Gönderen Konu: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları  (Okunma sayısı 1062783 defa)

0 Üye ve 135 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İlim Öğrenmenin Adabından: Sual Sormak | Beyit
« Yanıtla #825 : 14 Mart 2013, 10:42:16 »


"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Din kardeşi kendisine bir şey anlattığı zaman diğer kardeşin sükût etmesi (dinlemesi) mürüvvetten (hukuka riâyet ve ahlaktan)dır.”
(Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr)




14
Mart Perşembe 2013

Hicrî: 2 Cemâziyelevvel 1434 - Rûmî: 01 Mart 1429

Tıbbiye'nin Açılışı (1827) • Hınıs ve Köprüköy'ün Kurtuluşu (1918)


İlim Öğrenmenin Adabından: SUAL SORMAK

Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) bir mecliste huzurunda bulunanlara nasihatta bulunduğu sırada bir ârâbî gelip “Kıyamet ne zaman?” diye sordu. Resûlullah (sözünü kesmeyip) konuşmasına devam buyurdu. Oradakilerin kimi “Resûlullah ârâbînin ne dediğini işitti, ama suâlinden hoşlanmadı.”; kimi de “Belki işitmedi.” dedi. Resûlullah (s.a.v.) nasihatını bitirdikten sonra

“O kıyameti soran nerede?” diye sordu. Ârâbî,

“İşte benim, yâ ResûlAllah!” dedi. Bunun üzerine

“Emânet zayi edildi mi, kıyameti bekle,” buyurdular. Ârâbî 'Emâneti zayi etmek nasıl olur?' diye sorunca Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “İş ehil olmayan birine verildi mi, kıyameti bekleyin” buyurdu.

İmâm-ı Buhârî Hazretleri bu hadîs-i şerîfi Sahih’inde, ilimle alâkalı kısımda da zikretmiştir. Bu hadîsi şerh eden âlimler, buradan hoca ile talebesi arasındaki münasebetlerin nasıl olması gerektiğine dair bazı hükümler çıkarmışlardır. Buhârî şârihlerinden Umdetü'l-kârî müellifi Aynî (rh.) şu hükümleri zikretmiştir:

Hocanın talebesine ilim öğretmesi vacibtir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Sual soran nerede” buyurarak onun sorusuna cevap vermiştir.
Hocası meşgul iken talebe sual sormamalıdır. Önce gelen kimselerin hakkına tecavüz etmemek için sonradan gelenin, hocanın sözünü kesmeden tamamlamasını beklemesi gerekir.
Hoca, sorduğu sual ile kendisine cefa etse veya cahillik etse bile talebeye karşı yumuşaklıkla muamele etmelidir.
Talebe anlamadığı yerde hocasına müracaat edebilmelidir.
Hoca, daha önce sual sorana diğerlerinden önce cevap vermelidir.


Beyit:

Etme âr öğren, oku ehlinden
Her şeyin ilmi güzel cehlinden.

(Nâbî)






Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Dıhyetü'l-Kelbî (r.a.)
« Yanıtla #826 : 15 Mart 2013, 10:58:54 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Cebrâîl aleyhisselâm Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) geldiği zaman Dıhye sûretinde gelirdi.”
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)




15
Mart Cuma 2013

Hicrî: 3 Cemâziyelevvel 1434 - Rûmî: 02 Mart 1429

|


Dıhyetü'l-Kelbî (r.a.)

Ashâb-ı kirâm'ın büyüklerinden ve siması en güzellerinden olan Hz. Dıhyetü'l-Kelbî, Bedir harbinden önce Müslüman olmuş fakat Bedir harbine iştirak edememiş, Uhud ve sonraki harblere katılmıştı.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Cebrâîl'i (a.s.) gördüm. Cebrâîl'e en çok benzeyen Dıhye’dir.” buyurmuştur. Hz. Âişe vâlidemiz, 'Dıhye'nin sakalı, dişleri ve yüzü Cebrâîl'e (a.s.) benzerdi' demiştir. Cebrâîl (a.s.) insan suretinde vahiy getirdiği zaman bu benzerlikten dolayı en çok Hz. Dıhye sûretinde Resûlullah'a gelirdi. Cibrîl hadisi diye meşhur olan hadîs-i şerîfte Cebrâîl (a.s.) imanı, İslâm’ı, ihlâsı ve kıyâmet alametlerini Hz. Dıhye sûretinde gelerek sormuştu.

Hz. Dıhye ticaret için gittiği Şam'dan geldiği zaman Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) hediyeler getirir, ikramlarda bulunurdu.

Dıhye (r.a.) anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) yün bir cübbe ve bir çift mest hediye etmiştim. Resûlullah onları eskiyinceye kadar giydiler.

Bir gün Şam’dan gelip Resûlullah’ın huzuruna çıktım. Fıstık badem gibi taze yiyecekler ve peksimet hediye ettim. Resûlullah “Allâh’ım! Ehlimden sana en sevimli olan kimseyi bana gönder, benimle beraber bundan yesin.” buyurdular. O esnada Hz. Abbas (r.anh) göründü. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Yaklaş ey amca! Ben Allâhü Teâlâ'dan ehlimden sana en sevimli olan kişiyi bana gönder ve bunları beraber yiyelim diye dua ettim, sen geldin.” buyurdu. Hz. Abbas da oturdu, beraber yediler."


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Rum Kayseri Herakliyus’a İslâm’a davet mektubunu Hz. Dıhye ile gönderdi. Hz. Dıhye Hicretin yedinci senesi Muharrem ayında Hıms’ta Herakliyus ile karşılaştı ve mektubu teslim etti. Kayser Müslüman olmaya niyetlenmiş, fakat Rumların baskısı üzerine vazgeçmiş, Resûlullah’a hediyelerle bir mektup göndermişti.

Hz. Dıhye (r.a.), Şam’ın Müzze köyüne yerleşmiş ve Hz. Muâviye’nin halifeliğine kadar yaşamıştır.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Namaz Hakkında
« Yanıtla #827 : 16 Mart 2013, 15:32:58 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Yâ Ebâ Râfi’, Allâhü Teâlâ’nın senin ellerinle (vasıtanla) bir kişiye hidâyet etmesi, senin için güneşin üzerine doğup battığı şeyler(in hepsin)den hayırlıdır.”
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr)




16
Mart Cumartesi 2013

Hicrî: 4 Cemâziyelevvel 1434 - Rûmî: 03 Mart 1429

Horasan'ın Kurtuluşu (1918) • İngiliz ve Fransızların İstanbul'u İşgali ve Yağması (1920) • Türk-Rus Anlaşması (1921)


Namaz Hakkında

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Kim ki abdestini güzel alır, namazını vaktinde kılar, rükû ve sücûdunu tamamlar, huşûuna riâyet ederse o namaz beyaz ve parlak olduğu halde yükselir ve benim hakkıma riâyet ettiğin gibi Allah da seni korusun der. Kim ki abdestini güzel almaz, namazı vaktinde kılmaz, rükû, secde ve huşûuna riayet etmezse, siyah ve karanlık olduğu halde yükselir ve beni zayi' ettiğin gibi Allah da seni zayi' etsin der, Allâhü Teâlâ’nın dilediği yere gittikten sonra bir paçavra gibi dürülür ve adamın suratına çarpılır."

Hz. Ali bin Ebi Talib (Kerrema’llahü vechehu) namaza duracağı vakit benzi sararır ve vücudu titrerdi. “Sana ne oluyor, yâ Emire'l-Mü'minin?” diye sorduklarında: “Allâhü Teâlâ’nın, yerlere, dağlara ve göklere arz edib de onların kabulünden kaçındıkları ve benim boynuma aldığım ilahi emaneti ödeme zamanı gelmiştir, nasıl korkmayayım?” diye cevab verirdi. Hz. Ali (r.a.) abdest alırken rengi solardı. Bunun sebebini sorduklarında: “Kimin huzuruna çıkmak için hazırlandığımı bilmiyor musunuz?” diye cevab verirdi.

Hatem-i Esam'a (r.h.) nasıl namaz kıldığı soruldu: “Vakit yaklaşınca güzelce abdestimi alır, namaz kılacağım yere gider, orada oturur, aklımı başıma alır, sonra namaz için ayağa kalkarım. Kabe’yi iki kaşım arasına, Sırat’ı ayaklarımın altına, cenneti sağıma, cehennemi soluma alır, Azrail’i tepemde ve bu namazı son namazım diye kabul eder, korku ve ümit ile huzur-i Rabbü'l-Âlemîn’de durur, tahkik ile tekbir alır, ağır ağır ve manasını düşünerek Kur'ân okurum, tevazu ile rükû eder, huşû ile secdeye kapanırım. Sağ ayağımı diker -sol ayağımı yatırır- üzerine otururum. Namazımı ihlas ile kılarım. Ondan sonra da yine kabul olup olmadığını bilemem, korkusunu duyarım.” diye cevab vermiştir.

(Abdullah) ibn-i Abbas (r.a.) manasını düşünerek huzur ve huşu ile kılınan iki rek’at namaz, gafil kalb ile akşamdan sabaha kadar kılınan namazdan hayırlıdır, buyurmuştur.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları
« Yanıtla #828 : 17 Mart 2013, 05:36:51 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

Bir kimse gelip Yâ Resûlallâh! İnsanların en hayırlısı kimdir? diye sordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
“İnsanların en hayırlısı, ömrü uzun ve ameli güzel olandır.” buyurdu.
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)




17
Mart Pazar 2013

Hicrî: 5 Cemâziyelevvel 1434 - Rûmî: 04 Mart 1429

Erdel'in Fethi (1442)


İslam'ın Şartı 'Lâ İlâhe İllAllah Muhammedün Resûlullah' Demektir

Peygamberimiz (s.a.v.) Dıhye'nin Müslüman olmasını çok arzu ediyordu. Çünkü yediyüz kişilik kabilesinin reîsi idi. Onun Müslüman olmasıyla hepsi Müslüman olacaklardı. “Allâh’ım! Dıhyetü'l-Kelbî’ye İslâm’ı nasib et.” diye duâ ediyordu. Dıhye Müslüman olmaya karar verince, Allâhü Teâlâ bir sabah namazından sonra Peygamberimiz’e (s.a.v.) “Yâ Muhammed! Allâhü Teâlâ sana selam ediyor ve şöyle buyuruyor: Az sonra Dıhye huzuruna gelecek.” diye vahyetti.

Dıhye Mescid-i Nebevî’ye gelince Peygamberimiz, mübarek hırkasını sırtından çıkardı ve yere Dıhye'nin önüne sererek “Buraya otur, yâ Dıhye” buyurdular. Dıhye Resûlullâh’ın bu iltifatından ağlamaya başladı, hırka-i saâdeti yerden alıp öptü ve başına gözüne sürdü. Sonra da ‘Müslüman olmanın şartları nelerdir? Bana anlatınız.’ dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) “İlk önce ‘Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Rasûlüllâh’ demelisin.” buyurdular. Dıhye kelime-i şehâdeti okudu, sonra da ağlamaya başladı.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Allâhü Teâlâ seni İslam nimetiyle şereflendirdi, bu ağlama niye yâ Dıhye?” buyurunca ‘Ben çok büyük hatalar ve kötülükler işledim. Rabb’ine, bunların keffaretinin ne olduğunu sor. Eğer kendimi öldürmemi emrederse kendimi öldürürüm; bütün malımı vermemi emrederse malımın tamamını veririm.’ dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Bu günahlar nedir yâ Dıhye?” diye sordu. ‘Ben Arab meliklerinden biri idim. Kızlarımın dünyaya gelip onların da kocalarının olmasını gururumdan kabul edemedim ve tam yetmiş kızımı kendi ellerimle öldürdüm.’ dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) hayret ettiler. Bu esnada Cebrâil (a.s.) geldi ve ‘Yâ Muhammed, Allâhü Teâlâ’nın sana selamı var. Dıhye'ye şöyle söylemeni emrediyor: “İzzetim ve celâlim hakkı için sen lâ ilâhe illallâh dediğin anda altmış senelik küfrünü ve altmış senelik günahlarını bağışladım. Kızlarını öldürmeni nasıl bağışlamam?

Peygamberimiz ve ashabı ağlamaya başladılar. Peygamberimiz “İlâhi! Sen Dıhye’nin bir defa ‘Lâ ilâhe illallâh’ demesiyle kızlarını öldürmesini bağışladın. Sana devamlı şehadette bulunan ve sadık söz ve hâlis amel işleyen mü’min kullarını bağışlamaz mısın? buyurdular.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Muavenet-i Milliye'nin Gazası: Goliaht Nasıl Batdı?
« Yanıtla #829 : 18 Mart 2013, 10:26:26 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“…Eğer sizin üzerinizde Allâh’ın fazlı ve rahmeti olmasaydı, muhakkak hüsrâna düşenlerden olurdunuz.”
(Bakara Sûresi, âyet 64)




18
Mart Pazartesi 2013

Hicrî: 6 Cemâziyelevvel 1434 - Rûmî: 05 Mart 1429

Çanakkale Deniz Zaferi (1915)


Muavenet-i Milliye'nin Gazası: Goliaht Nasıl Batdı?

Çanakkale harbinde İngiliz-Fransız donanması Gelibolu’da geceli gündüzlü her tarafa ateş yağdırıyordu. Osmanlı bahriyesi Morto limanındaki düşman zırhlılarına karşı bir torpido hücumu yapılmasını kararlaştırmış; bu son derece zor ve tehlikeli iş için 29 Nisan 1915 günü “Muavenet-i Milliye”torpido muhribi  vazifelendirilmişti.

Muavenet-i Milliye bütün ışıklarını söndürmüş, karanlık gecede ilerliyordu. Muavenet-i Milliye ile İngiliz zırhlısının arasında 600 metre mesafe kalmıştı ki keşfedildi ve düşman gemisi, ışığını yakarak Muavenet-i Milliye den parola soruyor, fakat kendi muhriplerinden biri zannıyla üzerine ateş etmiyordu. Muavenet-i Milliye denizciliğin umumi işareti ile devamlı ve telaşlı “Hazır ol, hazır ol!” cevabını vermekte idi. Mühim bir haber tebliğ edecek gibi çekilen bu işaretler düşmanı bir lahza tereddüde düşürmek ve gördüğü geminin kendi muhriplerinden biri olması zannetirerek İngilizleri iğfal eylemek maksadıyla veriliyordu.

"Muavenet-i Milliye" düşman gemisine 200 metre mesafede takriben 15 saniye zarfında kovanlarının üçünü de boşalttı ve Goliath'ın teknesinden semaya doğru korkunç bir alev sütunu yükseldi.

Torpillerin üçü de isabet etmiş, bir saat evvel Türk mevzilerine ölüm saçan zırhlı bir dakika zarfında boğazın sularına gömülmüş gitmişti.

Goliath’ın Muavenet-i Milliye tarafından batırılışı, Kur'ân-ı Kerîm’deki “Derken Allâh’ın izniyle onları tamamen bozdular, Dâvûd Câlut’u öldürdü…” meâlindeki Bakara Sûresi'nin 251. Âyet-i kerîmesini hatırlattı. Hz. Davûd, kimsenin karşısına çıkmaya cesaret edemediği Calût’u sapan taşıyla öldürmüştü. Calût’un İngilizcesi Goliath olup kaç bin sene evvelki şu tarihî hâdise Çanakkale’de bir defa daha tekerrür etmiş, Muavenet-i Milliye koca Goliath’ı Morto limanında, Hz. Dâvûd’un sapan taşlarına benzeyen küçük torpillerle deryanın dibine göndermiştir.  



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Allâhü Teâlâ, sizden birinizin bir iş yaptığı zaman onu ihlâslı ve muhkem yapmasını sever.”
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabu'l-Îmân)




19
Mart Salı 2013

Hicrî: 7 Cemâziyelevvel 1434 - Rûmî: 06 Mart 1429

Meclis-i Mebusan'ın Açılması ve Kanun-ı Esâsî'nin İlanı (1877)


Cenaze Yıkanmadan Yanında Kur'ân-ı Kerîm Okunmaz

Vefat eden kimse yıkanmamış ise yanında Kur’ân-ı Kerîm okunmaz. Bu mekruhtur. Ancak, başka bir odada Kur’ân-ı Kerîm okunabilir.
Ölünün bulunduğu yer geniş olup üzerinde de tam bir örtü bulunduğu takdirde kendisine yakın oturulmaksızın gizlice Kur'ân-ı Kerîm okunabilir.

Kündekârî Sanatı

Kündekârî kelimesinin aslı Farsça olup, künde, “kalın ağaç”, kârî ise “işçilik”; kündekârî ise ağaç parçalarını birbirine geçirerek rabıtalama, bağlamak demektir. Kündekârî kelimesi umumiyetle ince marangozluğa giren ahşap sanatları için kullanılmıştır. Bu meslek erbabına “Kündekâr” ismi verilir.

Kündekârî, yan yana geldiğinde bir bütün teşkil edecek surette geometrik şekillerde kesilen, kenarları yuvalı ve dişli küçük parçaların birbirine geçirilmesinden ibarettir. Tatbiki daha çok hesap işi olan, iyi bir geometri bilgisi gerektiren ve dikkat isteyen kündekârî de küçük parçalar çivi, tutkal veya benzeri kullanılmaksızın birleştirilmektedir. Parçaların birbirine tam uyması gerekir. Yivlerin (ince oyuk) düzeni ve parçaların kaynaşmasında ufacık bir hata bile olmamalıdır.

Kündekârîde parçalar birbirlerini tutar ve parçaların birleşme yerlerinde bulunan kanallardaki hava payları sayesinde, rutubet ve sıcaktan zarar görmeden uzun zaman dayanır. Mühim kapılar, dolaplar, pencere kapakları, kürsü ve minber tablalarında kündekârî sanatı kullanılmıştır. Bu teknik için en münasip ağaçlar ise elma, armut, meşe, şimşir, abanoz, gül ve cevizdir.

Kündekârî tekniğinin en erken örneklerinin 12. asırda Mısır, Anadolu ve Halep’te görüldüğü tahmin edilmektedir. Bugün Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı devirlerine ait birçok kündekârî örneği mevcuttur. İstanbul’da ise, başta selâtin camileri olmak üzere, birçok camide kündekârî kapı, pencere ve dolap kapağı örnekleri mevcuttur.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Namazın Kabul Olması İçin - Mutfağımız: Sebzeli Güveç
« Yanıtla #831 : 20 Mart 2013, 10:30:35 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

"Muhakkak bir kul âşikâr namaz kılar ve namazını güzel yaparsa, gizli namaz kılar ve namazını güzel yaparsa Allah azze ve celle şöyle buyurur: ‘İşte bu, benim hakîkî kulumdur.’"
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i İbn-i Mâce)




20
Mart Çarşamba 2013

Hicrî: 8 Cemâziyelevvel 1434 - Rûmî: 07 Mart 1429

|


Namazın Kabul Olması İçin

Namazın kemali şunlarladır:

Huşu, Allâhü Teâlâ’dan korkmak,

Takva, bütün azalarını haramdan ve şüphelilerden korumak,

Malâyaniyi; dünyasına ve âhiretine yaramayan söz ve işi terk etmek,

Terk-i kesel, namazı kılarken hükümlerin tam edâsında tembelliği terk etmek. Ezan-ı Muhammedi okunduğu vakit her işi terk edip cemaate yetişmek, namazı her işinin önüne almak, işlerin en mühimi bilmek.

Namazın içinde riayet edilecek en mühim şeyler şunlardır:

İhlas, namazı sırf Allah rızası için kılmak,

Havf, Allâhü Teâlâ’dan korkmak,

Recâ, Allâhü Teâlâ’nın rahmetini ummak,

Kusurlarını görmek, kendini kusurlu olarak bilmek,

Mücahede, nefis ve şeytanın vesveseleri ile cenk etmek.


Mutfağımız: Sebzeli Güveç

Malzemeler: Kuşbaşı et 400 gr, patlıcan ve patates 3'er adet, soğan 1 adet, domates ve yeşil biber 2'şer adet, tereyağı 1 çorba kaşığı, sarımsak, karabiber, tuz.

Yapılışı: Et tencerede kavrulur. Güveç ocağa konur, tereyağı eritilir, soğan, sarımsak kavrulur, az salça ilâve edilip kavrulduktan sonra suyu verilir. Su kaynayınca biraz domates ve biber atılır, kuşbaşı kıyılmış olan patates ve patlıcanlar üzerine döşenir, onun üzerine etler yerleştirilir, onun üzerine kalan kuşbaşı doğranmış domates ve biber konulur, tuzu da atıldıktan sonra güveçin ağzı alüminyum folyo ile sıkıca kapatılır.

Kaynamaya başladıktan sonra kısık ateşte pişirilir veya 180 derece fırında 40 ila 45 dakika pişirilir. Afiyet olsun.

İSİMLERİMİZ: Erkek: Hilmi, Kız: Hafîze



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Farzların Ehemmiyeti
« Yanıtla #832 : 21 Mart 2013, 10:19:46 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)




21
Mart Perşembe 2013

Hicrî: 9 Cemâziyelevvel 1434 - Rûmî: 08 Mart 1429

|


Farzların Ehemmiyeti

Hicrî ikinci binin müceddidi İmam-ı Rabbânî Hazretleri buyurdu:

“Biliniz ki, Allâhü Teâlâ’ya yaklaştıran ameller ya farzlardır veya nafilelerdir. Ancak farzların yanında nafilelerin hiç itibarı yoktur. Çünkü herhangi bir vakitte, farzlardan birini eda etmek, bin sene nâfileleri edâ etmekten -bu nafileler halis bir niyetle yapılsa ve namaz, oruç, zikir, fikir ve bunların benzeri hangi nâfile olursa olsun- daha faziletlidir. Farzları edâ esnâsında sünnetlerden bir sünnete, edeplerden bir edebe riâyet edip ehemmiyet göstermenin hükmü de böyledir; nâfileleri edâdan daha faziletlidir.

Hz. Ömer (r.a.) bir gün cemaate sabah namazını kıldırdı. Sonra cemâate dönüp baktı, onları kontrol etti. Onların arasında ashabından birini göremeyince

“Falan kimse cemâate gelmedi mi?” dedi. “O, gecenin çoğunu uykusuz geçirir (ibâdetle meşgul olur). Muhtemeldir ki bu vakitte uyuya kalmıştır.” denildi. Bunun üzerine Hz. Ömer “Gecenin tamamında uyusaydı da sabah namazını cemâatle kılsaydı elbette daha güzel ve daha faziletli olurdu.” buyurdu.

Evlâ olana riâyet etmek ve -tenzîhî bile olsa- mekruhtan kaçınmak, zikirden, fikirden, murâkabe ve teveccühten kat kat evlâdır. Tahrîmî (harama yakın olan) mekruhtan sakınmanın ne kadar evla olduğunu düşünmek lazımdır. Evet, evlâ olana riayet edip mekruhlardan da sakınmak bu en büyük kurtuluştur. Aksi halde çok büyük felakettir.

Zekât olarak bir dirhem vermek, çok büyük dağlar kadar altınları nafile olarak sadaka vermekten kat kat daha faziletlidir. Zekât olarak verilen bu bir dirhemi verirken âdâbına riayet ederek vermek mesela onu ihtiyaç sahibi bir fakire vermek, nafile olarak verilenlerden kat kat faziletlidir."
(Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, 1/29)

İSİMLERİMİZ: Erkek: Ertuğrul, Kız: Firdevs



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Gam ve Kederden Kurtaran Duâ – Lâle - Beyit
« Yanıtla #833 : 22 Mart 2013, 11:09:13 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Kendisine cehennem ateşi haram olacak kimseyi size haber vereyim mi?” (Ashâb) haber verin yâ Resûlallâh, dediler. “Ağır başlı, yumuşak huylu, insanlara yakın, kolaylık gösteren herkes.” buyurdular.
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i İbn-i Hibbân)




22
Mart Cuma 2013

Hicrî: 10 Cemâziyelevvel 1434 - Rûmî: 09 Mart 1429

Uluğ Bey'in Doğumu (1394)


Gam ve Kederden Kurtaran Duâ

Bir gün Kabise (r.a.), Resûl-i Ekrem’e (s.a.v.):

“Ya ResûlAllah, yaşım ilerledi, birçok şeyden geri kaldım, âciz bir hâle düştüm, bana bir şeyler öğret ki, onlardan istifade edeyim.” dedi.

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) buyurdular:

Dünyalığın için, sabah namazını müteakip üç kere:

“SübhânAllahi ve bihamdihî sübhânAllahilazîm, lâ havle velâ kuvvete illâ bi'llahi'l-aliyyi'l-azîm” de ve buna devam et. Buna devam edersen gamdan, cüzzamdan, alaca hastalığından ve felçten emin olursun.



Lâle

Lâle, soğanla yetişip ilk baharda çiçek açan zambakgillerden bir çiçektir. Esas itibari ile yabani bir bitkidir.

İstanbul’da ıslah edilmiş ilk lâle çeşidini Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi yetiştirmiş ve bu laleye “Nûr-ı adn” (Cennet nuru) ismi verilmiştir. Daha sonraları yüzlerce cinsi türemiştir. 13. yüzyıldan başlayarak her türlü işleme ve motif içerisinde diğer çiçek türleriyle birlikte sıkça kullanılmıştır.

Lâle kelimesi arapça “Allah” lafzının harfleri ile yazılmakta, dolayısıyla her ikisi de ebced hesabıyla altmış altı sayısını vermektedir.

Tezyinatta ve resmî evrakda lale hep gül ile birlikte çizilmiştir. Lâle Allâhü Teâlâ’yı gül de Resûlullah’ı hatırlattığından Osmanlı tezyinat ustaları da her yerde Kelime-i tevhidin bir bütün (Lâ ilâhe illallâh Muhammedün resûlüllah) olduğunu böylelikle bütün dünyaya ilan etmişlerdir.


Beyit

“Mazhar-ı ism-i celâl olmasa hakkâ lâle
Bulamazdı bu kadar rütbe-i vâlâ lâle”

(İzzet Ali Paşa)

Manası: Lâle Cenâb-ı Hakk’ın Allah ismine gerçekten mazhar olmasa bu kadar itibar bulamazdı.




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Uhud Gazvesi
« Yanıtla #834 : 23 Mart 2013, 17:05:38 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

Uhud (Harbi) günü bir kişi, Resûlullâh’a (s.a.v.), ‘Ben öldürülürsem, nerede olurum?’ diye sordu. Resûlullah (s.a.v.) ‘Cennette...’ buyurdu. Bunun üzerine o kişi elindeki hurmaları attı ve şehid oluncaya kadar savaştı.
(Hadîs-i Şerîf, Kuzâî, Şihâbü'l-Ahbâr)




23
Mart Cumartesi 2013

Hicrî: 11 Cemâziyelevvel 1434 - Rûmî: 10 Mart 1429

Uhud Gazası (625)


Uhud Gazvesi

Hicretin üçüncü senesinde Mekke'deki müşrikler toplanmışlar, üç bin kişilik bir ordu ile Medîne-i Münevvere'ye, Uhud dağının civarına kadar gelmişlerdi.

Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) yedi yüz sahabî ile şehir dışına çıktı. Abdullah bin Cübeyr’i elli kadar okçu ile bir derenin ağzına gönderdi. “Buradan düşmanın hücumu beklenir, sakın benden emir almadıkça ayrılmayınız!” diye tenbih buyurdu.

Savaş neticesinde düşman ordusu fena halde bozuldu. Abdullah’ın maiyyetindeki erler, düşmanın tamamen bozulmuş olduğunu sanarak arkalarına düşmek istediler, amirlerinin emrini dinlemeyerek dağıldılar. Düşman bunu görünce İslâm ordusunun sol tarafına hücum etti. İslâm ordusunda ansızın bir mağlûbiyet yüz gösterdi. Bu esnada Hz. Hamza ile daha birçok sahâbe şehid düşmüştü.

Fahr-i Âlem Efendimiz (s.a.v.), harp meydanında yanlarında birkaç zat ile kalmıştı. Mübarek dudağı yarılmış, bir mübarek dişi kırılmış, zırhının iki halkası kırılıp gülden daha latif olan nezih vücûduna saplanmıştı. Hattâ, bir aralık Peygamber Efendimiz'in şehid olduğuna dair bir şayia da çıkmıştı. Bu esnada Resûl-i Ekrem'in üzerine saldıran düşmanları, Hz. Ali geri dönmeye mecbur ediyor, Hz. Sa'd bin Ebî Vakkas da düşmana ok atıyor, Nesibe adındaki muhterem bir kadın da, vücûdu kanlar içinde kaldığı halde savaşa devam ediyor, Hz. Peygamber'i düşmanlarına karşı müdâfaaya çalışıyordu.

Fahr-i Âlem Efendimiz'in şehid edildiğine dair olan haberden dolayı ashâb-ı kiram şaşırıp büsbütün perîşân olmuş ve dağılmışlardı. Halbuki, Resûl-i Ekrem Hazretleri Hak Teâlâ'nın muhafazasında olarak harp meydanında idi. Bunu ilk defa Ka'b bin Mâlik Hazretleri gördü ve “İşte Resûlullah! Allâh’a hamd olsun sağ ve sâlim!.” diye nida etti. Bunun üzerine ashâb-ı kiram tekrar toplanmaya başladılar, düşman hücumlarını kırdılar.

Düşmanlar daha fazla savaşa cesaret edemeyip döndüler. Yirmi iki kadar ölüleri vardı. Müslümanların şehidleri ise yetmiş iki kadardı. Radıyâllâhu anhüm.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Herhangi bir topluluk Allah rızası için Allâh’ı zikretmek üzere bir araya gelirse semadan bir melek şöyle nida eder: 'Günahlarınız bağışlanmış ve hasenâta tebdil edilmiş olarak kalkınız.'
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed bin Hanbel)




24
Mart Pazar 2013

Hicrî: 12 Cemâziyelevvel 1434 - Rûmî: 11 Mart 1429

Abbasi Halifesi Harun Reşid'in Vefatı (809) • Emir Timur'un Diyarbekır'ı Alması (1394)


Allâhü Teâlâ'nın İftihar Ettiği Kullar

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v), bir gün ashabından halka olarak oturan bir topluluğun yanına vardı ve 'Sizi buraya ne oturttu? (Buna sizi teşvik eden sebep nedir?)' diye sordu.
‘Allâh'ı zikretmek ve bizi İslâm'a hidâyet ettiği ve bize İslâm'ı ihsân ettiği için ona hamd etmek üzere oturduk.’ dediler.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), ‘Siz sadece bunun için oturduğunuza yemin eder misiniz?’ diye sorunca sahâbe,
‘Vallâhi, bundan başka bir maksatla toplanmadık.’ dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Ben sizi itham ettiğim için yemin ettirmedim. Cebrâil (a.s.) bana geldi ve Allâh'ın sizinle meleklerine iftihâr ettiğini, öğündüğünü haber verdi.”

Peygamberlerin Sıfatları

Peygamberler hakkında bilinmesi vâcip ve zarûrî olan sıfatlar beştir.

1- Sıdk: Peygamberler doğrudurlar. Asla yalan söylemezler.
2- Emânet: Emîndirler. Her hususta kendilerine güvenilir.
3- Tebliğ: Allâhü Teâlâ'nın emir ve yasaklarını hiç noksansız ve çekinmeden tebliğ ederler.
4- Fetânet: Son derece zekîdirler.
5- Ismet: Mâsumdurlar; günah işlemekten uzaktırlar.

Peygamberimiz Muhammed Mustafâ (s.a.v)’in diğer peygamberlerden ayrı beş vasfı daha vardır:

1- Bütün peygamberlerden efdaldir (Üstündür).
2- Bütün insanlara ve cinlere gönderilmiştir.
3- Hâtemü'l-Enbiyâ; peygamberler silsilesinin son halkası, yâni son peygamberdir. Ondan sonra peygamber gelmeyecektir.
4- Bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.
5- Dîni, kıyâmete kadar devam edecektir.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Namazın Kazası
« Yanıtla #836 : 25 Mart 2013, 10:41:34 »


"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“…Namazı tam rükünleri ile edâ edin. Şüphe yok ki namaz mü’minler üzerine muayyen vakitlerle yazılı bir farzdır.”
(Nisâ Sûresi, âyet 103)




25
Mart Pazartesi 2013

Hicrî: 13 Cemâziyelevvel 1434 - Rûmî: 12 Mart 1429

Oltu'nun Kurtuluşu (1918) • Avrupa Toğluluğu (AT)'nun Kuruluşu (1957)


Namazın Kazası

Bir namazı vaktinde kılmaya “eda” denir. Vaktinden sonra kılmaya da “kaza” denir.

Vaktinde kılınmamış olan beş vakit farz namazlarının kazası farzdır. Vitir namazının kazası ise vacibdir.

Sünnetlere gelince: Bir sabah namazı, sünneti ile beraber kaçırılınca, o gün güneş doğduktan (kerahet vakti çıktıktan) sonra istiva zamanına kadar bu sünnet farz ile beraber kaza edilir.

İmam Muhammed'e göre, bu sünnet yalnız olarak kaçırılmış olsa, yine güneşin doğuşundan sonra istiva zamanına kadar kaza edilir. Bir de, öğle namazının ilk sünneti, farza yetişmek için terk edilecek olsa, farzdan sonra evvelâ iki rek’at son sünnet kılınır, sonra evvelki dört rek’at sünnet kaza edilir. (Dürer) Cuma namazının ilk dört rek’at sünneti de önce kılınmadığında farzdan sonra kılınır.

Terk edilen diğer sünnetlerin kaza edilmesi gerekmez.

Fakat başlanıldıktan sonra, her nasılsa terk edilmiş olan bir sünnetin (nafile namazın) kazası gerekir.

Kaza namazları üç kerahet vakti dışında, istenilen her vakitte kılınabilir.

Bir namazı özürsüz kazaya bırakmak büyük günahtır. Bu namaz kaza edilmekle yerine getirilmiş olur. Fakat bunun geciktirilmesinden dolayı meydana gelen günahın bağışlanması için tevbe etmek ve Allâh’dan af dilemek lâzımdır. Herhangi bir bahane ile namazı vaktinde kılmayıp kazaya bırakmaktan son derece sakınmalıdır. Çünkü bunun günahı çok büyüktür. İnsan, gerek yaratıcısına karşı ve gerekse insanlara karşı olan borçlarını bir an önce ödemeğe çalışmalıdır. Hayatın müddeti bellidir, çok azdır! Borçlarını ödemeden âhirete gidenlerin hallerine ne kadar acınsa azdır.

Kazaya kalan namazlar birçok olunca, bunların her birini tâyin ederek niyet edilmesi gerekmez;  çünkü bunda güçlük vardır. Onun için şöyle niyet edilmesi uygun olur: “İlk veya en son kazaya kalmış sabah veya öğle namazını kılmaya.”



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Hz. Nûh Aleyhisselâm | Beyit
« Yanıtla #837 : 26 Mart 2013, 11:24:35 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

Ölüm meleği Nûh’a (a.s.) “Ey en uzun ömürlü peygamber! Dünyayı ve dünyanın lezzetini nasıl buldun?” dedi. Nûh (a.s.) şöyle buyurdu: “İki kapısı olan bir eve giren ortasında biraz durup sonra diğer kapısından çıkan adam gibi.”
(Hadîs-i Şerîf, İbn-i Ebi'd-Dünyâ, ez-Zühd)




26
Mart Salı 2013

Hicrî: 14 Cemâziyelevvel 1434 - Rûmî: 13 Mart 1429

|


Hz. Nûh Aleyhisselâm

Hazret-i Âdem’den sonra insanlar çoğalmış, birçok yerleri imar etmiş, fakat hakîki dini, Allâhü Teâlâ’ya ibadeti bırakmış, putlara tapınmaya başlamışlardı. Kendilerine kırk veya elli yaşında bulunan Nûh aleyhisselâm peygamber gönderildi. Kavmini dokuz yüz elli sene Allâh’a inanıp ibadet etmeğe çağırdı, öğütlerini dinlemediler. Nihayet, Hz. Nûh Allâhü Teâlâ’nın emriyle bir gemi yaptı. Gemi bitince gökten yağmurlar yağmaya, yerlerden sular fışkırmaya, denizler kaynayıp taşmaya başladı, sular bütün yeryüzünü kapladı, dağların tepelerini bile aştı. Buna tufan hadisesi denir ki, beş veya yedi ay devam etmiştir.

Nûh aleyhisselâm Sâm, Hâm, Yâfes adındaki üç oğlu ile diğer mü'minleri ve hayvanlardan birer çift gemiye almış, bunun dışarısında kalanlar suların içinde boğulup gitmişlerdir.

Hz. Nuh’un Yam adındaki oğlu da kendisine inanmayıp bu günahkâr kavimle beraber mahvolup gitmiştir.

Bilâhare yağmurlar kesilmiş, sular çekilmeye başlamış, Hz. Nuh’un gemisi de Cûdî denilen dağın üzerine Muharremin onuna rastlayan Âşûra gününde oturmuş, kırkı erkek, kırkı da kadın olmak üzere seksen kişiden ibaret bulunan gemi halkı karaya çıkmış, Allâhü Teâlâ’nın dinine sarıldıkları için selâmete ermişlerdir.

Hz. Nuh’a İkinci Âdem denir. Çünkü insanlar tufandan sonra onun neslinden türeyip yeryüzüne dağılmıştır.
Hz. Nuh'un oğlu Sâm Arapların, Farsların ve Rumların; Hâm Habeş ve Kıbt kavminin; Yâfes de Türklerin ilk babasıdır.
Hazret-i Nûh, tufandan sonra altmış sene yaşamıştır.

Beyit

Kâmil oldur ki koya bir yerde bir eser,
Eseri olmayanın yerinde yeller eser.
(Hadimî)

Manası: Kâmil insan bir eser bırakabilendir. Eser bırakmayanlar unutulurlar.




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Kazâ ve Kadere Îman | Sağlık: Çörek Otu
« Yanıtla #838 : 27 Mart 2013, 10:55:17 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Kim Allâh’ın hükmüne râzı olmaz ve Allâh’ın takdirine de inanmazsa, Allâh’tan başka ilâh arasın.”
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu'cemü's-Sağîr)




27
Mart Çarşamba 2013

Hicrî: 15 Cemâziyelevvel 1434 - Rûmî: 14 Mart 1429

Ahmet Cevdet Paşa'nın doğumu. (1822)


Kazâ Ve Kadere Îman

Kaza ve kadere iman etmek farzdır ve Allâhü Teâlâ’ya îmâna dâhildir. Çünkü kader, olacak şeylerin zaman, mekân, evsâf vesâir tafsîlâtını Allâhü Teâlâ Hazretlerinin bilip ezelde takdîr etmesinden ibâret olduğundan ilim ve irâde sıfâtına râcidir.

Kazâ dahi, Hak Teâlâ Hazretlerinin irâde ve takdîr buyurmuş olduğu şeyleri zamanı gelince ilim ve irâdesine uygun olarak yaratması demek olduğundan tekvîn sıfât-ı celîlesine râcidir. Binaenaleyh Cenâb-ı Allâh’ın kâinâtın yaratıcısı olduğuna ve ilim ve irâdesinin bütün her şeye şâmil bulunduğuna inananlar kazâ ve kadere de iman etmiş olurlar. Şu kadar ki ehemmiyetine binâen kazâ ve kadere imanın farz olduğu ayrıca bildirilmiştir.

Kader ve kazâ meselesinin hakîkat ve mâhiyetini hakkıyla anlamak beşeriyetin gücü hâricindedir. Bu hikmetten dolayı Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Müslümanları kazâ ve kadere iman etmekle beraber bu meseleyle uzun uzadıya uğraşmaktan, kader sırrını keşfe çalışmaktan menetmişlerdir.

Ancak Peygamberimizin bu emrine uymayanlar arasında ihtilâflar çıkmış ve bu yüzden bir kısım Müslümanlar dalâlete düşmüşlerdir. Bütün Müslümanların ekseriyetini teşkîl eden Ehl-i sünnet bu husûsta ifrat ve tefrite düşmemiş ve orta yolda bulunmuştur.


Sağlık: Çörek Otu

Bir hadîs-i şerîfte: “Çörek otu, ölüm hariç her hastalığa şifadır.” buyuruldu.
Mide ve bağırsakları düzeltir, idrarı söktürür.
Havanda toz yapılıp bala karıştırılır, sabah-akşam birer kaşık yenir. Karaciğere ve böbreklere faydalıdır.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İlim Kime Öğretilir - Kelâm-ı Kibar
« Yanıtla #839 : 28 Mart 2013, 11:09:54 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

Bir kimse Resûlüllah’a (s.a.v.) 'İnsanların en şerlisi kimdir?' diye sordu.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) 'İnsanların en şerlisi ömrü uzun ve ameli kötü olandır.’ buyurdular."
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizi)




28
Mart Perşembe 2013

Hicrî: 16 Cemâziyelevvel 1434 - Rûmî: 15 Mart 1429

İstanbul'da ilk trafik kazası, bir kişi yaralandı. (1910) • Gediz zelzelesi (1087 ölü) (1970)


İlim Kime Öğretilir

Cehalet; (bilgisizlik) hastalığı dört kısımdır. Bunlardan ancak birisinin tedavisi mümkündür.

1- Sual ve itirazlarını karşısındakini çekememezlikten ve kinlerinden yaparlar. Bunların tedavisi mümkün değildir. Ona ne kadar açık ve güzel cevap versen, onun ancak düşmanlığı ve hasedi artar. Yapılacak en doğru şey böylelerine cevap vermemek, onlardan yüz çevirip hastalıklarıyla baş başa bırakmaktır. Âyet-i kerîmede;

“Ancak dünya hayatını isteyip bizim zikrimizden yüz çeviren kimseden sen de yüz çevir.” (Necm sûresi, âyet 29) buyrulmuştur.

2- Sual ve itirazlarını ahmaklığından yapanlardır. Tedavisi mümkün değildir. Nitekim Îsâ (a.s.) “Ben ölüleri dirilttim, fakat ahmak kimseyi tedavi etmekten aciz kaldım.” buyurmuştur.

3- Gerçeği arayan kişidir. Büyüklerin sözlerini anlayamadığı zaman kusuru kendinde görür. Sorularını da faydalanmak için sorar. Ne yazık ki bu hakikatleri anlamasına (aklı zayıf olduğundan) imkân yoktur. Bir fayda sağlamayacağı için vakit harcamaya değmez.

4- Tedavisi mümkün olan hastalıktır. Bu hakikati arayan akıllı ve anlayışlı kişidir. Haset, öfke, ihtiras sahibi değildir. Dünya mal ve rütbelerine körü körüne bağlı olmayıp doğru yolu aramaktadır. Sual ve itirazları karşısındakini denemek için hased ve inad için değildir. Tenkid için de değildir. İşte bunun suallerini cevaplamak lazımdır ve bir borçtur.

Hazret-i Üftade'nin (k.s.) türbesindeki bir levhada şu beyit yazılıdır:

Huzu'l-ilme min efvâhi'r-ricâl
Bi-kalbin lâ bi aklin zî-cidâl

Yani: İlmi, ilim ehlinin ağzından kalbinizle alınız, cidalci (mücadeleci) akıl ile değil.


Kelam-ı Kibar

Dünya ve âhiret saâdeti; dostlara samimi, düşmanlara kibar davranmaktadır. (Şeyh Abdurrahim)