Gönderen Konu: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları  (Okunma sayısı 1062748 defa)

0 Üye ve 122 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İlmihal: Keffâret Nedir?
« Yanıtla #765 : 13 Ocak 2013, 12:43:54 »


"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Kıyâmet gününde Allâhü Teâlâ’nın kullarının en hayırlısı, Allâhü Teâlâ’ya çok hamd edenlerdir.” (Hadîs-i Şerîf, Müttefekun aleyh)



13
Ocak Pazar 2013

Hicrî: 1 Rebîulevvel 1434 - Rûmî: 31 Kânûn-ı Evvel 1428

İstanbul'da Dârulfünûn Açıldı (1863) • Medine-i Münevvere Müdâfii Fahreddin Paşa'nın Teslim Olması (1919)


İlmihal: Keffâret Nedir?

Keffâret, silmek, temizlemek ve gidermek manasınadır. Allâhü Teâlâ, bazı kusurları, birtakım vesîlelerle affedip örttüğünden bu vesilelerden her birine keffâret denilmiştir.

Keffâretler; oruç keffâreti, zıhâr keffâreti, halk (tıraş) keffâreti, katil (adam öldürme) keffâreti ve yemin keffâreti olmak üzere başlıca beş nevîdir. Bu keffâretler yasaklanan şeyleri yapmaktan insanları caydırmaya hizmet eder, yapılan bir günahın bir cezası gibidir. Aynı zamanda bir ibadet olduğundan günahların bağışlanmasına vesile olur.

Oruç Keffâreti: Ramazanı şerifte meşru bir özrü bulunmaksızın muayyen şartlar dâhilinde orucunu bozan bir mükellefin ödemesi gereken kefarettir. Bu keffâret kişinin, Müslüman veya gayr-i müslim bir köle veya cariye azad etmesi, buna imkânı yoksa iki ay peşpeşe oruç tutması, buna da imkânı yoksa altmış fakire (sabah-akşam) yemek yedirmesidir.

Katil Keffâreti: Bir Müslüman'ı veya bir zimmîyi kasden değil de, hata ile öldüren bir Müslüman'a lazım gelen keffârettir. Gücü yetiyorsa bir mü’min köle veya cariye azat etmesi, buna imkânı yoksa iki ay peş peşe oruç tutmasıdır.

Yemin Keffâreti: Yaptığı bir yemine riayet etmeyip andını bozan bir Müslüman'a lazım gelen keffârettir. Gücü yetiyorsa Müslüman veya gayr-i müslim bir köle veya cariye azat etmesi veya on fakiri sabah akşam doyurması veya on fakire orta halde birer parça elbise giydirmesidir. Bunlara gücü yetmeyenin, üç gün peş peşe oruç tutması lazımdır.

Halk Keffâreti: Hac için niyet edip ihrama giren kimse bir özürden dolayı saçlarını vaktinden evvel tıraş ederse keffâreti üç günlük oruçtan ibarettir. Peş peşe olması şart değildir.  




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
En Büyük Mucize: Kur'an-ı Kerim
« Yanıtla #766 : 14 Ocak 2013, 12:09:40 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Çocuğu olan onunla çocuklaşsın.”
(Hadîs-i Şerîf, Kenzul-Ummâl)




14
Ocak Pazartesi 2013

Hicrî: 2 Rebîulevvel 1434 - Rûmî: 01 Kânûn-ı Sânî 1429

Dünyada İlk Telefon İngiliz Sarayı'na Çekildi (1878)


En Büyük Mucize: Kur'an-ı Kerim

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafâ’nın mucizeleri pek çoktur. En büyük mucizelerinden biri ve hattâ birincisi Kur’ân-ı Kerîm’dir ki kıyâmete dek bâkîdir, indiği günkü gibi kalacaktır. Bir asırda muteber ve meşhûr olan her ne ise; o asırda gönderilen Peygamberin mucizeleri ona göre olurdu. Meselâ Hz. Mûsâ (a.s.) asrında sihirbazlık pek şöhret bulduğundan, Cenâb-ı Hakk ona asâsının ejder olarak sihirbazlara üstün geleceği mucizeler verdi. Hz. Îsâ (a.s.) asrında da hikmet pek ileri olduğundan Cenâb-ı Hakk onu âmâların gözlerini açmak ve ölüleri diriltmek gibi tabiblerin yapamayacağı mucizelerle gönderdi.

Hâtemü’l-Enbiyâ Muhammed Mustafâ Hazretlerinin asrında ise, şiir ve inşâ pek ziyâde ilerlemişti. Arapların medenîlerinde fesâhat ve belâğat pek ileride olduğu gibi bedevîleri (yörükleri) de gâyet sâde ve güzel şiirler, hutbeler okurlardı. Hepsi nazım ve nesir ile sihir gibi sözler söylerdi. Bu sebepten Fahr-i Âlem Hazretlerine belâğatın en üst mertebesinde olan bir kitâb-ı kerîm nâzil oldu. Onun mislini getirmekten hattâ bir sûresine nazîre (benzer söz) söylemekten bütün fasîh ve belîğler âciz kaldı. Hâlbuki sûre sûre ve âyet âyet nâzil oldukça Resûl-i Ekrem onu ümmetine okurdu ve buna nazîre söyleyemezsiniz diye bütün fasîh ve belîğ zatlara meydân okurdu. Nitekim âyet-i celîlede -meâlen-: “...Bu Kur’ân’ın mislini vücûda getirmek üzere insanlar ve cinler bir yere gelseler, birbirlerine yardımcı olsalar dahi onun mislini vücûda getiremezler.” (İsrâ, 88) diye buyruldu.

İnkâr eden ve düşman olan bunca fesahat ve belâgat sahipleri içinde bir şahıs yâhud bir topluluk çıkıp da onun bir kısa sûresinin bile benzerini söyleyemedi.

Âyet-i kerîmelerin bâzısında az lafzın çok mânâya delâleti var ve bâzısındaki tafsîlâtın fevkalâde bir tatlılık ve letâfeti vardır ki buralarını ancak fesâhat ve belâğatten anlayanlar bilir ve zevkine onlar varır. Kur’ân-ı Kerîm’i tekrâr tekrâr okumakta insan lezzet bulur ve okudukça okuyacağı gelir. Hâlbuki bir şiir veya inşâ ne kadar güzel olsa birkaç kere okunduktan sonra insanın tabiatı ondan usanır.

Bunun için fesâhat ve belâgat sahiplerinden akıl ve insâfı olanlar hemen Müslüman oldular, samîmî kalb ile Kur’ân’ın hükümlerine bağlandılar. Îmâna gelmeyenler de beşerin tâkati hâricinde bir kelâm olduğunu itirafa mecbur kaldılar.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Bir âlimin ilim meclisinde bulunmak bin rek’at (nâfile) namazdan, bin hasta ziyaret etmekten ve bin cenazede bulunmaktan daha hayırlıdır.” (Hadîs-i Şerîf, İhyâu Ulûmiddîn)



15
Ocak Salı 2013

Hicrî: 3 Rebîulevvel 1434 - Rûmî: 02 Kânûn-ı Sânî 1429

Akşemseddin Hazretleri'nin Vefatı (1459) • İsrail Askerlerinin Mescid-i Aksâ'yı Basması (1988)


Hakîkî Dîn Âlimlerini Sevmenin Faydası

Kıyâmet günü bir kul hesâba çekilir. Cehenneme götürülmesi emredilir. Allâhü Teâlâ Cebrail (a.s.)'a emreder: “Ona sor bakalım, dünyada iken bir âlimin meclisinde bulunmuş mu? Onun şefaati ile af edeyim.”

Kul;“Hayır” der.

Allâhü Teâlâ Cebrail'e buyurur ki: “Sor bakalım bir âlimi sevmiş mi yahut onunla bir sofraya oturmuş mu veya âlimin mahallesinde oturmuş mu?”
Kul: “Hayır,” der.
Cenâb-ı Hak: “Onun ismi bir âlimin ismine uygun mu?” diye sorar. Kul; “Hayır” der. Allâhü Teâlâ Cebrail (a.s.)'a şöyle buyurur.

“Elinden tut, cennete koy. Çünkü o, âlimi seven bir adamı seviyordu. O âlimin ilmi bereketiyle onu da affettim."

Âlimleri dinleyerek istifâde etmek isteyenin yedi türlü kazancı vardır:

1- İlim öğrenen kişinin faziletlerine kavuşur.
2- Âlimin yanında oturmaya devam ettikçe dînini korumuş olur.
3- Evinden çıktığı zaman üzerine rahmet yağar.
4- İlim meclislerine inen meleklerin bereketi kendisine de erişir.
5- Dinlemeye devam ettikçe kendisine sevap yazılır.
6- Melekler kanatlarıyla onu kuşatır.
7- İlim meclisine giderken attığı her adım günahlarına keffaret ve derecesinin yükselmesine vesile olur.

İstanbul’un Manevî Fatihi Akşemseddin (k.s.)

Akşemseddin Hazretlerinin vefat ettiğinde hakkında söylenen bir manzumeden:

Kara gün dostu imiş Fatih'in Akşemseddin
Ki yüzünden leme'ân etdi anın feth-i mübîn
Nusreti çeşm-i hakikatle görüp verdi haber
Böyle her kârı uzakdan görür erbâb-ı yakîn.


Yani: Akşemseddin Hazretleri Hz. Fatih’in karagün dostu idi. İstanbul’un fethi onun gayreti ile mümkün olmuştur. Yakîn erbabı olanlar hakikat gözü ile uzakları görüp böyle haber verirler.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Allah'dan Korkan Başka Şeyden Korkmaz | Yemek Tarifi
« Yanıtla #768 : 16 Ocak 2013, 11:13:37 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“...Her kim Allâh’tan korkarsa (ona isyandan sakınır, onun öğütlerini tutarsa) Allah ona (düştüğü darlıktan, çektiği sıkıntıdan kurtulacağı) bir çare gösterir.”
(Talak Sûresi, âyet, 2)




16
Ocak Çarşamba 2013

Hicrî: 4 Rebîulevvel 1434 - Rûmî: 03 Kânûn-ı Sânî 1429

Sultan Üçüncü Murad Han'ın Vefatı (1595) • İran'da Şahlığın Yıkılması (1979)


Allah'dan Korkan Başka Şeyden Korkmaz

Abdullâh İbn-i Ömer’in (r.anhümâ) bulunduğu seferlerden birinde kervan durmuştu. Sebebini sorduk:

“Yol üzerinde halkı korkutan bir arslan var.” dediler.

Abdullâh İbn-i Ömer (r. anhümâ) bineğinden inerek arslanın yanına gitti, kulağından tutup yoldan çevirdi. Sonra dedi ki:

“Resûlullâh’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim:

“Eğer Âdemoğlu kendine musallat olan şeyden korkmayıp yalnız Allâhü Teâlâ’dan korksaydı, ona hiçbir şey musallat olmazdı.”

Kereviz

Kereviz vitaminler ve mineral tuzlar bakımından zengin bir kış sebzesi olup birçok faydaları bulunmaktadır. Bu faydalardan bazıları şunlardır:

Mideyi kuvvetlendirir, hazmı kolaylaştırır, gazı giderir ve iştah açar, kanı temizler, sarılığı giderir, böbrekleri çalıştırır, idrar söktürücüdür ve sinirleri yatıştırır.  

Yemek Tarifi: Portakallı Kereviz (5-6 kişilik)

Malzemeler: 4-5 adet kereviz, 2 adet havuç, 1 adet limon, 1 su bardağı portakal suyu, zeytinyağı, tuz.

Hazırlık: Kerevizin kök ve yaprakları ayrılıp güzelce yıkanır. Kökleri soyulup küp gibi, yaprakları ise ince doğranır. Havuç, küp şeklinde doğranır.

Pişirme: Tencereye yeteri kadar zeytinyağı konur. Önce havuç bir miktar kavrulur. Sonra küp şeklinde doğranmış kerevizler ilave edilir bir miktar pişirilir. Daha sonra portakal ve limon suyu ilave edilir. Kereviz kuru ise bir çay bardağı kadar su ilave edilebilir, yeteri kadar tuz konur. Kaynadıktan sonra ateş kısılır. Pişmeye yakın kereviz yaprakları ilave edilir. Kısık ateşte biraz daha pişirilir, altı kapatıldıktan sonra 15 dakika dinlendirilir. İstenirse soğuk olarak da servis yapılabilir. Afiyet olsun.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ashabın Hayırda Yarışı | Bilmece
« Yanıtla #769 : 18 Ocak 2013, 11:01:58 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Ebû Bekir’in imanı yeryüzü halkının imanı ile tartılsa elbette ağır gelir."
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabü'l-îmân)




17
Ocak Perşembe 2013

Hicrî: 5 Rebîulevvel 1434 - Rûmî: 04 Kânûn-ı Sânî 1429

İstanbul Galata Tüneli'nin Açılışı (1875) • Ankara'da Ekmek Vesikaya Bağlandı (1942) • Irak (Körfez) Savaşı'nın Başlaması (1991)


Ashabın Hayırda Yarışı

Hz. Ebû Bekir'in (r.a.) oğlu Abdurrahman (r.a.) şöyle anlatıyor: Resûlullah (s.a.v.) sabah namazını kıldırdıktan sonra ashabına döndü ve “İçinizde bugün oruçlu olan var mı?” diye sordular.

Hz. Ömer (r.a.);
“Yâ ResûlAllah! Geceden oruç tutmayı düşünmedim, onun için ben oruçlu değilim.” dedi.

Hz. Ebû Bekir (r.a.);
“Geceden oruç tutmayı düşündüm ve şimdi de oruçluyum.” dedi.

Resûlullah (s.a.v.) “İçinizde bugün hasta ziyaretinde bulunan var mı?” diye sordular.

Hz. Ömer (r.a.)
“Yâ ResûlAllah! Sabah namazını şimdi kıldık, daha yerimizden de ayrılmadık. Nasıl hasta ziyaretinde bulunabiliriz ki?” dedi.

Hz. Ebû Bekir (r.a.);
“Kardeşim Abdurrahman bin Avf'ın (r.a.) hasta olduğunu duydum. Mescide gelirken, nasıl olduğuna bakmak için ona uğradım, onu ziyaret ettim.” dedi.

Resûlullah (s.a.v.) “İçinizde bugün bir yoksulu doyuran var mı?” diye sordular.

Hz. Ömer (r.a.);
“Yâ ResûlAllah! Sabah namazını şimdi kıldık, daha yerimizden de ayrılmadık.” dedi.

Hz. Ebû Bekir (r.a.);
“Mescide girdiğimde, bir şeyler isteyen bir yoksul gördüm. O sırada oğlum Abdurrahman'ın elinde bir parça arpa ekmeği vardı. Onu alıp hemen o yoksula verdim.” dedi.

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.);
“Seni cennetle müjdeliyorum!” buyurdu.

Hz. Ömer (r.a.) bir iç çekti ve “Ah cennet!” dedi.

Resûlullah (s.a.v.) Hz. Ömer'i (r.a.) memnun edecek bazı şeyler söyledikten sonra;
“Allah, Ömer'e rahmet etsin, Allah, Ömer'e rahmet etsin! Ne zaman bir hayır yapmak istese Ebû Bekir muhakkak onu geçer.” buyurdular.

Bilmece:

• Gelir bir bir, gider bir bir, gelen gider, giden gelmez, bu nedir? (Doğan, Ölen)
• Kaş ile gözden yakın, söylenen sözden yakın?  (Ecel)




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Cuma Namazı
« Yanıtla #770 : 18 Ocak 2013, 11:03:57 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Her cuma günü bana çok salevât okuyunuz. Çünkü ümmetimin salevâtı bana cuma günü arz olunur. Derece bakımından bana en yakın olan, bana en çok salevât okuyandır.”
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Sünen-i Kübrâ)




18
Ocak Cuma 2013

Hicrî: 6 Rebîulevvel 1434 - Rûmî: 05 Kânûn-ı Sânî 1429



Cuma Namazı

Cuma, Müslümanlarca bir bayram günüdür. Bu mübarek günde Müslümanlığın varlığı, birliği, güzellikleri tecelli eder.

Bu hayırlı günde mükellef olan Müslümanlar, cami ve mescidlerde toplanırlar, hutbeleri dinleyerek faydalanırlar. Hep birlikte cuma namazını kılarlar, sonra ya başka ibadetlerle meşgul olur veya birbirini ziyaret ederler yahut kendi işlerine dönerler.

Bir hadîs-i şerîfte buyruluyor ki:

“Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün cuma günüdür. Âdem aleyhisselam o gün yaratılmış, o gün cennete konulmuş, o gün cennetten çıkarılmıştır. Kıyâmet de ancak cuma gününde kopacaktır.”

Bütün bu hâdiselerde ise birçok hayırlar, hikmetler bulunmaktadır.

Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimiz, hicretleri esnasında Medine-i Münevvere'ye yakın bulunan  “Sâlim ibn-i Avf” yurdunda “Rânuna” denilen vadide “Benî Sâlim” mescidinde ilk Cuma hutbesini okumuş, ilk cuma namazını kıldırmıştır.

Cuma namazının vakti tam öğle namazının vaktidir. Cuma namazı için öğle vaktinde ezan okunur.

Evvelâ, tam öğle namazının ilk sünneti gibi dört rek’ât cumanın ilk sünneti kılınır.

Sonra cami-i şerîf içinde bir ezan daha okunup minberde cemaata karşı hutbe okunur.

Bu hutbeden sonra kamet okunup cumanın iki rekât farzı cemaatle kılınır. İmam cehren (sesli) okur.

Bu farzdan sonra da yine öğlenin ilk dört rekât sünneti gibi cumanın son dört rek’at sünneti kılınır.

Bundan sonra da “Zuhr-i âhir” adıyla dört rek’ât daha namaz kılınır.

Bundan sonra da vaktin sünneti niyetiyle tam sabah namazının sünneti gibi iki rek’at daha kılınır. Tesbih ve dua ile namaz tamamlanır.  



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Rabbinin (hesap için huzuruna çıkacağı) makamından korkan kimseye iki cennet (biri Adin, biri Naîm) vardır.”
(Rahmân Sûresi, âyet 46)




19
Ocak Cumartesi 2013

Hicrî: 7 Rebîulevvel 1434 - Rûmî: 06 Kânûn-ı Sânî 1429

Çırağan Sarayı'nın Yanması (1910) • SSCB Askerlerinin Bakü'yü (Azerbaycan) İşgali (1990)


Peygamber Efendimizin (S.A.V.) Merhameti

Hz. Enes (r.a.) buyurdular:
“Resûlullâh'ın (s.a.v.) kokusundan daha güzel ne bir anber, ne bir misk, ne de başka bir koku kokladım. Resûlullâh'ın (s.a.v.) mübarek teninden daha yumuşak ne bir atlasa, ne de bir ipeğe dokundum.” dedi.

Sâbit (r.a.) “Yâ Enes, sen sanki Resûlullâh'a (s.a.v.) bakıyormuş ve mübarek sesini işitiyormuş gibisin” dedi.

Hz. Enes (r.a.) şöyle dedi: “Evet; görüyor ve işitiyorum. VAllahi kıyâmet günü ona kavuşmayı umuyorum. O zaman 'Yâ Resûlâllah! Küçük hizmetçin geldi!' diyeceğim.”

Sonra şöyle dedi: “Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) Medine’de on sene hizmet ettim. Ben o zaman küçük çocuktum. Her yaptığım iş, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) olmasını arzu ettiği gibi değildi. Bana yaptığım bir işten dolayı “üf” bile demedi, 'Bunu niçin yaptın, bunu niçin şöyle yapmadın.' diyerek hiç azarlamadı.”  

“Rabbinin makamından korkana iki cennet vardır”

Hz. Ömer'in halifeliği zamanında mescide ve ibadete devam eden bir genç vardı. Bir kız ona âşık oldu. O da ona âşık olmuştu. Tenha bir yerde kız yanına geldi, konuştular. Genç ona meylettiği sırada Allah korkusundan hıçkırıklarla bayılıverdi.

O gencin amcası geldi ve onu kucaklayıp evine götürdü. Kendine gelince amcasına, “Ey amca! Hz. Ömer'e git, benden kendisine selâm söyle ve 'Rabbinin hesap için huzuruna çıkacağı makamından korkan kimseye mükâfat olarak ne vardır?' diye sor.” dedi. Bunun üzerine amcası gitti ve Hz. Ömer'e olanı anlattı. Bu sırada genç tekrar bir hıçkırıkla vefat etmişti.

Hz. Ömer bu olanları öğrenince gencin yanına vardı ve: “Sana iki cennet vardır, sana iki cennet vardır.” buyurdu.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Kulak Çınlaması | Müslümanlar Muhasara Altında
« Yanıtla #772 : 20 Ocak 2013, 03:12:04 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Allâhü Teâlâ’ya en sevimli olan ameller, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.”
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)




20
Ocak Pazar 2013

Hicrî: 8 Rebîulevvel 1434 - Rûmî: 07 Kânûn-ı Sânî 1429

Sultan Birinci Mustafa Han'ın Vefatı (1639) • Darulaceze'nin Kuruluşu (1895)


Kulak Çınlaması

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Birinizin kulağı çınladığında beni ansın ve bana salavât getirsin ve 'zekerallâhü men zekeranî bi-hayrin' desin”

Resûlullâh, “Muhammedün Resûlullâh sallalâhü aleyhi ve sellem” ve bunun benzeri salavat-ı şerife okumak ile zikredilir, anılır.

Mü'minin kulağı çınladığı esnada Resûlullah (s.a.v.) onu Cenâb-ı Hak katında anmış, ona duâ etmiştir. Mü’minin ruhu bunu duyduğu zaman kulağı çınlar. Bunun için salavât-ı şerîfe okuması tavsiye buyurulmuştur.

Nitekim ayak uyuşup karıncalandığında da salavât getirmek tavsiye edilmiştir.


Müslümanlar Muhasara Altında

Muhammed Mustafa'ya (s.a.v.) peygamberlik verildiğinin yedinci senesinde, Mekke-i Mükerreme'deki müşrikler, müslümanların günden güne artıp kuvvet bulduklarını görünce onlara eziyetlerini bir kat daha artırmışlardı.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) mensup olduğu Benî Hâşim'in ihtiyaç içinde yaşamaları için kendileriyle her türlü alışverişi ve münâsebeti kesmişler hattâ bu hususta bir ahitname de yazıp Kâbe-i Muazzama'nın duvarına asmışlardı. Artık Peygamberimizin kabilesi Benî Hâşim'den olanlar, -gerek müslüman olsunlar ve gerek olmasınlar- Ebû Talib’in mahallesinde mahsûr (çevreleri kuşatılmış) bir vaziyette kalmış, son derece sıkıntıya uğramışlardı. Diğer müslümanlar da gelip bu mahallede toplanmışlardı.

Bu muhasara üç yıl devam etmiş nihayet bu ahitnamenin evvelindeki Bismik'allâhümme (isminle ya Allah) ibaresinden başka bütün yazılarını güvelerin yemiş olduğunu Peygamber Efendimiz bir mucize olarak haber verdi. Gidip baktılar, bu hakîkati anlayınca müşrikler biraz utandılar, Hâşimîler aleyhindeki ittifakları bozdular, Benî Hâşim de kurtulup biraz nefes aldı.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Rızkı Veren Allâh'dır | Peygamberimiz'in Mübârek Nesepleri
« Yanıtla #773 : 21 Ocak 2013, 13:07:17 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

Ben Abdulmuttalib oğlu Abdullah oğlu Muhammed'im. Muhakkak Allâhü Teâlâ bütün mahlûkâtı yarattı ve beni onların en hayırlıları içerisinde kıldı. Sonra onları iki fırkaya ayırdı ve beni en hayırlı fırkada kıldı. Sonra onları kabîlelere ayırdı ve beni en hayırlı kabîlede kıldı. Sonra onları evlere ayırdı ve beni en hayırlı evde kıldı...” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)



21
Ocak Pazartesi 2013

Hicrî: 9 Rebîulevvel 1434 - Rûmî: 08 Kânûn-ı Sânî 1429

Sultan Üçüncü Mustafa Han'ın Vefatı, Sultan Birinci Abdülhamid Han'ın Tahta Çıkışı (1774) • Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın Vefatı (1918)


Rızkı Veren Allâh'dır

Allâhü Teâlâ, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Görünürde rızık verenler Allâh’ın verdiği rızkı ulaştıran vâsıtalardır. Rızkı Allâh’dan istemelidir. O nasîb etmeyince kazanç yollarının hiçbirisinin faydası olmaz. Allâh’ın öyle rızık kapıları vardır ki onlar kapanınca bütün ticaretler de kapanır. Onun için ticaret sevdasıyla her şeyi unutmayıp hemen Allâh’ın zikrine dönmelidir.

Peygamberimiz'in Mübârek Nesepleri

Peygamberimiz Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselam Efendimiz Arabistan'da Mekke-i Mükerrem’e şehrinde Rebîülevvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi, milâdın 571'inci yılının Nisan ayının yirminci gecesi, dünyâyı teşrif buyurmuştur.

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, Kureyş kabilesinden ve Hâşim ailesinden zuhur etmiştir. Muhterem pederinin adı Abdullah, dedesinin adı Abdülmuttalib, validesinin adı da Âmine'dir.

Fahr-i Âlem Efendimiz’in baba cihetinden mübarek nesepleri:

Hz. Muhammed sallallâhu aleyhi vesellem Abdullah, Abdulmuttalib, Hâşim, Abdimenaf, Kusayy, Kilâb, Mürre, Kâ'b, Lüey, Gâlib, Fihr, Mâlik, Nazr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike, İlyâs, Mudar, Nizar, Meâd ve Adnan. Adnan, İsmail aleyhisselâmın oğlu Kayzar'ın neslindendir.

Adlarını yazdığımız bu zatlardan her birinin evlâdı birçok kabîlelere ayrılmış, Mâlik'in oğlu Fihr'in evladından da Kureyş kabîlesi teşekkül etmiştir.

Peygamber Efendimiz’in dedesi ve zamanında Kureyş kabilesinin reisi bulunan Abdülmuttalib'in on üç oğlu var idi. Bunlardan en ziyâde Abdullah'ı severdi. Çünkü, onda başka bir güzellik, başka bir nûrâniyet vardı. Abdülmuttalib, bu sevgili oğluna Kureyş kızları içinde her cihetten seçkini Benî Zühre reisi Vehb'in kızı Hz. Âmine'yi nikahla aldı. İşte bu iki kudsî fıtratın evlenmesinden de Peygamber-i Zî-şân Efendimiz dünyâyı teşrif buyurdu.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“De ki: Ey insanlar, Haberiniz olsun! Ben size, sizin hepinize Allâh’ın resûlüyüm. O Allah ki bütün göklerin ve yerin mülkü onun. Ondan başka ilah yok. Hem diriltir, hem öldürür. Onun için gelin Allâh’a ve resûlüne iman edin...” (A’râf Sûresi, âyet 158)



22
Ocak Salı 2013

Hicrî: 10 Rebîulevvel 1434 - Rûmî: 09 Kânûn-ı Sânî 1429

Yavuz Sultan Selim Han'ın Ridaniye Zaferi (1517) • Baytar Mektebi'nin Açılışı (1842)

Yarın akşam mübarek Mevlid Kandili.


Allah için Kardeşlik Yapanların Derecesi

Ebû İdris el-Havelanî, Muaz b. Cebel’e (r.a.):
“Seni Allah için seviyorum.” dediğinde,

Muaz:
“Sana müjdeler olsun, ben Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim:

“Arş-ı A’zam’ın etrafında nurdan kürsüler vardır. Bu kürsülere öyle kimseler oturacak ki, elbiseleri ve yüzleri nur gibi parlayacaktır. Bunlar, Peygamber değil, şehidler de değildir, fakat Peygamber ve şehidler onlara gıpta edecektir.”
Bunlar kimlerdir? diye sorulunca, Resûl-i Ekrem (s.a.v.):
“Onlar, Allah için birbirini sevenler, Allah için buluşup oturanlar ve Allah için birbirini ziyaret edenlerdir.” buyurdu.

Velâdet (Mevlid) Kandili

Yarın akşam, Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ’nın (s.a.v.) âlemleri şereflendirdiği Velâdet Kandili’dir.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), Rebîulevvel ayının 12’nci Pazartesi gecesinde kâinâtı teşrîf etmişlerdir. Bu îtibârla bu ayın 12’nci gecesi hicrî senenin ilk kandilidir. Yarın akşam, Peygamberimiz (s.a.v.)’in dünyâyı teşrîflerinin kamerî 1487, milâdî yılla 1442. yılını idrâk edeceğiz.

Bu ay içerisinde mümkün olduğu kadar salât ü selâm getirmeli; Salât-ı Nâriye, Salât-ı Münciye ve Salât-ı Fethiye okumaya çalışmalıdır.

Bu gecenin mânevî zenginliğinden istifâde etmek için bir tesbîh namazı kılmalı, bir de Hatm-i Enbiyâ yapmalıdır.

Tesbih namazına şu şekilde niyet edilir:

“Yâ Rabbi, niyet eyledim rızâ-yı şerîfin için tesbîh namazına. Yâ Rabbi, bu gece teşrîfleriyle âlemleri nûra gark ettiğin Habîbin, başımızın tâcı Resûl-i Zîşân Efendimiz’in hürmetine ve bu gecedeki esrârın hürmetine ben âciz kulunu da afv-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne mazhar eyle.” Allâhü Ekber, diyerek namaza başlanır. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Resûl-i Ekrem’in Güzel Sûretİ: HİLYE-İ SAÂDET
« Yanıtla #775 : 24 Ocak 2013, 11:03:36 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Zikrin en hayırlısı, gizli olanıdır. Rızkın en hayırlısı, kâfî (miktarda) olandır.”
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)




23
Ocak Çarşamba 2013

Hicrî: 11 Rebîulevvel 1434 - Rûmî: 10 Kânûn-ı Sânî 1429

Sinan Paşa'nın Şehâdeti (1517) • İttihatçıların Bâbıâlî Baskını (1913)

Bu akşam mübarek Mevlid Kandili. Kandiliniz mübarek olsun.


Resûl-i Ekrem’in Güzel Sûretİ: HİLYE-İ SAÂDET

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bütün yaratılmış olanların en güzeli en yakışıklısı idi. Mübarek vücûdu güçlü kuvvetli idi. Zayıf ve semiz olmayıp orta halde, etleri sıkıca idi. Münevver cildi ipeklerden yumuşaktı. Latif cisminin kokusu fevkalâde güzeldi. Dokunduğu şeylerden günlerce güzel kokular duyulurdu. Nezih cismi beyazdı, nûrânî idi. Bu beyazlık içinde latif bir pembelik parıldardı. Pek sevimli olan mübarek boyu ne kısa, ne de uzun idi. Bununla beraber, yanında bulunanlardan daima uzun görünürdü. Göğsü ve iki mübarek omuzlarının arası geniş idi ve nurlu omuzlarının arasında güvercin yumurtası gibi bir kırmızı ben nişanesi var idi ki bu bir hâtem-i nübüvvet; peygamberlik mührü idi.

O Nebiyy-i Zîşân'ın söz söyledikçe inci dânelerinden daha berrak olan dişlerinin parıltısı görülürdü. Parlak alnı genişti. Hilâl kaşları uzunca idi. Kaşlarının arası açıkça idi. Letafet nişanesi olan kirpikleri uzun ve siyah idi. Saâdetli sakalı sıkça idi, bir tutam boyunca bulunurdu. İrtihâlleri sırasında mübarek başıyla sakalının beyaz saçları henüz yirmi kadar bulunuyordu. Sünbüllerden daha zarif, daha güzel kokulu bulunan başının saçları ne pek kıvırcık, ne de pek düz idi, kulaklarının yumuşaklarını geçmezdi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz'in bütün âzaları pek mükemmeldi. Başkalarının göremeyecekleri, işitemeyecekleri kadar uzak yerlerde bulunan şeyleri görür, sesleri işitirdi. Pek vakarlı olan yürüyüşü, inişten aşağıya doğru akar gider gibi süratlice idi. Kendisini ilk gören bir kimse bir heybet içinde kalırdı, kendisiyle görüşüp konuşmak şerefine nail olan kimse ona karşı derin bir muhabbet duyardı. Onun yüksek evsâfını görüp yâdedenler onun bir mislini ne ondan evvel, ne de ondan sonra görüp bilmediklerini itiraf ederlerdi.

Hâsılı, o bir letafet ve mükemmeliyet hârikası idi. (Sallallâhu aleyhi vesellem)




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Hazret-i Ali'den (k.v.) Hikmetler
« Yanıtla #776 : 24 Ocak 2013, 11:12:08 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Bir kimse insanları hidâyete çağırırsa kendisini takip edenlerin sevapları, onların sevabından hiçbir şey eksilmeden onun defterine yazılır.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)




24
Ocak Perşembe 2013

Hicrî: 12 Rebîulevvel 1434 - Rûmî: 11 Kânûn-ı Sânî 1429

Hz. Ali (K.V.), Kûfe Camii'nde Şehid Edildi (661) • Haliç'in Donması (1621)


Hazret-i Ali'den (k.v.) Hikmetler

Amel işlemekten ziyade amelin kabul edilmesi için gayret ediniz. Çünkü takva ile olan amelin sevabı, asla azalmaz.

Herhangi biriniz, işlediği günahından başka bir şeyden korkmasın, Allâh'tan başka bir kimseden bir şey istemesin.

Cahil kişi ilim öğrenmekten, âlim olan bir kimse de bilmediği bir sualle karşılaşınca, “Allah bilir” demekten utanmasın.

Sabrın imandaki mevkii, başın bedendeki rütbesi gibidir.

Tam ve gerçek âlim odur ki, nasihatlerinde halkı, Allâh'ın rahmetinden umutsuzluğa düşürmez. Allâhü Teâlâ’ya karşı isyan etmelerine ruhsat vermez. Onları Allâh'ın azabından emin kılmaz ve Kur'ân'ın hikmetini terk edip başka şeye gönül vermez.

İlimsiz yapılan ibadette, anlaşılmayan ilimde, tefekkürsüz okumakta hayır yoktur.

Bilmediğim bir mesele sorulduğunda, “Allah bilir” demem, ciğerimin hararetini en çok serinleten şeylerdendir.

İnsanlar, kendilerine karşı adaletli bulunulmasını isterlerse, nefisleri için arzuladıkları şeyi başkaları için de istesinler.

Şüphesiz, sıkıntı ve musibetlerin sona ermesinin bir müddeti vardır. Öyle ise akıllı kimse, başına bir belâ gelince müddeti geçinceye kadar sabretmelidir. Çünkü müddeti sona ermeden önce onu kaldırmaya çalışmak, sıkıntının artmasına sebep olur.

Bir kimsenin yaptığı günahın (dünyadaki) cezası ibâdette gevşeklik, maddî sıkıntı, lezzetin bozulmasıdır.

"Lezzetin bozulması nasıl olur?” diye sordular:

“İştahı çekip de eline helâl bir şey geçtiğinde karşısına mutlaka zevkini bozacak bir şey çıkar.” buyurdu.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İslâmiyet'i İlk Kabul Eden Zâtlar
« Yanıtla #777 : 25 Ocak 2013, 15:49:51 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Fitne ve fesad zamanında ibadet etmek, bana hicret etmek gibidir.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)




25
Ocak Cuma 2013

Hicrî: 13 Rebîulevvel 1434 - Rûmî: 12 Kânûn-ı Sânî 1429

Sırpsındığı Zaferi (1364)


İslâmiyet'i İlk Kabul Eden Zâtlar

Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) kendisine peygamberlik verilince ilk evvel çevresinde bulunan bazı zâtları İslâm dinine davet buyurmuştu. Bu daveti ilk önce Hz. Hatîce validemiz kabul edip İslâmiyet şerefine nail oldu. Sonra Kureyş'in büyüklerinden olan Ebûbekr-i Sıddîk ile Peygamberimizin azatlısı olan Zeyd bin Harise ve Peygamberimiz'in amcası Ebû Talib'in henüz dokuz-on yaşında bulunan oğlu Hz. Ali kabul ettiler. Daha sonra da Hz. Ebûbekir'in daveti ile Osman bin Affan, Abdürrahman bin Avf, Sa'd bin Ebî Vakkâs, Zübeyr ibnü'l-Avvâm, Talhatü'bnü Ubeydillah (r.anhüm) hazretleri İslâmiyet'le müşerref oldular.

Nebiyy-i Âlî-şân (s.a.v.) Efendimiz, daha sonra insanları açıkca dine davete başladı. Herkese Allâhü Teâlâ'nın varlığını, birliğini, büyüklüğünü anlatarak ondan başkasına ibadet edilmemesini öğretiyor, hidayete kabiliyetli zatlar Müslümanlığa can atıyor, cehaletten kurtulup saadete eriyordu.

Bir müddet sonra Peygamberimiz'in amcalarından Hz. Hamza İslâmiyet'i kabul etti. Bundan biraz sonra da Ömeru'l-Fâruk müslüman olarak İslâm dininin yayılmasına çalıştı.

Peygamber-i Zîşân Efendimizi görüp müslüman olan zâtlara sahabe, ashâb denir.

Ashâb-ı kirâmın en büyüklerinden olan Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali (r.anhüm) hazretlerine hulefâ-yı râşidîn, denir ki, bunlar, Resûl-i Ekrem’den sonra sırasıyla hilâfet makamında bulunmuş, İslâm dinine pek çok hizmetler etmişlerdir.

Bu dört zât ile Abdürrahman bin Avf, Sa'd bin Ebî Vakkâs, Zübeyr bin Avvâm, Talhatü'bnü Ubeydillah, Sa'dübnü Zeyd ve Ebû Ubeydetübnü Cerrah (r.anhüm) hazretlerine de aşere-i mübeşşere denir.

Peygamberimiz (s.a.v.) bu on zâtın cennete gireceklerini müjdelemişlerdir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Dönüş Ancak Onadır"
« Yanıtla #778 : 26 Ocak 2013, 12:56:50 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Muhakkak ki önünüzde öyle sarp ve aşılması zor bir yokuş vardır ki, günahla yüklü olanlar o yokuşu (kolay kolay) geçemezler.”
(Hadîs-i Şerîf, Hâkim, el-Müstedrek)




26
Ocak Cumartesi 2013

Hicrî: 14 Rebîulevvel 1434 - Rûmî: 13 Kânûn-ı Sânî 1429

Büyük Tarihçi ve Muhaddis İbni Asâkir (R.H.)'in Vefatı (1176) • Karlofça Antlaşması (1699) • Televizyonun Îcâdı (1926)


"Dönüş ancak onadır"

Mülk sûresinin 15. ve 23. âyetlerini Elmalılı Hamdi merhum şöyle tefsir etmiştir:

Her nerede olursanız olun, herhangi bir noktada, bir devlet ve cemiyette bulunursanız bulununuz, nihayet onun; Allâh’ın huzuruna toplanacaksınız. Böyle olmayan hiçbir ferd, hiçbir cemiyet yoktur.

O halde niçin sizi başkası yaratmış, başkası büyütmüş, sonra da ölmeyecek, bulunduğunuz dünyada kalacak yahut başkasına gidecekmiş gibi davranıyor, başkalarına kulluk ediyor, başkalarından korkuyor, nankörlük ederek bu süfliyyette kalmak istiyorsunuz da ona gideceğinize iman ederek her hareketinizde onun rızasını gözetip şükrederek ona gitmek istemiyorsunuz?

Eğer siz her nerede olursanız olunuz, ondan kulağınıza, gözlerinize, gönüllerinize eriştirilen haberleri güzelce, samîmiyyetle dinler ve onlara hıyanet etmeden hareket edecek olursanız hiçbir yerde ölümden kurtulamayacağınızı ve her nerede bulunursanız Rabb’imizin inayetiyle yaşadığınızı ve âkıbet ona gideceğinizi bilir anlarsınız. Ve bu anlayışla bütün yüzünüzü ona, onun kıblesine çevirerek ancak Allâh’tan korkarak ve ona şükrederek hareket edecek olsanız “Her nerede olursanız olunuz, Allah hepinizi bir araya getirir.” âyetinde bildirildiği üzere hepiniz onun huzuruna ak yüzle girmiş ve başka korkulardan kurtulmuş bulunursunuz.

O sizi her şeyden kurtarır ve murada erdirir. Ondan başka saydıklarınız ve korktuklarınız ise, onun elinden kurtaramaz. Olsa olsa birkaç günlük geçici bir zevk veya eleme sebebiyet verebilir, o da onun izin ve iradesi olursa yapabilir. Nihayet hepiniz ferd ferd veya cemiyet cemiyet veya bütün arz ve sema ile birlikte ona sevk olunur, onun huzurunda yeni bir hayat, ebedî ceza ve mükâfat için toplanırsınız.

O halde daima onun huzuruna varıp hesab vereceğinizi düşünerek onun nizam ve ahkâmından çıkmaksızın, küfür, zulüm, isyan ve şeytan yollarına sapmaksızın, nimetlerinin kadrini bilip azabından korunarak ve nimetlerine şükrederek onun nezdinde va’dedilen en yüksek hayata ermek için yürüyün.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Osmanlı Devletinin Kuruluşunda Âlimler
« Yanıtla #779 : 27 Ocak 2013, 04:15:40 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“İdârecilerin en şerlisi, idâresinde bulunanlara zulmeden, merhameti az olan kimsedir. Sen sakın onlardan olma.”
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)




27
Ocak Pazar 2013

Hicrî: 15 Rebîulevvel 1434 - Rûmî: 14 Kânûn-ı Sânî 1429

Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu (1299) • Üçüncü Mehmed Han'ın Tahta Çıkışı (1595) • Şâir Nef'î'nin Vefatı (1635)


Osmanlı Devletinin Kuruluşunda Âlimler

Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gâzi çocukluğundan itibaren büyük âlimlerin sohbetlerinde ve meclislerinde bulunur ve onların sağlam fikirleri ile hareket eylerdi. Asrın mümtâz âlim ve fakîhlerinden olan Edebâlî Hazretleri’ne damad oldu. 680/1281 senesinde pederinin irtihâlinde amcaları ve büyük biraderleri mevcûd olduğu hâlde istidâd ve ehliyetiyle bey oldu.

Osman Gazi, Selçuklu devletinin bir daha kuvvetini kazanamayacak derecede zayıf kaldığını görmüş, Moğolların İslâm memleketlerini yağmalamasına pek müteessir olmuştu. Bir taraftan yanına sığınan Müslümanları iskâna çalışıyor, bir tarafdan da Bizans Devletine âit memleketlere doğru gazalar yapıyordu. Kayınpederi Mevlânâ Edebâlî de âdil ve ilmiyle amel eden âlimler yetiştirmeye çalışıyordu.

699/1299 senesinde Selçuklu sultânı Alâeddîn’in esîr edilmesi üzerine Osman Gâzî istiklâlini ilan etmiş ve kayınpederi Edebâlî’yi de müftü tayin etmişti. Osman Gâzî dînî meselelerde olduğu gibi, devlet ve idâre işlerini de ona danışırdı. Edebâlî Hazretlerinin talebesi ve dâmâdı olup sultan adına ilk hutbeyi okuyan Tursun Fakîh de kâdı tayîn olundu.

701/1301 senesinde sancaklar teşkîl olunduğu sırada her tarafa müftî ve kâdîlar ta’yîn olunmuş ve Edebâlî Hazretlerinin önceki gayreti sayesinde muktedir ve âdil memûrlar ta’yîn edilmiştir. 726/1326 senesinde Edebâlî Hazretleri’nin vefatı üzerine Tursun Fakîh kayınpederinin yerine fetva makamına geçti.

Bütün Osmanlı hanedanı İslâmın hükümlerine uyarak dîn ve hukûk işlerine ait husûsları bu ilimlere vâkıf olan âlimlere havale etmişler, idare makamlarının en yükseği olan vezirleri dahi ilmiye sınıfından tayîne dikkat etmişlerdi.