Gönderen Konu: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları  (Okunma sayısı 1062548 defa)

0 Üye ve 81 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Terâvîh Namazı Nasıl Kılınır?
« Yanıtla #585 : 19 Temmuz 2012, 10:14:07 »


"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Her kim Ramazan ayında hak olduğuna inanarak ve riya karıştırmayarak Allah rızası için kâim olursa (teravih kılarsa) onun geçmiş günahları bağışlanır.”
(Hadîs-i Şerîf, Müttefekun aleyh)



19
Temmuz Perşembe 2012

Hicrî: 29 Şaban 1433 - Rûmî: 06 Temmuz 1428

Emevî Ordusunun İspanya'ya Çıkışı (711) • Yalova'nın Kurtuluşu (1922)



Terâvîh Namazı Nasıl Kılınır?

Terâvîh namazı, Ramazan ayına mahsûs, yirmi rek’atten ibâret bir sünnet-i müekkededir. Bu namaza Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile dört halîfesi (rıdvânullâhi aleyhim) devâm etmişlerdir. Terâvîhin cemâatle kılınması da, sünnet-i kifâyedir. Mescidlerde terâvîh namazı cemâatle kılındığı hâlde, bir özrü olmaksızın cemâati terk edip bu namazı evinde kılan kimse, fazîleti terk etmiş olur. Bu kimse evinde cemâatle kılsa, cemâat sevâbını alırsa da, mesciddeki cemâatin fazîletine eremez. Çünkü mescidlerin fazîleti daha fazladır.

Terâvîh namazını, her iki rek’atte bir selâm vererek on selâm ile bitirmek daha fazîletlidir. Dört rek’atte bir selâm da verilebilir.

Terâvîh namazı, iki rek’atte bir selâm verilince, akşam namazının iki rek’at sünneti gibi kılınır. Dört rek’atte bir selâm verilince, yatsı namazının dört rek’at sünneti gibi kılınır. Cemâatle kılındığı zaman, cemâat hem terâvîhe, hem de imâma uymaya niyet eder. İmam da kırâati âşikâre (sesli) okur.

Terâvîh namazında imâmın güzel sesli olmasından ve hızlı okumasından ziyâde, okuyuşunun düzgün olmasına îtinâ gösterilmelidir.

Bir kimse, imâm yatsı namazını kıldırıp terâvîhe başlamış olduğu sırada mescide gelse, önce yatsı namazını kılar, sonra terâvîh için imâma uyar. Terâvih son bulunca noksan rek’atleri tamamlar. Sonra da vitir namazını kendi başına kılar. Evlâ olan budur. Bununla beraber vitir namazını imam ile beraber kılıp, sonra terâvihi tamamlasa da câiz olur.

Terâvih namazını imam ile kılmayan kimse, vitir namazını imâm ile kılabilir.

İmâm ve cemâat, yatsı namazını cemâatle kılmamış olursa, yalnız terâvîh namazını cemâatle kılamazlar. Çünkü terâvihin cemâatı, farzın cemâatına tâbidir.

Terâvîh -orucun değil- vaktin sünnetidir. Mâzeretinden dolayı oruç tutamayanlar terâvîhi kılmalıdırlar.




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ramazan Ayının Fazileti
« Yanıtla #586 : 20 Temmuz 2012, 10:53:46 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Oruçlunun uykusu ibadet, susması tesbihtir. Amelinin sevabı kat kat verilir, duâsı kabul olunur ve günahları bağışlanır.”
(Hadîs-i Şerîf, Beyharî, Şuabü’l-îmân)



20
Temmuz Cuma 2012

Hicrî: 01 Ramazan 1433 - Rûmî: 07 Temmuz 1428

Montreux Boğazlar Antlaşması'nın İmzalanması (1936) • Birinci Kıbrıs Harekâtı (1974)



Ramazan Ayının Fazileti

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri (k.s.) buyurdular ki:

“…Bilmek gerekir ki Ramazan ayı büyük bir aydır.

Bu ayda yapılan namaz, zikir, sadaka ve benzeri bütün nâfile ibâdetler Ramazan ayının dışında yapılan farzlara denktir.

Kim bu ayda bir farzı edâ ederse Ramazan ayının dışında yetmiş farzı edâ etmiş gibi olur.

Kim bu ayda bir oruçluya iftar ettirirse bu, onun günahlarının bağışlanmasına ve cehennemden âzâd olmasına sebep olur. Oruç tutanın sevabından hiçbir şey eksilmeden, aynı sevab kendisine de verilir.

Kim bu ayda emri altında bulunanların işlerini hafifletirse Allâhü Teâlâ onu bağışlar ve cehennemden âzâd eder.
Resûlullah (s.a.v.) Ramazan ayı geldiği zaman bütün esirleri serbest bırakır, her isteyenin isteğini verirdi.
Kim bu ayda hayırlar ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olursa, o kimse senenin tamamında hayırlı amel işlemeye muvaffak olur. Bu ayı dağınık bir vaziyette geçiren kimse senenin tamamında dağınık olur. Bu ayı fırsat bilerek mümkün olduğunca manen derlenip toparlanmak için gayret göstermek lazımdır.

Allâhü Teâlâ, bu ayın her bir gecesinde azabı hak etmiş binlerce kişiyi cehennemden azâd eder. Bu ayda cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar zincirlere vurulur, rahmet kapıları açılır.

İftarı acele (ilk vaktinde) yapmak ve sahuru geciktirmek (son vaktinde yapmak) Peygamber Efendimiz’in sünnetlerindendir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu hususta çok dikkat etmiştir. Zîra iftarı acele yapmak ve sahuru geciktirmek oruç tutanın kendi âcizliğini ve ihtiyacını itiraftır ki, kulluk makamına münasip olan budur.

İftarı hurma ile yapmak sünnettir.

Bu ayda teravih kılmak ve Kur'ân-ı Kerîm hatmi yapmak, birçok fayda ve sevab kazandıracak olan sünnet-i müekkedelerdendir.

Allâhü Teâlâ bizleri, Habîbi -aleyhisselâtü ve's-selâm- hürmetine bunları yapmaya muvaffak kılsın.” Âmîn.
(Mektubât-ı İmâmı Rabbânî, 1/m. 45)


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları
« Yanıtla #587 : 21 Temmuz 2012, 13:45:15 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Kim Allâhü Teâlâ’nın kitabından bir âyet dinlerse onun için kat kat sevab yazılır. Kim de onu okursa kıyâmet günü onun için nûr olur.”
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)



21
Temmuz Cumartesi 2012

Hicrî: 02 Ramazan 1433 - Rûmî: 08 Temmuz 1428

Ermeniler'in Sultan İkinci Abdülhamid Han'a Yıldız Suikastı (1905) • İnsanoğlunun Ay'a Ayak Basması (1969)



Kur'ân-ı Kerîm Hatmi

Allâhü Teâlâ tarafından Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) bir mucize olarak indirilen Kur’ân-ı Kerîm’i başından sonuna kadar okumaya hatim denir. Kur'ân-ı Kerîm’i hatmetmek sünnettir.

Cebrâil (a.s.) her yıl Ramazan ayında, her gece gelir, Ramazan ayının sonuna kadar Kur’ân-ı Kerîm’i Peygamber Efendimiz’le (s.a.v.) mukabele eder; yani o okur, Peygamberimiz dinler, Peygamberimiz okur, Cebrail (a.s.) dinlerdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dünyadan âhirete irtihal buyurdukları sene, bu mukabele iki kere yapılmıştı.

İmâm-ı Âzam (rh.) “Bir kimse senede iki defa Kur'ân-ı Kerîm’i hatmederse hakkını vermiş olur.” buyurdular.

Kur’ân-ı Kerîm’i hatmederken, Vedduhâ Sûresi’nin sonunda “Allâhü Ekber, Lâ ilâhe illâllâhü vallâhü ekber” diyerek tekbîr getirmeye başlamak ve sonuna kadar her sûrenin sonunda da tekbîri tekrarlamak sünnettir.

İhlâs Sûresi’ni üç kere okuduktan sonra Felak ve Nas Sûreleri okunur.

Hatimden sonra hemen diğer hatme başlamak da sünnettir. Übeyy ibni Ka’b (r.a.) “Peygamberimiz Kul eûzü bi Rabbinnâs sûresini okuyunca, Fâtiha’dan başlar ve Bakara Sûresinin Ve ülâike hümü’l-müflihûn’ âyetine kadar ilk beş âyetini okuduktan sonra hatim duâsını yapardı.” demiştir.

Bir kimse “Yâ Resûlallâh! Hangi amel Allâh’a daha sevimlidir?” diye sormuştu. Peygamberimiz “Konup göçenin ameli!” buyurdu. “Konup göçen ne demektir?” diye sordu. Peygamberimiz “Kur'ân’ı Kerîm-i hatmedip bitirdikten sonra tekrar başlayandır.” buyurdu.

Hatimden sonra duâ etmek de sünnettir. Peygamber Efendimiz “Kur'ân'ı hatmeden kimsenin duâsı kabul olunur.” buyurmuştur.

Enes b. Mâlik (r.a.) Kur’ân'ı hatmettiği zaman ailesini (ve dostlarını) toplar, ziyâfet verir ve duâ ederdi.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Bu Ne Süt Verir Ne De Yük Taşır
« Yanıtla #588 : 22 Temmuz 2012, 05:17:58 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Kim Allah yolunda bir infakta bulunursa (zekât veya sadaka verirse) o kimseye yediyüz kat sevap yazılır.”
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)



22
Temmuz Pazar 2012

Hicrî: 03 Ramazan 1433 - Rûmî: 09 Temmuz 1428

Prut Zaferi ve Barış Antlaşması (1711) • Edirne'nin Kurtuluşu (1913) • Adapazarı Zelzelesi (1967)



Bu Ne Süt Verir Ne De Yük Taşır

Übeyy ibn-i Ka'b (r.a.) anlatıyor:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) beni zekâtları toplamaya memur etmişti. Ben de birisine gittim. O kişi, malının tamamını toplayınca, baktım, zekât olarak bir yaşını doldurmuş bir dişi deve vermesi icab ediyordu. Kendisine ‘Bir yaşını doldurmuş bir dişi deveyi zekât olarak ver,’ dedim. Dedi ki, ‘Bu devenin ne sütü olur, ne de yük taşır; ondan istifade edilmez. Ama şu deve hem genç, hem kuvvetli ve hem de semiz. Bunu al.’ Ben, ‘Emrolunmadığım şeyi alamam (sana farz olan diğeridir). İşte Resûlullah, sana yakın. Eğer bunu vermek istiyorsan bana söylediğin gibi Resûlullah’a da arz et. Böyle yap. Şayet Resûlullah kabul ederse ben de kabul ederim, kabul etmezse ben de kabul edemem,' dedim. ‘Ben gidip söyleyeceğim,’ dedi. Güçlü kuvvetli deveyi de yanına aldı ve beraberce Resûlullah’ın huzuruna vardık.

‘Ey Allâh’ın nebisi, senin memurun, benden malımın zekâtını almak için geldi. VAllahi bundan önce ne Resûlullah, ne de onun memurları malımın zekâtını almak için gelmedi. Memurun gelince ben malımı topladım. Bana bir yaşını doldurmuş bir dişi deveyi vermem icab ettiğini söyledi. Ama onun ne sütü olur, ne de yük taşır. Ben alması için ona genç ve kuvvetli bir deve verdim. Fakat kabul etmedi. İşte o vereceğim deve, size onu da getirdim.’ dedi.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Size farz olan bir yaşındaki devedir. Eğer daha fazla hayırda bulunmak istersen -Allah sana mükâfatını versin- biz onu kabul ederiz,” dedi.

‘Yâ ResûlAllah. işte deve bu, Onu getirdim, kabul buyurun,’ dedi. Resûlullah da “Öyleyse bu deveyi alın,” dedi ve malının bereketli olması için duâ buyurdular.

Atalar Sözü:

• İftira dağdan taştan ağırdır.
• Herkesin kazanı kapalı kaynar, içindeki et mi, dert mi bilinmez.
• Gel denen yere girmeyi âr eyleme, gelme denilen yere gidip yerini dar eyleme.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Oruç Tutmamayı Mübah Kılan Haller
« Yanıtla #589 : 23 Temmuz 2012, 10:33:05 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“…Sizden her kim o günlerde (Ramazan ayında oruç tutamayacak derecede) hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar…”
(Bakara Sûresi, âyet 184)



23
Temmuz Pazartesi 2012

Hicrî: 04 Ramazan 1433 - Rûmî: 10 Temmuz 1428

İkinci Meşrutiyet'in İlanı (1908) • Erzurum Kongresi (1919) • Hatay'ın Anavatana Katılması (1939)



Oruç Tutmamayı Mübah Kılan Haller

Bazı sebeplerden dolayı oruç tutmamak veya başlanılan orucu açmak mübahtır. Bunlar:

Yolculuk: Ramazanı Şerîf'te en az üç günlük (yaya on sekiz saatlik = 90 km) bir yere gidecek olan kimse, geceden oruca niyet etmeyebilir. Bundan dolayı o gün yola çıkınca oruçlu bulunmamış olur. Fakat bir kimse oruca niyet ettikten sonra gündüzün yolculuğa çıksa, orucunu tamamlar. Bozarsa, sâdece kazâ gerekir.

Hastalık: Bir hasta öleceğinden, aklının gitmesinden, hastalığının artmasından veya uzamasından korkacak olursa oruç tutmayabilir veya tutmuş olduğu orucu açabilir. Bunda sâdece korku kâfi değildir. Hastanın tecrübesi veya görülen alâmetlerden kat'i kanaati bulunmalı veya Müslüman bir doktor haber vermelidir. Sonradan iyileşince tutamadığı günleri kazâ eder.

Şiddetli açlık ve susuzluk: Oruçlu bir kimse açlıktan veya susuzluktan dolayı ölmesinden, aklına bir noksanlık gelmesinden bir tecrübe, bir alâmet veya müslüman bir doktorun haber vermesi ile korkarsa, orucunu -sonra kaza etmek şartı ile- açabilir.

Gebelik, süt analığı: Ramazan-ı Şerîf’te gebe bulunan, kendisinin veya başkasının çocuğuna süt veren bir kadın, kendisine veya çocuğa bir zarar gelmesinden korkarsa, orucunu açabilir. Sonra onu kazâ eder.

Hayız ve nifas hâli: Bir kadın Ramazan-ı Şerîf'te gündüzün âdet görmeğe başlarsa veya çocuk dünyaya getirirse, orucu bozulmuş olur. Artık âdet günlerinde ve lohusalık müddetinde oruç tutması câiz olmaz. Tutamadığı oruçları kaza eder.

Yaşlılık: Vücudu artık oruç tutamayacak kadar takatsiz olan çok yaşlı ve güçsüz kimse oruç tutmayabilir. Böyle bir kimse için Ramazan-ı Şerîf’in her gününün orucuna bedel olarak bir fidye vermesi gerekir. Bu fidye Ramazan-ı Şerîf'in evvelinde veya sonunda, bir fakire yâhut daha çok fakire verilebilir.

Ziyâfet: Ziyâfet vermek veya bir ziyâfete dâvet olunmak, nafile oruçları açmak hususunda bir özür sayılır. Bunun için kişi, sonradan kazâ etmek üzere, vereceği veya çağrıldığı bir ziyâfetten dolayı, nâfile olarak tutmuş olduğu orucunu açabilir



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Oruç Hakkında Bazı Fıkhî Meseleler
« Yanıtla #590 : 24 Temmuz 2012, 10:34:57 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Oruç, (sadece) yemeyi ve içmeyi terk etmek(ten ibâret) değildir. Gerçek oruç, boş, faydasız ve çirkin sözleri terk ederek tutulan oruçtur.”
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Sünen-i Kübrâ)



24
Temmuz Salı 2012

Hicrî: 05 Ramazan 1433 - Rûmî: 11 Temmuz 1428

İstanbul'da Yangın (1660) • Lozan Antlaşması (1923) • Tübitak'ın Kuruluşu (1963)



Oruç Hakkında Bazı Fıkhî Meseleler

Yolculuk veya hastalık özrü ile Ramazan-ı Şerîf orucunu tutmamış olan kimse, daha sonra bunları kazaya müsait bir vakit bulmadan vefat etse üzerine kaza etmesi ve fidye vermesi lâzım gelmez. Şu kadar var ki fidye verilmesini vasiyet etse malının üçte birinden verilmesi icap eder.

Yolculuk veya hastalık sebebiyle Ramazan-ı Şerîf orucunu tutmamış olan kimse, bunu tamamen veya kısmen kaza edebilecek bir müddet bulmuş olduğu halde kaza etmeden vefat edecek olsa -eğer malı var ise- kazası icap eden her gün için bir fidye verilmesini vasiyet etmesi lâzım gelir. Bu fidye, malının üçte birinden fakirlere verilir.

Fidye, fakir bir kimsenin sabahlı ve akşamlı bir günlük yiyeceğidir ki, bir sadaka-i fıtra (fitreye) denktir.

Ramazan-ı Şerîf orucunu makbul bir özrü olmadığı halde tutmayan kimse üzerine de -malı var ise- ölünce fidye verilmesini vasiyet etmek icab eder. Velev ki kaza edecek vakit bulamamış olsun. Çünkü mümkün olan edayı terk etmiştir. Vasiyet bulunmadığı takdirde fidyeyi vârislerinin vermeleri lâzım gelmez. İsterlerse kendi mallarından bir teberru olarak verebilirler. Vârisler veya başkaları ölü namına orucu kaza edemezler. Bu gibi bedenî ibadetlerde vekâlet yoktur. Şu kadar var ki, kendileri için tuttukları oruçların sevabını ölüye bağışlayabilirler.

İmam Şâfiî’ye göre böyle bir kimsenin terekesi (öldükten sonra bıraktığı şeyleri)nin tamamından -vasiyet etmiş olsun olmasın- kazaya kalmış oruçlarının fidyesi verilir. Böyle bir kimse namına velisi oruç tutabilir.

Tutulmayan oruçlardan dolayı fidye verilmesi, Ramazan-ı Şerîf orucuyla bunun kazasına ve nezir oruçlarına mahsustur. Yemin ve katil keffaretleri için lâzım gelen oruçları tutmaktan âciz kalan kimsenin daha hayatta iken fidye vermesi caiz değildir. Fakat bunun için vasiyet etmesi caizdir.

Çocuklara nazaran oruç, namaz gibidir. Binaenaleyh on yaşında bulunan bir çocuğa oruç tutması emrolunur. Maamafih tutmazsa kazası lâzım gelmez.

Çocuğun oruca gücü yetmelidir. Oruçtan zarar görecek bir çocuğa “Oruç tut” diye emredilmez.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Gece Namazının Fazîleti
« Yanıtla #591 : 25 Temmuz 2012, 11:12:46 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Farz namazlardan sonra en fazîletli namaz gece namazıdır.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)



25
Temmuz Çarşamba 2012

Hicrî: 06 Ramazan 1433 - Rûmî: 12 Temmuz 1428

Tarık bin Ziyad'ın İspanya'yı Fethi (711) • İlk Lokomotifin Çalıştırılması (1814)



Gece Namazının Fazîleti

Gece namazı -bilhassa teheccüd- müstehab ve en fazîletli olan ibâdetlerdendir.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
“Farz namazlardan sonra en fazîletli namaz gece namazıdır.”

“Kişi gece uyanıp hanımını da uyandırsa ve iki rek’at namaz kılsalar; Allâh'ı çok zikreden erkeklerden ve çok zikreden hanımlardan yazılırlar.”

“Kim gece namazını kılar ve namazında ihlâslı olursa Allâhü Teâlâ ona dokuz şey ikrâm eder ki beşi dünyâda, dördü âhirettedir:

Dünyâ âfetlerinden muhâfaza eder, onda “...Yüzlerindeki nişaneleri, secdelerinin eseridir...” meâlindeki (Fetih Sûresi, âyet 29) âyet-i celîlesinin sırrını zuhûr ettirir,

Onu sâlih kullarının kalblerine sevdirir, onu bütün insanlara sevdirir, lisânını hikmetle konuşturur,

Kıyâmet günü kabrinden yüzü ak ve nûrlu çıkarır, ona hesâbı kolaylaştırır, sırât üzerinden şimşek gibi geçirir, kitâbını sağından verir.”

“Sizden biriniz (gece) uyuyunca şeytan onun boynuna üç düğüm düğümler. Her düğüm (yerine) “Senin için uzun bir gece vardır, rahat uyu” diye(rek eliyle) vurur.

O kimse uyanıp Allâh’ı zikrederse, bir düğüm çözülür. Abdest alırsa bir düğüm daha çözülür. Namaz da kılarsa, şeytanın düğümlerinin hepsi çözülür. Artık o teheccüd sahibi düğümü çözük, gönlü hoş ve neşeli bir halde sabaha girer. Fakat zikretmez ve abdest alıp namaz kılmazsa gönlü kirli ve uyuşuk bir halde sabaha girer.”

“Gece ibâdetine devâm ediniz. Zira o sizden önceki sâlih kişilerin âdetidir. Rabbinize yaklaşmağa, günahların silinmesine, günah işlemekten uzak kalmağa sebeptir" buyuruldu.

Gece namazı, günâhlara keffârettir ve sâlihlerin âdetidir. Dilden ve diğer bütün bedenden fenâlığı çıkarır.

Gece namazının en fazîletli vakti, uyuduktan sonra kalkarak gecenin son üçte birinde kılınmasıdır.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları
« Yanıtla #592 : 26 Temmuz 2012, 10:39:44 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Bir kimse, vakti girince, abdestini, rükûunu ve huşûunu güzel yaparak namazı kılarsa -büyük günah işlemedikçe- geçmiş günahlarına keffâret olur. Bu, her zaman böyledir.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)



26
Temmuz Perşembe 2012

Hicrî: 07 Ramazan 1433 - Rûmî: 13 Temmuz 1428

Boğdan'ın Fethi (1476) • Temeşvar Kalesi'nin Fethi (1552) • Edirne ve Kırklareli'nin Yunanlılar Tarafından İşgali (1920)



Huşû ile Namaz

Mü’minin, mîrâcı olan namazı tam bir tahâret ve iyi bir abdestten sonra kılmaya niyet etmesi îcâb eder.

Farzları cemâatle kılmaya ehemmiyet göstermek, hattâ iftitâh tekbirini imamla berâber almayı hiç terk etmemek lâzımdır. Kezâ namazları müstehap vaktinde kılmak ve kırâatte sünnet olan miktara riâyet etmek lâzımdır.

Rükû ve secdede ta'dil-i erkân; âzâların sükûnet bulması muhakkak sûrette lâzımdır... Kavme (rükûdan doğrulduktan sonraki kıyâm)da her âzâ yerine dönüp karar kılacak şekilde tam olarak kalkıp doğrulmak îcâp eder ve âzâların sükûnet bulması ve kavmede olduğu gibi iki secde arasındaki oturuşta da ta'dil-i erkâna riâyet etmek lâzımdır...

Rükû ve secde tesbihlerinin en azı üç, çoğu ise -farklı görüşlere göre- yedi veya onbirdir. İmamın tesbihlerinin adedinin, cemâatin hâline göre olması lâzımdır.

Yalnız kılan insanın, gücü yettiği vakit tesbihleri en az mertebede, (yani üç kere) okumaktan hayâ etmesi ve beş veya yedi tesbih okuması lâzımdır.

Secdeye giderken yere en yakın olan azasını koyar: Evvelâ dizlerini, sonra ellerini, burnunu ve sonra alnını yere koyar. Ellerini ve dizini yere koyarken sağdan başlaması, secdeden kalkarken de semâya en yakın âzâlarından başlaması lâzımdır. O halde secdeden kalkarken önce alnını kaldırarak başlaması îcâb eder.

Kıyamda secde mahalline, rükûda ayaklarının üstüne, secdede burnunun ucuna, ka'dede ellerine bakmalıdır. Peygamber Efendimiz'den (s.a.v.) rivâyet olunduğu üzere namaz kılan kimse, gözlerini bu yerlere sâbitler, bakışlarını başka taraflara dağıtmaz ise cemiyyet (huşû ve huzûr) ile namaz kılmak mümkün olur ve bu namazda huşû hâsıl olur.

Rükûda parmakları açık tutmak ve secdede birleştirmek sünnettir. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) rükûda parmakları açmak, secdede kapamanın birçok faydaları olduğu için yapılmasını emretmiştir. Bizim için Resûlullah Efendimiz'e (s.a.v.) uymaya denk başka hiçbir fayda yoktur… (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, 1/266)



Çevrimdışı ihvan

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 2398
Ynt: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları
« Yanıtla #593 : 30 Temmuz 2012, 10:21:34 »
emeğinize sağlık..

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Oruç
« Yanıtla #594 : 30 Temmuz 2012, 17:30:28 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Kim bir oruçluya iftar ettirirse, -oruçlunun sevabından hiçbir şey eksilmeden- onun sevabı gibi sevab alır.”

(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)



27
Temmuz Cuma 2012

Hicrî: 08 Ramazan 1433 - Rûmî: 14 Temmuz 1428

Aden'in Süleyman Paşa Tarafından Fethi (1538) • Kore Savaşlarının Sona Ermesi (1953)



Oruç

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:

• “Hadîs-i Kudsî’de Allâhü Teâlâ şöyle buyurur: ‘Âdemoğlunun işlediği her hayır ve ibâdet kendisi içindir, yalnız oruç hariç. Çünkü o, sırf benim içindir ve onun mükafatını da ben veririm.”

• Oruç bir kalkandır. Sizden biri oruçlu olduğu günde fena söz söylemesin, bağırıp çağırmasın. Şayed kendisiyle itişmek ve dalaşmak isteyen olursa iki defa “Ben oruçluyum’ desin. Allâh’a yemin ederim ki oruçlunun ağız kokusu, Allâh katında misk kokusundan daha hoştur.

• “Oruçlu için ferahlanacağı iki vakit vardır: biri iftâr ettiği vakit, diğeri de Rabbine kavuştuğu vakittir ki orucunun sevabıyla sevinir.”
Oruç sadece yemek, içmek ve orucu bozan şeyleri terk etmekten ibâret değildir. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) “Nice oruçlular vardır ki ona orucundan kalan sadece açlığı ve susuzluğudur.” buyurmuşlardır.

Muhakkak her âzânın oruçta bir hissesi vardır. Bütün âzâları, Allâh’ın hoş görmediği amellerden sakındırmak lâzımdır.

Gözün orucu, onu harama bakmaktan menetmektir. “(Harama) bakmak İblis’in zehirli oklarından bir oktur. Kim gözünü harama bakmaktan meneder, tutarsa Allâh onun kalbine lezzetini hissedeceği îman verir.” buyurulmuştur.

Dilin orucu onu faydasız sözden menetmek, tutmak, sadece faydalı yerde kullanmaktır.

Kulağın orucu onu gıybet gibi Allâh’ın haram kıldıklarını dinlemekten tutmaktır. Zira dinleyen, günahda söyleyene ortaktır. Elin orucu haramı tutmamak, ayağın orucu harama gitmemektir. Hâsılı bütün bedeni dînin hoş görmediği şeylerden uzak tutmak lâzımdır.

Oruçtan maksad nefsin şehvetini kırmaktır. Böyle olunca oruçlunun iftarda ve sahurda aşırı yemesi, hele hele diğer zamanlarda iki defada yediğini bir defada yemesi doğru olmaz. Yalnız gündüz işinin ağırlığına göre işine ve ibâdetine kuvvet verecek kadar yemelidir.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları
« Yanıtla #595 : 30 Temmuz 2012, 17:33:09 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Sadakanın en fazîletli olanı Ramazan ayında verilendir.”
(Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, el-Câmiu's-Sağîr)



28
Temmuz Cumartesi 2012

Hicrî: 09 Ramazan 1433 - Rûmî: 15 Temmuz 1428

Ankara Savaşı (1402) • Sultan İkinci Mahmud Han'ın Tahta Cülûsu (1808) • Birinci Cihan Harbi'nin Başlaması (1914)



Bir Mesele: Vitir'de Kunut

Ramazân-ı şerîfte vitirde imam kunutu sehiv ile okumayıp rukû’a giderse cemâatte ona uymalıdır.

Eğer cemâat imama uymaz ise imam geri kıyâma dönüb kunutu okuduktan sonra ikinci rukûunda cemâat imama uyarsa cemâatin namazları bozulur. Zîrâ ilk yaptığı rukû ile farzı edâ etmiş olup imâmın ikinci rukûu nâfile olur. Cemâatin rukûu henüz edâ olduğundan farz olmakla uymaları sahîh olmaz. Bu meseleden insanların çoğu gâfillerdir, halbuki Ramazân-ı şerîfte çok olur.

Vitir namazında kunutu sehiv ile okumayıp rukûya gitmekle sehiv secdesi lâzım olur. Rukûda, kunut hatırına gelse rukûda okumaz ve kunut için geri kıyâma dönmez. Lâkin dönmüş olsa -Rukû'u iâde etsin gerek etmesin- namaz bozulmaz.

Güneş Gözlükleri

Güneş gözlüğü mercek kalitesine dikkat edilerek satın alınmalı.

Gözleri açık-seçik göstermeyen koyulukta cam seçilmeli ve güneş ışığında deneyip, güneşte gözleri kısmadan görmeyi sağlıyorsa alınmalıdır.

Camlar, yanlardan gözlere gelecek tehlikeli ışıklara yol vermeyecek büyüklükte olmalı.

Gözlük çerçevesi de dayanıklı olmalı ve burun üstünden aşağı doğru kaymamalıdır.

Devamlı güneşte bulunan veya çalışanlar -kızılötesi ışınlara uzun süre maruz kalacaklarından- gözlük kullanmaya dikkat etmeli.

Gerekli olmadığı zamanlar mesela güneş battıktan sonra, araba kullanırken güneş gözlüğü takmamalı. Aksi takdirde gözler çok hassaslaşır.

Mavi ve mor renkli camlar ultraviyole (mor ötesi) ışınlarını filtre etmeyeceğinden zararlıdırlar.

Güneş tutulduğu zaman çok koyu camlı güneş gözlüğüyle de olsa, doğrudan güneşe bakmamalı. Gözleri güneşten korumak için güneş gözlüğünden ziyade koyu bir kumaş parçası veya bant kullanmalıdır.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ziyafet - Yemek Adabı
« Yanıtla #596 : 30 Temmuz 2012, 17:35:41 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Aç olan bir mü’mini doyuran her hangi bir mü’mini, Allâhü Teâlâ kıyâmet günü cennet meyveleriyle doyurur.”
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)



29
Temmuz Pazar 2012

Hicrî: 10 Ramazan 1433 - Rûmî: 16 Temmuz 1428


Ziyafet - Yemek Adabı

Topluca yemek müstehabdır. Ashab-ı Kirâm, Rasûlullâh (s.a.v.) “Yâ ResûlAllah! Biz yiyoruz, ama doymuyoruz.” dediler “Her halde siz yemeğinizi ayrı ayrı yiyorsunuz. Yemeğin başına toplanın ve besmele çekin ki yemeğiniz bereketlensin.” “Allâh’a en sevimli olan yemek, üzerinde çokça ellerin biriktiğidir.” buyurulmuştur.

Sofraya tevâzu ile oturmalı, kibirle oturmamalıdır.

Rasûlullâh Efendimiz’e kızarmış bir koyun eti hediye edildi. Efendimiz iki dizi üzerine oturarak yedi ve “Allah beni inatçı, sert tabiatlı, kibirli değil, kerîm bir kul olarak yarattı.” buyurdular.

Yemekte kendi önüne bakar, gözünü yiyenlere dikmez. Yemeğe kendinden yaşlı yahut ileri bir kimse varsa o başlamayınca başlamaz. Ashâb-ı Kirâm Resûlullâh (s.a.v.) başlamadan yemeğe başlamazlardı.

Yemekte hiç konuşmamak mekruhtur. Herkes yemeği bitirinceye kadar elini sofradan çekmez. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) “Sofra kurulduğu zaman bir adam, sofra toplanıncaya kadar kalkmasın ve elini sofradan çekmesin. Eğer kendisi doymuş ise topluluk yemeği bitirinceye kadar yemek yiyormuş gibi davransın. Sizden bir adam kendisi çekilmekle yanındaki arkadaşını utandırır. O, daha yemeğe ihtiyaç ve iştahı olduğu halde yemekten elini çeker.” buyurdular.

Yemekte yapmacık hareketlerden sakınır. Topluluk içinde tek başına iken yediği gibi yer. Her şeyde riyadan sakınmalıdır.

Bir topluluğun yanında yemek yedikten sonra sofra sahiplerine hayır duâ eder. Yemek zamanı davetsiz olarak bir topluluğun yanına girmekten sakınır.
Ev sahibinin müsafirleri giderken birlikte evin kapısına kadar çıkıp uğurlaması müstehabtır. Müsafir de ev sahibinden izin almaksızın habersiz çıkıp gitmez.

Ziyâfet veren külfete girmekten sakınır. Ancak kendisinin cömertçe harcamak niyeti varsa ona bir şey denmez.

Müsâfir ikrâm edilen hiçbir şeyi hakîr görmemelidir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Her Şeyden Önce Allâh'ın Rızâsı / Ehl-i Bid'atten Uzak Durmak
« Yanıtla #597 : 30 Temmuz 2012, 17:41:11 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Evlâdına Kur’ân-ı Kerîm öğreten (ana) baba kıyâmet günü muhakkak sultan tâcıyla tâclandırılır ve onlara insanların mislini görmedikleri elbiseler giydirilir.”
(Hadîs-i Şerîf, Kenzü'l-Ummâl)



30
Temmuz Pazartesi 2012

Hicrî: 11 Ramazan 1433 - Rûmî: 17 Temmuz 1428

Lehistan (Polonya)'ın Osmanlı Himayesini Kabulü (1557)  



Her Şeyden Önce Allâh'ın Rızâsı

Muâviye (r.a.) Hz. Âişe’ye (r.anhâ) mektup yazdı ve kendisine, veciz (çok öz) bir tavsiyede bulunmasını istedi.

Hz. Âişe’de (r.anhâ) şu mektubu yazdı: “Selâmün aleyke. Ben Resûlullah (s.a.v.)’den şöyle işittim:

“Bir kimse, insanları kızdırma pahasına Allâh’ın rızâsını talep ederse insanların eziyetine karşı Allah ona yeter.

Bir kimse de Allâh’ı gadablandırma pahasına insanların rızâsını almaya kalkışırsa Allâhü Teâlâ insanları ona musallat eder (de insanlar ona eziyet ve zulüm ederler.) Vesselâm…”
(Mektûbât-ı İmâmı Rabbânî, 1/98)

Ehl-i Bid'atten Uzak Durmak

İkinci binin müceddidi İmâm-ı Rabbânî (k.s.) buyurdular: “İyi biliniz ki, ehl-i bid’atin sohbetlerinde bulunmak, kâfirlerin sohbetindeki fesaddan daha çoktur.

Ehl-i bid’atin en yaramazı ve en kötüsü, Resûlullah’ın ashabına buğz eden, onları sevmeyen tâifedir. Allâhü Teâlâ Fetih Sûresinin, 29. âyetinde “Onlarla kâfirleri öfkelendirmek için …” buyurmuştur.

Kur'ân-ı Kerîm’i ve dini tebliğ eden, bize ulaştıran o Ashâb-ı Kiram’dır. Şayet o ashab kötülenir, tenkîd edilirse Kur'ân’ın ve şerîatın da kötülenmesi, tenkid edilmesi lâzım gelir. Kur'ân-ı Kerîm’i (hilâfeti zamanında) cem' eden Hz. Osman b. Affan’dır (r.a.). Şâyet Hz. Osman’a dil uzatılırsa Kur’ân-ı Kerîm’e de dil uzatılmış olur.

Allâhü Teâlâ zındıkların itikat ettikleri şeylerden bizleri muhafaza buyursun. Ashab arasında meydana gelen ihtilaf, yine aralarındaki mücâdele ve mukâtelenin, nefsânî arzularından meydana geldiği söylenemez. Zira onların nefisleri beşerin en hayırlısı olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sohbetlerinde temizlenmiş, emmârelik vasfından kurtulmuştur. …(Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbâni, 1/54)



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İmam Ahmed bin Hanbel (r.a.) ve Müsnedi
« Yanıtla #598 : 31 Temmuz 2012, 10:25:05 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Sizin en hayırlınız Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenen ve öğreteninizdir.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)



31
Temmuz Salı 2012

Hicrî: 12 Ramazan 1433 - Rûmî: 18 Temmuz 1428

İmam Ahmed bin Hanbel (r.a.)'in Vefatı (855) • Cerbe Kalesi'nin Fethi (1560)



İmam Ahmed bin Hanbel (r.a.) ve Müsnedi

Ahmed bin Muhammed bin Hanbel eş-Şeybânî (r.h.), Hanbelî mezhebinin kurucusu ve imamıdır. Büyük bir hadîs âlimi, meşhûr bir müctehid, aynı zamanda da bir müfessirdir. Henüz üç yaşında iken babasının vefatı üzerine annesi tarafından yetiştirilmiş ve küçük yaşta ilim tahsiline başlamıştır.

İlim tahsili için Kûfe’ye, Basra’ya, Mekke-i Mükerreme’ye, Medîne-i Münevvere’ye, Yemen’e, Şam’a, Horasan’a gitmiş, birçok ilim merkezlerini gezip dolaşmış, sonra yine Bağdat’a dönmüştür.

Bu yolculukları esnasında pek çok sıkıntılarla karşılaşmıştır. Kitapları ve kayıtlarının olduğu çantasını sırtında taşırdı. Ezberlediği hadîs-i şerîflerin ve yazdığı notların çokluğunu gören birisi, “Sen bu kadar hadîs öğrendin. Hem Müslümanların âlimi, imamısın. (Bir Kûfe’ye bir Basra’ya gidiyorsun! Daha ne zamana kadar böyle devam edeceksin?)” deyince Ahmed b. Hanbel Hazretleri “Hokka ve kalem ile mezara kadar.” diye cevap vermiştir.

Rebîulevvel ayının on ikinci Cuma günü hicrî 241 târihinde vefât etmiştir. Kabri şerifleri Bağdad'da (Bâb-ı harb) denilen yerdedir.

Cenazesine büyük bir kalabalık katılmıştır.

Vefatından 230 sene sonra Şerîf Ebû Cafer için onun yanına defn olunmak üzere bir kabir kazılırken, İmam’ın kefeninin sapasağlam olduğu ve hiç değişmediği görüldü.

En meşhur eseri, Müsned isimli eseridir. Müsnedlerde, sahâbînin rivâyet ettiği hadîsler bir araya toplanır. Önce aşere-i mübeşşerenin rivâyetlerine yer vermiştir. Kitabına Hz. Ebu Bekir’in rivâyet ettiği hadîsleri bir araya getirerek başlamış ve buna Müsned-i Ebu Bekir demiştir. Sonra ashabın büyüklerinin rivâyetlerine yer vermiş, sonra hanım sahabîlerin rivâyetleri, en sonra da ismi mübhem olan sahabînin rivâyetlerini vermiştir.

Müsnedinde yedi yüzden fazla sahabîden nakledilen kırk bin civarında hadîs bulunur. Bu hadîsleri yediyüz elli bin hadîsten seçmiştir. Rahimehullah.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9211
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları
« Yanıtla #599 : 01 Ağustos 2012, 11:21:30 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“İnsanlara karşı güzel ahlâk ile davran.”
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed bin Hanbel)



01
Ağustos Çarşamba 2012

Hicrî: 13 Ramazan 1433 - Rûmî: 19 Temmuz 1428

Osman Bey'in Vefatı, Orhan Bey'in Tahta Çıkışı (1326) • Kıbrıs'ın Fethi (1571)



Bir Âdab

Müslümanlar birbirlerine karşı daima hürmet ve nezaket ile davranırlar.
Mesela; Bir müslüman başkasının evine rızası olmadıkça girmez, başkasının hanesi içine izni olmadıkça dışarıdan bakmaz, sözleriyle kimseyi rahatsız etmez.

Orhan Gâzi'nin Sultan Olması

Osman Gâzi vefat edince Bursa’da defnedildi. Oğlu Orhan ve Alâaddin Bursa hisarındaki Ahi Hasan tekkesinde bir araya geldiler. Osman Gazi’nin malını çocuklarına bölüştürmek ve mîras işlerini yapmak için âlimler ve dervişler toplandılar. Ancak Osman Gazi’nin hiç hazinesi (altın ve akçası) çıkmadı. Yalnız fethedilen yerler vardı. Osman Gazi’den geriye sadece yeni bir kaftan, boyundan geçirilerek yana asılan bir çanta, bir tuzluk, kaşık, bir çift çizme, birkaç tavla iyi atlar, birkaç sürü koyun, birkaç kısrak sürüsü ve bir kaç çift eyer üzengisi kalmıştı.

Orhan Gazi, ağabeyi Alâaddin’e: “Ne buyurursun?” diye sordu.
Alâaddin Paşa: “Bu ülkeye çobanlık etmeye padişah gerektir ki, bütün halkı, orduyu görüp gözetsin. Bu atlar, at sürüleri, koyunlar, hepsi padişahın olsun. Çünkü bütün bunlar şahlık malıdır. Babam, gazâ için saklamıştır. Bizim bölüşülecek bir mirasımız yoktur.” dedi.

Orhan Gazi: “Ey kardeş! Gel, şimdi o çoban sen ol.” dedi.
Alâaddin Paşa: “Atamızın duâsı ve himmeti seninle idi. Onun için babam kendi zamanında seni askere kumandan etmişti, beyliği sana bırakmıştı. Sen dururken, bana ne iş düşer?” dedi.

Orada bulunanlar, onun sözüne “Aferin” dediler, sevindiler.

Orhan Gazi: “O zaman gel, şimdi bana vezir ol.” dedi.

Alâaddin Paşa: Bunu da kabul etmedi ve “Kite (Ürünlü) Ovası’nda Fodura (Alaaddinbey) derler, bir köy var. O köyü bana ver, yeter.” dedi. Orhan Gazi o köyü ona verdi.

Alâaddin Paşa, Bursa’da Kükürtlü’de bir tekke ve kale içinde bir mescit yaptı. Kendisi de orada oturdu.