
Eylül Çarşamba 2013

Hicrî: 28 Şevval 1434 - Rûmî: 22 Ağustos 1429

Sivas Kongresi (1919) • Bigadiç, Bozüyük, Söğüt, Buldan, Tire, Simav, Kula ve Sarıgöl'ün Kurtuluşu (1922)


Hz. Mûsa Aleyhisselâm

Hz. Mûsa, Mısır’da doğmuştur, Benî İsrail’den İmran’ın oğludur. İsrâiloğulları, on iki kabile idi. Mısır’da olmaları Mısır'ın eski ahâlisi olan Kıptîlerin hoşuna gitmiyor, onlara zahmet veriyorlar, çıkıp gitmelerine de mâni oluyorlardı.

Bir gün Mısır kâhinlerinden biri, “Benî İsrail'den gelecek bir çocuk Mısır devletinin batmasına sebep olacak” diye Firavun'a, yani Kâbus ibn Mus'ab adındaki Mısır hükümdarına haber vermiş, Firavun da Benî İsrail'in yeni doğan çocuklarını öldürmeye başlamıştı. İşte bu sırada Hz. Mûsa doğdu. Validesi onu bir sandık içine koyarak Nil ırmağına bıraktı. Bu sandığı Firavun'un zevcesi Âsiye buldu, içinden güzel ve bir nur hâlinde çıkan masum çocuğu pek sevip kendisine evlat edindi. Hz. Musa'nın validesi de bir yolunu bularak kendisini yavrusuna sütanne tâyin ettirdi.

Hz. Mûsa, kendi düşmanının sarayında büyüdü. Şuayb aleyhisselâmın kızı Safura ile evlendi. Tur dağında Allâhü Teâlâ'nın tecellîsine mazhar oldu, kendisine peygamberlik verildi. Büyük kardeşi Harun aleyhisselâm ile beraber Firavun'u dine davet ile emrolundular.

Hz. Mûsa'nın eli ay gibi parlar, elindeki asa da dilediği vakit büyük bir ejderhâ kesilirdi. Firavun bu mucizeleri sihir sandı, sihirbazları topladı. Sihirbazlar Hz. Mûsa'nın asa mucizesini görünce bunun bir sihir olmadığını derhal anladılar hepsi de iman ettiler.

Firavun Hazret-i Mûsa'nın bu mucizelerini gördüğü halde yine iman etmedi. Nihayet, Musa aleyhisselâm bir gece Benî İsrail'i alıp Mısır'dan çıktı, Süveyş denizi bir mucize olarak yarıldı, on iki yola ayrıldı. Benî İsrail'in on iki kabilesi bu yollardan karşı yakaya geçtiler. Bunları takip eden Firavun ile ordusu ise suların tekrar kapanması üzerine boğulup gittiler. Yalnız Firavun'un cesedi suların çarpmasıyla sahile atılmış idi.

Mûsa aleyhisselâm Benî İsrail ile beraber Tih sahrasına gelmişti. Onları burada bırakan Hz. Musa Tûr dağına gitti. Orada kırk gün kadar Hak Teâlâ'ya ibâdette, münâcâtta bulundu. Allâhü Teâlâ ile kelam; konuşma şerefine nail oldu, bu sebeple kendisine Kelîmullah denir. Hz. Mûsa'ya Tevrat kitabı verildi.

Mûsa aleyhisselâm, Ken'an hududuna yakın bir mahalde yüz yirmi yaşında vefat etmiştir.




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Kelime-i Şehadet
« Yanıtla #1002 : 05 Eylül 2013, 12:35:05 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Kim Allâh’dan başka ilah olmadığına ve Muhammed Mustafa’nın Allâh’ın resûlü olduğuna şehadet ederse Allâhü Teâlâ cehennemi ona haram kılar.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)




5
Eylül Perşembe 2013

Hicrî: 29 Şevval 1434 - Rûmî: 23 Ağustos 1429

Kuyucak, Nazilli, Sultanhisar, Susurluk, Pazaryeri, Alaşehir, Gördes ve Salihli'nin Kurtuluşu (1922)


Kelime-i Şehadet

“Eşhedü enlâ ilâhe illallâh”:

Ben inanır, ikrar ve tasdik ederim ki, Allâh’tan başka ilah yoktur; hak olarak Allâh’tan başka ibadet edilecek ilah yoktur.

“Ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluhû”:

Ben ikrar ve tasdik ederim ki, Muhammed Allâh’ın resûlü ve kuludur; Allâh’ın sevgili ve seçtiği kuludur.

Allâhü Teâlâ onu âlemlere rahmet, bütün insanlara ve cinne peygamber olarak göndermiştir.”


Her kim bu iki şehadet kelimesini, içten ve samimi olarak söylerse, iman ve cennet ehlinden olmuş olur. Bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu: “Bir kul gece veya gündüzün bir anında Lâ ilâhe illallâh derse amel defterindeki günahlar silinir, yerine onlar kadar sevap yazılır.”

Bazı hadîs-i şerîflerde “Muhammedün Resûlullah” sözü olmadan “Lâ ilâhe illallâh” kelimesi geçmektedir. “Muhammedün Resûlullah” sözünün zikredilmemiş olması, onun “Lâ ilâhe illallâh” ile beraber olduğu murad olunduğu ve bilindiği içindir. Bu ikisi birbirinden ayrılmaz. Zira bir kimse sadece “Lâ ilâhe illallâh” dese ve “Muhammedün Resûlullah”  demese Müslüman olmuş olmaz. “Lâ ilâhe illallâh” ve “Muhammedün Resûlullah” bir şehadet hükmündedir ve bir kelime hükmünde iki kelimedir.

Zira Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu:

“Ey iman edenler! Allâh’a ve peygamberi (Muhammed aleyhisselama) îman ediniz.” (Nisâ sûresi, âyet, 136.)

Allâhü Teâlâ, şehadet kelimesini son sözümüz eylesin ve kelime-i şehadet sözleri ile diriltsin. Kelime-i şehadeti ve onun gereği olarak yapmış olduğumuz ibadetleri mizanımıza koysun. Âmin.


Bu iki kelimenin gerekleri olan amelleri terk etmemelidir.




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

Birisi Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) gelip ‘Ya ResûlAllah! Ben şu Kulhüvallâhü ehad sûresini okumayı seviyorum’, dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de “Ona olan sevgin, seni cennete girdirir.” buyurdular. (Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)




6
Eylül Cuma 2013

Hicrî: 30 Şevval 1434 - Rûmî: 24 Ağustos 1429

Tebriz'in Fethi (1514) • Bilecik, Balıkesir, Gönen, Savaştepe, İnegöl, Yenişehir, Akhisar, Bayındır, Köşk ve Söke'nin Kurtuluşu (1922)


İhlâs Sûresinin Fazileti

İhlâs sûresinin faziletleri çoktur. Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) ile birlikte bir yere gidiyorduk. Birisinin ihlas sûresini okuduğunu işitti ve şöyle buyurdu: “Vacip oldu” Ben “Ne vacip oldu yâ Resûlullah?” dedim. “Cennet” buyurdu.

Resûlullah (s.a.v) buyurdular:

“Sizden biri, bir gecede Kur’ân- ı Kerîm’in üçte birini okumaktan aciz midir?
Her kim Kul hüvellâhü ehad (İhlâs) sûresini okursa Kur’ân’ın üçte birini okumuş olur.


“Her kim Kul hüvellâhü ehad sûresini on defa okursa, Allah azze ve celle onun için cennette bir köşk yapar.” Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a): (Müsned-i Ahmed)

“O halde biz bu sûreyi çok okuyalım ya ResûlAllah!” dedi. Resûlullah (s.a.v)

“Allah (ın hayrı) daha çok ve daha güzeldir.” buyurdu. 


Zilkâde Ayı

Zilkâde ayı, kamerî ayların on birincisidir.

Hac aylarından olduğu için, geceleri zaman zaman teheccüd namazına kalkılır. Bilhassa cuma geceleri tesbih namazı kılınır.  (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)


Zilkade Ayı İctima'ı, Ru'yet Ve Başlangıcı

Hicrî Kamerî 1434 yılı Zilkade ayı ictima‘ı dün (05 Eylül Perşembe) Türkiye saati ile 14.37’de idi.

Ru’yet ise bugün  (06 Eylül Cuma) Türkiye saati ile 04.54’de.

Hilâl’in görüldüğü yerler: Büyük okyanusun güney batı kısmındaki adalardan; Pitcarin, Tahiti, Moorea, Cook Adaları, Fransız Polinezyası Adaları, Samua Adaları, Tonga ve Fiji Adası. İlerleyen saatlerde Yeni Zellenda, Avutralya ve Hint Okyanusunun güney kısmı.

Hilal; Türkiye, Almanya, Avusturya, Mısır, Fas, Cezayir, Tunus ve Arap yarım adasının orta ve kuzeyinden görülemeyecektir.

Hilâlin görüldüğü günü takip eden 7 Eylül Cumartesi günü de Zilkade ayının 1’i olmaktadır.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Haccın Fazîleti
« Yanıtla #1004 : 07 Eylül 2013, 13:45:25 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Ayakları Allah yolunda tozlanan kimseyi Allâhü Teâlâ cehennem ateşine haram kılar.” (Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)




7
Eylül Cumartesi 2013

Hicrî: 1 Zilkâde 1434 - Rûmî: 25 Ağustos 1429

Kânûnî Sultan Süleyman Han'ın İrtihali (1566)


Haccın Fazîleti

Allâhü Teâlâ Âl-i İmran Sûresinin 96. ve 97. âyet-i celîlelerinde buyurdu ki (meâlen):

“Şüphe yok ki, insanlar için ilk tesîs edilmiş olan mâbed, Mekke'deki o çok mübârek ve âlemler için hidâyet olan Beytullâh’tır.

Onda açık âyetler (alâmetler), İbrâhîm'in makâmı vardır. Ve her kim ona girerse emîn olur. Ve onun yoluna gücü yeten kimseler üzerine de o Beytullâh’ı haccetmek Allâhü Teâlâ için bir haktır (Allâhü Teâlâ’nın hakkıdır). Ve her kim inkâr ederse şüphe yok ki, Allâhü Teâlâ bütün âlemlerden ganî(zengin)dir.”


Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

“Kim, Allâhü Teâlâ için haccederse, hac esnâsında kötü söz ve davranışlardan sakınır ve günahlara sapmazsa, anasından doğduğu gün gibi temizlenmiş olarak döner.”

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), “Mebrûr (makbul) hac için cennetten başka mükâfât yoktur.” buyurunca, “Onun mebrûr olması ne (ile)dir?” diye soruldu. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) “Yemek yedirmekle, hoş kelâm (konuşmak) iledir.” buyurdu. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.)’e

“Hangi amel daha fazîletlidir?” diye sorulduğunda,

“Allah ve Resûlü’ne îmân etmektir.”
buyurdular.

“Sonra hangisi?” denildi.

“Allah yolunda cihâddır.” buyurdu.

“Daha sonra hangi (amel)dir?” denildi.

“Mebrûr hacdır.” buyurdular.

“Hiç şüphe yok ki, şu Beyt (Ka'be-i Şerîfe), İslâm’ın direği (mesâbesindeki rükünleri)nden biridir. Kim hac ve umre yaparsa, kefâletini Allâh'ın üzerine havâle etmiş (Allah onun kefili olmuş) demektir. Eğer (bu yolculukta) vefât ederse, Allah onu cennete koyar, şâyet âilesinin yanına döndürürse ganîmetle döndürür.”

“Hacda harcanan para(nın sevabı), Allâhü Teâlâ yolunda sarf edilen nafaka gibi, yedi yüz kat fazlası ile verilecektir.”  (Hac Rehberi, Fazilet Neşriyat)